Connect with us

EKONOMİ

AKP iktidarı ve öncesi: Ekonomik bir bilanço

İktidar büyüme temposunu sürdürebildi: Geleneksel neoliberalizmin dahi emekçilere verdiği ‘teselli armağanları’ olan tüketim ve reel ücret artışlarını koruyamadan; kronik işsizliği de tırmandırarak…

Yayınlanma:

|

Yazarın 15 Nisan 2023’te TMMOB’nin ‘AKP İktidarının 20 Yılı’ etkinliğinde sunulacak olan konuşma metnidir.

Yirmi yıllık AKP iktidarı son bulmak üzeredir. Kuşbakışı da olsa ekonomik bir bilanço çıkarma zamanı geldi.

1989-2022: Neoliberalizmin üç dönemi ve büyüme göstergeleri

AKP 1998-2002 yıllarında uygulanan IMF programını olduğu gibi devraldı; neoliberal ilkeleri 2015’e kadar sadakatle sürdürdü. Ekonomi politikaları bakımından da AKP iktidarının ilk on üç yılını önceki beş yılla (1998-2025) birleştirmek uygundur.

1998’de IMF programına geçişe yol açan etkenler ayrıca önem taşıyor. 1990’lı yılların büyük bölümü (1989-1997) Türkiye’nin ilk ve sonraki neoliberal dönemlerden farklılıklar gösteriyor. Bu yazıdaki incelemeyi de bu dönemle başlatacağız.

AKP’nin son döneminde (2016-2022) ise neoliberal istikrar kuralları çiğnendi; bölüşüm ilişkilerinde önceki dönemdeki eğilimler daha da yoğunlaştı.

Ekonomik bilançoyu bu üç dönemin büyüme ortalamalarını karşılaştırarak başlatalım; bölüşüm ilişkilerini izleyerek sürdürelim.

Bu üç dönemin sabit fiyatlarla ortalama büyüme oranları aşağıdaki tabloda yer alıyor.

Politika değişiklikleri ortalama büyüme temposunu etkilememiştir: Ekonomi otuz üç yılda yüzde 4’ü biraz aşan bir büyüme eğilimini sürdürmüştür.

Bu üç dönemi biraz daha yakından izleyelim.

1989-1997: Yüksek enflasyon ortamında emek

1980’li yılların neoliberal dönüşümü, bu dönemde sürdürüldü; hatta bir adım daha atıldı:  1989’da sermaye hareketleri  serbestleştirildi.

Tamamen dışa açık bir ekonomide neoliberal doktrin henüz yerleşmemiştir. TCMB bu yıllarda döviz kurunu reel olarak sabitleştirmeyi hedefleyecektir.

Başarılı olur; TL’nin reel olarak değerlenmesi (“ucuzlayan döviz”) önlenir. Yüzde 4’ü aşkın büyüme temposuna rağmen cari açık/GSYH oranı yüzde 1’in altında (% 0,7) kalır. Ekonomi (kabaca) dış denge içindedir.

Önceki dönemden farklılaşma, sınıf mücadelelerinin siyasete yansımasından kaynaklanır: İşçi sınıfının “bahar eylemleri” sonrasında tek parti (ANAP) iktidarı son bulur; koalisyon hükümetleri “popülist” bölüşüm politikalarına yönelir. IMF’nin emek-karşıtı yapısal uyum reçeteleri askıya alınacaktır.

1994’teki finansal krize rağmen reel ücretler dönem boyunca % 60 artmıştır. Çiftçinin eline geçen ve ödediği fiyatlar arasındaki makas (“tarımın ticaret hadleri”) %80 düzelmiştir.

Tarımsal destekleme, asgari ücretler, emekli aylıkları, memur maaşları geçmiş enflasyona endekslenmiştir. Sendikalar güçlüdür; toplu sözleşmeler, önemli “refah payları” da içerir.

Burjuvazi tedirgindir; 12 Eylül disiplini, en azından ANAP’ın tek parti iktidarı özlenmektedir. Bu kolektif özleme Mesut Yılmaz’ın koalisyon hükümeti karşılık verir: Haziran 1998’de IMF ile Yakın Gözetim Anlaşması imzalanır. Ekonominin IMF denetimi altına girdiği on yıllık bir dönem böyle başlar.

1989-1997 yılları, “emeğin kazançlı çıktığı” yüksek enflasyon ile dış denge koşullarını uzlaştıran istisnaî bir dönemdir.

1998-2015’te geleneksel neoliberalizm: Emek kaybediyor, ‘farkında değil’

1998-2015 döneminin yüzde 4,1’lik büyüme ortalaması, iki karşıt eğilimin bileşkesidir. AKP öncesindeki ilk 5 yıl (1998-2002), sabit fiyatlarla kişi başına millî gelirin (GSYH’nin) küçüldüğü bir dönemdir. 2002 düzeyi beş yıl öncesinin %2,8 gerisindedir. Toplam GSYH büyüme ortalaması yüzde 1’e ancak ulaşmıştır.

Yoksullaşmanın yaygınlaştığı bu yılları izleyen AKP iktidarının ilk on iki yılında (2003-2015’te) ortalama büyüme hızı %4.5’e çıkar. Seçim başarılarının ekonomik dayanağı buradadır.

Yabancı sermaye hareketlerinin genellikle canlı seyrettiği bir dönem söz konusudur. Dış kaynak / GSYH oranı %7, cari işlem açıklarının oranı ise %5 civarında seyreder. Reel olarak değerlenen TL (ucuzlayan döviz), ekonominin ithalata bağımlılığını yoğunlaştırır.

Bu tespitleri, bölüşüm bilançosu ile birleştirelim. Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak, AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu başlıklı kitapta 2003-2014 bilançosunu çıkarmıştık. Bulguları 1998’e taşıyarak özetleyelim.

Canlı dış kaynak girişleri cari işlem açığı/GSYH oranını beş puan yukarı çekmiş; bu artış sermaye birikimine değil, özel + kamusal tüketim artışlarına katkı yapmıştır.

Sınıfsal bölüşüm ilişkilerini iki büyük emekçi sınıfın (çiftçi ve işçilerin) kişi başına gelirlerini izleyerek çözümleyelim. Kişi başına tüketimin, millî gelirin, çiftçi gelirinin, işçi ücretinin ortalama büyüme oranlarını aynı sırayla g(C), g(Y), g(K), g(W) olarak ifade edelim. Bu 13 yılın nicel gelişmeleri g(C) > g(Y) > g(K) > g(W) olarak hesaplanıyor.

Neoliberal dönem boyunca ortalama ücretler ve çiftçi gelirleri millî gelir hareketlerinin gerisinde kalmış; ama pozitif seyretmiştir. İki büyük emekçi sınıfın kişi başına millî gelirdeki (Y’deki) payları aşınmış; ama bu kayıp mutlak yoksullaşmaya yol açmamıştır. Ücretli istihdamın artış temposu tarımsal istihdamı aşmıştır. Ortalama işçi gelirleri bu nedenle de frenlenmiştir.

Bölüşüm ilişkileri, bu dönemde neoliberal modelin hedefleri doğrultusunda seyretti. Sermayenin payı yükseldi; işçi ve köylü sınıflarının payları geriledi. İki emekçi sınıfta reel gelir kayıpları (mutlak yoksullaşma) ise gerçekleşmedi.

Toplumsal refahı tüketim ile ölçersek, göreli gelir kayıpları ayrıca da telafi edildi: Köylü ve işçi sınıflarının kişi başına tüketim artışları, yani  g(C), gelir artışları olan g(K) ve g(W)’nin üzerinde seyretti. Bu olanak, GSYH’nin yüzde 5’i oranında seyreden cari işlem açıkları sayesinde gerçekleşti. Bu artışı mümkün kılan emekçi sınıfların artan borçlanmasıdır. Nitekim tüketim harcamaları/GSYH oranında kredilerin payı, dönem başı ile sonu arasında %2’den %17’ye sıçrayacaktır.

Neoliberalizmin emekçi sınıflara “armağanı veya afyonu” finansallaşmadır. Emekçilerin sömürü oranlarında yoğunlaşma, borç tuzağının mümkün kıldığı tüketim artışları sayesinde perdelenebilmiştir.

2016-2022:  Sermayeyi ihya eden benzersiz bir bölüşüm şoku…

Neoliberal enflasyon hedeflemesi politikası ve IMF/DB’nin bölüşüm ilişkilerini belirleyen yapısal uyum ilkeleri, AKP iktidarınca 2015’e kadar özenle sürdürüldü.

2015’de AKP iki etkenden ötürü bir dönüm noktasına girdi: (a) Batı merkez bankalarından uluslararası piyasalara akan likidite daraldı. AKP’nin büyüme ivmesini besleyen yabancı sermaye girişleri 2015’i izleyen yıllarda yarıya indi. (b) İktidar, Haziran genel seçimlerinde ilk kez azınlığa düştü. Sonrasında “ne pahasına olursa olsun iktidarı korumak” AKP’nin stratejik hedefi oldu. Bu hedefi gerçekleştirmekte izlenen ekonomi politikalarına odaklaşalım.

IMF yıllık Türkiye raporlarında parasal daralma, yüksek faiz önermekteydi. Saray bu ilkeyi reddetti. Büyüme ivmesinin sürdürülmesini zorunlu gördü. Şirketlere ölçüsüz, ucuz kredi pompalamasına yöneldi.  Erdoğan Kasım 2021’de TÜSİAD’ı eleştirirken yeni politika çizgisini şöyle açıklıyordu: “Düşük faizle kredi istiyordunuz; işte size düşük faizle kredi. Ben sizden yatırım, ihracat istiyorum. Siz de bunları yapın…”

Bu yöneliş, kaynak tahsisi ve bölüşüm mekanizmalarını tümüyle bankaların ve dev şirketlerin denetimine verir. İç talebi besleyen kredi genişlemesinin boyutu “yükselen ekonomiler” arasında zirvededir. Krediler (KGF gibi) merkezî bütçe kaynaklarıyla da desteklenmekte; kamu kaynakları (salgın sırasında dahi) emekçilerden esirgenmektedir.

Birleşmiş Milletler ve IMF Türkiye için sürdürülebilir büyüme potansiyelini yüzde 2,5-3 civarında öngörmektedir. Bu sınırları zorlayan talep genişlemesi dış açıkları ve enflasyonu tetiklemektedir. Sendikalaşmanın, emek örgütlerinin tarihsel olarak en zayıf olduğu dönemdeyiz. 1989 sonrasında enflasyona karşı emek gelirlerini koruyan araçlar artık felce uğramıştır.

2016-2022’de bölüşüm göstergelerinin seyrini özetleyelim: Sermayenin net hasıladan payı 10,6 puan sıçramıştır. Ücretlerin payında da paralel bir gerileme gözleniyor. Türkiye sermayenin ölçüsüzce nemalandığı benzersiz bir dönemden geçmektedir. 

Ücretlerin payı erirken ücretli istihdam 3,2 milyon artmıştır. 2022’de işçi başına (ortalama) reel ücret 2016’daki düzeyin %15 veya %25 gerisindedir. Yüzde 4,3’lük büyüme temposuna rağmen tipik bir işçi yedi yılda önemli boyutta yoksullaşmıştır. 

Aynı dönemde çalışma yaşındaki nüfus 6,8 milyon kişi, toplam istihdam ise sadece 4,2 milyon artmıştır. Yüzde 4,3’lük büyüme yetersiz kalmış, faal nüfus artışını tümüyle istihdama çekememiştir. AKP’nin son yedi yılında atıl işgücü oranı %17’den %24’e (Şubat 2023) çıkmıştır. 

Saray iktidarı, neoliberal makro-ekonomik politikaları çiğneyerek büyüme temposunu sürdürebildi. Ama geleneksel neoliberalizmin dahi emekçilere verdiği “teselli armağanları” olan tüketim ve reel ücret artışlarını koruyamadan; kronik işsizliği de tırmandırarak…

Prof. Dr. Korkut BORATAV- sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

TİM, Global Ekonomideki Talep ve Riskleri Takip Edecek

Türkiye’de bir ilk olan İhracat Pazar Monitörü içinde iki endeksin yer aldığını bildiren TİM Başkanı Mustafa Gültepe, İhracat Talep Endeksi ile pazarlardaki talebi, Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de riskleri önceden görme imkânı bulacaklarını söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), önemli pazarlarda talebi yaratan koşulları ve riskleri artık İhracat Pazar Monitörü’nden (İPM) takip edecek. İlk sayısı yayımlanan İPM’ye göre ocak ayında İhracat Talep Endeksi yüzde bir artışla 101 puana yükseldi.

TİM Başkanı Mustafa Gültepe, yaptığı açıklamada Türkiye ekonomisinin itici gücü olan ihracatın seyrini belirleyebilme noktasında TİM’in hayata geçirdiği İhracat Pazar Monitörü’nün çok önemli bir misyon üstleneceğini vurguladı. Cumhuriyetin ikinci yüz yılına Türkiye’yi ihracatta ilk 10 ülke arasına çıkarma hedefi ile başladıklarını ve stratejilerini bu hedefe göre kurguladıklarını belirten Gültepe, şöyle devam etti:

“27 sektörümüzde, 61 birliğimizle ve 150 bine yakın ihracatçımızla dünyada adım atmadığımız ülke ya da bölge bulunmuyor. Türkiye’nin üretim gücünü, ürünlerimizin kalitesini tanıtmak için küresel ölçekteki sektörel fuarları, ticaret ve alım heyetlerini fırsata dönüştürüyoruz. Bütün bu çalışmaların yanı sıra pazarlarımızdaki tüm gelişmeleri hesaba katmamız gerekiyor.

TİM-İPM ALANINDA İLK VE TEK ENDEKS

İlkini  yayımladığımız TİM-İPM ile artık pazarlarımızdaki talep koşullarını ve siyasi-iktisadi risk konjonktürünü kolayca takip edebileceğiz. TİM-İPM, ülkemizde sektörel bazda talep ve risk koşullarını ölçen ilk ve tek endeks olma özelliğini taşıyor. Aylık olarak kamuoyu ile paylaşacağımız TİM-İPM içinde İhracat Talep Endeksi ve Pazar Dayanıklılık Endeksi yer alıyor. İhracat Talep Endeksi ile pazarlarımızdaki talebin hem genel durumunu hem de sektör ve ülke özelinde tabloyu görebileceğiz.

Pazar Dayanıklılık Endeksi ile de pazarlarımızda risklerin genel durumunun yanında sektör ve ülke bazında gidişatı takip edebileceğiz. Ocak ayı rakamlarına baktığımızda İhracat Talep Endeksi önceki aya göre yüzde 1 artış, önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,4 düşüşle 101 oldu. Bu rakam bize ihracat pazarlarımızdaki talep koşullarının iyileşmeye devam ettiğini gösteriyor. Pazar Dayanıklılık Endeksi ise Ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 0,6 artarken bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 0,7 düşüşle 99,7 seviyesinde gerçekleşti. Bu verilerin ışığında pazarlarımızdaki risk koşullarının da iyileşme eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz.”

Mustafa Gültepe, TİM-İPM kapsamındaki iki endeks sayesinde ihracatçı firmaların pazarlardaki riskleri ve talepleri çok daha daha kolay anlamlandırarak önceden pozisyon alma imkânı bulacaklarını sözlerine ekledi.

NOT: Şubat 2024 sayısı itibari ile TİM İhracat Pazar Monitörü her ayın son pazartesi günü yayınlanacaktır.

TİM İhracat Pazar Monitörü’ne buradan ulaşabilirsiniz.

 

TİM – Türkiye İhracatçılar Meclisi – TİM İhracat Pazar Monitörü (tim.org.tr)

tim_ihracat_pazar_monitörü_2024_subat TİMREPORT_229

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Serveti vergile(yeme)mek

Dev çok uluslu şirketlerin vergilendirilmesiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştım. Uluslararası sermayenin daha fazla vergi dışı kalmasına göz yumulmaması için küresel asgari kurumlar vergisi çalışmaları hızlanmış durumda. Bir yandan da toplum vicdanında sermayenin vergilendirilerek aklanması gerek.

Yayınlanma:

|

Tüm dünyada mali, ekonomik ve çevresel adaletsizlikler artarak devam ediyor. Küreselde pandemi sonrasındaki yeni servetin yaklaşık üçte ikisini en zengin yüzde 1’lik kesim elinde tutmaya başladı. Yoksulluk sona ermiyor, artıyor. Emek enflasyon altında ezilirken büyümeden aldığı pay sınırlı. Oxfam’ın araştırmasına göre dünyadaki en büyük şirketlerin sadece yüzde 1’inden daha azı çalışanlarına “yaşanabilir” bir ücret ödüyor. Diğer yüzde 99’unun böyle bir kaygısı var mı acaba?

Ama küreselde vergi reformları sermayeyle, dev çok uluslu şirketlerle ilgili yapılmaya çalışılıyor. Madem süreç başladı, bundan sonra zenginler için de devamı gelse iyi olur. Zaten en zenginlerin arkasında, kârın ortaklarına aktarıldığı ve genellikle beklenti üstü (!) kâr elde eden bu dev şirketler var. Üstüne vergi teşvikleri, indirimleri ile önemli bir kazanç alanına sahipler.

Sonra bu zenginler çeşitli yollarla nüfuz da elde edebiliyor. Bu nüfuz arttıkça ihalelerden medyaya kadar pek çok köşe başı tutulabiliyor.

Çünkü sadece servet değil, nüfuz da birikir. Servet, sahibine gelir sağlarken ve gelecekteki işsizlik, hastalık risklerine karşı güven verirken, sosyal mevki, ün, kudret, ekonomik bağımsızlık sağlayarak özel bir ödeme gücünü temsil eder.

Vergide adaleti sağlamak için ödeme gücüne göre vergileme gerekli, servet de ödeme gücünün göstergesi olduğuna göre vergilendirilmesi doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Zaten servet vergilerinin amacı, fırsat eşitsizlikleri dolayısıyla toplumdaki bireyler arasında oluşan gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek değil mi? O nedenle serveti olan ile olmayanı bu vergiyle birbirinden ayırmak gerekiyor. Emlak vergisi bir emlaka sahip olan ile olmayanı, ya da motorlu taşıtlar vergisi ona sahip olan (sahip olabilme gücüne sahip olan) ile olmayanı birbirinden ayırabiliyor örneğin. Ancak gelir ve servet dağılımında adaletsizliği en az indirecek servet vergisinde servetin tanımında sorun yaşıyoruz. Çünkü ülkemizde devlet hâlâ somut, gözle görülen servet unsurlarını vergilemeye çalışıyor.

Türkiye’de servet vergileri dört adet; Emlak Vergisi (EV), Değerli Konut Vergisi (DKV), Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ve Veraset ve İntikal Vergisi (VİV). Bu vergilerin konuları gayrimenkul (EV ve DKV), motorlu taşıt (MTV) ve servetin ölüm ya da yaşayanlar arası karşılıksız intikaline (VİV) dayanıyor.

Oysa servet tanımına, her türlü taşınır taşınmaz mallar ile para ve alacaklar dahildir ve zaten servet kişinin beli bir anda sahip olduğu ekonomik değerlerin tümüdür. Her birinin fiyatı vardır ve mübadeleye de elverişlidir.

Ancak Türkiye’de servetin tanımı oldukça dar. Bir çok ülkede mevduat vb de servet olarak tanımlanıyor. Bizdeki tanım eksikliği vergide adalet arayışını tetikleyen ana unsurlardan biri. Servet vergilerinin sık sık gündeme gelmesi, yeni bir servet vergisine umut bağlanması hem mevcut kamu giderlerinin dağılımından ve israfından, hem de vergilerin gelir/servetin adil dağılımındaki rolünden hoşnut olunmadığını gösteriyor.

Uygulamadaki servet vergilerinin gelir ve servet dağılımı üzerindeki etkisi, tüm servet unsurlarının hangi gelir grupları arasında dağıldığı ile ilgili. İşte aslında toplum vicdanını rahatsız eden nokta da burası.

Servet edinimiyle artan nüfuz, üretim faktörü sahipliklerinde giderek derinleşen adaletsizlikler ekonomi politikalarının etkisiyle de büyüdü. Düşük faiz politikasıyla uygulanırken kredi çekerek döviz ve altına yönelenler tasarruf ve servet sahibi oldular. Aynı dönemde düşük gelir düzeyindekiler, yoksullar bu politikanın sonucunda ortaya çıkan enflasyonun altında ezildi. Üstelik yaşanan dolarizasyon sonucu kur yükselişinin önüne geçilmesi için yaratılan KKM’nin getirisinden bile gelir vergisi alınmadı. O nedenle hem vergide adaletsizliğin göstergesi dolaylı vergilerin vergi sistemindeki hakimiyeti, hem de böyle bir zenginleşme ve kâr akımının da tetiklediği enflasyonla devam ediyoruz.

Mevcut servet vergilerine ek yeni bir servet vergisi ihdas edilmesi kıymetli meslektaşım Prof.Dr. Murat Batı’nın dünkü yazısında açıkladığı gibi Anayasa’nın 2. (sosyal hukuk devleti), 10. (eşitlik), 13. (ölçülülük) ve 35. (mülkiyet hakkının ihlali) maddelerine aykırılık teşkil edecek. Ayrıca yeni servet vergisi vergi sistemine dahil olsa da bu vergilerin gelirlerinin örneğin deprem harcamalarına, sosyal transferlere vb tahsis edilmesi 5018 sayılı KMYKK m.13/g’ye göre mümkün değil. Bu durumda gerçekleşmeyecek olan; bir Robin Hood vergisi gibi zenginden alıp yoksula vermek.

Yeni servet vergisine kadar öncelikle gelir ve kurumlar vergisinde reform ile işe başlanmalı. Gelir-Kurumlar Vergisi beyannamelerinde görülmeyen ve servetin oluşumuna katkı sağlayan gelir kayıt ve kontrol altına alınabilir. Servet vergisi ile gelir getirmediğinden dolayı Gelir-Kurumlar vergisiyle kavranamayan servet unsurları kavranabilir.

Aslında Veraset ve İntikal Vergisi uygulaması, karar alıcılara yol gösterici niteliğe sahip. Bu vergiler “birbirini telafi eden”, “takip ve kontrol eden vergiler“dir. Şöyle ki Veraset ve İntikal Vergisi, içinde iki vergiyi barındırıyor. İlki veraset sonucu ortaya çıkan ikincisi yaşayanlar arası gerçekleştirilen servetin karşılıksız intikali, vergilendirmeye yönelik. Veraset vergileri yalnız başına uygulandığı durumda servetin intikali yaşayanlar arasında bağış yoluyla gerçekleştirilebilir. Bunun için yaşayanlar arası bağış yoluyla gerçekleştirilen karşılıksız intikaller de bu vergi kapsamındadır.

Türkiye de servet vergileri, servet üzerinden ve servet transferinden alınıyor. Ayrıca servet vergileri servet artışından da alınır. Serveti oluşturan unsurda sahibinin hiçbir kişisel emeği olmadan meydana gelen artışlar vergilendirilir. Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndaki servet artış vergisi uygulaması var, hatta olağanüstü servet vergisi olarak da bilinir. Oysa Türkiye’de bu kapsamda Gayrimenkul Kıymet Artışı Vergisi uygunladı. Servet unsurlarından sadece biri olan gayrimenkulün değerindeki artışı vergilemek için yürürlükteydi. Hatta uygulanırken olağanüstü bir durum da yoktu. Ancak o vergi neoklasik ekonomi politikalarının vergi sistemini değiştiren, sermayeyi daha hafif vergileyen özelliği sonucu 1985 yılında kaldırıldı.

Dostoyevski’nin dediği gibi; “parasız düşünür, ama paralı iki misli düşünür”.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

Türkiye’nin sınai haklar haritası çıktı!

Türk Patent ve Marka Kurumu 2023 yılına ait sınai haklar verilerini açıkladı. Verileri değerlendiren Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Yabancı başvuru ve tescil sayılarındaki yükseliş dikkate değer. İller bazında her zamanki gibi şampiyon İstanbul olurken; Bayburt, Ardahan, Erzincan ve Bitlis illerimize ilişkin veriler, Sınai Haklar hakkındaki bilinçlendirilme çalışmalarının arttırılması gerektiğini gösteriyor. Bu veriler ışığında, ülkemizdeki bazı bölgelerin sınai haklar yönünden gelişmesi için yerel yönetimlerin ve kamu idarecilerinin daha fazla katkı koyması gerektiği görülmektedir” dedi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yerli yabancı toplam patent başvurularında %3,64’ lük artış!

2023 yılında Türk Patent ve Marka Kurumuna yerli ve yabancı 16.433 patent, 3.400 faydalı model, 183.149 marka ve 58.076 tasarım olmak üzere üzere toplam 261.058 başvuru yapıldı. Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz; “Ülke ekonomisindeki ticari aktörlerimiz artık marka, patent, tasarım, faydalı model tescili gibi kavramların önemini daha iyi kavradı ve buna göre hareket ediyor. Vekil firma olarak yıllar içinde gösterdiğimiz çaba neticesinde bu farkındalığı oluşturmayı başardığımızı görüyoruz. TÜRKPATENT verilerine göre 2023 yılında yerli yabancı toplam patent başvurularında %3,64’ lük yaşandı. Dünya genelinde her geçen gün ihracat fırsatlarının, markalara, AR-GE’ye yapılan yatırımların artması şirketlerin daha inovatif ve öncü olmalarını zorunlu kılıyor. Bu da aslında hem ülkemizde hem dünyada sektörümüzdeki pazarın büyüdüğünü kanıtlıyor” dedi.

Uluslararası patent başvurularında %25 artış!

“TÜRKPATENT’in açıkladığı güncel verilere göre Türkiye’de faaliyet gösteren yerli firmalar 2023 yılında 155’i PCT (uluslararası patent başvurusu), 234’ü EPC (Avrupa patent başvurusu) olmak üzere toplam 389 uluslararası patent başvurusu yaptı. 2022 yılında başvuru sayısı toplam 312 idi. Buna göre 2023 yılı başvuruları yaklaşık yüzde 25 (dörtte bir) oranında bir artış gösterdi. Bu da Türkiye’de yükselen fikri ve sınai haklar bilincinin küresel ölçekte yansımasını gösteriyor.”

Patent başvurularının zirvesinde yine İstanbul yer alıyor

TÜRKPATENT’ e göre geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi İstanbul tüm başvurularda ilk sırada. Patent başvurularında 3.526, başvuru ile ilk sırada yer alan İstanbul’u yine büyükşehirler takip ediyor. Patent başvurularında ikinci sırada 1.327 başvuru ile Ankara, üçüncü sırada 509 başvuru ile Bursa, dördüncü sırada 429 başvuru ile İzmir ve beşinci sırada 415 başvuru ile Kocaeli yer alırken; Hakkari, Sinop ve Kilis, sadece 1’er patent başvurusuyla listenin en sonlarında yer alan illerimiz oldu. Bayburt ise 2023 yılında hiç patent başvurusu yapılmayan tek il olarak dikkat çekiyor.

Marka başvurularında İstanbul liderliğini sürdürüyor

Marka başvurularının illere göre dağılımına baktığımızda ise; 71801 başvuru yapan İstanbul’u 14.368 marka başvurusuyla Ankara, 11.378 başvuruyla İzmir, 7.412 başvuruyla Bursa ve 6.179 başvuruyla Antalya izliyor. Ardahan ise 15 başvuruyla son sırada yer alıyor.

Tasarım başvurularında ise bir önceki yılın verilerine göre sıralamalarını ilerleten iller Kayseri ve Antep

Tasarım başvurularında ise 20623 başvuru ile İstanbul başı çekerken; Bursa 4.650 başvuru ile ikinci, Ankara 3.709 başvuru ile üçüncü, Kayseri 3.464 başvuru ile dördüncü, Gaziantep ise 2.754 başvuru ile beşinci sırada yer aldı. Erzincan ise 2023 yılında hiç tasarım başvurusu yapılmayan tek il oldu.

Faydalı modelin dikkat çekeni ise Konya

Faydalı model başvurularında 931 başvuru ile İstanbul başı çekiyor; 403 başvuruyla Ankara, 262 başvuruyla Bursa ve 246 başvuruyla İzmir izlerken, Konya’nın 174 başvuruyla beşinci sıraya yerleşmesi dikkate değer bir unsur oldu. Bitlis ve Ardahan ise 2023 yılında hiç faydalı model başvurusu yapılmayan iller olarak listenin son sıralarına yerleşti.

Yerli patent ve faydalı modelde en çok başvuru yapılan alan: Motorlu Kara Taşıtı

TÜRKPATENT NACE kodu verilerine göre 2023 yılında yerel patent ve faydalı model başvurularında motorlu kara taşıtı, römork ve yarı römork imalatı, büro makineleri ve bilgisayar imalatı, mobilya imalatı; başka yerde sınıflandırılmamış diğer imalatlar, tıbbi ve cerrahi teçhizat ile ortepedik araçların imalatı ve eczacılık ürünlerinin, tıbbi kimyasalların ve botanik ürünlerinin imalatı ilk beş sırada yer alıyor. Yurt dışından Türkiye’ye gelen yabancı patent ve faydalı model başvurularında ise; eczacılık ürünlerinin, tıbbi kimyasalların ve botanik ürünlerinin imalatı, diğer özel amaçlı makinelerin imalatı, ana kimyasal maddelerin imalatı, tıbbi ve cerrahi teçhizat ile ortepedik araçların imalatı ve genel amaçlı diğer makinelerin imalatı yer alıyor.

İhracatta yenilikçi atılımlar için katma değerli ürünlerle markalaşma şart!

Marka, patent ve tasarım sayılarının ülkemiz sanayisinin gelmiş olduğu gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılı olmadığını belirten Yamankaradeniz; “daha fazla katma değerli ürün üretimi, daha yüksek teknolojili üretim anlamına gelmektedir. Bu nedenle, bu yenilikleri patentle veya faydalı model başvuruları ile koruma altına almak ve değer oluşturmak, ülkemizi ve firmalarımızı zenginleştirir. Böylece, ihracaattaki tonaj rakamları aynı kalsa bile birim fiyatı artacağından yapılan toplam ihracaat rakamımızda artış olacaktır. Bu da cari açığın daha az oluşması ve enflasyon rakamlarının aşağıya doğru gelmesine olumlu katkı sağlayacaktır. Dolayısıyla, bu yeni teknolojilerle dünya pazarlarına açılan markalarımızın Türk malı dolaşım miktarının artması, uluslararası markalaşmanın çok olumlu yansımaları olacaktır” dedi.

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.