Connect with us

GÜNCEL

Jeopolitik risk algısı bozuldu: ‘Oyun değiştirici’ gelişmelere hazır olunmalı!

Yayınlanma:

|

Ekonomist kimliğimizin çoğu zaman dışına çıkıp ‘farklı’ gelişmeleri ‘yorumlamak’ zorunda kalabiliyoruz. Uluslararası ilişkiler uzmanı olmasak da, hafta sonu cereyan eden gelişmeler ardından yaptığımız araştırmaların neticesini dilimiz döndükçe anlatmaya çalışacağız. Tek umudumuz masum sivillerin canının yanmaması. Tarihten bir bilgi ile başlamak gerekirse, 50 yıl önce, 6 Ekim 1973’te, Mısır’ın İsrail’e karşı başlattığı Yom Kippur Savaşı’nın 50. yıldönümünden saatler sonra Hamas’ın silahlı kanadı Kassam Tugayları İsrail’e karşı “Aksa Tufanı” operasyonu başlattı.

Yom Kippur, Yahudilerin en önemli dini bayramıdır. 1973’te Suriye ve Mısır, İsrail’e Yom Kippur bayramı sırasında saldırmış, savaşın hemen ardından, Suudi Arabistan İsrail’i destekleyen diğer ülkelere petrol ambargosu uygulamıştır. Ambargoyu 1974 Mart ayına kadar sürmüştü, söz konusu dönemde petrol fiyatları dünya genelinde artarak küresel bir ekonomik krize de neden olmuştur. Savaşın ardından İsrail ve Mısır arasında 101. Kilometre Antlaşması imzalandı, bu antlaşma Amerika’nın Ortadoğu politikalarının temelini oluşturdu. Daha da basit bir anlatımla, Yom Kippur Savaşı, İsrail’i diplomatik, ekonomik ve askeri olarak ABD’ye daha fazla bağımlı hâle getirmişti!

Cumartesi, hem Yahudilerin hafta tatili şabat hem de dini Sukkot bayramına denk geliyordu. Şabat, Yahudi takvimine göre her hafta geri dönen bir dinî görevidir ve İslam’ın cuma namazı veya Hristiyanların pazar ibadeti gibi haftalık bir dini rutinin bir parçasıdır. Şabat günü, Yahudi geleneğine göre cuma günü gün batımından cumartesi günü gün batımına kadar süren kutsal bir günü ifade eder. Şabat, dinlenme, dua, aile birliği ve ibadet için ayrılan bir zamandır.

Hamas’ın saldırısı cumartesi günü sabah saatlerinde füze saldırılarıyla başladı. Hamas’a göre 5 bin, İsrail’e göre 2 binden fazla füze atıldı. Aynı zamanda İsrail’e kimi kara sınırları, kimi motorlu paraşütlerle de sızan yüzlerce militan, resmî olmayan bilgilere göre binlerce İsrailli ve Filistinlinin öldürülmesine neden oldu. Savaşın bulaşıcılık etkisi ile İsrail ve Hizbullah Lübnan sınırında karşılıklı ateş açarken, Mısır’da iki İsrailli turist ve rehber vurularak öldürüldü. Hamas çok sayıda İsrailliyi esir aldığını açıklarken, İsrail Başbakanı Netanyahu ‘bu kötü gün için güçlü bir intikam’ sözü vermesi ardından, İsrail ordusu Gazze’ye saldırı başlattığını duyururken İsrail hükümeti topyekûn savaş ilanında bulundu.

Eminim buraya kadar olan haberlerin büyük bir kısmını sizler de okumuşsunuzdur. İsrail’in 11 Eylül’ü olarak nitelendirilen saldırı sonrasında ABD’nin 11 Eylül sonrası tepkisini hatırlamakta fayda görüyoruz. Hamas sözcüsü Gazi Hammad, BBC’ye yaptığı açıklamada örgütün organize saldırıya ilişkin olarak İran’dan “doğrudan” destek aldığını açıkladı! Hafta sonu yaşanan olay sonrası Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtılması ihtimalinin de arttığını düşünüyoruz. Hatta yaşanacak gelişmeleri ‘oyun değiştirici’ bir nitelikle olabileceğini de düşünüyoruz.

Başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin saldırıyı kınadığı ve İsrail’e destek sözü verdiğini not edelim. Işığın altına oturtulan İran ve bu aşamada Suudi Arabistan’ın rolünün kritik olabileceğinin altını çizmek gerekiyor. Gelecek yıl yapılacak ABD başkanlık seçimleri öncesinde büyük bir diplomatik zafer elde etmek isteyen Başkan Biden’ın, Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir anlaşma için yürüttüğü diplomasi atağının ya da daha yeni yeni filizlenen normalleşme çabalarının sekteye uğrayacağını düşünüyoruz. Murat Yetkin dün yaşanan gelişmeler üzerine kaleme aldığı raporunda “Hamas saldırısı İsrail’in İran’a doğrudan saldırmasıyla, bu saldırıda örneğin şimdiye dek sadece Suriye’de kullandığı F-35’leri kullanmasına yol açabilir mi? Örneğin nükleer tesisleri vurmak gibi bir işe kalkışabilir mi?” diye sormuş!

Gündemin geçen haftadan bu yana nasıl da birden değiştiğini göz ardı etmeyin. Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken, Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı, Türkiye’nin PKK saldırısı ardından Suriye ve Irak operasyonları, düşürülen İHA, Türkiye’nin ABD ile yaşadığı uluslararası ilişkiler krizini derken, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna krizi sonrası Filistin-İsrail krizinde de dengeli bir tutum sergilemesi ve Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın itidal çağrısı yaparak tansiyonu düşürmek için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu söylemesini de önemsiyoruz. Ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için büyük bir mücadele veren ekonomi takımının da işinin artacak petrol fiyatları ve tırmanan  jeopolitik risklerin gölgesinde daha da zorlaştığının altını çizmek isteriz.

Tırmanan jeopolitik riskler ardından, genellikle petrol ve altın fiyatları, dolar ve Japon YEN’i değer kazanırken, hisse senetlerindeki düşüş ve volatilitedeki artışın ‘riskli’ para birimlerini aşağı çektiğini pek âlâ biliyoruz. Bu bağlamda, güvenli liman varlıklara yönelik talebin artması ile altının ons fiyatı cuma günü güçlü ABD verisi ardından haftayı 1,832 dolar seviyesinden kapatması ardından soluğu ilk işlemlerde 1,850 dolar seviyelerinde aldı. Gümüşün ons fiyatı 20 dolar sınırına her yaklaştığında alım isteği ile karşılaşması ardından bu sabah 22 dolar seviyesini test etti. Geçen hafta her iki kıymetli maden için alım sinyali vermiştik! Son haftalarda FED kaynaklı gelişmelerin gölgesinde agresif bir şekilde satılan ABD Hazine tahvillerine olan talebin ‘kıpırdadığını’ lâkin tansiyonun daha da artması durumunda alım isteğinin ivme kazanacağını not edelim. Bu sabah itibariyle, piyasa tahmincileri, Ortadoğu’da yaşananlar ardından FED’in kasım ayı olağan toplantısında faiz oranların sabit bırakacağına %88 ihtimal tanıyor. Bir adım ileri gitmek gerekirse, 2024 yılına ait beklentiler de 75 baz puanlık indirime işaret ediyor.

İsrail para birimi Şekel, yaşanan gelişmeler ardından 2016 yılından bu yana en düşük seviyeye geriledi. İsrail Merkez Bankası’nın Şekel’e ABD Dolar’ı satarak müdahale etmesini bekleyebiliriz. Belirsizlik dönemlerinde hatırlanan bir diğer güvenli liman Japon YEN’i bu sabah Asya işlemlerinde kısmen de olsa alımlara sahne olurken, yılın son çeyreğinde petrol piyasalarının zaten karşı karşıya olduğu sıkışıklık da göz önüne alınırsa, İran’ın petrol ihracatındaki olası bir düşüş (!) Brent vadeli işlemlerini kısa vadede 100 doları/varil üzerine çıkarma riskini beraberinde taşıyor. Bu bağlamda, arzın kesintiye uğrama tehlikesine paralel Brent cinsi ham petrolün varil fiyatı bu sabah 4 dolar civarı bir artışla 88 dolar seviyesine yükseldi.

ABD borsalarının vadeli işlemleri yeni haftaya %1 civarında düşüşle başlıyor. Asya piyasalarında egemen olan tatil nedeniyle göreceli olarak daha sakin bir havanın hâkim olduğunu görüyoruz. Japonya ve Güney Kore tatil nedeniyle kapalı konumda olurken, Çin piyasaları ise Golden Week tatilinden sonra bugün açılıyor. USDTRY kurunun cuma gününü 27,60 seviyesinde tamamlaması ardından bu sabah ilk işlemlerde 27,70 seviyesine yükseldiğini de not edelim.

Elbette yaşananların ‘devasa’ bir piyasa anı yaratıp yaratmayacağını, ‘diğerlerini’ de çatışmaya sürüklenip sürüklenmeyeceğine bağlı olacağını unutmamak gerekiyor. Gözler IMF-Dünya Bankası toplantıları takip ederken, aralarında JP Morgan, Citi ve Wells Fargo’nun da bulunduğu S&P 500 şirketinin bu hafta rapor vermesiyle kurumsal kazanç sezonunun da başlayacağını not düşelim. Dünya ekonomisi (Almanya, Çin) zorlu bir süreçten geçerken, ABD ekonomisi ‘şaşırtıcı’ bir şekilde güçlü kalmayı başarabildiğini hep birlikte cuma günü açıklanan güçlü istihdam raporunda tecrübe ettik! Perşembe günü ABD’de açıklanacak TÜFE enflasyonu (çekirdek rakamın %4,1’e gerileyeceği bekleniyor) bundan sonrası için yol haritası bağlamında değerlendirilecek olup, piyasaların da seyrine ışık tutacaktır.

İktisatbank

Okumaya devam et

GÜNCEL

Türkiye’nin Kafkaesk Manzarasında Genç Olmak

“Suçum, Umut Etmekti”

Yayınlanma:

|

Yazan:

“Bir sabah, genç bir birey hiçbir neden belirtilmeden susturulduğunu fark etti.”
Kafka’nın Davası, Josef K.’nın bilinmeyen bir suçlamayla sürüklendiği karanlık bir sistemin hikâyesiydi. Bugünse Türkiye’de binlerce genç, kendi adalet arayışında görünmez duvarlara çarpıyor. Tek fark: Buradaki suçlama çoğu zaman “bir şey istemek” kadar belirsiz, ceza ise “hiçbir şey elde edememek” kadar sessiz.

Kafkaesk Hukuksuzluk
Türkiye’de hukuk artık adaletin değil, itaati garanti altına almanın aracı. Mahkeme salonları gerçeğin değil, niyetin sorgulandığı sahnelere dönüşmüş durumda. Tıpkı Dava’daki gibi, kimse neyle suçlandığını tam olarak bilmiyor ama süreç başlıyor. Ve başlarsa da durmuyor. Gençler yargılanmasa da yorgun düşüyor; çünkü herkes bir gün “sıra bana gelir mi?” kaygısıyla yaşamaya başlıyor.

Ekonomik Çöküşün Sessizliği
Üniversite diploması, artık bir umut değil; çoğu zaman boş bir cüzdanın eki. Bir kuşak, mesleksizlikle, işsizlikle ve çaresizlikle cezalandırılıyor. Diplomalı ama üretime katılamayan, eğitimli ama geleceği çizilemeyen yüz binlerce genç, sanki “gelecek inşa etme” suçu işlemiş gibi toplum dışına itiliyor. Ebeveynlerine yük olmamak için geçici işlerde boğuluyor, göç fikrini içinden sesli telaffuz ediyor.

Sosyal Medyanın Sahte Tesellisi
Gerçek mutsuzlukların üzerine filtre çekiliyor. Instagram’da kariyer yapıyor gibi gözüken birçok genç, aslında annesinin evinde sabaha
kadar iş ilanı kovalıyor. LinkedIn’de “network” peşinde koşarken özgeçmişinin son satırına yeni bir şey yazamamanın ağırlığıyla eziliyor. Gerçek başarıların sesi duyulmuyor çünkü sistem “gösteriyi” ödüllendiriyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

GÜNCEL

Yapay Zekâ Beyninizi Sessizce Ele Geçiriyor Olabilir!

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yapay Zekânın Beyne Zararları: Fark Edilmeyen Tehditler

Yapay zekâ (YZ), hayatımızın her alanına entegre olmaya devam ederken, insan psikolojisi ve beyin sağlığı üzerindeki etkileri giderek daha fazla sorgulanıyor. Doğrudan fiziksel bir tehdit oluşturmamakla birlikte, YZ’nin dolaylı yollarla beyin fonksiyonlarını olumsuz etkileyebileceği düşünülüyor. Özellikle yoğun dijital etkileşim, bireyin bilişsel işleyişini ve psikolojik dengesini tehdit edebiliyor.

1. Aşırı Ekran Kullanımı ve Dijital Bağımlılık

YZ destekli sosyal medya, video uygulamaları ve içerik algoritmaları kullanıcıları ekran başında daha uzun süre tutmak üzere tasarlanıyor. Bu durum, dikkat dağınıklığı, uyarıcıya bağımlılık, hatta dopamin sisteminin bozulması gibi sonuçlar doğurabiliyor. Bilimsel araştırmalar, uzun süreli dijital maruziyetin beynin karar alma, öğrenme ve hafıza merkezlerini olumsuz etkileyebileceğini ortaya koyuyor.

2. Karar Verme Yetisinin Zayıflaması

Yapay zekâdan sürekli destek alınması, bireyin kendi karar verme mekanizmasını kullanma sıklığını azaltıyor. Bu durum zamanla bilişsel atalete (tembelliğe) yol açabiliyor. Kendi düşünme süreçlerini devre dışı bırakma eğilimi, uzun vadede analitik düşünme becerilerinin zayıflamasına neden olabilir.

3. Yaratıcılığın Azalması

YZ araçları, yazı yazma, görsel üretme ve içerik tasarlama gibi birçok alanda kullanıcıyı destekliyor. Ancak bu destek zamanla insan beyninin yaratıcı merkezlerini yeterince çalıştırmama riskini de doğurur. Rutinleşmiş ve hazır içeriklerle çalışan beyin, yeni fikirler üretme konusunda daha az zorlanır ve zamanla yaratıcılık kabiliyetini köreltebilir.

4. Bilgi Tembelliği

“Nasıl olsa yapay zekâdan öğrenirim” düşüncesiyle hareket eden bireyler, öğrenme motivasyonlarını kaybedebilir. Bu, özellikle öğrenciler ve genç kullanıcılar için tehlikeli bir zihinsel konfor alanı oluşturur. Uzun vadede bilgiye ulaşma becerisi gelişir, fakat bilgiyi işleme ve içselleştirme becerisi geriler.

5. Stres ve Kaygı

YZ’nin iş gücünü tehdit etmesi, sosyal medyada tetiklediği karşılaştırma kültürü ve gelecekteki bilinmezlikler, bireylerde kaygı ve stres düzeylerini artırabilir. Özellikle genç nesilde “yerini yapay zekâya kaptırma korkusu” giderek yaygınlaşmaktadır.

Araç mı, Tehdit mi?

Yapay zekâ, doğru kullanıldığında bireyin bilişsel yetilerini destekleyebilir. Ancak aşırı bağımlılık, pasif kullanım alışkanlıkları ve yaratıcılıktan uzaklaşma, beynin uzun vadeli sağlığı için tehdit oluşturabilir. Bu nedenle, YZ ile olan ilişkimizi bilinçli, sınırlı ve dengeleyici şekilde kurmak hayati önem taşır.

Okumaya devam et

Ali Coşkun

YÜKSEK BANKA KREDİLERİ

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.

Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.

Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.

Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.

Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.

Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.

Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.

Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.

Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.

Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.

İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.

Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.

Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.

Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.

Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.

Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?

Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.

Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.

Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.

Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.