Connect with us

EKONOMİ

Hükümetin yeni paketi zam yağmuruna çare olabilecek mi?

Yayınlanma:

|

Enerjide zam yağmuru enflasyonun daha da artacağının habercisi. Hükümet ise fiyat artışlarına karşı dar gelirliyi koruyacak bir çalışma hazırlıyor. Ancak bunun için yeterli kaynağın bulunup bulunamayacağı tartışmalı.

Hükümet istikrarsız fiyat artışlarına ilişkin çeşitli bakanlıklarla ortak çalışma başlatırken enerji alanında zam yağmuru sürüyor. Benzin, akaryakıt, LPG, elektrik gibi alanlara yapılan zamların ardından ‘bu kışın sert geçeceği’ endişelerini daha da artıracak bir zam da doğalgaza geldi.

Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ (BOTAŞ), Kasım ayına ilişkin tarife tablosunu yayımladı. Buna göre elektrik üreten santrallerin kullandığı doğalgaza yüzde 47, sanayide kullanılan doğalgaz fiyatına yüzde 48 zam yapıldı.

Sanayicinin tükettiği 1000 metreküplük doğalgazın fiyatı 3 bin 482 liraya yükselirken elektrik üretim santrallerinin kullandığı 1000 metreküp doğalgazın fiyatı da 4 bin lira oldu. Sanayiye yılbaşından bu yana yapılan doğalgaz zammı ise yüzde 150’ye dayandı.

Peki bu zamlar üretim, istihdam ve tüketiciye nasıl yansıyacak?

“Maliyetler iş dünyasını zorluyor”

DW Türkçe’ye konuşan Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu Başkanı Memiş Kütükcü, sanayinin maliyetlerdeki tüm artışlara rağmen üretime ve ihracata devam ettiğini ancak son dönemde enerji başta olmak üzere, hammadde, lojistik gibi kalemlerde artan maliyetlerin iş dünyasını zorladığını ifade ediyor.

Kütükcü, “Yılbaşından bu yana doğalgaza yapılan zam yüzde 147,5’a ulaştı. 1 Ocak’ta sanayicimiz bin metreküp doğalgaz için bin 414 lira öderken 1 Kasım itibariyle 3 bin 500 lira ödeyecek. Elektrik üretim amaçlı doğalgaz kullanan kojenerasyon tesislerindeki doğalgaza da yılbaşından bu yana yüzde 182 zam geldi . Bu oranlar gerçekten çok yüksek” yorumunu yapıyor.

Kütükcü, doğalgazda artan maliyetlerin elektrik fiyatlarını ve enflasyonu da yukarıya doğru taşıyacağını belirtiyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da sosyal medya hesabından zammı eleştirdi.

Üretim ve istihdam vurgusu yapan Hisarcıklıoğlu, “Türkiye’nin daha çok üretim, yatırım ve istihdama ihtiyacı var. Sanayide doğalgaza yapılan yüzde 48 zam üretim maliyetlerini ve enflasyonu artıracaktır. Üretim ve yatırıma daha fazla destek olup sanayimizin rekabet gücünü korumalıyız” dedi.

Yeni zamların habercisi

BOTAŞ’ın Kasım ayı tablosunda, mesken tarifesinde ise artışa gidilmedi. Ancak sanayinin temel girdisi olan enerjiye yapılan zam, sanayicinin maliyetinin artmasına paralel önümüzdeki dönemde yeni zamların habercisi. Doğalgaza yapılan bu zam, temel gıda maddeleri başta olmak üzere market raflarına ve çarşı pazara da yansıyacak.

DW Türkçe’ye konuşan CHP Enerji ve Alt Yapı Projelerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ahmet Akın, “Bu zamlar vatandaşın sofrasındaki ekmeğinden tuzuna, etinden sütüne kadar iğneden ipliğe fahiş fiyat artışının temel nedenleridir. 2021 yılında sanayi doğalgaz tarifesine yapılan bu zamlar etkisini kara kış aylarında gösterecektir” ifadelerini kullanıyor.

CHP’li Akın, çözüm önerilerini, “Kara Kış Fonu hemen şimdi uygulanmalıdır. Kademeli sosyal tarifeye geçilmelidir. Ayrıca elektrikte KDV, TRT fonu, doğalgazda KDV ve ÖTV kaldırılmalıdır. Aksi durumda milletimizi bu kış çok ama çok zor bir dönem bekliyor” şeklinde sıralıyor.

Doğalgaz fiyatlarındaki artış elektriğe de zam anlamına geliyor. Elektrik üreten santrallerin maliyeti arttığında piyasa takas fiyatı artıyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, 15 Ekim’de takas fiyatının hesaplama yöntemini değiştirerek tavan fiyatı yüzde 50 artırmıştı.

Enerjide yeni zamlar gelecek dönemde enflasyonun artacağının bir göstergesi. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre enflasyon Eylül ayında yüzde 1,25 artarken, yıllık bazda yüzde 19,58 oldu. Üretici fiyatları yıllık bazda yüzde 43,96 artarken, enerji grubundaki yıllık artış yüzde 62,38’i buldu. Son dönemde yapılan enerji zamlarının da gelecek dönemde sanayi kollarına ve buradan da kademeli olarak tüketiciye yansıması bekleniyor.

Hükümetten dar gelirliler üzerine çalışma

Hükümet ise istikrarsız fiyat artışı karşısında dar gelirliyi koruyacak önlemler üzerine çalışma başlattı. Farklı bakanlıkların ortak yürüttüğü çalışma, çiftçiye özel destek paketlerinin açılmasından emeklilikte yaşa takılanların sorunlarının giderilmesine, emekli maaşlarının düzeltilmesinden asgari ücretin artırılmasına kadar birçok alanı içeriyor.

Faiz indirimine dayanan yeni ekonomi politikasıyla birlikte hükümet, bütçede fazla açık vermeden bu çalışmalar için kaynak yaratmayı planlıyor.

Ancak muhalefet ve ekonomistlere göre böylesi bir kaynak yaratmak mümkün olmadığı gibi gerçekçi de değil.

“Umut tacirliği” eleştirisi

DW Türkçe’ye konuşan eski Hazine Müsteşarı ve Deva Partisi Ekonomi ve Finans Politikaları Başkanı İbrahim Çanakçı, hükümetin bu yeni adımını “umut tacirliği” olarak görüyor.

Son dönemde yürütülen ekonomi politikaları sonucu Hazine’nin kasasında para kalmadığını ifade eden Çanakçı, “Bu hükümet, 128 milyar dolar rezervi çarçur etmiş, 55 milyar liradan daha fazla tutarda yedek akçeyi heba etmiş, boşa harcamış bir hükümet. Yine bu hükümet bütçe ve borç dengesini bozmuş bir hükümet. Hazine’nin 2022 yılı finansman programına göre iç borç servis oranı yüzde 103. Yani 100 lira aslında piyasaya ödeyecek, ödediğinden daha fazlasını piyasadan borçlanacak. Şimdi böyle bir yapı içerisinde hükümetin vaatlerinin altını doldurması tabii ki çok zor” ifadelerini kullanıyor.

Hükümetin dar gelirliyi koruma hedefini büyüttüğünü anlatan AKP’li yetkililer ise öncelikle asgari ücretliyi, emekliyi, işçiyi, çiftçiyi koruyacak destek paketlerini devreye sokmaya çalıştıklarını söylüyor. Emeklilikte yaşa takılanların sorunlarının bu pakete girip girmeyeceği ise bakanlıkların yapacakları destek ve maliyet hesabına göre belirlenecek.

Ancak kaynak yaratma konusunda iktidar kanadından net bir açıklama yok. Umutlar piyasaların canlanmasına bağlanmış durumda.

DW Türkçe’ye konuşan üst düzey bir AKP’li yetkili, “Faiz indirimiyle ihracata yükleniliyor. İhracatta artış yaşayacağız, ithalat azalacak. Bu süreçte turizm gelirlerinin yükselmesi mümkün olacak. Bir süre sonra kurların da kontrol altına alınması ve hükümetin elinin rahatlaması mümkün. Bütçede açık yaşamak istemiyoruz ama önemli olan halkımıza bir koruma kalkanı getirmek” diyor.

“Planlanan adımların hiçbiri bütçeye koyulmadı”

Muhalefete göre hükümet inandırıcı değil, dar gelirliyi korumak için planlanan adımların hiçbiri bütçeye konulmadı. 

Hazine’nin borcunun, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra iki katından fazla arttığına ve 2 trilyon 200 milyar liraya ulaştığına değinen Çanakçı, hükümetin önceliğinin de ekonomik sıkıntılar olmadığını söylüyor.

Çanakçı, “Halkımız enflasyon, hayat pahalılığı altında inim inim inlerken bu hükümet halen daha Kanal İstanbul gibi bir rant projesinde ısrar ediyor. Aslında anlamlı bir adım atacak olsaydı bütçeyi daha iki hafta önce Meclis’e sevk ettiler, bütçeyi ona göre yaparlardı. Atacakları adımların kaynağını bütçeye koyarlardı. O zaman bir inandırıcılıkları olurdu” diye konuşuyor.

Peki iktidarın faiz indirimine dayalı yeni ekonomi politikası sonuç verebilir mi?

“Günü kurtarmaya dönük”

DW Türkçe’ye konuşan ekonomi yazarı Ozan Gündoğdu, bunun günü kurtarmaya dönük bir plan olduğu görüşünde.

Gündoğdu, “Faizleri indirerek piyasanın yatırım iştahını kabartacak bir kredi pompalaması yapacağız diyorlar. Dolayısıyla piyasa daha fazla yatırım yapacak ve biz fazla ürettiğimiz ürünleri dışarıya satarak cari fazla vereceğiz ve aynı zamanda döviz kurları da yukarı doğru seyrettiği için turizm gelirleri artacak gibi bir hikayeyle anlatılıyor bu. Fakat işin iç yüzü bu kadar basit değil” diye konuşuyor.

Yüksek kurun öncelikle dar gelirliyi vurduğunu hatırlatan Gündoğdu, “Döviz kurlarını sürekli yükseltmek demek sürekli enflasyon demek. Sürekli enflasyon ise dar gelirli kesimlerin sürekli alım gücünü düşürmek demek. Bunu ne zamana kadar sürdürecekler” diye soruyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dar gelirliye destek için yürütülen projeler ve maliyet hesaplarıyla ilgili olarak ilgili bakanlar ve AKP’nin üst yönetimiyle hafta boyunca değerlendirme yapması bekleniyor.

Hilal Köylü/Pelin Ünker

© Deutsche Welle Türkçe

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof.Dr. YILMAZ: Kamuda tasarruf başlar mı?

2023 ilk üç ayda taşıt giderleri 1,2 milyar TL iken, 2023 yılını yaklaşık 10 milyar TL ile kapatmış durumda. Taşıt kiralama ve alım giderleri 2023 ilk çeyrekten sonra seçim ile beraber hızla artmış, doğal olarak tamir, bakım, onarım giderleri de katlanmıştır

Yayınlanma:

|

Kamu bütçesi aracılığıyla kaynakların çeşitli kamu hizmetlerine tahsisi sağlanır. Peki mevcut kaynakların bir hizmetten diğerine tahsis edilmesine hangi “temel”de karar verilir?

Gelişmiş ekonomiler için sorunun cevabı oldukça basit. Bütçe kaynakları sosyal refahı artırmaya, beşeri sermayeye, çevreye yatırıma daha çok aktarılır. Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ekonomilerde, gelişmiş ekonomilerdekine benzer kamu harcamaları genelde arka planda kalır. Çünkü gelişmiş ülkeler ligine çıkmak için altyapı, üstyapı yatırımlarına önem ve öncelik vermek gerekir ve bütçeden buralara kaynak aktarımı devam eder.

Aslında ana akım iktisat anlayışına göre devletin yatırım yapmasına da gerek yoktur, hatta var olanlar özelleştirilmelidir. O nedenle kamu yatırımlarının bütçedeki payı minimuma iner. Fakat yine de devlet varlığını yollar, köprüler, havalimanları olarak göstermeye çalışır ki o zaman da etrafımıza baktığımızda gördüğümüz gibi kamu-özel işbirliği projeleri artar.

Yüksek enflasyon ve onu devam ettiren tüm faktörlerle mücadelede her zaman söylediğimiz gibi para politikasının yanında onunla koordineli bir şekilde maliye politikası da yer almalı. Dolayısıyla sıkı para politikasının yanında maliye politikası da sıkılaşmalı.

Bu sıkılık geçtiğimiz yıl temmuz ve ağustos aylarında vergi artışlarıyla denendi. Ancak enflasyonu besleyen bir sonuç ortaya çıktı.

Gelir dağılımının bozulduğu, orta direğin neredeyse kaybolduğu bir toplumda daha fazla vergi yüküne katlanılmasındansa, kamunun harcamalarına bir set çekmesi gerekiyordu.

Şimdi kamuda tasarruf paketiyle resmî taşıtların ve taşınmazların edinilmesi ve kiralanması, haberleşme giderleri, personel görevlendirmeleri, kırtasiye ve demirbaş alımları, temsil, tören, tanıtım, enerji alımları vb giderlerinde tasarruf yapılması bekleniyor. Aslında genel seçim sonrasında Bakan Mehmet Şimşek Tasarruf Genelgesini imzalayarak kamu kuruluşlarını tedbirlere uymakla talimatlandırmıştı.

Peki tasarrufa başlayacak olan kamu, ne zaman ve kadar harcamacı olmuştu?

Kamu, seçim ekonomisi uygulayarak harcamacı yapısını 2023 genel 2024 yerel seçimlerinde sürdürdü. Ayrıca 2022 ve 2023 yıllarında ek bütçe çıkarıldı. 2023 ek bütçesi cari bütçenin yüzde 25’i kadardı. 2024 bütçesi de 2023 bütçesinin neredeyse iki katı olarak bütçeleştirildi. Bir başka deyişle harcanacak “çok para” vardı.

Aşağıdaki tabloda bir karşılaştırma yaptım. Henüz 2024 ilk çeyrek bütçe gerçekleşmeleri açıklandığı için 2024 ilk çeyrek bütçe verilerini 2023 ilk çeyrek ile karşılaştırdım. Ayrıca 2023 bütçe kullanımı nasıl başlamıştı ve genel seçimler sonrası nasıl bitti, görmek açısından da 2023’ün tamamını tabloya ekledim.

Kamuda tasarruf ile adeta özdeşleşen taşıtlarla ilgili giderlerin neden azaltılması gerektiği tabloda açıkça görülüyor. 2023 ilk üç ayda taşıt giderleri 1,2 milyar TL iken, 2023 yılını yaklaşık 10 milyar TL ile kapatmış durumda. Taşıt kiralama ve alım giderleri 2023 ilk çeyrekten sonra seçim ile beraber hızla artmış, doğal olarak tamir, bakım, onarım giderleri de katlanmıştır.

Haberleşme giderleri 2023 ilk çeyrekte 931 milyon TL iken sadece 9 ayda yaklaşık 8 milyar TL artmış. 2024 ilk çeyrekte de 2 milyarın üstüne çıkmış. Kamunun kırtasiye, baskı giderleri de aynı şekilde 2023 ilk üç aydaki 750 milyon TL düzeyinden 16,5 milyar TL’ye kadar çıkmış.

Yine temsil, tanıtma, ağırlama, organizasyon giderleri de bir başka itibar göstergesi gibi, 2023 ilk çeyrekte sadece 131 milyon TL iken 1,9 milyar TL’ye kadar yükselmiş. 2024 ilk çeyrekte de 1 milyar TL’ye yaklaşmış.

Sonuçta tasarrufa gidilmesi beklenen tablodaki giderler 2023 ilk çeyrekte 5,5 milyar TL ama bu yıl ilk çeyrekte zaten 34,7 milyar TL harcanmış.

Bugün “kamuda tasarruf tedbirleri” kapsamında tüm bu kamu giderlerinin kısılması gerektiği açıklanırken, bir yıl içinde böyle fahiş tutarlara ulaşmasının nedenlerinin de açıklanması gerekmez mi?

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

İMALAT SANAYİ DARALMA SÜRECİNE GİRDİ

İç piyasa ve ihracat pazarlarındaki durgunlukla birlikte artan finansman sorunlarının üretim sektörleri üzerindeki baskısı artıyor.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Hem iç piyasada hem de ihracat pazarlarında talebin zayıf seyri üretimde ‘bahar yorgunluğu’ yarattı. İkinci çeyrek itibarıyla İSO İmalat PMI 50 eşik değerin altına inerken, faaliyet koşullarının bozulmaya başladığı imalatta kapasite kullanım oranları da geriledi. Sanayi üretimi ise şubattaki hızlı yükselişin ardından martta eksiye geçti.

Parasal sıkılaşma sonucu iç pazarın daralmaya başlaması, ihracat pazarlarında henüz talebin istenilen seviyede canlanmaması, yanı sıra artan finansman sorunları gölgesinde girilen ikinci çeyrekte üretimden yavaşlama sinyalleri gelmeye başladı. İSO İmalat Sanayi PMI Endeksi, Nisan’da 49,3’e gerileyerek eşik değer 50’nin altına indi. Bu veri sanayicilerin ikinci çeyreğe zorlu bir başlangıç yaptığına işaret ederken; sanayi üretimi de şubattaki sert yükselişin ardından martta aylık yüzde 0,3 daralarak soluklandı. İmalat sanayiinde kapasite kullanım oranlarına bakıldığında ise mevsim etkisinden arındırılmış KKO, nisanda bir önceki aya göre yüzde 0,2 düşerek yüzde 77 oldu.

En sert daralma makinede

Yeni siparişler düşüyor

Sadece üretim endeksi değil yeni sipariş endeksi de kritik düzeyde gerçekleşti. Gıda ile giyim ve deri sektörleri hariç 8 sektörde yeni sipariş endeksi eşik değerin altında kaldı. İstanbul Sanayi Odası Türkiye İmalat PMI raporunda, S&P Global Market Intelligence Ekonomi Direktörü Andrew Harker’in şu değerlendirilmesine yer verildi: “Yeni siparişlerde süregelen zayıflama nedeniyle, geçen aylarda görülen üretim artışı sürdürülemedi ve Nisan ayında son buldu. Firmaların beklentisi, talebin yakın zamanda yeniden toparlanarak üretimde sürdürülebilir iyileşme sağlaması yönünde olacak. Nisan ayında enflasyon bir miktar gevşeyerek yılın başından bu yana en düşük seviyeye geriledi. Buna rağmen imalatçılar halen hem yurt içi hem de yurt dışı talebi olumsuz etkileyen yüksek fiyat artışları ile mücadele etmek durumunda kalıyor.”

Kapasite kullanımı da geriledi

Merkez Bankası tarafından açıklanan İmalat Sanayi Kapasite Kullanım Oranı (KKO) verileri de nisan itibarıyla hafif de olsa bir düşüşe işaret ediyor. Buna göre, imalat sanayi genelinde mevsimsel etkilerden arındırılmış kapasite kullanım oranı bir önceki aya göre 0,2 puan azalarak yüzde 77 oldu. Mal grupları itibarıyla bakıldığında da dayanıksız tüketim malları, tüketim malları, gıda ve içecekler ile yatırım mallarında düşüş yaşandı. Özellikle tüketim malları kalemlerinde görülen düşüşte iç talepteki zayıflığın neden olduğu söylenebilir.

Sıkılaşma, tüketimi etkilemeye başladı

TÜİK Sanayi Üretim Endeksi verilerine göre, mevsimsellikten arındırılmış imalat sanayi üretimi martta aylık bazda yüzde 0,3 daraldı. Böylece şubat ayındaki yüzde 3,4 artıştan sonra üretimde hafif bir fren yapıldığı anlaşılıyor. Endeksin alt kırılımlarına bakıldığında, imalat sanayi üretim endeksi de aylık yüzde 0,3 oranında gerilemiş durumda. Mal grupları itibarıyla bakıldığında da, sermaye malı üretimi aylık yüzde 0,5 artarken diğer mal gruplarının tamamında düşüş söz konusu. Martta dayanıklı tüketim malları üretimi yüzde 0,4 gerilerken; dayanıksız tüketim malları da aylık yüzde 1,1 daraldı. Bunda yine parasal sıkılaşma kaynaklı talep zayıflığının etkili olduğu tahmin ediliyor.

Merve YİĞİTCAN-Ekonomim

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV 2023-2024 Ekonomi tespiti: İstikrar içinde çürüme

1+1 Express’te İrfan Aktan Prof. Korkut Boratav’la yaptığı röportajı yayınladı:
Enflasyonu besleyen politikaları iktidar bilerek mi uyguladı?
Elbette, iktidar bunu bilerek uyguladı. Enflasyon ortamı, kendisini destekleyen, dayandığı sermaye çevrelerini ihya etmek için kullanıldı. “Bölüşüm şoku” teşhisini bu çevreler için değil, emekçilerin konumu için kullanıyoruz. 2015’te başlayan politika değişikliği, üç döviz krizi, 2020’deki Covid dalgası, 2022’de Ukrayna savaşı ile maliyetlerden beslenen bir enflasyona dönüştü. Bu enflasyon süreci, Saray’ın diğer uygulamalarından kaynaklanan bölüşüm şokunu daha da ağırlaştırdı.

Yayınlanma:

|

Yazan:

1+1 Express’te İrfan Aktan Prof. Korkut Boratav’la yaptığı röportajda Mayıs seçimlerinin ardından göreve gelen ekonomi yönetiminin nasıl bir tablo devraldığının, programını hangi öncelikler üzerine kurduğunun, bu öncelikleri kimlere nasıl vaatlerle sunduğunun cevaplarını arıyor.  Boratav ekonomi politikasının yerel seçimler sonrasında nasıl bir seyir izleyeceğini, büyüme, istihdam ve enflasyon hangi oranlara demir atacağını anlatıyor. 2023’ün muhasebesi, 2024’ün muhtemel görünümü için Aktan’ın Korkut Boratav’a soru ve Boratav’ın cevapları aşağıda.

Türkiye açısından 2023’ün en önemli olayları 6 Şubat depremleri ve 14-28 Mayıs seçimleri. İktidarın deprem sürecindeki politikasının seçimlerdeki kaderini de belirleyeceği öngörülmüştü, ama öyle olmadı. Sizce AKP’yi hâlâ toplumun yarısının nazarında yönetebilir gösteren temel unsurlar neler?

Korkut Boratav: Deprem nedeniyle zorunlu olarak artırılan yatırım harcamaları, 2023’ün ilk dokuz aylık bilançosunda ekonominin büyüme temposunun yukarı çekilmesine katkı yaptı. İktidarın, “OECD içinde son üç ay içinde en hızlı büyüyen ülke Türkiye’dir” propagandasına imkân verdi. Bu yatırımlar milli gelirin 2023 büyüme oranını da etkileyecektir. Fakat esas mesele sorunuzun son bölümünde. AKP’yi hâlâ ülkeyi yönetebilir gösteren temel unsurlara bakmak gerekiyor. Bence yanıt, Türkiye toplumunun geniş kesimleri üzerinde AKP’nin ideolojik hegemonyasında yatıyor.

AKP bunu nasıl sağlayabildi?

Türkiye kamuoyunun ortalama algılamasına göre, ülke bir kriz ortamı içindedir. Fakat bu krizin sorumluluğuna gelindiğinde, ciddi bir algılama boşluğu var. Önemli bir farklılaşma, muhalif blokta yer alan nüfusun yarısıyla diğer blok arasında. Muhalif blok, iletişim kurulduğunda rasyonel düşünceye, neden-sonuç bağlantılarına, tutarlılık ölçütlerine açık kitledir.

İkinci blok bu özellikleri taşımıyor. Türkiye’yi yönetenler ise bu nitelikleri ya umursamıyor veya kendilerini destekleyen grupla bu bakımdan da özdeşleşmiştir. Cumhurbaşkanı sıklıkla birbiriyle tamamen zıt, çelişkili önermeleri rahatlıkla ifade etmiştir.

Ekonomiyle ilgili bir örnek vereyim. Faiz ve enflasyon bağlantısında, Cumhurbaşkanı “nas” önermesini Kasım 2021’de ileri sürdü. Haziran 2023 sonrasında yeni ekonomi yönetiminin zıt yöndeki uygulamalarını “enflasyonu tedavi edeceği” gerekçesiyle överek destekledi.

Muhalif blok, örneğin dış siyasetle ilgili örnekleri de ekleyerek bu türden tutarsızlıkları ısrarla vurgulamaktadır, ama karşı tarafta herhangi bir duyarlılığa, tepkiye yol açmadan… Kriz algılamasına yol açan ana etken enflasyondur, sorumlusu doğal olarak ekonomiyi yöneten iktidardır. Ama iktidarın bu bağlamdaki çelişkilerini, tutarsızlıklarını defalarca teşhir etmek, sosyal medyaya taşımak iktidar yanlısı blokta bu sorumluluğun algılanmasını sağlamamaktadır.

İktidar yanlısı blok bunu nasıl veya neden algılamıyor, yahut algılamak istemiyor?

Rasyonel düşünmenin asgari koşulları, iki önerme arasındaki tutarlılığı-tutarsızlığı fark etmektir, bunu temel eğitimden, formasyondan geçmiş insanlar fark eder. Gözlemleri kavramlara çevirerek düşünmek, neden-sonuç bağlantılarını en basit düzlemlerde kavrayış, kısacası insanın kendi aklıyla muhakemesi, ancak böyle mümkündür. Faiz-enflasyon bağlantısında verdiğim örnekteki tutarsızlık, “saçmalık” açıklanıyor, iletiliyor, ama algılamaya dönüşmüyor: Her şey söylenebilir, hepsi de geçerlidir. “Anything goes.” Farklı bir ifadeyle, alaturka postmodernizm yerleşmiştir. İktidarın halk sınıfları saflarındaki ideolojik hegemonyası söz konusudur.

Tekrar olacak ama, birbiriyle tamamen zıt kutuplarda yer alan iki çelişkili söylemi kısa süre içinde tedavüle sokan, üstelik bunlara dair güçlü argümanlar sunmayan bir iktidar, nasıl oluyor da ideolojik hegemonya kurabiliyor?

Eğitim sistemi ve geleneksel medya üzerindeki hâkimiyet belirleyici unsurlardan iki tanesi. Ayrıca, sosyal medyayı geleneksel medya ile farklılaştıran kargaşanın da katkıları var. Bu kargaşa ortamı ciddi, rasyonel tartışmaların yapılmasına imkân vermeyen bir alan. İktidar bu alanda sistematik çalışıyor. Sosyal medyanın eleştirel potansiyelini, “fake news” veya “sahte gerçekler” üzerinden tersine çevirebilen operasyonlar var. Muhalif sesler, önermeler, eleştirel tespitler karşı tarafta etkisiz hale getirilebiliyor. Eğitim sisteminde siyasal İslâm’ın yöntemleri rasyonel düşünce sistematiğini felce uğratabiliyor. İletişim kanalları fiilen işlemiyor veya tıkanık. İktidar çevrelerinin zirvesinde dahi rasyonel düşünce melekesinden yoksunluk yaygın. Bu da ilave bir kutuplaşma ve çaresizlik yaratıyor. Bu kargaşanın ayrıntılı analizi bilimsel düzlemde ayrıca yapılabilir. Bu kadarıyla yetineyim.

Mayıs seçimlerinden sonra Hazine ve Maliye Bakanı yapılan Mehmet Şimşekin şimdiye kadar yürüttüğü politikaların kısa vadeli sonuçları ne oldu? Rasyonaliteye dönüyoruz” diyen Şimşekin ekonomi politikasının önümüzdeki dönemde yaratacağı sonuçlar ne olur? Dahası, Şimşekin kastettiği rasyonalite” nedir?

Mayıs seçimlerinden sonra iktidar, ekonomi yönetimini değiştirerek neoliberal ekonomi politikalarına hâkim iki uzmanı, Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ı getirdi. Mehmet Şimşek uluslararası finans sermayesinin büyük örgütlerinde çalışmış, geçmişte de bakanlık yapmış, bu çevrelerin içinden gelen, onların güvendiği biri. Gaye Erkan da ABD’deki büyük bir bankada yöneticilik yapmış bir teknokrat.

Geleneksel neoliberal politikaların yerleşik modeli, 2015’e kadar Türkiye’de AKP tarafından ihlâl edilmeden, eksiksiz uygulandı. 2015 iki etkenden ötürü kritik bir dönüm yılıdır. Birincisi, Batı merkez bankaları parasal daralmaya yöneldi, AKP’nin neoliberal programı rahatlıkla uygulamasına imkân veren uluslararası sermaye hareketleri yavaşladı. Türkiye’ye giren dış kaynaklar da yarı yarıya düştü. Yeni uluslararası ekonomik ortam Türkiye iktisat politikalarında istikrar önceliğini gündeme getirdi. Fakat AKP bunu göze alamadı.

Neden?

Buradan 2015’in dönüm yılı olmasının ikinci nedenine geliyoruz: AKP 7 Haziran 2015 seçimlerinde ilk defa Meclis çoğunluğunu kaybetti ve bu sonucu kabul etmedi. Gezi kalkışması ve 17-25 Aralık 2013’te yolsuzlukların ortaya dökülmesi sonrasında, “iktidarı ne pahasına olursa olsun korumak” AKP’nin siyasal önceliği oldu. Kasım 2015 seçimleri ağır bir şiddet ortamında, devlet aygıtının geleneksel olmayan yöntemlerinin katkısıyla kazanıldı. Ekonomi politikalarında da istikrar değil, büyüme öncelik kazandı.

Ekonomide büyümeye öncelik verilmesinin sonuçlarını mı yaşıyoruz?

Büyüme önceliği 2015’e kadar sürdürülen neoliberal modelin ihlâl edilmesini gerektirdi. Daralan dış kaynak akımları ortamında, neoliberal model makro-ekonomik istikrar yöntemlerini gerekli görür. AKP Mayıs 2023 sonuna kadar neoliberal istikrar reçetelerini çiğnedi, ama uluslararası finans sermayesinin sert yaptırımlarına muhatap olmadı, “cezalandırılmadı”. Kısa vadeli spekülatif sıcak para çıkışları dışında Türkiye ekonomisinin dış kaynak gereksinmeleri, özellikle uluslararası bankalar tarafından karşılandı, dış krediler döndürüldü. Buradan da gördük ki, neoliberal modelin etkili yaptırımları daima kullanılmıyor. AKP 2015-2022 döneminde ekonomiyi yüzde 4,3’lük bir tempoda büyütebildi. Ancak cari işlem açığını ve enflasyonu tetikleyerek…

Dolayısıyla, uluslararası finans kapital ekonomide neoliberal modelin kurallarının dışına çıkılmasını, siyasette ise otoriterleşmeyi mi destekledi?

Evet. Uluslararası sermaye Türkiye’de neoliberal normların dışına çıkılmasına rağmen dış finansman kaynaklarını kısıtlamadı. Böylece otoriterleşmeyi, açıkça ifade edersek İslâmcı faşizmin yükselmesini fiilen destekledi.

2015-2022 arasında üç döviz krizi oldu. Üçünün de nedeni sıcak para kaçışlarıydı. 2018-2020 arasında spekülatif  fon çıkışları döviz fiyatlarında sıçramaları tetikledi. Türkiye’de spekülatif fonlara bağlanmış yabancı kaynaklar, Türkiye’nin dış yükümlülükleri arasında sayılır; TL ile kota edilmiş tahvillere bağlanmışsa doğrudan doğruya dış borçtur. Bunlardan çıkışlar, dış borç stokunu da azaltır. Nitekim, Türkiye’nin dış borç stoku bu dönemde 468 milyar dolardan 424 milyar dolara indi. AKP döviz krizlerini palyatif önlemlerle geçiştirdi. Ama yeni ekonomi yönetiminin göreve geldiği tarihte, Haziran 2023’te, dış borçlar tekrar 476 milyar dolara yükselmişti. Nasıl mümkün oldu? Türkiye’nin dış kredilerinin yüzde 100 oranını aşan bir tempoyla, yani genişleyerek döndürülmesi sayesinde. Uluslararası bankalar bu dönemde, Erdoğan’ın çapaçul yönetimine rağmen, Türkiye’ye kredi akışını artırdı ve Türkiye’nin bir dış borç krizine sürüklenmesini önlemiş oldu. Yani dış sermaye Türkiye’nin batışını istemedi.

O tarihlerde Türkiye’de neoliberal politikaların harfiyen uygulandığına dair tespitler üzerinden öngörülerde bulunan pek çok iktisatçı yanıldı. Çünkü neoliberal reçetenin dışına çıkan, kuralsızlıkla sürdürülen ekonomi politikasıyla duvara hızla toslanacağı, uluslararası sermayenin buna tahammül etmeyeceği düşünülüyordu. Fakat şimdi söylediklerinize bakılacak olursa, uluslararası finans çevreleri AKP’nin bu kuralsızlığına onay vermiş. Uluslararası finans kapital bunu niye yaptı?

İki nedenle yaptı. Birincisi, ABD’nin katkısı. Erdoğan dış politikada etkili bir esneklik gösterdi. ABD ve Rusya’yla ilişkilerini dengeledi. 2018’deki Rahip Bronson krizini hatırlayın. Trump’ın tehdidi sonunda rahip serbest bırakıldı. Trump’ın tepkisi de ABD’nin geleneksel politikaları dışındadır, ama etkili oldu. Biden döneminde ise ABD diplomasisi Türkiye’nin küçümsenmeyecek bir Ortadoğu gücü olarak gözetilmesi gerektiğini algıladı. ABD’nin siyasal öncelikleri, uluslararası finans kapital çevreleri üzerinde de etkilidir. 2020 sonrasında Türkiye’nin dış kredilerindeki genişleme bu etkiyi doğruluyor.

Erdoğan, Türkiye konumundaki ülkelere, neoliberal reçetelere kaskatı bağlanmanın zorunlu olmadığını da göstermiş oldu. Ne var ki, ekonomi politikalarında bu dönüşümü sermaye lehine ve emek aleyhine çok ağır bir bölüşüm şoku yaratarak gerçekleştirdi. Bu bölüşüm şokunu, biraz önce sözünü ettiğim ideolojik hegemonya sayesinde siyasi bakımdan denetledi.

Bu deneyim bize göstermektedir ki, neoliberal modelin dışında farklı bir sınıfsal program da mümkündür; dış politika dengelerini gözeterek bölüşüm ilişkilerini emek lehine değiştirmek de mümkündür. Türkiye yapısındaki büyükçe ekonomiler neoliberal cendereye mahkûm değildir.

Bunun bir örneği var mı?

Bunu yapan ülkeler var. Mesela 1998’le 2002’yi kapsayan Doğu Asya krizi dünya ekonomisinin, Türkiye dahil, bütün çevre ülkelerini etkiledi. En sert etkiler, kronik dış açık veren ülkelerden dış kaynak çıkışları nedeniyle gerçekleşti. Pek çok ülkede ve Türkiye’de katı IMF programları ikidar değişikliklerine yol açtı. Bu ortamdan ders alan Asya ekonomilerinin çoğu, dış denge koşullarında yüksekçe büyümeyi sürdürebilen politika alternatiflerini keşfetti.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı bu açıdan kritik bir dönemeçtir. Türkiye bu fırsatı kullanamadı. Yeni iktidar, tam aksine, devraldığı neoliberal modeli 2015’e kadar ödünsüz uyguladı ve Türkiye’nin dış bağımlılığını yoğunlaştırdı. Sonraki yedi yılda ise, neoliberal programın ihlâli “yerli ve milli sermayeyi ihya eden” bir bölüşüm şoku içinde gerçekleşti. Ama, biraz önce vurguladığım gibi, bu deneyime tersinden de bakabiliriz. Farklı bir iktidar, neoliberal modelden “kopmayı” emek lehine gerçekleştiren bir ekonomik alternatif de tasarlayabilir miydi? İktidarın sınıfsal yapısında temel bir değişiklik gerektiren bu seçeneği ayrıca tartışmak gerekiyor.

Enflasyonu besleyen politikaları iktidar bilerek mi uyguladı?

Elbette, iktidar bunu bilerek uyguladı. Enflasyon ortamı, kendisini destekleyen, dayandığı sermaye çevrelerini ihya etmek için kullanıldı. “Bölüşüm şoku” teşhisini bu çevreler için değil, emekçilerin konumu için kullanıyoruz. 2015’te başlayan politika değişikliği, üç döviz krizi, 2020’deki Covid dalgası, 2022’de Ukrayna savaşı ile maliyetlerden beslenen bir enflasyona dönüştü. Bu enflasyon süreci, Saray’ın diğer uygulamalarından kaynaklanan bölüşüm şokunu daha da ağırlaştırdı.

Türkiyede IMFsiz bir IMF programı uygulandığı söyleniyor. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu programın emekçiler açısından ne tür sonuçları olacak?

Bir IMF programının ana ögeleri, doğrudan doğruya IMF’nin Ekim 2023 tarihinde güncelleştirilen Türkiye ekonomisine ilişkin 2024-2028 makro-ekonomik öngörülerinde yer alıyor. Buna göre, enflasyon yüzde 37 seviyesine yerleşerek kronikleşecektir. Bu, Türkiye’ye özgü bir “istikrar” öngörüsüdür. Yüksek düzeyde “istikrar sağlayan enflasyon”, emek karşıtı sonuçları sistematik konuma getirecek.

Mehmet Şimşekin bahsettiği rasyonalite” biraz da bu mu?

Mehmet Şimşek iki farklı oyun oynuyor. Mart 2024’teki yerel seçimlerin AKP için taşıdığı önceliğin farkındadır. Ağır bir “kemer sıkma” zamanı değildir. IMF ise Türkiye ekonomisinin 2028’e kadarki nicel öngörülerini yapıyor ve bu öngörülerden bir neoliberal model çıkıyor. Şimşek IMF’nin Türkiye’ye dair öngörülerini muhakkak bilmektedir. Bu iki karşıt etken arasında bir uzlaşma kurmaktadır.

Sonuçta, 2024ten itibaren işsizlik, yoksulluk şimdikinden daha mı derin olacak?

Evet, öyle olacak. Aslında bahsettiğimiz gelecek, kronik bir bunalımdan ziyade, bir çürüme anlamına geliyor. Bu ortamı başka türlü betimlemek zor. Yani benim torunlarım, sizin çocuğunuz bizim kuşaklarımızın toplumsal ortamını özlemle anacaklardır. Türkiye toplumu böyle bir geleceğe razı olmamalıdır.

Mart 2024teki yerel seçimlerden sonra, eğer bir anayasa referandumu olmazsa, dört yılı aşkın seçimsiz bir dönem yaşanacak. IMFnin öngörülerine ve Mehmet Şimşekin yürüdüğü yola bakıldığında, emekçi kitleleri, yoksulları yerel seçimlerden sonra nasıl bir tablo bekliyor?

Mart 2024 seçimlerine kadar ücretler, emekli maaşları ve kamu personeli maaş ayarlamalarında bir kez daha bol kepçe ikram göreceğiz. Asgari ücretteki yüzde 50’lik artışta olduğu gibi…  Ücretlerdeki artış, şirket kârlarına fazlasıyla taşınacak, enflasyonu besleyerek önceki bölüşüm şokunun yeni bir dalgasını başlatacaktır. Bu aşama yerel seçimlerden sonra katı IMF programının gündeme gelmesiyle ağırlaşacaktır. Çünkü dört yıllık seçimsiz bir dönem başlamaktadır. Saray’ın “ne pahasına olursa olsun büyüme” zorlamasından da vazgeçmesi beklenir. İktidar, toplumu kendi siyasal araçlarıyla yönetebilecek beceride olduğunu Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimleriyle kanıtladığını düşünecektir. Toplumsal bunalımın yerleştiği, büyük çalkantıların, iktidar değişikliğinin yaşanmadığı bir Türkiye toplumu istikrar içinde çürümeye mahkûm olacaktır. Kabul edemeyeceğimiz gelecek tablosu budur.

Yani, sermaye karşıtı bir pozisyon edinilmeden sarf edilen sözler, enflasyona dair vaatler aldatmacadan mı ibaret?

Sözleri ve vaatleri bir yana bırakalım, son asgari ücret artışı gibi adımlar kısa dönemli nefes aldırma hamlelerinden ibarettir. Kârlar baskı altına alınmadıkça enflasyonla yarışmanın mağlubiyete mahkûm olduğunu algılamak gerekiyor. Hatta ipin ucu kaçarsa, hiperenflasyona girme olasılığı da bulunmaktadır.

İpin ucu nasıl kaçabilir?

Enflasyon üç haneli rakamlara taşındığı anda, parasal kontrolde ipin ucu kaçar. Banknot matbaası, Merkez Bankası’nın da kontrolü dışında para arzını artırmak zorunda kalır. Şu anda Türkiye bu aşamada değil. Bu konuda geçmişe dönük olumlu bir örnek vereyim. 1989’da, emekçilerin “bahar eylemleri” ile başlayan bir ivme, sonraki dört yıl içinde işçi sınıfının 12 Eylül dönemindeki bölüşüm kayıplarını telafi etti. 1990’lı yılların sonuna kadar emeğin kaybetmediği bir enflasyonun da yaşanabileceği ortaya çıktı.

Bugünkü fiyat artışları, 1990’lardaki enflasyon temposuna yakındır. Fakat o dönemde emek örgütlenmesi güçlüdür. 12 Eylül dönemine son veren çok partili ortama da koalisyon hükümetleri içinde dönüldü. Sık sık değişen koalisyon iktidarları seçmen çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıf ve katmanların taleplerini gözetmek zorunda kaldı. Bütün bölüşüm değişkenlerinin enflasyona endekslendiği, ancak hiper-enflasyona da sürüklemeyen on yıllık bir dönem yaşandı. Merkez Bankası da temkinli bir rol üstlendi. Döviz fiyatlarını enflasyona katkı yapmayacak sınırlar içinde hedefledi. Hem dövizden kaynaklanan bir enflasyon ivmesini hem de TL’nin değerlenmesini frenleyebildi. “Rasyonel” sıfatını hak eden bir politikayı uygulayabildi. 1990’lı yıllar, emekçi sınıfların kayba uğramadığı, hiper enflasyona da sürüklenmeyen bir enflasyon dönemi olarak tarihe geçti.

1990’lı yılların sonunda sermayenin kayıpları onlar açısından sürdürülemez bir noktaya gelmişti. Faiz ödemeleri şirketlerin net kârlarını alıp götürmekteydi. Sermaye bloku Mesut Yılmaz’ın başbakanlığındaki koalisyonu etkileyerek Türkiye’ye IMF’yi getirdi. IMF’nin uygulattığı program 2001 krizini tetikledi, aynı programın uzantıları 2010’a kadar doğrudan doğruya ekonomiyi yönetti. Sonraki yılların öyküsünü, sonuçlarını daha önce tartıştık.

2001 krizi döneminde herkes sosyal patlama”nın gündemde olduğunu, o zaman çok tartışılan Ankaradaki büyük esnaf yürüyüşünü de işaret ederek söylüyordu. Şu anda ise sosyal patlama yerine toplumsal çürüme” diyorsunuz…

Az önce kara para aklama, mafyalaşma olgularını sordunuz. Bölüşüm şokunun yoksullaşmayı içeren boyutu Türkiye toplumunun diğer blokunda kontrol dışı bir zenginleşmeye refakat ediyor. Bu zenginleşmenin çeşitli göstergelerinden biri kayıt dışı para girişleridir. İstatistiki olarak bu blok, yani Ödemeler Dengesi tablolarında “net hata noksan” kalemi altında yer alan kayıt dışı net sermaye girişleri, TCMB’nin özgün kaynaklarına göre, AKP iktidarının 2003-2019 döneminde  60,3 milyar dolardı. 2020-2022’de bu miktara 20,1 milyar dolar eklendi, net toplam 80,4 milyar dolara ulaştı.

“Nedir bu kayıt dışı para? Kaynağı neresidir?” sorusunun yanıtlarından biri Ortadoğu kargaşasıdır. Türkiye Ortadoğu cehennemine aktif olarak girdiği andan itibaren, kayıt dışı para girişlerinin ülkeye – sızmanın ötesinde– aktığını biliyoruz. Kaynağında çeşitli karanlık unsurlar var. Zaman içinde bunların arasında yer alan uyuşturucu kaçakçıları, mafya örnekleri açıklanmaktadır. Emekçi sınıflarda istihdam tıkanmasıyla paralel seyreden “atıl işgücü” şişkinliğinin karşı kutuptaki yansıması “fenomenler” ve kirli para zenginleridir. Çürüme denilen tablo budur işte.

Türkiye’nin yayınladığı istatistikler bakımından göreli olarak en saygın kurumu olan Merkez Bankası bile sözünü ettiğim bu kayıt dışı para girişlerini bir istatistik oyunuyla buharlaştırdı. 2020’de ödemeler dengesi istatistiklerini revizyondan geçirdi ve 44,4 milyar dolar civarında bir kayıt dışı para girişini “hizmet ihracatı” diye hayali ve “uygun” bir kaleme kaydırdı: Kayıt dışı sermaye girişi “kayıt dışı veya açıklanamayan hizmet ihracatı” olarak yorumlanırsa, elbette, dövizle sürdürülen uyuşturucu ve benzer işlemlerin “ticareti” akla gelmektedir.

Yani Merkez Bankası da bu kara paranın bir tür aklayıcısı mı oldu?

Ödemeler dengesi istatistikleriyle ilgili sıradan bir “revizyon” olarak tarihe geçti. Ama bu revizyon milli gelir hesaplarındaki “hizmetler sektörüne” de taşınarak büyüme oranlarını da şişirdi. Sadece sermaye hareketleriyle sınırlı kalan bir istatistik kalemi milli gelir hesaplarına doğrudan girmez. Bu “revizyon” bu türden, ama aslında “hayali” bir katkıya da imkân verdi.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.