Pandemi krizi bir kez daha gösterdi: Yüzü emekçi sınıflara da dönük olabilen maliye politikaları bakımından dünyanın en nekes siyasi iktidarı herhalde Türkiye’de bulunuyor. Yanlış anlaşılmasın, kapitalist ülkelerin tümünde iktidarların yüzü öncelikle sermaye sınıfına, onun ihtiyaçlarına dönüktür. Ama, pandemi öncesinde ve sırasında emekçi kesimlere bu denli sırtını dönen bir gelişmiş kapitalist devlet örneği bulamazsınız.
Sınıfsal güç dengelerinin zorlaması ve toplumsal onayın sürekli alınmasına olan ihtiyaç, gelişmiş kapitalist ülkelerin devletlerinin emekçi katmanların tepkilerine tamamen duyarsız kalmalarını engeller. Özellikle de toplumsal tepkilerin zirve yaptığı bu tür pandemik/ekonomik kriz dönemlerinde en azından zevahiri kurtarmak zorundadırlar. Bunun örneklerini geçtiğimiz yıl içinde bolca gözlemledik; bu tür devletler, ücretli ve küçük üretici emekçi katmanlar lehine de politika üretmeye, ücret/gelir kayıplarını önemli ölçülerde telafi etmeye yöneldiler.
Buna toplumsal dinamiklerin dayatmasıyla mecbur kalmış olsalar da tek etken bu değildi. Önemli bir ekonomik küçülmenin yaşanacağı belli olmuşken, geniş toplum kesimlerinin gelirlerinin/tüketimlerinin desteklenmemesi halinde daralmanın daha da şiddetlenmesi kaçınılmaz olacaktı. Demek ki madalyonun bir yüzünde de ekonominin yüzdürülmesi yani sermayenin belirli kesimlerinin de mevcut krizde çok ihtiyaç duyduğu talep unsurunun desteklenmesi bulunmaktaydı.
Peki Türkiye’de iktidar çevreleri bunların hiç mi farkında değildi, yoksa yüksek kamu açıkları ve kamu borçlanması nedeniyle sınırlanan kaynak sorunlarını mı aşamıyordu? Yoksa sermayenin önünün çeşitli kredi politikaları (yeni krediler açılması veya borç ertelemeleri), maliye politikaları (vergi ve sigorta primi indirimleri ve ertelemeleri, vergi harcamaları) ve faiz politikalarıyla (Kasım 2020 öncesinde enflasyonun altında faizler uygulanması) açılmasının, dolaylı etkilerle, emekçi kesimler için de yeterli olabileceği avuntusuna mı saplanmıştı? Öyle ki, sistemde var olan “işsizlik sigortası ödeneği” ile “kısa çalışma ödeneği” gibi düzeneklerden daha fazla kullandığı, sermayenin onyıllardır talep ettiği “ücretsiz izin” düzeneğini uygulamaya sokmak oluyordu. Günde 39 TL’lik “nakdi ücret desteği” aslında emekçiden çok, emekçiyi ihbar ve kıdem tazminatı vermeden kapı eşiğinde tutan veya muvazaalı olarak çalıştırma olanağı elde eden sermayeye yarıyordu.
Peki bunların toplam yükü bakımından Türkiye’de durum neydi? Destekler GSYH’nın yüzde 0,9’unu aşmıyordu; üstelik bunların çoğu da İşsizlik Sigortası Fonu’ndan, prim karşılığı bir hak niteliğindeydi. Aşağıda ayrıntıları verilecek.
Kaynak sorunu mu?
Sermaye yönlü teşviklere bakılır, bunların içinde bütçeden yapılan vergi harcamalarının büyüklüğü (2020 Bütçesi başlangıç teklifinde 195,6 milyar TL) dikkate alınır, bu arada Hazine’nin yıl içinde yükselen/çeşitlenen borçlanma pratikleri dikkate alınırsa, bunun bir kaynak sorunu olmadığı anlaşılır. Kaldı ki böylesine özel dönemlerde her zaman olağanüstü önlemlerin devreye sokulmasının da bir meşruiyeti olacağı açıktır.
İktidar bunlara kısmen gitmedi değil; ama yüzü hiçbir zaman emeğe dönük olmadı. Saray’ın düşük faiz saplantısı nedeniyle faiz aracının kullanılmasından kaçınıldığı bir dönemde, TL’nin değer yitimini dizginlemek adına döviz/altın rezervlerinin tümüyle eritildiği ve kısmen sıcak para çıkışlarına peşkeş çekildiği dikkate alınırsa, burada kaynakların ekonomik anlamda “yanlış” kullanılmasını aşan bir durumla karşı karşıya olunduğu daha iyi anlaşılır.
AKP iktidarı böyle dönemlerde akla gelen/gelmesi gereken bir servet vergisini ise hiç düşünmedi. Onun yerine Aralık 2019’da yasalaştırdığı ancak 2020’nin pandemik kriz koşulları nedeniyle uygulamasını bu yıla ertelediği bir “Değerli Konut Vergisi” (DKV) var. (Emlak Vergisi Kanunu, m.42-49). DKV’nin vergilemede eşitsizliği büyütecek bir vergi türü olacağı konusunda daha önce yazmıştık. Çok sayıda konutu olan ama hiçbirinin vergi değeri 5 milyon TL’yi aşmayan gayrimenkul zenginleri bu verginin mükellefi bile olmayacaklar. Öte yandan 5 milyon TL’yi aşan değerde tek konutu olanlar ile birden fazla konutu olanlar bunlardan biri için DKV’den muaf olacaklar! Üstelik, DKV sadece konut olarak kullanılan taşınmazları dikkate alacak, ticari olanları, arsaları kapsamayacak. En büyük spekülasyonların kentsel arsalar üzerinde yapıldığını hesaba katarsak, bu verginin göstermelik olmaktan kurtulamayacağı açık. Nitekim DKV tahsilat tahmini de 2021 Bütçesinde yalnızca 350 milyon TL’den ibarettir. Vergi uzmanı Dr. Nedim Türkmen’e göre bunun daha tahsil edilebilmesi zordur (Sözcü, 23 Ocak 2021).
Oysa değerli meslektaşımız Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu‘nun kolayca uygulanabilir nitelikte olması bakımından önerdiği, bir milyon TL eşiğini aşan TL ve döviz cinsi mevduatlar (300 bin civarında yükümlü) üzerine uygulanacak yüzde 1,5 oranındaki bir dayanışma (kısmi servet) vergisi bile, 38 milyar TL’lik bir vergi kaynağını sorunsuz bir biçimde hemen sağlayabilecek türdendir. Bu öneri, Türkiye’de uygulabilecek bir servet vergisinin nihai şekli olarak düşünülmemeli (Hayri hoca da öyle düşünmüyor zaten, bkz: Birgün Gazetesi, 15 ve 20 Aralık 2020); matrah oluşturmaya dönük karmaşık ön hazırlıklara ve yan ekonomik tedbirlere ihtiyaç duyulmaksızın hemen uygulanabilecek bir vergi olarak anlaşılmalı.
2021 bütçesi üzerine
Hürriyet Gazetesi ekonomi yorumcusuyken iktidarın hoşuna gitmeyen yazıları nedeniyle birkaç yıl önce gazeteyle ilişiği kesilen ekonomist Uğur Gürses’in “Ekonomi Alla Turca” başlıklı bir internet sitesi var. Burada da dikkati çeken eleştiriler içeren yazılar yazıyor. 19 Ocak 2021 tarihli “Bir ‘bütçe tasarrufu’ hikayesi” başlıklı yazısı da bunlardan biri. Yazısını, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’ın ‘bütçe açığı hedefin altında kaldı’ açıklamasının bir aldatmacadan ibaret olduğunu vurgulamak üzere kaleme almış haklı olarak. Yazısındaki ek bütçe ve bütçe tasarrufu konusundaki eleştirileri de oldukça yerinde. Fakat yazısı, maliyeci olmamanın getirdiği bazı sorunlar da taşıyor. Değerli dostumuz Prof. Dr. Aziz Konukman, bunlara işaret eden bir notunu bana iletti. Gözden geçirilmiş halini aynen aktarıyorum.
“Uğur Gürses’in Yazısı Üzerine Notlar
1- “Meclis’e getirilen teklifle borçlanma limiti 138,9 milyar TL’den 240 milyar TL’ye çıkarılmasını içeriyordu” deniliyor. Burada iki düzeltme gerekiyor. Teklif öncesinde limit 138,9 milyar TL değildi. Borçlanma limitinde Merkezi Yönetim değil Genel Bütçe açığı esas alınır. 2020 yılı için Genel Bütçe açığı 4749 sayılı Kanun’un 5. Maddesine göre 140,1 milyar TL olarak öngörüldüğü için yıllık borçlanma limiti 140,1 milyar TL’dir. Yani Teklif öncesinde limit bu düzeyde idi. Meclis’e getirilen teklifle ekleme yapılarak bu tutar 309 milyar TL’ye yükseltilmiştir. Dolayısıyla metinde verilen 240 milyar TL tutarı doğru değildir. (Ayrıntısı şöyle: 4749/5’e göre, ihtiyaç halinde 140.1 milyar TL’lik limit yıl içinde en çok yüzde 5 ve ayrıca Cumhurbaşkanı kararıyla ilave yüzde 5 artırılabilir. Buna göre borçlanma limiti 154.5 milyar liraya çıkar. Bu tutar sözü edilen kanuna yapılan eklemeyle -iki istisnanın kullanılmasıyla ulaşılan tutarın ikiye katlanmasıyla- 309 milyar TL’ye yükseltilmiştir).
2- “Geriye, bütçeden harcanmış olması muhtemel miktar, yani sadece 7,2 milyar TL kalıyordu” deniliyor. ‘Sosyal Koruma Kalkanı’ kapsamında 31 Aralık 2020 sonu itibarıyla verilen toplam 45,3 milyar TL destek miktarının üç kaynağı var. Bakanın sunduğu tablodaki veriler yeniden düzenlendiğinde üç kaynak arasındaki dağılım şöyledir: (i) Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Teşvik Fonu (SSYTF): 6 milyar 376 milyon TL; (ii) İşsizlik Sigortası Fonu(İSF): 36 milyar 837 milyon TL; (iii) Biz bize benzeriz kampanyası: 2 milyar 56 milyon TL. Görüleceği üzere ‘Sosyal Koruma Kalkanı’ kapsamında bütçeden bir kaynak aktarılmamıştır.
3- “O zaman neden borçlanma limiti 239 milyar TL’ye yükseltilmek isteniyordu?” diye bir soru yöneltiliyor. Bu soru anlamsız çünkü limit 309 milyar TL’ye yükseltilmiştir.
4- “Peki bu teklif Meclis’e geldiğinde Hazine halihazırda ne kadar borçlanmıştı? Tam 241 milyar TL. Yani fiili durumu yasayla normale çevirmek için 240 milyar borçlanma yetkisi isteniyordu. O yüzden YEP’e konulan ‘bütçe açığı tahmini’ 239 milyar olarak yerleştirildiği çok açıktı” tespiti de doğru değil. O tarihteki 241 milyar TL’lik fiili borçlanma tutarı iki istisnanın kullanılmasıyla ulaşılan tutar olan 154,5 milyar TL’nin üstünde kalmaktadır. Bu durumda ortaya 86,5 milyar TL’lik bir yasa dışı borçlanma çıkmıştır. Söz konusu teklifle hem bu konumdan çıkılmış hem de daha fazla borçlanabilmenin yolu açılmış oluyordu.
5- Aralık 2020 Kamu Borç Yönetim Raporu’na göre Kasım sonu itibariyle net borçlanma tutarı 229,1 milyar lira olmuştur. İstenildiğinde Aralık’ta net borçlanma tutarı 80 milyar daha artırılabilir.
6- Kasım sonu itibariyle gerçekleşen 172,7 milyarlık bütçe açığının üzerinde net borçlanma yapılması düşündürücüdür. Yetki tümüyle kullanılırsa (sözü edilen 80 milyarlık daha net borçlanma yapılırsa) bu fark daha da açılacaktır. Bu durumda faizler önümüzdeki dönemde daha da artacaktır. Bu da bilindik dışlama etkisi yaratacaktır. Gelişmelerin ne yönde olacağını kestirebilmek için Ocak sonunda yayımlanacak raporu beklememiz gerekiyor”.
Kurumsal finans, işletmelerin sürdürülebilir büyüme ve rekabet avantajı elde etme süreçlerinde temel taşı niteliğindedir. Şirketlerin finansal kaynakları etkin kullanması, doğru yatırım kararları alması ve riskleri kontrol altında tutması, kurumsal finansın profesyonelce yönetilmesine bağlıdır. Bu makalede kurumsal finansın ne olduğu, nasıl yönetildiği, kimler tarafından yönetildiği ve özellikle kriz dönemlerinde hangi kritik işlevleri üstlendiği ele alınacaktır.
Kurumsal Finans Nedir?
Kurumsal finans, bir şirketin sermaye yapısının oluşturulması, yatırımlarının finanse edilmesi ve kârlılığının artırılması amacıyla finansal kararların alınmasını kapsayan alandır. Amaç, şirket değerini artırmak ve finansal sürdürülebilirliği sağlamaktır.
Nasıl Yönetilir?
Kurumsal finans yönetimi stratejik, operasyonel ve analitik süreçleri içerir:
Stratejik Finansal Planlama: Hedef belirleme, yatırım planlaması, sermaye dengesi.
Finans Direktörleri ve Müdürleri: Operasyonel finansal işleyişi sağlar.
Finansal Analistler: Karar vericilere veri odaklı öneriler sunar.
Hazine ve Risk Yönetimi Uzmanları: Nakit, borç ve riskleri kontrol eder.
Kriz Dönemlerinde Kurumsal Finansın Fonksiyonu
Ekonomik durgunluklar, piyasa şokları ve sektörel krizlerde kurumsal finans birimleri şirketin hayatta kalmasını sağlar:
1. Likidite Yönetimi
Nakit rezervlerinin korunması
Gereksiz harcamaların kısılması
Kredi limitlerinin gözden geçirilmesi
2. Riskten Korunma (Hedging)
Kur risklerine karşı önlem
Borçların yeniden yapılandırılması
Faiz riski yönetimi
3. Yatırım ve Maliyet Revizyonu
Düşük getiri sağlayan yatırımların iptali
Sabit giderlerin azaltılması
Gereksiz varlıkların elden çıkarılması
4. Paydaş Güvenliği
Banka ve yatırımcılarla şeffaf iletişim
Kurumsal raporlama ve açıklık
Sermaye piyasalarında itibarın korunması
Kurumsal finans, yalnızca sayısal verilerin yönetimi değil, aynı zamanda şirketin geleceğini şekillendiren stratejik bir fonksiyondur. Kriz dönemlerinde doğru yönetilen bir finansal yapı, şirketi yalnızca korumakla kalmaz, aynı zamanda fırsatları değerlendirme imkânı da sunar.
Yapay zekâ, sigorta sektöründe sadece bir trend değil, devrim niteliğindeki dönüşümün anahtarı oluyor. Opinion AI’ın yapay zeka çözümleri ile sağlık sigortacılığında hız, doğruluk ve verimlilik yeni boyutlara ulaşıyor.
Günümüzün belirsizliklerle dolu dünyasında, sigorta sektörü geleneksel risk yönetimi yaklaşımlarını radikal bir şekilde dönüştürmek zorunda olduğu bir dönem yaşıyor. Artık sadece geçmiş verilere bakmak yeterli değil; geleceği öngörme ve proaktif adımlar atma yeteneği, sektörün hayatta kalması ve büyümesi için vazgeçilmez hale geldi. Bu noktada, yapay zekâ teknolojileri devreye girerek sigorta şirketlerinin risk yönetimi stratejilerine yepyeni bir boyut kazandırıyor.
İş Yapış Biçimleri Temelden Değişiyor
Sigorta sektöründe yapay zekâ teknolojisi ile yenilikçi çözümler sunan Opinion AI’ın Kurucu Ortağı Elif Elkin, konuyla ilgili şunları söyledi: “Yapay zekâ, sigorta sektörüne sunduğu derinlemesine analiz yetenekleri ve otomasyon gücüyle, risk yönetimini sadece bir maliyet merkezi olmaktan çıkarıp, stratejik bir rekabet avantajına dönüştürüyor. Geleneksel yöntemlerle haftalar süren analizler, yapay zekâ sayesinde saniyeler içinde tamamlanabiliyor, bu da karar alma süreçlerinde eşi benzeri görülmemiş bir hız ve doğruluk sağlıyor.
Yapay zekâ, sigorta sektöründe sadece bir teknolojik gelişme değil, aynı zamanda iş yapış biçimlerini temelden değiştiren stratejik bir zorunluluktur. Riskleri daha iyi anlamak, müşterilere daha hızlı, adil hizmet sunmak ve sektörü geleceğin belirsizliklerine karşı dirençli hale getirmek için yapay zekâya yapılan yatırımlar kritik öneme sahip.
Sigorta şirketleri, yapay zekâyı risk yönetimi süreçlerine entegre ederek, sadece operasyonel verimliliklerini artırmakla kalmıyor, aynı zamanda müşteri deneyimini iyileştiriyor, finansal performanslarını güçlendiriyor ve geleceğin zorluklarına karşı çok daha donanımlı hale geliyor.”
Yapay Zekânın Sigorta Risk Yönetiminde Yarattığı Dönüşüm Alanları
Elif Elkin, özellikle risk yönetimi konusunda yapay zekanın büyük bir dönüşüm sağlama potansiyeli olduğunun altını çizdi ve dönüşüm alanlarını şöyle anlattı:
Hassas Risk Değerlendirmesi ve Kişiselleştirilmiş Fiyatlandırma: Yapay zekâ algoritmaları, demografik bilgiler, sağlık kayıtları, davranışsal veriler, çevresel faktörler gibi muazzam veri setlerini analiz ederek, her bir müşterinin risk profilini çok daha detaylı ve kişiselleştirilmiş bir şekilde ortaya koyuyor. Bu sayede sigorta şirketleri, poliçe fiyatlandırmalarını daha adil ve rekabetçi hale getirirken, potansiyel zararları en aza indirecek şekilde optimize edebiliyor. Artık, her birey için risk düzeyi neyse, primler de o kadar doğru belirleniyor.
Proaktif Suistimal Tespiti ve Önleme: Sigorta sektörünün kanayan yarası olan suistimal, yapay zekâ sayesinde çok daha etkili bir şekilde tespit ediliyor ve önleniyor. Yapay zekâ sistemleri, anomali tespiti ve ileri analitik yetenekleriyle şüpheli kalıpları, tutarsız talepleri veya olağandışı davranışları erken evrede belirliyor. Bu, uygunsuz ödemelerin önüne geçerek sigorta şirketlerine milyarlarca dolarlık finansal tasarruf sağlarken sektörün güvenilirliğini artırıyor.
Geleceğe Yönelik Risk Tahmini ve Stratejik Planlama: Yapay zekâ, sadece mevcut riskleri değil, gelecekteki potansiyel risk eğilimlerini de öngörebilme yeteneğine sahip. Geçmiş verilerdeki kalıpları ve iklim değişikliği, ekonomik dalgalanmalar, salgınlar gibi dış faktörleri analiz ederek şirketlerin proaktif stratejiler geliştirmesini sağlıyor. Bu sayede sigorta şirketleri, piyasa değişikliklerine ve yeni risklere karşı daha hazırlıklı bir duruma geliyor, portföylerini geleceğe göre şekillendirebiliyor.
Operasyonel Verimlilik ve Maliyet Tasarrufu: Manuel süreçlerin otomasyonu, hata oranlarının düşürülmesi ve suistimallerin önlenmesi, sigorta şirketlerine önemli operasyonel verimlilik ve maliyet tasarrufu sağlayabilir. Kaynaklar daha etkin kullanılırken, insan kaynakları daha stratejik ve yüksek değerli görevlere odaklanabilir.
Müşterilerinizin konkordato ilan etmesi durumunda uğrayacağınız zararları en aza indirmek için alabileceğiniz önlemler şunlardır:
Detaylı Kredi Değerlendirmesi: Yeni müşterilerle iş yapmadan önce ve mevcut müşterilerinizle devam ederken düzenli olarak detaylı kredi değerlendirmesi yapın. Ticari sicil gazetesini inceleyin, finansal tablolarını (bilanço, gelir tablosu) analiz edin, banka referanslarını kontrol edin ve geçmiş ödeme performanslarını gözden geçirin.
Teminat Mekanizmaları Oluşturma: Özellikle riskli gördüğünüz müşterilerle çalışırken teminat mekanizmaları (ipotek, rehin, kefalet, banka teminat mektubu vb.) talep edin. Bu, alacağınızın güvence altına alınmasına yardımcı olur.
Kredi Sigortası: Ticari alacak sigortasıyaptırarak, müşterilerinizin iflas veya konkordato gibi nedenlerle ödeme yapamaması durumunda alacaklarınızı sigorta şirketinden tahsil edebilirsiniz.
Sözleşmeleri Güçlendirme: Sözleşmelerinize, ödeme gecikmelerinde uygulanacak gecikme faizi, temerrüt hükümleri ve erken fesih maddeleri gibi maddeler ekleyin. Ayrıca, mal teslimi sonrası mülkiyetin devrini alacak tahsil edilene kadar askıda tutan mülkiyeti muhafaza kaydı gibi hükümleri sözleşmelerinize dahil edebilirsiniz.
Düzenli Takip ve Erken Müdahale: Müşterilerinizin ödeme performanslarını, finansal durumlarını ve piyasadaki gelişmelerini düzenli olarak takip edin. Herhangi bir olumsuz sinyalde erken müdahale ederek ödeme planları yapma, hukuki süreç başlatma veya alternatif çözüm yolları arama gibi adımlar atın.
Tahsilat Politikalarını Gözden Geçirme: Şirketinizin tahsilat politikalarını gözden geçirin ve gerektiğinde güncelleyin. Vadesi geçmiş alacaklar için etkin bir takip sistemi kurun ve düzenli hatırlatmalar yapın.
Hukuki Danışmanlık: Şüpheli durumlarda veya riskli müşterilerle çalışırken uzman bir avukattan hukuki danışmanlık alın. Konkordato süreçleri karmaşık olabileceğinden, hukuki destek almak haklarınızı korumanıza yardımcı olacaktır.
Çeşitlendirme: İşinizi tek bir veya birkaç büyük müşteriye bağımlı kılmak yerine, müşteri portföyünüzü çeşitlendirmeye çalışın. Bu, bir müşterinin konkordato ilan etmesi durumunda şirketinizin genelini etkileyecek zararı azaltacaktır.
Bu önlemleri alarak, müşterilerinizin konkordato ilan etmesi riskine karşı daha hazırlıklı olabilir ve olası zararlarınızı minimize edebilirsiniz.