2023 ile beraber Türkiye, ekonomide yeni uygulamalar ile karşı karşıya kaldı. Bankalar, 10 milyon TL ve 50.000 Amerikan Doları veya muadili yabancı para tutarı üzerindeki “yurt dışı yerleşiklere” yönelik banka transferlerinde “sertleşen kısıtlamalara” ve artık cezaya tabi. “Yurt dışı yerleşik” ifadesi mutlaka “yurt dışına transfer” anlamına gelmiyor. Yurt dışında yerleşik olan bir bireyin ya da firmanın Türkiye’de de banka hesabı olabilir.
Türk Lirası transferlerde 14, yabancı para transferlerde ise 21 kategoride paranın neden transfer edildiğine dair belge isteniyor. Bu belgelerin bazılarının bankalara ibraz edilmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle, düzenlemenin amacının Türkiye’de yerleşik olmayanlara para çıkışını engellemek olduğu anlaşılıyor. Uygulama, bir nevi “sermaye kontrolü”. Gerekli belgeleri temin etmeden transferi gerçekleştiren bankaya transfer tutarı üzerinden %5 ceza var. Finansman açığı ve yetersiz döviz rezervinin sonuçları!
Dünyanın her yerinde para transferleri kurallara tabidir ve olmalıdır. Yukarıdaki yorumlardan, kuralsızlığın savunulduğu anlaşılmasın. Finansman ihtiyacı artan Türkiye’de bu kurallar belli ölçülerde geçtiğimiz yıllarda, özellikle 2018’in kur krizi sonrasında da getirildi. Ancak, ceza yoktu.
Bankalar, gerçek ve tüzel kişilere ait toplam mevduatın asgari %60’ını Türk Lirası cinsinden oluşturmak zorunda. Aksi takdirde, %8 ceza var. Bankalar, bu yüzdeyi tutturabilmek için mevduat müşterilerine “swaplı mevduat” adında bir ürün sunmaktaydı. Bu sayede, Türkiye’deki finansal sistemin tasarruf sahibini enflasyondan korunmayı engelleyen yapısı hiç değilse “bir miktar telafi” ediliyordu. Bu uygulama yasaklandı. Çaresizlikle oluşturulan bir tasarruf ürünü yasaklanınca, daha büyük bir çaresizlik yaratıldı.
Haziran 2022’de, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nca (TCMB) bankaların bazı müşteri gruplarına kullandırdıkları krediler karşılığında menkul kıymet, yani hazine bonosu ve/veya devlet tahvili alma zorunluluğu getirilmişti. 31 Aralık 2022 günü, zorunluluk faktöring sektörüne de getirildi. Neden? Anlamak için, bankacılık sektörünün son 1 yıl 4 ayının gelişmelerini hatırlamak gerekiyor.
2022’nin özellikle ilk altı ayında bankalar çok yüksek karlılık artışları gördü. Hükümet eliyle bankacılık sistemine karlılıkta tarihi günler yaşatıldı. Nedeni, Eylül 2021’den itibaren düşürülen politika faizi idi. Bankaların TCMB’den sağladıkları kaynağın maliyeti düştü. Aynı anda, bankaların en önemli fonlama kaynağı olan mevduatın faizi de düştü. Önemli olan, mevduatın faizinin düşmesiydi. Zira, bankaların fonlanmalarında mevduatın payı TCMB’nin payına göre çok büyük. Bankaların mevduat haricindeki fonlama kaynaklarının içinde TCMB kaynağının payı kabaca %5 civarında seyrediyor.
Bankalar kredi faizlerini politika faizindeki ve mevduat faizindeki kadar indirmediler. Böylece, kâr marjları yükseldi. Ancak, faizler düştüğü için tarihi boyutta bir kredi genişlemesi yaşandı. Yüksek enflasyon koşullarında düşen faizler karşısında hem hane halkı hem de firmalar için kredi kullanmak cazipti. Kredi genişlemesi artan bir mal ve hizmet talebi yarattı. Kredi genişlemesinin enflasyonun sert yükselişinde rolü büyük oldu. Böylece Türkiye, küresel enflasyon ortamının çok üzerindeki boyutta bir enflasyon sorununu kendi elleriyle yaratmış oldu.
Bankalar, kar marjlarını neden artırdılar? Bankalar, TCMB tarafından indirilen faiz nedeniyle değersizleşen Türk Lirası’nın enflasyonda yarattığı sert yükseliş karşısında kendilerini korumak istediler. Enflasyonu düşürmek iddiasıyla indirilen faiz enflasyonu patlattı. Dış ticaret açığı ve cari açık da patladı. Türkiye’nin finansman ihtiyacı artarken TCMB’nin net döviz rezervleri negatif düzeyde seyretti. Bu nedenle Türkiye, dost ülkelerden para istiyor ve dış politikada tutarsızlık içinde. Bu manzara, Türkiye ekonomisinde bugün artan riskleri anlatıyor.
Bankaların maliyetleri düşerken kredi faizlerini benzer oranda düşürmemelerini sadece ortaya çıkan bir kâr fırsatını değerlendirmek olarak görmek mümkün olamaz. Eylül 2021’den bu yana piyasa riskleri sürekli artıyor. Bankalar da artan riskleri fiyatlamak zorundalar. Finansın en temel kurallarından biri çalışıyor: yükselen risk, yükselen getiriyle alınır.
Hükümet, İslami gerekçelerle para politikasının bir parçası olarak faiz politikasını kullanmayınca, para arzını kontrol etmek için Haziran 2022’den itibaren “piyasa ekonomisinin dışına çıkan” uygulamalara hız verdi. Uygulamaların her birinden sonra, düşünülmeyen gelişmeler ortaya çıktıkça “piyasa ekonomisinin daha da dışına çıkılan” yeni uygulamalar devreye alındı. Faiz düştükçe enflasyon yükselince, enflasyonu düşürmenin yolu olarak “bankalara kredi verdirmemek yönünde kurallar” ilan edildi. Böylece, piyasa işleyişi hasar aldı.
TÜİK’in Aralık 2022 enflasyon verisine göre, yıllık enflasyon Kasım 2022’ye göre 20.12 puan düştü. Bu, “faiz düşünce enflasyon düşer” tezinin ispatı olarak seçim meydanlarında kullanılacaktır. Enflasyon gerçekten 20.12 puan gibi bir “çakılma” ortaya koydu mu? Gerçekten ne kadar düştüyse, sebebi düşen faiz değil, “bitirilen piyasa işleyişi”.
Bankalar, kredi vermek istedikleri ama bankacılık sistemi üzerinden veremedikleri kredileri kısmen nasıl verebildiler? Faktöring sektörünü devreye soktular. Yani, XYZ Bankası, iştiraki olan XYZ Faktöring firması üzerinden likidite sağladı.
Tüm düzenlemeler bankaların pratikte ağırlıklı olarak ticari kredi verebildikleri iki kesim bıraktı: Net ihracatçılar ve mali kurumlar. Bu kesimlere yönelik olmayan kredilere istinaden bankalar Ağustos 2022’de getirilen bir kural gereği menkul kıymet almak zorundalar. Karşılığında menkul kıymet almanın zorunlu tutulduğu kredi müşterilerine kaynak aktarmanın finansal bir mantığı bulunmuyor. Bu nedenle, bu kesimlere bankacılık sisteminden yeni kaynak arzı durdu. Bu kesimler içinde ithalatçılar var ve Türkiye’nin ithalata bağımlı bir üretim yapısı var.
Bankalar, kredi vermek istedikleri ama bankacılık sistemi üzerinden veremedikleri kredileri kısmen nasıl verebildiler? Faktöring sektörünü devreye soktular. Yani, XYZ Bankası, iştiraki olan XYZ Faktöring firması üzerinden likidite sağladı.
Bankaların, yukarıda özetlenen düzenlemelerle kredi veremedikleri kesimler faktöring sektörü üzerinden fonlanınca, 2022’de faktöring sektöründe önemli bir kredi genişlemesi ortaya çıktı. Finans sektörünün kredi mekanizmaları içinde yer alan profesyonelleri tarafından öngörülmesi kolay olan bu gelişmeyi hükümet göremediği için, faktöring sektöründe yeni kurallara yöneldi.
Bankalar gibi, faktöring firmaları da verdikleri krediler için artık menkul kıymet almak zorundalar. Mümkün mü?
Bankacılık sektörü ile faktöring sektörü arasında çok önemli bir fark var. Bankalar “mevduat toplama yetkisine” sahipler. Yani, toplumun yarattığı tasarrufları kaynak olarak kullanma imkânına sahipler. Faktöring sektörü ise, “borçlanarak” kaynak yaratıyor.
Faktöring sektörüne ait son açıklanan konsolide edilmiş veriler Ekim 2022’ye ait. Aynı döneme ait karşılaştırma yapmak amacıyla bankacılık sektörünün de Ekim 2022’ye ait verilerini kullanalım.
Ekim 2022’de bankacılık sektörünün 7 trilyon TL’lik kredi büyüklüğü varken, kaynak olarak kullandığı mevduat 8.3 trilyon TL idi. Yani, toplumun bankacılık sisteminde tuttuğu tasarruflardan daha düşük bir miktarı kredi olarak kullandırılıyor. Ayrıca, bu mevduatın 2.9 trilyonluk TL’lik, yani %35’lik kısmı neredeyse maliyetsiz sayılabilecek bir kaynak: vadesiz mevduat.
Ekim 2022’de, faktöring sektörünün kredi büyüklüğü 90.7 milyar TL idi. Yani, bankacılık sektörünün kredi büyüklüğünün 93’te biri. Bankalar, kredilerini mevduat kaynağı ile fonlarken, faktöring sektörü banka kredileri ve bono ihraçları ile fonluyor. 90.7 milyar TL’nin 71.4 milyar TL’lik kısmı banka kredisi ile, 7.3 milyar TL’lik kısmı ise bono ihraçlarıyla fonlanıyor. Bu fonlamanın toplamı 78.7 milyar TL. 90.7 milyar TL’ye ulaşmak için kalan 12 milyar TL ise özkaynakla, yani faktöring firmalarının hissedarlarınca fonlanıyor.
Her ne kadar menkul kıymet almanın bankalar için finansal bir mantığı yoksa da yasal uygulamaların getirdiği zorunlulukları karşılayacak kaynakları var. Faktöring sektöründe böyle bir kaynak yok. Faktöring sektörüne getirilen menkul kıymet alma zorunluluğunun kaynağı borçlanmadır.
Faktöring sektörü, uzun vadeli kredi kullandırmayı gerektiren işlemlere aracılık etmiyor. Ana faaliyet konusu, kısa vadeli işletme sermayesi finansmanı sağlamak. Ağırlıklı olarak bankacılık sisteminde çok riskli görülen ve nakit akış sorunları yaşayan risk profilleri üzerinde ihtisaslaşmış bir sektör. Çok riskli olduğu düşünülen üretici firmalara likidite sağlıyor.
Azami olarak 180 güne kadar kredi olanağı sunan bir sektörün 2, 3, 5, 10 yıl vadeli kamu kâğıtlarını alması nasıl beklenebilir? Bankacılık sisteminden fonlamayı bugünlerde %18-25 aralığında, bono piyasasından da %31 civarında sağlayan bir sektörün %7-8 getirisi olan kamu kağıtlarına yatırım yapması nasıl mümkün olabilir? Ekonomik mantığı var mı? Sektöre, bir de kredi fiyatlaması ile ilgili sınırlama getirilirse – ki getirileceği anlaşılıyor – bu sektörün yaşaması nasıl mümkün olabilir?
Bankacılık sektörünün faiz dışında çok sayıda gelir kalemi varken, faktöring sektörünün gelir kaynağı çeşitliliği son derece zayıf. Bankalar, kendilerine getirilen kısıtlamalar karşısında karlılık performansı kaybına uğrasalar da alternatif gelir kalemleriyle karlılık sağlayabilirler. Ancak, faktöring sektörü bu olanağa sahip değil.
Arda TUNCA