İkinci Dünya Savaşı’nın patlaması ülke içinde önemli değişmelerin başlangıcı oldu. Savaş, siyasi önemi de olan üç iktisadi sonuç ortaya çıkardı.
İlkin, Türk ihraç ürünlerine olan istem arttı ve bu alanda faaliyet gösterenlerin elinde önemli tutarda servet birikmeğe başladı. Sınırlı ithalat yapılabileceği için, bu servet dıştan getirtilen malların tüketimine harcanamadı. Halbuki, savaş öncesi dönemlerde, bu kaynaklar, dışardan gelen tüketim mallarına ayrılıyordu.
İkinci olarak, yığınlar giderek yoğunlaşan iktisadi güçlüklerle karşılaşıyordu. Gazyağı, şeker, bez gibi önemli yiyecek ve tüketim mallarının kıtlığı çekiliyordu. Bu tür maddelerin dağıtımında memurlara öncelik tanınması, yığınlarda beliren hoşnutsuzluğu yoğunlaştırıyordu. Kıtlıklarla birlikte, fiyatlar yükselmiş, aralarında memurların da bulunduğu dar ve sabit gelirliler, iktisadi sıkıntılarla karşı karşıya kalmışlardı.
Üçüncü olarak, savaş seferberlik ilanını gerektirmiş, bu ise hükümeti toplumdan daha fazla kaynağı kamu kullanımına aktarmaya zorlamıştı. Tahıl, üreticiden düşük fiyatlarla alınıyor ve savaşa girilirse kullanılmak üzere depo ediliyordu. Depolama olanakları sınırlı olduğundan, köylü yiyecek bulmakta güçlük çekerken, ürün depolarda çürüyordu. Buna benzer bir biçimde, hazinenin artan gereksinmelerini karşılamak üzere, vergi toplama çabaları yoğunlaşıyordu.
İkinci Dünya Savaşı ertesinde, Türkiye ‘nin iktisadi ve sosyal tablosu hayli ilginçtir. Siyasal iktidar, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri asker-sivil bürokrat kadrolarının elindedir. Yeni devletin temelinde yatan ideoloji, Cumhuriyetin kuruluşundan oldukça sonra, 1930’larda tutarlı bir biçimde ortaya kondu. CHP’nin altı oku ile simgelenen bu ideoloji, üst yapı olarak, çağdaş, laik, ulusal, demokratik bir devlet anlayışını içeriyordu. Alt yapı açısından öngörülen çözüm ise kapitalist ilişkilerin devlet eli ile gerçekleştirmektir[1].
Ne varki o yıllardan bu yana -bir ölçüde -burjuvalaşmış olan bu kadrolar, toplumda çeşitli sınıf ve zümrelerin muhalefeti ile karşı karşıyadır: Başta, ticaret ve maliye burjuvazisi olmak üzere, eşraf ve toprak ağaları muhalefet etmektedir. Daha önemlisi küçük memuru, işçisi ve fakir köylüsü ile büyük halk yığınları memnun değildir iktidardan. Bu tepkilere, 2. Dünya Savaşı sonlarında totariter rejimlerin yıkılışı ve demokrasi üstünlüğü de eklenir.
İç ve dış zorunluluklar, tek partili dönemden çok partili döneme geçişi gerektirmektedir. Ve “ideolojik” bir engel de yoktur, Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak bir “tek parti” yönetimine gidilmişse, toplum düzenini değiştirmek, geliştirmek için gerekli görülmüştür.
7 Ocak 1946 günü CHP’nin bağrındaki fikir ayrılıklarının en önde gelen temsilcilerinden dördü Demokrat Parti’yi (DP) kuruyorlardı. Bunlardan ilki İş Bankası’nın kurucusu, yıllardan beri büyük burjuvazinin Cumhuriyet Halk Partisi ve devlet yönetimi içindeki en önde gelen temsilcisi Celal Bayar’dan başkası değildi. İkincisi Toprak Kanunu’na karşı meclis içinde yürütülen muhalefete baş çekmiş o1an, Ege bölgesinin en ileri gelen büyük arazi sahiplerinden biri, Adnan Menderes’ti. Diğer iki kurucudan Refik Koraltan’ın asıl mesleği avukatlık, Fuat Köprülü’nün ise tarih profesörlüğüydü. Böylece, şemalaştırılmış olarak, Türkiye’deki burjuva sınıf hareketinin dört yüzü, yani mali sermaye, tarımsal sermaye, serbest meslekler ve burjuva aydını bu kuruluşta temsil edilmekteydi ve partiye, iktidara giden yolda, gene bu aynı unsurlar yardımcı olacaktır[2].
Aynı gün (7 Ocak 1946) partinin Genel Başkanlığı’na Celal Bayar getirildi, program ve tüzüğü de açıklandı. Aslında dışarıdan bakıldığında, DP ile CHP programı arasında önemli ve ciddi bir fark bulmak zordu.
DP programı iki ana görüş etrafında kaleme alınmıştı: Partinin siyasal amacı ülkede demokrasinin geniş ve ileri ölçüde gerçekleşmesini sağlamaktı. Temel hak ve özgürlüklere geniş yer verilmişti. Bu arada dernek kurma özgürlüğü vurgulanmış, tek dereceli seçim sistemi talep edilmiş ve seçim güvenliği üzerinde önemle durulmuştu. Ekonomik faaliyetlerde ise özel girişimin ve sermayenin esas olduğu belirtiliyordu. Parti, laikliği dinsizlik biçiminde anlamıyordu ve din özgürlüğünün diğer özgürlükler kadar önemli olduğunu savunuyordu.
Programın hükümet işleri bölümünde ise, üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliğe sahip olmaları gereğine değinilmekte (Md. 38) ve belli başlı konularda vaatlerde bulunulmaktadır. Bu kısımda ayrıca, partinin iktisadi görüşü açıklanmaktadır Bu konuda, “özel teşebbüs ve sermayenin faaliyetinin esas olduğu” belirtilmekte (Md.42) ve hatta verimlilik gerekçesiyle, devlet kuruluşlarının özel girişime devredilebilmeleri istenmektedir (Md.47). Piyasanın faaliyetiyle ilgili olarak tam liberal bir görüş benimsenmistir: kesin zorunluk olmadıkça piyasalara karışılmayacaktır (Md. 51). Partinin tutumunu anlamak için çok önemli diğer bir nokta, memleket kalkınmasında tarım sektörüne dayanılacağının ilan edilmesidir. Ayrıca, denk bütçe esası (Md.7I) ve vergi sisteminde “vasıtalı vergilerden ziyade vasıtasız vergilere daha geniş yer verilmesinin” (Md.73) gerekli bulunduğu belirtilmiştir[3].
Siyasal açıdan çok partili bir yaşama geçilmeye başlanması, iktisadi sorunların daha açıkça tartışılmasına ortam hazırlamıştır,.
Tek parti’den çok partiye geçiliyor görünülse de, gerçekte ancak iki parti’ye geçilecekti. CHP karşısında, özellikle İnönü karşısında kabul edilebilir nitelikteki muhaliflerden oluşan bir orta sağ ya da liberal/kapitalist politik parti ortaya çıkarılacaktır.
Türkiye Ağustos 1944’de Almanya ile ilişkilerini kesti. 23 Şubat 1945’de Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etti. San Fransisco’da Birleşmiş Milletleri kuracak olan konferansa katılmanın şartıydı bu. Derken Sovyetler Birliği 19 Mart 1945’de, 1925’de uzlaşılan “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması”nı yenilemeyeceğini bildirdi. 25 Nisan’da “San Fransisco Konferansı” toplandı. San Fransisco’da temelleri atılan Birleşmiş Milletler yasası, Batı sisteminin özellikle demokrasi ve özgürlükler alanında şart koşacağı ana ölçüleri ortaya koymuş bulunuyordu. Mayıs başında Almanya teslim oldu. Bu sıralarda SSCB’de Boğazlarda üs, Montreux Antlaşması’nda değişiklik, Kars ve Ardahan, Bulgar sınırında düzeltme gibi söz veya imalar dolaşmaya başladı[4]. Bu manzara karşısında, Türkiye’nin Sovyetlerden gelen baskıya karşı koyabilmesi için desteğe ihtiyacı vardı. Ayrıca, Sovyet taleplerinin de ABD ve İngiltere tarafından desteklenmemesi gerekmekteydi. ABD ve İngiltere’nin, hükümet ve kamuoyu düzeylerinde Türkiye’ye olumlu bir gözle bakmaları hayati önem taşımaktaydı. İşte İnönü’nün çok partili sistemi getirmek istemesinin en önemli gerekçesi herhalde buydu.
İnönü 1 Kasım 1945 Meclisi açış nutkunda tutulan yolu açıklar:
“Bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmayışıdır. Hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde başka siyasi partinin kurulması da mümkün olacaktır.”
CHP, DP’nin kuruluşunu son derece olumlu karşıladı. CHP, yeni partiyi hükümet ve yönetimi denetleyecek yeni bir denetim organı olarak görmek eğilimindeydi. DP kadroları CHP içinden çıktığı için bu kişilerin cumhuriyete bağlılıklarından kuşku duyulmuyordu. DP’nin ilk zamanlarda karşılaştığı en büyük güçlük, kendisinin “muvazaa” partisi (danışıklı parti) olmadığını ve CHP’den farklı bir parti olduğunu anlatmak ve toplumu buna inandırmak oldu. Ancak muhalefet partisinin hızla örgütlenmeye başlaması üzerine CHP’nin tutumunda önemli bir değişiklik meydena geldi ve bundan sonra yeni parti sürekli olarak idari baskılardan şikayet etmeye başladı. Bununla birlikte DP, hiç olmazsa ilk zamanlarda, yönetime karşı ılımlı, eleştirileri ile yumuşak bir muhalefet yürüttü.
CHP 2. Olağanüstü Kurultayı 10 Mayıs 1946’da Ankara’da toplandı. Kurultayın toplanmasında amaç, CHP’nin yapısında çok partili hayata uyum sağlayacak bazı değişiklikleri gerçekleştirmekti.
Kurultaydan önce seçimlerin öne alınması yolunda CHP Meclis Grubu tarafından alınan karar, gerek DP ve gerekse Milli Kalkınma Partisi tarafından şiddetle eleştirildi. Muhalefet partileri, bu kararın muhalefetin gelişmesinin önlenmesı amacı ile alınmış olduğunu iddia ettiler. Bu nedenle de DP 21 Nisan’da milletvekili ara seçimlerine ve 26 Mayıs’ta da Belediye seçimlerine katılmadı.
1950’Lİ SEÇİMLER
1950 seçimleri DP’nin üstün bir çoğunluk elde etmesiyle, Türkiye’de rekabetçi sistem tam bir işlerlik kazanıyordu. Cumhuriyet döneminde ilk defa, iktidar seçimler sonucunda ve barışcıl bir yöntemle değişmiş oluyordu. 1950 seçimleri, topluma iktidarın seçmenlerin oylarıyla değiştirilebileceğini göstermiştir. Seçmenler, iktidarın ve siyasal partilerin, oy desteğine bağımlı olduğunu kavramışlardır.
Seçmenlerin zihnine, oy kullanmak ile vatandaşların isteklerine duyarlı yönetimin ilişkili olduğu düşüncesi yerleşmiş görülüyordu. Bu anlayış, zaman zaman vatandaşların iktidardan abartmalı bekleyişler içine girmesine neden oluyor, verilen oyların hemen ve somut karşılık görmesi isteniyordu. Seçmenlerin siyasete bakışları pragmatikti, hizmet bekliyorlardı. 1957 seçimleri, seçmenin herhangi bir partiye koşulsuz bağlanmadığını, başarı grafiği düşen bir partiden oyunu geri çekerek, başka bir partiye verebileceğini göstermiştir. Bu seçimlerde DP, önemli oy kaybına uğramış, muhalefet partilerinin toplam oyu %52’ye ulaşmıştı.
1957 seçimlerinden sonra seçmenler arasındaki kutuplaşma eğiliminde bir artış görülmüş, siyasal dünyayı “biz-onlar” ikiliği içinde görme eğilimleri yaygınlaşmıştır.
1950’li yılların sonlarına gelindiğinde, iktidarın seçim sonucu belirlenebileceği Türk siyasal geleneğine köklüce yerleşmişti. Bu nedenle, 1960-61 askeri müdahalesinin birincil amacı siyasal demokrasiye işlerlik kazandırabilecek yeni bir yasal çerçevenin kurulması olmuştur.
14 Mayıs 1950 Seçimleri
1950 seçimleri, Türkiye’nin yakın siyasal tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Ülkeyi yirmi yılı aşkın bir süredir tek parti olarak yönetmiş bulunan CHP, iktidarı kaybetmiştir. 1950 seçimlerinin en yaygın yorumu, DP’nin başarısını, bu partinin bir yandan yeni gelişen ticaret ve sanayi burjuvazisine, öte yandan da köylülere dayanmış olmasına bağlanmaktadır.
Köykent farklılaşması siyasal bölünmelere yol açacak bir düzeye erişmemiş olmakla birlikte 1950 seçimlerinde DP’nin, kentlerde köylerdekinden daha başarılı sonuçlar almış olduğunu söylemek mümkündür. DP, önemli bir kentli nüfusa sahip bulunan bütün illerde seçimleri kazanmıştır. CHP daha çok kırsal nüfusun yoğun olduğu bölgelerde seçimi kazanmıştır.
1950 seçimlerinde DP’nin en çok oy aldığı 15 il şöyledir:
- Rize : %70.0
- Kayseri :%66.9
- Çorum :%65.5
- Bolu :%65.4
- Antalya:%64.7
- Ağrı :%64.5,
- Erzurum : %64.3
- Zonguldak:%63.I
- Giresun :%,62.4
- İçel:%62.0
- Çanakkale:%61.8
- Çankırı :%61.4
- Eskişehir:%6I.2
- Isparta :%59.9
- Konya :%59.7
DP oyları içinde kuşkusuz köylü oylarının önemli bir yekun tuttuğu bir gerçek olmakla birlikte, DP’nin en güçlü desteği, ülkenin en gelişmiş bölgelerinden aldığı, CHP’nin ise, az gelişmiş bölgelerde, özellikle Doğu Anadolu’da göreli bir başarıya ulaştığı söylenebilir. Aynı şekilde, DP oylarıyla illerin çeşitli sosyo-ekonomik gelişmişlik göstergeleri arasında olumlu, CHP oylarıyla bu göstergeler arasında ise olumsuz korelasyonların bulunduğu da saptanmıştır.
1950 Seçimlerinde CHP’nin en çok oy aldığı 15 il şöyledir:
- Sinop: %61.8
- Erzincan: %60.4
- Malatya: %59.3
- Kars: %58. 5
- Bitlis: %57.8
- Bingöl:%56.2
- Hatay :%52.2
- Van:%50. 2
- 0rdu :%50.0
- Mardin:%49.7
- Muş :%48.7
- Trabzon:%48.5
- Urfa :%48.1
- Tokat:%47.3
- Diyarbakır:%47.2
1950 Seçimlerinde CHP’nin en az oy aldığı 15 il şöyledir:
- İstanbul: %24.3
- Çankırı : %25.8
- Burdur : %28.3
- Rize : %30.0
- Kırşehir: %3I.0
- Bolu: %31.3
- Kayseri: %32. O
- Çanakkale: %32.1
- Afyon: %33.7
- Çorum: %34.5
- Eskişehir: %35.0
- Antalya: %35.3
- Ağrı: %35.5
- Erzurum: %35.7
- Kocaeli : %36.0
DP ve CHP oylarıyla illerin ve bölgelerin sosyo-ekonomik yapıları arasındaki ilişkilerin ayrıntılı bir dökümü yapılacak olursa 1950’lerin iki büyük partisinden CHP’nin, bazı büyük toprak sahipleri ile onların etkisi altındaki daha geri kalmış köylü kesimlerini ve bürokratik tabakaları temsil ettiğini, DP’nin ise, ticaret ve sanayi burjuvazisi, kentlerin dar gelirli tabakaları ile köylü sınıfının daha gelişmiş kesimlerini temsil ettiğini görmek mümkündür[5].
1950 Seçimleri parti Oyları Oranı (%)
BÖLGELER |
DP |
Ortalama |
CHP |
Ortalama |
Bütün Türkiye |
53.3 |
|
39.9 |
|
|
|
|
|
|
1. Marmara |
55.3 |
|
33.7 |
|
2. Ege |
57.8 |
|
40.2 |
|
3.Akdeniz |
55 |
% 55.5 |
40.9 |
% 37 |
4.Kuzey-Orta |
53.9 |
|
36.2 |
|
|
|
|
|
|
Güney Orta |
59.8 |
|
37.7 |
|
6.Karadeniz |
49.7 |
|
41.9 |
|
7.Doğu-Orta |
48.4 |
% 50 |
46 |
% 43 |
8.Kuzeydoğu |
48.8 |
|
43.4 |
|
9.Güneydoğu |
49.9 |
|
47.7 |
|
Bölgelerarası bu gelişmişlik ve azgelişmişlikle, siyasi partilerin aldıkları oylar arasındaki ilişkinin varlığı, daha ayrıntılı bir araştırmanın konusudur. Ancak, kabaca, 1950 seçimlerinde DP’nin en güçlü desteği, ülkenin daha gelişmiş bölgelerinden aldığını, CHP’nin ise, genellikle azgelişmiş bölgelerde, özellikle Doğu Anadolu’da daha başarılı sonuçlar aldığını söylemek mümkündür.
1950 nüfus sayımına göre nüfusu 50.000’in üzerinde olan ilk on il şöyledir:
(Belediye sınırları içinde yaşayan nüfus)
- İstanbul : 983.041
- Ankara : 288.536
- İzmir : 227.578
- Adana : 117.642
- Bursa : 103.812
- Eskişehir: 89.879
- Gaziantep: 71.887
- Kayseri: 65.488
- Konya: 64.434
- Erzurum: 53.353
Yukarıda yer alan tüm illerde 1950 seçimlerini DP kazanmıştır. “Büyük” kentlerde oy dağılımı arasındaki ilişkiyi kaba çizgileri ile ortaya koyan bu değerlendirme, CHP’nin büyük kentlerde aydın oylarını topladığı yolundaki genel kanıya da ters düşmektedir.
3 Nayıs 1954 Seçimleri
1954’te yapılan genel seçimlerde, DP oylarında bütün ülkeyi kapsar nitelikte bir artış meydana gelmiştir. Malatya, Kars, Sinop, Tunceli, Erzincan ve Kırşehir illeri hariç tüm illerde seçimleri DP kazanmıştır.
Halkın büyük bir ilgi gösterdiği 1954 seçimleri (katılma oranı: %88.6) DP’nin ezici bir çoğunlukla kazandığı ve hatta %3’lük bir ilerleme ile, 1950’nin büyük zaferini geride bıraktığı bir seçimdir. CHP ise %5 oranında oy kaybetmiş, %34.7’ye düşmüştü[6].
DP sadece ülkenin gelişmiş bölgelerinde değil diğer bölgelerde de aynı oranda oy artışı sağlamıştır.
1954 SeçimlerininBölgelere göre İki Parti Arasındaki Dağılımı:
BÖLGELER |
DP |
Ortalama |
CHP |
Ortalama |
Bütün Türkiye |
56.6 |
|
34.8 |
|
|
|
|
|
|
1. Marmara |
62.5 |
|
31.9 |
|
2. Ege |
61.5 |
%58.7 |
36.7 |
%35.4 |
3.Akdeniz |
56.6 |
|
38.0 |
|
4.Kuzey-Orta |
54.4 |
|
35.1 |
|
|
|
|
|
|
Güney Orta |
57.8 |
|
31.7 |
|
6.Karadeniz |
57.0 |
|
34.6 |
|
7.Doğu-Orta |
42.9 |
%53.5 |
|
|
8.Kuzeydoğu |
56.1 |
|
38.3 |
%36.1 |
9.Güneydoğu |
54.1 |
|
30.9 |
|
1950 seçimlerine oranla, DP, Türkiye’nin ilk dört sıradaki gelişmiş bölgelerinde %3.2’lik artış elde etmiştir. Aynı şekilde, daha az gelişmiş bölgeler sayılan diğer beş bölgeden de %3.5’luk bir artış olmuştur[7]
27 Ekim 1957 Seçimleri
1954-57 döneminde ekonomik sıkıntıların baş göstermesi nedeniyle, iktidarı yitirme endişesine kapılan DP, muhalefete karşı sertleşmeye başlamıştı[8].
1954-57 dönemi, iktidar partisi DP’nin büyük sarsıntılara ve sonuçta önemli oranda oy kaybına uğradığı bir dönemdir. Ayrıca,1954 seçimleri her ne kadar DP tarihinin en büyük zaferi sayılsada, çok az milletvekili çıkarmakla birlikte, oy oranları açısından, bu seçimler CHP’nin ülkede sağlam bir tabanı olduğu ve köklü bir kuruluş olarak yaşadığının da göstergesi olmuştur. CHP silinmemiş %35 oy almıştır. Büyük zafere karşın, bu sonuç, aslında, DP’ yi tedirgin etmistir[9].
1954-57 döneminde DP iktidarının yaşadığı dış ve iç sorunmlar, bir yandan DP yöneticilerini giderek tırmanan bir hırçınlığın içine sürüklerken, öte yandan rejimi tehlikeye sokacak demokrasi dışı uyulamalara götürmüştür. DP iktidarını zora sürükleyen nedenlerin başında, ekonomik alandaki başarısızlıklar gelmektedir. 1954 yılında, DP Türkiye’sinde ilk kez ulusal gelirde düşüş olmustur. 1953 yılına göre düşüş %8.8 oranındadır. 1954-57 dönemi esas alınırsa, ulusal gelirdeki artış yıllık %3.5 dolaylarında kalmıştır. Böylece ilk yıllardtaki hızlı ulusal gelir artışı oldukça gerilerde kalmıstır. Gene aynı dönemde yıllık ortalama fiyat artışı %13 olmuştur. 1954-57 arasında, para miktarı ortalama olarak yılda %19 oranında artmıştır[10].
1950’ler Türkiye’sinin tarıma dayanan ekonomik yapısı, siyasal hayattaki dalgalanmaların büyük ölçüde hava koşullarına bağlı kalması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle, 1953 sonrası kötü hava koşullarının tarımsal üretimi etkilemiş olması DP’ye ilk büyük darbeyi vuran neden olmuştur[11].
Bütün olumsuz gelişmelerin Türkiye ekonomisi ve siyasal yaşam üzerindeki etkileri belirgin bir biçimde 1956 sonlarında ortaya çıkmıştır. Ne var ki, yoğunlaşan sorunlara ve muhalefetin bütün çabalarına karşın 27 Ekim 1957 erken seçimleri DP lehine sonuçlanmıştır. Sonuç, 1950 ve 1954 seçimleri kadar parlak değildir. Demokratlar sadece %47.7 oy alarak ilk kez %50’nin altına düşmüşlerdir. CHP ise sadece %40.8 oyla iktidara gelmek üzere olan bir parti görünümü kazanmıştır.
1957 şeçimlerinde CHP, 1954’e oranla önemli bir ilerleme sağlamakla birlikte, Türkiye’nin gelişmiş bölgelerinde seçimleri gene DP kazanmıştır. CHP’nin seçimleri kazandıcı iller daha çok Türkiye’nin Doğu-Orta (Malatya, Tunceli, Sivas, Tokat, Amasya), Kuzey-Orta (Uşak, Ankara,Çankırı), Akdeniz (Adana, Hatay, Gaziantep) ve Güneydoğu (Van, Mardin, Urfa) illeridir. 1950 seçimlerinde olduğu gibi 1954 ve 1957 seçimlerinde de Marmara ve Ege Bölgeleri, DP’nin kaleleri olmayı sürdürmüştür.
1957 seçimlerinde, çoğunluk sistemi sayesinde, DP mecliste oldukça rahat bir çoğunluğu muhafaza etmişlerdi. Mevcut 610 milletvekili şöyle paylaşılmıştı: DP: 424, CHP: 178, CMP: 4, Hür.P. : 4.
DP’nin ekonomik yenilgisinin yanısıra, 1954 seçimlerinden sonra basına, üniversitelere, muhalefet partilerine ve yargı organlarına karşı uyguladığı sert politikadan, muhalefete oy veren Kırşehir ilini ilçeye indirmesinden, İstanbul’da 6-7 Eylül I955’de Kıbrıs’la ilgili olarak Yunanistan’a karşı düzenlediği fakat denetimini elden kaçırdığı gösteriler ve olaylardan dolayı iktidar ve genel olarak DP yönetimi zayıflamaya, güven ve otoritesini yitirmeye başlamıştır.
1957 Meclis çoğunluğunun ilk işi, bir iç tüzük değişikliğiyle muhalefetin görüşlerinin kamuoyuna yansıtılmasını engellemek olmuştur. 1958 Ağustos’unda Türk parası devalüe edilerek on iki yıldır 2.80 lira olan dolar 9 liraya çıkarılmıştır. Genel ekonomik durumun bozukluğu partiye ve hükümetteki değişikliklere yansımıştır. Muhalefeti ihtilal komploları düzenlemekle suçlayan DP yönetimi ülkede bir “Vatan Cephesi” kurma kampanyası başlatmıştır.
Dışta, kanlı Irak ihtilali ve tırmanan Kıbrıs olayları ile DP yönetimi bunalmıştır.
devamı II-III bölümlerde
Erol TAŞDELEN – Siyaset Bilimci, Ekonomist www.bankavitrini.com
**********
[1] E.Kongar; 1985, Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi kit.İst.4.Basım,s.353.
[2] S.Yerasimos; 1989, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye ,Belge yay. İst.,c.III,s.I69.
[3] C.Eroğul; 1990, Demokrat Parti-Tarihi ve İdeolojisi-“,İmge kit.Ank.,s.13.
[4] Y.Küçük belgelere dayanarak, 1945 ve 1946 yıllarında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’de üs ve toprak isteğinin yalan olduğrunu belirtiyor. Daha geniş bilgi için bkz.Yalçın Küçük; 1987, Türkiye Üzerine Tezler-2, Tekin yay. 3.Basım,İst. s.258-533,belgeler için bkz. s.513-533.
[5] )”Tarih ve Toplum”,İletişim yay.Mayıs 1988,c.9,sayı:53,s.25(28)
[6] C.Eroğul; 1990, Demokrat Parti-Tarihi ve İdeolojisi-, İmge yay. Ank. 2.Baskı,s.86.
[7] “Tarih ve Toplum”,s.25(281)-26(282).
[8] Türkiye Tarihi-Çağdaş Türkiye I908-1980,4.cilt,Cem yay.1st.1989,s.I84.
[9] “Tarih ve Toplum”,s.26(282).
[10] C.Eroğlu,a.g.e.s.I29-130·
[11] “Tarih ve Toplum”, s. 26(282).