İl düzeyinde cari fiyatlarla GSYH hesaplamalarına göre; 2019 yılında İstanbul 1 trilyon 327 milyar 452 milyon TL ile en yüksek GSYH’ye ulaştı ve toplam GSYH’den %30,7 pay aldı. İstanbul’u, 395 milyar 731 milyon TL ve %9,2 pay ile Ankara, 263 milyar 38 milyon TL ve %6,1 pay ile İzmir izledi. İl düzeyinde GSYH hesaplarında son üç sırada 4 milyar 134 milyon TL ile Tunceli, 3 milyar 399 milyon TL ile Ardahan ve 2 milyar 840 milyon TL ile Bayburt yer aldı. GSYH’den en yüksek payı alan ilk beş il, 2019 yılında toplam GSYH’nin %53,7’sini oluşturdu. İl bazında GSYH payı, cari fiyatlarla, 2019
İstanbul, kişi başına GSYH’de 2019 yılında 86 bin 798 TL ile ilk sırada yer aldı
Kişi başına GSYH’de 2019 yılında, İstanbul 86 bin 798 TL ile ilk sırada yer aldı. İstanbul’u, 81 bin 228 TL ile Kocaeli ve 71 bin 27 TL ile Ankara izledi. İl düzeyinde kişi başına GSYH hesaplamalarında, 18 bin 708 TL ile Van, 17 bin 465 TL ile Şanlıurfa ve 16 bin 727 TL ile Ağrı son üç sırada yer aldı.
Kişi başına GSYH, 2019 yılında on dört il için Türkiye ortalamasının üzerinde gerçekleşti.
İl bazında kişi başına GSYH endeksi, cari fiyatlarla, 2019 [Türkiye=100]
İstanbul “tarım, ormancılık, balıkçılık” ve “diğer hizmet faaliyetleri” hariç, tüm faaliyetlerde en yüksek payı aldı
GSYH’yi oluşturan faaliyetler incelendiğinde; 2019 yılında cari fiyatlarla GSYH’den en yüksek payı alan İstanbul, tarım sektörü ve diğer hizmet faaliyetleri hariç, tüm faaliyetlerde de ilk sırada yer aldı. Bilgi ve iletişim faaliyetleri toplamı içinde İstanbul’un aldığı pay %65,4, finans ve sigorta faaliyetleri toplamından aldığı pay %58,2, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri toplamından aldığı pay %46,5, hizmetler sektörü toplamından aldığı pay %40,5, inşaat sektörü toplamından aldığı pay %35,6 olarak gerçekleşti. Konya %6,1 pay ile tarım, ormancılık, balıkçılık sektöründe 81 içinde ilk sırada yer alırken, Ankara %29,2 pay ile diğer hizmet faaliyetlerinde ilk sırada yer aldı.
GSYH’den en büyük pay alan ilk beş il için iktisadi faaliyet kollarına göre il payı, A10* düzeyinde, cari fiyatlarla, 2019
İstanbul’un toplam GSYH’si içinde en yüksek payı %32,1 ile hizmetler sektörü aldı
İstanbul, 2019 yılında hizmetler sektörü toplamından %40,5 pay alırken, ilin toplam GSYH’si içinde hizmetler sektörünün payı %32,1 olarak gerçekleşti. İstanbul’un toplam GSYH’si içinde sanayi sektörü %17,1 pay ile ikinci sırada, mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri %8,0 pay ile üçüncü sırada yer aldı.
GSYH’den en büyük pay alan ilk beş il için iktisadi faaliyetlerin il GSYH’si içindeki payı, A10 düzeyinde, cari fiyatlarla, 2019
Zincirlenmiş hacim endeksiyle GSYH, 48 ilde, bir önceki yıla göre Türkiye ortalamasının üzerinde büyüdü
Yıllık GSYH, zincirlenmiş hacim endeksiyle 2019 yılında bir önceki yıla göre %0,9 artarken, 48 ilde Türkiye ortalamasının üzerinde artış gerçekleşti. Bir önceki yıla göre 2019 yılında en yüksek artış gösteren ilk üç il sırasıyla %12,8 değişim oranı ile Siirt, %10,6 ile Giresun ve %9,8 ile Artvin oldu. Bir önceki yıla göre en yüksek azalış gösteren üç il ise sırasıyla % 8,9 değişim oranı ile Zonguldak, %10,4 ile Kırıkkale ve %12,5 ile Karabük oldu.
İl bazında GSYH büyüme hızı, zincirlenmiş hacim endeksiyle, 2019
Ankara %0,43 ile, 2019 yılı Türkiye GSYH büyümesine (%0,9) en fazla katkı sağlayan il oldu
Yıllık GSYH’nin, zincirlenmiş hacim endeksiyle bir önceki yıla göre %0,9 artışına en fazla katkı veren il %0,43 ile Ankara oldu. Ankara’yı %0,40 ile İstanbul ve %0,14 ile Antalya izledi. Yıllık GYSH büyümesine 2019 yılında negatif yönlü katkı veren illerin başında %0,23 ile Kocaeli, %0,11 ile İzmir, %0,08 ile Bursa ve Hatay yer aldı.
İllerin Türkiye GSYH büyümesine katkısı, zincirlenmiş hacim endeksiyle, 2019
2020 yılında yayımlanan Dış Ticaret İstatistikleri (Özel Dış Ticaret sisteminden Genel Dış Ticaret sistemine geçiş), Uluslararası Hizmet Ticareti İstatistikleri (UHTİ) ve Ödemeler Dengesi İstatistiklerinde (ÖDİ) yapılan revizyonların Ulusal Hesaplar sistemine entegrasyonu çalışmalarının sonuçları, “Yıllık Gayrisafi Yurtiçi Hasıla, 2019” ve “Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, II. Çeyrek: Nisan-Haziran, 2020” haber bültenleri ile 31 Ağustos 2020 tarihinde kamuoyu ile paylaşılmıştır.
29.05.2020 tarihinde yayımlanan Dönemsel GSYH I.Çeyrek haber bülteni ile duyurulduğu gibi, revizyon kapsamında yapılan çalışmaların sonuçları, bu bülten ile il bazında GSYH hesaplamalarına yansıtılmıştır.
Ayrıca, il bazında GSYH hesaplamalarında kullanılan veri kaynaklarındaki gelişmeler, hesap sistemine entegre edilmiştir. Bu kapsamda;
Zincirlenmiş hacim endeksine göre il bazında GSYH ilk kez hesaplanmıştır.
Daha önce “tarım, sanayi, hizmetler” olarak üç iktisadi faaliyet ayrıntısında toplulaştırılarak yayımlanmakta olan il bazında GSYH, on iktisadi faaliyet (A10) ayrıntısında yayımlanmaya başlanmıştır.
Zincirlenmiş hacim endeksi hesabının il düzeyinde üretilmeye başlanması ve iktisadi faaliyet ayrıntı düzeyinin arttırılması çalışmalarına bağlı olarak, il bazında GSYH hesap sistemi yeniden oluşturulmuştur.
Konu ile ilgili detaylı metodolojik açıklama dokümanı, haber bülteni eki Tablo 9’da yer almaktadır. Zincirlenmiş hacim endeksine göre illerin Türkiye GSYH büyümesine katkısı İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması (İBBS) 2. Düzey ve 3. Düzey bazında Tablo 7’de, revizyon öncesi seriler haber bülteni eki Tablo 8’de verilmektedir.
Lisanssız elektrik üretiminde 10 yılı dolduran santraller için işler değişti.
Artık bu santraller, bağlı oldukları tüketim noktalarının saatlik PTF (Piyasa Takas Fiyatı) ile tek zamanlı perakende satış tarifesi arasında karşılaştırma yapılarak, düşük olan fiyat üzerinden destekleniyor.
Düzenleme ne anlama geliyor:
• Ürettiğiniz enerjiyi tüketemiyorsanız, kWh başına 1,57 TL + KDV ödeyip, karşılığında sadece 25 kuruş destekleme alabileceğiniz saatler var. Bu da size destekten ziyade zarar ettirecektir.
• Santrallerin saatlik üretim kapasitelerinin dinamik olarak yönetilmesi artık kritik hale geldi.
• Bu süreçte manuel müdahale yetersiz kalabilir. Belki de toplayıcılar bu noktada sistemin can simidi olabilir.
Bugünlerde geçmişte kârlı yatırımlar yapmış pek çok santral sahibi, 10. yılın sonuna yaklaşırken ya devrediyor ya da mağduriyet yaşıyor.
Finansal piyasalarda yeni haftanın yüksek tansiyon ile başladığını görüyoruz. Asya borsaları ve ABD borsalarının vadeli endeksleri düşerken, doların da baskı altında olduğunu not edelim. Doların büyük para birimleri karşısında değerini gösteren sepet kur (DXY) bu sabah 98 seviyelerinin diplerine kadar gerileyerek son üç yılın yeni en düşük seviyesini test etti. ABD Başkan Trump’ın FED Başkanı Powell’a yönelik sert eleştirileri ve FED’in bağımsızlığı tartışmaya açan açıklamalarının yanı sıra, Trump’ın ekibinin Powell’ı görevden almanın yollarını değerlendirdiği yönünde iddia, hatta kamuoyu önündeki eleştirileri piyasa algısını bozarak yatırımcıları rahatsız etti.
Geçen hafta Perşembe günü Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) peşpeşe yedinci kez faiz indirimine gitmesi ardından FED’in enflasyon kaygısı ile sergilediği temkinli duruş, Trump’ı çileden çıkardığını anlıyoruz. Ticaret savaşına soyunan ve ABD’nin cari açığını azaltmak adına zayıf dolar ve ihracata odaklanan Trump, izlediği politikaların resesyona neden olmaması adına düşük faiz talebinde ısrarcı oluyor. Trump’ın ABD Dolarını bilinçli olarak değersiz kılmasının çok riskli bir durum arz ettiğini kesinlikle göz ardı etmemek gerekiyor!
Artan siyasi baskının para politikasını etkileme riski, hâlihazırda jeopolitik endişelerle dalgalanan piyasaları daha da belirsizliğe sürüklemeye devam ettiğini görüyoruz. Bu gelişmelerin en belirgin sonucu ise kuşkusuz yatırımcıların ABD varlıklarından kaçışının hızlanması olarak tezahür ettiğini not edelim. ABD’de 10 yıllık gösterge tahvil faizi satışların gölgesinde (fiyatı düşüp getirisi yükselirken) bu sabah %4,35 seviyesine kadar yükseldi. Dolar euro karşısında 1,1515 seviyesine gerileyerek Kasım 2021’de bu yana en düşük seviyeden işlem görürken, İsviçre frangı gibi güvenli limanlar karşısında da son on yılın en düşük seviyesi test edildi. Yatırımcılar, dolar varlıklardan arkasına bakmadan koşarak kaçarken, sığınılacak yegâne liman olan olarak görülen altının ons fiyatı (bu yıl %26 değer kazandı) 3,385 dolar ile yeni bir rekor kırdı! Direnişin parası Bitcoin de dolar zayıflığından faydalanarak 87 bin dolar seviyesinin üzerine yükseldiğini görüyoruz.
Dönelim Türk mali piyasalarına… TCMB geride bıraktığımız hafta sonuçlanan olağan Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, artan risk karşısında getiriyi artırmak suretiyle haftalık repo ihale faizini 350 baz puan faiz artırırken, faiz koridorunun da üst bandını, yani günlük olarak borç verme faiz oranını da 300 baz puan artırmak suretiyle ilave olarak kendisine faiz artırmadan faiz artıracak bir imkân tanımıştı. Bu imkânı daha ilk günden kulladığını görüyoruz. Aşağıdaki grafilten de görüleceği üzere, TL Referans faiz, faiz koridorunun üst bandı olan %49 seviyesine dayanarak Cuma günü %48,99 olurken, ağırlıklı ortalama fonlama faizi de %47,97 seviyesine yükseldi.
TCMB’nin finansal istikrarının temini için geçen hafta attığı adımı önemli ve yerinde olarak görsek de, elbette reel sektörün üzerindeki yükü de artırdığını göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu noktada, sıklıkla ifade ettiğimiz üzere, TCMB’yi tek başına Türkiye ekonomisi olarak görmemek gerektiğini düşünüyoruz. Ekonomide diğer aktörlerin de yükün altında olan TCMB’ye destek vermeleri gerektiğini, Trump sonrası dünyada dinamiklerin hızla değiştiği ve üretimin ön plana çıktığı bir noktada, yeni bir ekonomi programına da ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bu minvalde, dezenflasyon sürecinde TCMB’nin kuru kontrol etmek istemesini anlamak ile birlikte, tek başına yeterli olmadığını, bunun da maliyetinin reel sektör için ağır bir yük olduğunu görüyoruz. Mesela, TCMB’nin fonlamayı politika faizi yerine faiz koridorunun üst bandına yönetlmesi ardından, faizin yükselmesinin hiç de ‘yaramadığı’ bankacılık sektörü, haftanın son iş gününü (XBANK) yaklaşık %3 düşüşle tamamlarken, 2025 performansını eksi %21, 17 Mart tarihi baz alınırsa, endekste kaybın %32 olduğunu görüyoruz!
Öte yandan, her gün nakış gibi işlediğimiz üzere, 17 Nisan işlemlerinde, TCMB’nin swap hâriç net yabancı para pozisyonu bir önceki gün kaydedilen 2,4 milyar iyileşmeyi geri vererek 3 milyar dolar yeniden bozulmuş. Böylelikle, 19 Mart sonrasında TCMB’nin rezervlerinde yaşanan erime 44,4 milyar dolar olurken, manşet rakam da 14,5 milyar dolar seviyesine geldi. Bu rakamın tepesinin Şubat ortasında 61 milyar dolar olduğunu, son günlerde altın ve parite fiyatlarında yaşanan yükselişi de göz önüne aldığımızda, aslında erimenin daha da fazla olduğunu göz ardı etmiyoruz. USDTRY kuru yeni haftaya 38,20 seviyesinden başlarken, Türk insanının göz bebeği ya da bir numaralı yatırım aracı olan gram altın 4,150 TL seviyesine yükseldi. CDS risk priminin ise 330 baz puan seviyesinden yatay bir seyir izlediğini görüyoruz. Borsanın yurt dışı limon havaya paralel bugün de satıcılı bir seyir izleyeceğini düşünüyoruz.
Çoğu piyasanın Paskalya tatili nedeniyle hâlâ kapalı konumda olduğu yeni gün başlangıcında, dolar karşısında yedi ayın zirvesine yükselen güçlü YEN, ihracat odaklı Tokyo borsası üzerinde baskı kurdu. Risk iştahının sınırlı kaldığını günde, ABD borsalarının vadeli işlemlerinde %1’e yaklaşan oranda değer kayıpları görülürken, pasifiğin diğer ucunda Japonya’nın Nikkei endeksi %1,5’e yakın değer kaybetti. Yatırımcılar, Trump’ın ticaret politikalarındaki dalgalanmalar ve FED’e yönelik müdahale sinyalleriyle sarsılırken, gözler bu hafta açıklanacak Alphabet, Intel ve Tesla gibi dev şirketlerin bilançolarına çevrildi. 2025 yılında “Muhteşem Yedili” olarak bilinen teknoloji devlerinin hisseleri genel olarak satıcılı bir seyir izliyor. Alphabet’in hisseleri yılbaşından bu yana yaklaşık %20 değer kaybederken, Tesla’nın hisseleri ise %40 gerilemiş durumda. Tesla’nın uzun zamandır beklenen uygun fiyatlı araç planları, en çok satan elektrikli SUV modeli Model Y’nin sadeleştirilmiş ve ABD’de üretilecek bir versiyonunu içeriyor. Ancak Reuters’a konuşan üç kaynağa göre, bu modelin üretim başlangıcı ertelendi. Bu hafta gözler ayrıca Japonya-ABD maliye bakanları görüşmesinde olacaktır.
TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Faizi vs TL Referans Faiz (TL Ref)
Finansal okuryazarlığa önem veren bültenimizde, öncelikle kavram karmaşasının önüne geçelim: TCMB Ağırlıklı Ortalama Fonlama Faizi (AOFM) Merkez Bankası’nın piyasaya verdiği paranın (fonlamanın) ortalama maliyetini ve dolayısı ile Merkez Bankası’nın piyasa üzerindeki fiili para politikası duruşunu gösterir. Yani bankaların Merkez Bankasından borç aldığı paranın gerçek ortalama faizidir. Türk Lirası Referans Faiz (TLREF) ise banka dışı kurumların borçlanmalarında (örneğin şirket tahvillerinde) kullanılmak üzere oluşturulan piyasa temelli bir gösterge faiz oranıdır. Borsa İstanbul’daki repo işlemleri baz alınarak hesaplanır. Özetle, AOFM, Merkez Bankası’nın günlük para politikasının etkisini yansıtırken, TLREF ise piyasadaki kredi ve borçlanma işlemleri için bir gösterge faizdir.
TCMB Net Döviz Pozisyonunda Yaşanan Günlük Değişim
Bir filme başlandığında çoğu insanın aklında beliren ilk merak, filmin sonunun nasıl biteceğidir. Hikâyedeki karakterler, olayların akışı, kurgu boyunca zihnimizi meşgul eder, alternatif sonlar üretmemize ve olası gelişmeleri simüle etmemize yol açar. Hikâyedeki roller ve o rollere düşen eylemler, bu süreci anlamlandırmamıza yardımcı olur.
İçinden geçtiğimiz dönem de, Türkiye’nin tarihindeki birçok kırılma noktası gibi, adeta bir filme benziyor. Ben de bu filmdeki karakterleri genel hatlarıyla ele alarak, yaşananları ekonomik bir gözlükle değerlendirmeye ve uzun vadeli bir perspektiften nasıl bir sonuca ulaşabileceğimizin ipuçlarını ortaya koymaya çalışacağım. Zira yaşadığımız siyasi gelişmelerin toplum üzerindeki etkisi özellikle psikolojik anlamda oldukça derin oldu. Bu ruh hali içerisindeki bireyin ekonomik kararlardaki rolü kadar, dışarıdan Türkiye’ye bakan yatırımcının risk algısı da sürecin gidişatını belirleyecek temel faktörlerden biri olacaktır.
İşe önce aktörleri tanımlayarak başlayalım. Makroekonomiyi anlatırken eğitim sunumlarımda sıklıkla kullandığım bir görsel, bu analiz için de oldukça açıklayıcı olacak.
Makroekonominin büyük resmi
Ekonomiye içeriden baktığınızda üç temel aktör dikkat çeker: Hane halkı, İş dünyası ve Devlet. Elbette bu aktörlerin rolleri birbirine geçişkendir. Bu geçişkenlik iki temel piyasa aracılığıyla gerçekleşir: Kaynak piyasası ve Mal ve hizmet piyasası.
Devletin ideal işleyişte düzenleyici bir konumda olması beklenir; ancak yönetim tarzına göre daha aktif bir ekonomik rol de üstlenebilir. Eğitim, sağlık, altyapı, savunma gibi alanlarda sosyal devlet anlayışı çerçevesinde aldığı görevler, ekonomideki ağırlığını artırır.
Bu sistemin temelinde arz-talep dengesi yer alır. Kaynak piyasasında hane halkı iş gücünü arz ederken, iş dünyası bu arzı talep eder. Ücretler, arz ve talebin kesiştiği noktada belirlenir. Aynı denge mal ve hizmet piyasasında da geçerlidir: Hane halkının talep ettiği ürün ve hizmetlerle, iş dünyasının sundukları bu pazarda fiyatları belirler.
Devlet, hem mal ve hizmet piyasasında alıcı (örneğin kamu hizmetleri alımı), hem de kaynak piyasasında işveren (örneğin memurlar) olarak kritik bir oyuncudur. Gelirlerini ise ağırlıklı olarak gelir vergisi ve kurumlar vergisinden sağlar. Bunların yanı sıra, sosyal dengeyi gözeterek transfer harcamaları yapar, iş dünyasına teşvikler sunar ve ekonomik yatırımları destekler. Bütün bu faaliyetleri finanse ederken denk bütçe ilkesine riayet etmeye çalışır. Ancak denge bozulduğunda borçlanma devreye girer.
Makroekonomik faaliyetleri basitleştirdiğimizde, üç temel harcama kalemi ortaya çıkar:
* Hane halkı → Tüketim (Consumpiton)
* İş dünyası → Yatırım (Investment)
* Devlet → Kamu harcamaları (Government)
Kapalı bir ekonomide GSMH = C + I + G formülüyle tanımlanabilir. Türkiye gibi dışa açık bir ekonomide ise ihracat (X) ve ithalat (M) farkı da eklenir:
GSMH = C + I + G + (X – M)
Peki şimdi ne oluyor?
Son gelişmeler ışığında, toplumda birçok insanın tüketim alışkanlıklarını gözden geçirdiğini gözlemliyorum. Almayı planladığı ürünleri erteleyen, elzem olmayan harcamalarını sınırlayan büyük bir kitle var. Hatta kimi gruplar ve ürünler siyasi tepkilerin hedefi hâline gelerek boykotlarla karşılaşıyor.
Bu durum doğal olarak talebi aşağı çekiyor. Bunu fark eden iş dünyası da yatırım kararlarını askıya alıyor. Zira yatırım yapmak için yalnızca siyasi atmosfer değil, aynı zamanda finansal koşullar (faiz seviyesi, döviz kuru, öngörülebilirlik) da belirleyici. Edindiğim izlenim, belirsizlik arttıkça firmalar yatırımları erteliyor, istihdamı donduruyor ya da azaltıyor.
Tüketim azaldığında ve yatırım yavaşladığında ekonominin büyüme ivmesi düşer. Bu da doğrudan devletin vergi gelirlerini etkiler. Son iki yılda gözlemlediğimiz gibi, devlet harcamalarında bir kısıntı eğilimi yok. Üstelik faiz giderleri de ciddi bir yük oluşturuyor. Şu anda dahi yaklaşık 1 trilyon TL’lik ek maliyet Hazine’nin omzuna binmiş durumda.
Nereye gidiyoruz?
Benim öngörüm, mevcut koşulların ekonomide beklenenden daha düşük büyümeye neden olacağı yönünde. Zaten sıkıntılı olan istihdam piyasasında daha da kötüleşme kaçınılmaz. Hane halkı tüketiminde düşüş hızlanabilir. Mevcut finansal sıkışıklıklar, kredi kartı ve tüketici kredilerinin geri ödemelerinde var olan sorunu daha da büyütmeye aday. Reel sektörde ise özellikle KOBİ’lerin krediye erişimde daha da zorlanacağı, hatta sorunlu kredilerin hızlarının daha da artabileceği bir dönem kapıda.
Kur bir süreliğine kontrol altına alınmış görünse de, devlet tahvili faizleri risk algısındaki artışı açıkça gösteriyor. 2 yıl vadede 8 puan, 5 yılda 6 puan, 10 yılda 5 puanlık faiz artışları, önümüzdeki dönemde Hazine’ye oldukça yüksek borçlanma maliyetleri yaratacaktır.
Sonuç
Siyaset ve ekonomi birbirinden bağımsız değildir. Bugünkü tablo, toplumun her kesimini doğrudan ve olumsuz biçimde etkiliyor. Ekonomik önlemlerle çözülmesi gereken dönemi çoktan geçmiş bir tabloyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla artık çözüm, teknik değil siyasal çerçevede aranmalıdır. Güveni yeniden tesis etmek ve ekonominin çarklarının yeniden normal koşullarında çevrilmesini sağlayabilmek güveni yeniden tesis etmekle mümkün olacaktır. Siyasal olarak daha da gerginleşen ortamın sonucu, toplumun büyük bir kesiminin ekonomik olarak büyük kayıpları yaşayacağı ve daha da yoksullaşacağı bir dönemi beraberinde getirecektir.