Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Konukman: 2000’lerin başındakine benzer kriz her an mümkün

Prof. Dr. Aziz Konukman ALTAN SANCAR’ın söyleşisi Diken’de yayınlandı. Söyleşide son gelişmeler ele alındı.

Yayınlanma:

|

Merkez Bankası Para Politikası Kurulu dünkü toplantında politika faizinde 200 baz puanlık bir indirime gitti ve faiz oranının yüzde 16’ya çekti. Bu kararın ardından kurlar hızla yükseldi. 

Diken’in sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Aziz Konukman, kurulun verdiği kararın şaşırtıcı olmadığı görüşünde. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği “Faiz sebep, enflasyon sonuç” söyleminin resmi belgelerde politika olarak yer aldığına dikkat çeken Konukman’a göre faizlerin indirilmesi için öncelikle enflasyonun düşürülmesi gerekli. 

Meclis’te görüşmelerine başlanacak 2020 yılı bütçesini de değerlendiren Konukman, faiz kararı ile birlikte Türkiye’nin borç yükünün de arttığına dikkat çekti. Hazine’den ödenecek faiz tutarlarının giderek arttığını söyleyen Konukman’a göre, iktidar faiz lobisine teslim olmuş durumda. 

Faiz indirimi kararı ile başlayalım. Kararı ve etkilerini nasıl karşıladınız?

Cumhurbaşkanının “Faiz sebep, enflasyon sonuç” görüşü, 11’inci Kalkınma Planı’nda resmen bir politika olarak yer aldı. Tarihimizde ilk kez, iktisat teorisinde olmayan bir tez, bir tedbir olarak kalkınma planında yer buldu. Bunun ardından orta vadeli planda ve yıllık raporda yer aldı. Bu görüşü oraya yazdığınız andan itibaren, Merkez Bankası’nın başka türlü karar alması mümkün değil. Niye şaşırıyoruz? Faiz sebep, enflasyon sonuç ise faizi indirmek gerekir. Merkez Bankası başkanlarından bağımsız, böylesi bir politika resmi eylem belgelerinde yer alıyor ise bunun olacağı zaten bellidir. 

Naci Ağbal, faizi yükseltti. Ama orada da iyi polis kötü polisi oynadılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Faizler yükselsin” diye herkesin isyan ettiği bir ortamda başkanı değiştirdi –ki eski başkan da faizleri yükseltirdi- Ağbal’ı getirdi ve o da faiz yükseltti. Faizin yükseldiği gün Erdoğan, TOBB’da iyi polisi oynayarak, “Yüksek faizler ile nasıl dayanacaksınız? Sizi anlıyorum” dedi. Ertesi gün de “Sözümü dinlemiyorlar” biçiminde açıklamalar yaptı. 

Para Politikası Kurulu’nda iki üye değişti. Diyelim ki bir üye ABD’deydi ve geliş gidiş masrafları ödeniyordu. Hadi onu saymayalım, diğer üye ve yardımcı faize karşı isimlermiş. Zaten MB başkanı da ‘çekirdek enflasyon’ açıklaması ile faiz indirimi sinyalini vermişti. Çünkü çekirdek enflasyon, manşet enflasyondan daha düşüktü ve bu bir faiz indirimi sinyaliydi. Aslında ilk indirim kararı alınan toplantıda 1 puandan daha fazla indirim yapılacaktı, ama kabul görmedi. Şimdiyse yine 1 puan beklenirken, ötesine geçildi ve “Nasıl olsa tepki olacak, 2 puan indirelim işi bitirelim” düşüncesi ile hareket edildi. 

Peki, gerçekten iş bitti mi?

Bitmez, mümkün değil. Eğer sermaye hareketleri serbest ise ve bağımsız bir para politikası izleyecekseniz, dalgalı kur uygulanmak zorunda. Oysa biz sabit kurdayız. Neden? Çünkü kur ve faiz aynı anda belirleniyor. Biz buna imkânsız üçleme diyoruz. Hem faizi hem kuru aynı anda belirlemek mümkün değil. 

Peki, size göre faiz indirimi devam mı edecek?

Piyasaların tepkisini görünce, tersi bir hareket de yapılabilir her an. Çünkü Türkiye ekonomisinde öngörüsüzlük başladı. Artık iktisat politikalarını öngörme şansımız yok, çünkü tek adam rejimi farkı burada. Cumhurbaşkanı, iktisada ilişkin binlerce karara imza atıyor. Bir bakıyorsunuz, gümrük vergileri aşağı çekiliyor. Bu kararların hangisinin ciddi değerlendirmesi yapıldı, maliyeti ölçüldü diye baktığımızda cevabını bulamıyoruz. Burada resmi politikaya da girmiş bir inat söz konusu. Siz çıkıp da “Faizi sebep olarak görüyorum” dediyseniz ve bunu resmi belgelere soktuysanız bunun adı inattır. 

Her an geri dönüşler de yaşanabilir. Dış politikada olduğu gibi ekonomi alanında da bunlar olabilir. Bu tarz bir durumla karşı karşıya geldiğimizde şaşırmayalım, zira az önce de dediğim gibi öngörüsüzlük sık sık karşılaştığımız bir durum. 

Gerçekten de faiz enflasyonun sebebi midir?

Olamaz! Enflasyonu düşürmeden, böylesi bir operasyona girerseniz kurla ilgili düzenlemelerde sıkıntı yaşarsınız. Enflasyon yükseldiği için mecburen faizleri yükseltiyorsunuz. Enflasyonu indiremediğiniz sürece, faiz arttırmak zorunda kalırsınız. Önemli olan enflasyonu indirmektir ki bununla ilgili de bir politika mevcut değil. Devamlı komiteler kuruluyor. Gıda komitesi kuruldu, ancak daha sonra adını duyan oldu mu? Şimdi bir de fiyat komitesi kuruldu. Eskiden bir sorun yaşandığında komisyona havale edilirdi, şimdi ise sorunlar komitelere havale ediliyor. Enflasyonu düşürmeden, faizleri düşüremezsiniz ki bu yerleşik iktisat teorisinin temel önermesindir. 

Enflasyonun kalem oynatmaları ile kâğıt üzerinde düşürüldüğü tartışmaları da var bir yandan. Bunun etkisi olur mu?

Çekirdek enflasyon dediğimiz aslında yararlı bir şey. Çünkü içinden geçtiğimiz bazı süreçlere bağlı artışları ayırmak mümkün oluyor. Ani bir durum yaşanmıştır ve gıda fiyatları artmıştır. Bu artışı arındırarak, “Acaba bu olmasaydı enflasyon ne olurdu” diye bakmak mümkün kılınır. Yapısal gelişmeleri takip etmek için önemli bir argümandır. Fakat Türkiye’de, ortada bir manşet enflasyon ve sepetin kendisinde bir artış söz konusu. Bu gerçekliği bir kenara atarak, “Çekirdek enflasyon daha fazla işime yarar” derseniz piyasa aktörleri sizi ciddiye almaz. O zaman, “Orta vadeli programda verdiğiniz yüzde 12,6’lık hedefi değiştirin” derler. 

Sizinle daha önce de konuşmuştuk ve “Ekonomi öngörü işidir” demiştiniz. Şimdi “Öngörü kalmadı” diyorsunuz. Bu durum sermayeyi kaçırmayı kendisiyle birlikte getirebilir. Bunun üstüne iktisadi kurallara uyumun da kalmadığını söylüyorsunuz. Öngörüyü buradan kuracak olursanız, uyumsuzluk ve öngörüsüzlük Türkiye ekonomisini nereye götürecek?

Büyük olumsuzluklara sürükleneceğiz. Enflasyon yükselme eğiliminde ve 12,6’da durmayacak. Bundan iki üç ay öncesine kadar, baz etkisi nedeni ile kasım veya aralıkta düşecek diye düşünüyorduk. Ancak, Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) ile Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) arasındaki makas, neredeyse 20 puan ÜFE lehine. ÜFE yüzde 40-45 bandında, TÜFE ise yüzde 20’lerde. Bu fark gecikmeli olarak TÜFE’ye yansıyacak. Nitekim Erdoğan, “Fiyatlar henüz yansıtılmadı” dedi. Yani bizler birikmiş zamları henüz yaşamadık. Akaryakıtta ÖTV’de sınıra gelindi ve artık pompa fiyatlarına yansıyacak. Yani enflasyonun ciddi bir yükseliş süreci ile karşı karşıyayız ve bu ortamda faizleri indirmek akla ziyan. 

Eli kulağında, FED alımları azaltma kararı alabilir, yani piyasayı fonlayacağı miktarı azaltabilir. Bu durumda faizlerin yükselmesi söz konusu olacak. Peki, bu durumda çevre ülkelere giden sıcak para ne yapacak? Geri dönme eğilimine girecek. Siz tam bu durumda faizleri yükseltmeliyken, düşürme eğilimine gireceksiniz. Sıcak para ABD’ye dönmesin, yüksek faiz verilsin ve burada tutulsun politikasını terk edeceksiniz. 

Kısacası, FED’in piyasalara daha az miktarda para vermesi, ABD’de faizlerin yükselmesi demek. Faizler yükselince, sıcak para ABD’ye kaçmasın diye sizin de faiz yükseltmeniz gerekir. Ama dönüp bakıyoruz ki faiz düşürme sürecine girilmiş durumda. 

O zaman bir kıyaslama yapmanızı isteyeceğim. 21 Ekim sabahı ile akşamı arasında yurttaşın ekonomisi nasıl değişti?

Damat (eski Hazine ve Maliye bakanı Berat Albayrak) ile Ahmet Hakan arasındaki “Maaşını dolarla mı alıyorsun” konuşmasını bir hatırlayalım. Emekçiler dolar ile almıyorlar, ama dolar ile harcamak zorundalar. İthal girdiler ile üretim yapılıyor ve soframıza geliyor ise “Kurdan bana ne” diyemezsiniz. Kur arttığı zaman, halk deyimi ile iğneden ipliğe zam geliyor. Ama şunu da belirtmek gerekiyor, her şeye aynı oranda zam gelmiyor. Bazı malların ithal girdileri daha yüksek, bazılarının daha düşük. İthal girdisi yüksek olan malın fiyatına dolar nedeni ile daha fazla zam yapar, düşük olan daha az yapar. Türkiye’de ne oluyor? Durumu fırsat bilen herkes zam yapıyor ve makul rakamların üzerine çıkılıyor. Meşru olmadığı halde, “Fırsat bu fırsat” diye zam yapılıyor. İthal girdilerine bağımlı bir ekonomimiz var. Acilen kur artışının sektörel fiyatları nasıl etkilediği TÜİK ve MB tarafından açıklanmalı. Girdi-çıktı tablosunun ortaya konması gerekir. Üretici yerli bir ürünü kullanıyor bile olsa, o yerli ürünün üretimi ithal girdi ile üretiliyor. Toplam etkiyi bilip her sektöre göre kur artışının etkisini hesaplamamız gerekiyor. Bunu yapabilirsek, bazı sektörlerde etki büyük, bazı sektörlerde küçük çıkacak. Bunu açıklaması gereken ise TÜİK ve MB aslında. Fakat en son girdi-çıktı tablosu 2012 yılına ait.  

İktidar zamlar karşısında sık sık ‘fırsatçılık’ vurgusu yapıyor. Ama ben sizin söylediklerinizden bir yerde bu fırsatçılığa yol açanın da iktidar olduğunu anlıyorum. Doğru mu?

Tabii ki! TÜİK ve MB resmi açıklama ile girdi fiyatlarının matematiğini ortaya koyar ise makul fiyat artışı anlaşılabilir. Hükümet bunu bilmeden “Fahiş artış” diyebiliyor anlamıyorum. İktidar, kamuoyunu bilgilendirmek zorundadır. Tüketiciyi, yani vergi veren vatandaşı bilgilendirmek kendilerinin görevidir. 

Sohbetimize biraz da bütçe ile devam edelim istiyorum. Cetvellerde dikkat çeken onlarca kalem var, ama faiz ödemeleri en önemli kalemlerin başında geliyor. Anladığımız kadarıyla, bütçe açığını da tetikleyen bir durum bu ödemeler. Tabloyu netleştirmek adına değerlendirmenizi alabilir miyim?

Rakamlar üzerinden gidersek, daha açıklayıcı olacaktır. 2022 yılı bütçesinden faiz için ayrılan ödeneğin milli gelir içindeki payı yüzde 3,1 olarak görülüyor. Sermaye giderlerini yatırım ödeneği olarak ele alırsak, bunun payı ise yüzde 1,7 oranında. Düşünün milli gelirde faize giden pay, yatırıma gidenin neredeyse iki katı. Ekranlarda “Faiz lobilerine teslim olmayız” diyenler, o gruba teslim olmuşlar. Rantiye kesimine kaynak transfer etmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Bütçe, kamu hizmeti vermek için yapılır. Faize ayrılan pay, yatırımın neredeyse iki katına ulaşmış ise burada bir sorun vardır. Bu bütçe rantiyeye hizmet bütçesine dönüşmüştür. 

Bu faizler borçların faizi, ancak borçlanma durumuna ilişkin de bazı eleştirileriniz var sizin anladığım kadarıyla. 

Devlet borçlanma yetkisine sahiptir. 4749 Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi’nde hükümete genel bütçe açığı kadar borçlanma yetkisi verilir. Yine bu kanununun 5’inci maddesi ile Hazine ve Maliye Bakanı’na ekstra yüzde 5 oranında borçlanma yetkisi verilir. Bu da yetmezse, bu defa cumhurbaşkanına da yüzde 5’lik bir yetki verilir. Bunun dışında borçlanmak mümkün değildir, çünkü kanun açıktır. Ama iktidar ne yapıyor? Torba kanun ile 4749 sayılı kanuna geçici bir madde ekleyerek, limiti yükseltme yoluna gidiyor. 2020 yılında bütçe açığı yaklaşık 140 milyar lira diyelim. İki defa yüzde 5’lik artış ile 154 milyar liraya ulaşılıyor. Normal şartlarda borçlanma üst limiti 154 milyar liradır. Geçici madde ile bu rakamın iki katı kadar borçlanma yetkisi veriliyor. Oysa geçici madde kanunun özüne aykırı olamaz. 4749 sayılı kanun, kamu borçlarının keyfi olarak arttırılmaması için bir limit getiriyor; ama geçici maddeler ile kanun bir tarafa atılıyor. Siz kalkıp böyle limitsiz borçlanırsanız, faizi de bütçeye büyük etkide bulunur. Üstelik bu borçlanmanın bir kısmı dolar cinsinden. Kurdaki yükselişe baktığımızda da Türk Lirası cinsinden yükümüzün arttığını görüyoruz. Kısacası, yarın itibari ile dünyaya gelen bebek, önceki güne göre daha borçlu olacak. 

Üstelik KÖİ için borç üstlenim limitinin geçen yıl ile aynı olduğu savunuluyor. Yani geçen yıl da 4,5 milyar dolar olduğu, gelecek yıl da 4,5 milyar dolar olacağı savunuluyor. İyi de geçen yıl dolar kuru 7 lira seviyelerindeydi. Şimdi ise aldı başını gidiyor. Yarın bu limit daha da yükselecek. Bütçeye her gün ilave bir yük çıkıyor. Bütçe konuşulmaya başladığında ise bu yük kim bilir nerelere gelecek. 

Borç yükü, kur etkisi, enflasyon, faizler derken, 2000’lerin başında yaşanan o krize benzer bir yere sürüklenir miyiz?

Her an mümkün. Planlı ekonomiden uzaklaşıldı, piyasa yönelimli bir ekonomiye geçildi. Ayıca kamusal denetimlerin de çoğu tasfiye edilmiş durumda. Ancak, bizim temel krizimiz tek adam rejimidir. Tek adam rejimini izole etmeden, iş yapabilme olanakları sınırlıdır. Krize karşı muhalefetin çabalarını somutlaştırması gerekli. Örneğin, geçmişte parlamenter sistemin kendisinden bunalan ciddi bir kesim vardı. Bu nedenle bir daha aynı şeylerin yaşanmayacağını yazılı ve somut biçimde duyurmak şart. 

diken.com.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notunu B’den B+’ya yükseltti.

S&P geçen Aralık ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken not görünümünü durağandan pozitife revize etmişti.

Diğer derecelendirme kuruluşu Moody’s Ocak ayında görünümü durağandan pozitife çekmiş, Fitch Ratings ise Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu yükseltmişti.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.