Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Özgür Orhangazi : ‘ekonomi faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda’

Prof. Dr. Özgür Orhangazi, “İçinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmüyor. Ağır bir toplumsal bunalıma sürükleniyoruz. Günü kurtaran politikalar daha büyük sorunlara yol açıyor” açıklamasında bulundu.

Yayınlanma:

|

Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Özgür Orhangazi, içinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmediğine dikkat çekerek, ekonominin faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda olduğunu söyledi.

Orhangazi, “Yaz aylarında yeni bir faiz indirimi ve kredi genişlemesi dönemi ile büyüme desteklenmeye çalışılabilir, bu da büyük olasılıkla 2021’de ekonomik büyüme getirse de yeni bir döviz krizini tetikleyebilecek, faizlerin yeniden artmasını mecburi hale getirecek” dedi.  Türkiye ekonomisinde temel kırılganlık unsurunun bir süredir politika belirsizliği olduğunu, bunun diğer tüm sorunları da ağırlaştırdığını kaydeden Prof. Dr. Özgür Orhangazi, Cumhuriyet’ten Şehriban Kılıç’a konuştu. 

– TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisi 2021’in ilk çeyreğinde yüzde 7 büyüdü, inandırıcı mı bu nasıl büyüdük?

TÜİK’in son açıkladığı verilere göre 2021’in ilk çeyreğinde Türkiye ekonomisi reel olarak yüzde 7 büyümüş görünüyor. TÜİK’in hem büyüme hesaplarının hem de enflasyon hesaplarının tartışmalı olduğu açık ve bu verilerin detayları açıklandığında büyümenin kaynaklarını daha net göreceğiz ama ilk safhada dikkat çeken birinci şey bu kadar yüksek büyümenin dahi önemli bir istihdam yaratmamış olduğu.

Öte yandan bu oldukça eşitsiz bir büyüme olmuş. Geçen sene aynı dönemde çalışanların GSYH’den aldıkları pay yüzde 39 iken bu sene yüzde 35.5’e düşmüş. Karların payı ise yüzde 41.9’dan yüzde 45.8’e çıkmış. Normalde bu oranlar bir seneden ötekine bu kadar hızlı değişmezler. Değişimin hızı da eşitsizliklerin ne kadar sert bir biçimde arttığının göstergelerinden birisi olarak değerlendirilebilir.

Tabi bu büyüme istatistiklerini aynı dönemin ödemeler dengesi verileri ile de birlikte okumak gerekiyor. Merkez Bankası’na göre 2021’in ilk çeyreğinde yüksek faizler sayesinde 9.3 milyar dolarlık bir dış sermaye girişi görülmekte. Bunun da desteği ile yüzde 7’lik büyüme 7.8 milyar dolarlık bir cari açıkla birlikte gerçekleşmiş. Cari açık yaratan büyüme ise nihayetinde dış sermaye girişleri tersine döndüğünde TL’nin değer kaybının hızlanmasına katkıda bulunuyor ki son haftalarda kurlardaki yukarı yönlü hareketleri endişeyle izliyoruz zaten. 

GÜNÜ KURTARAN POLİTİKALAR

– Yükselen döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek faiz, düşük büyüme ve yüksek işsizlik… Türkiye ekonomisi bu noktaya nasıl geldi?

Türkiye ekonomisi 2017-2018’den itibaren yapısal bir krizin içerisine sürüklenmiş durumda. Bu kriz, eski büyüme modeline dönememek ama yeni bir büyüme modelinin de ortaya çıkmaması olarak kendisini gösteriyor. Önce 2002-2007 döneminde sonra da 2008-09 küresel finansal kriz arasından sonra 2010-2013 döneminde Türkiye ekonomisinde çok yüksek miktarda dış sermaye girişi olmuştu. Bu girişlerin önemli bir kısmı dış borç şeklinde gerçekleşti. Her iki dönemde de Türkiye ekonomisi yüksek büyüme oranları elde etti.

Bu dış sermaye girişleri Türk lirasının da çok uzun bir dönem değerli seyretmesine yol açtı. TL’nin görece değerli olması ise ithalatı arttırdı, bazı ihracat sanayilerinin yurtdışındaki rekabet gücünü azalttı, üretimin ithalata bağımlılığında artışa yol açtı ve özellikle 2010’larda rekor seviyelerde cari açıklar vermeye başladı ekonomi.

2014-2017 dönemi ise küresel likidite şartlarının değiştiği, dış sermaye girişlerinin yavaşladığı ve dolayısıyla hem büyümenin yavaşladığı hem de kurun arttığı bir dönemdir. Biriken finansal kırılganlıklar ve ekonomik dengesizlikler en nihayetinde 2018’de bir kur krizine yol açtı. Bu noktadan itibaren de ekonomi bir faiz-kur kıskacına sıkışıp kaldı.

Faizleri yüksek tutmak kuru bir süre stabilize etse de bu sefer borçların çevrilmesini güçleştiriyor, bir borç krizi olasılığını gündeme getiriyor ve özellikle inşaat odaklı büyümeyi zora sokuyor. Faizleri aşağı çekip kredi genişlemesine izin verdiğinizde ise cari açık artıyor, dış sermaye girişleri ya yavaşlıyor ya da tersine dönüyor, kur kontrolden çıkıyor, dış borçların ödenmesi güçleşiyor, ithal girdiler pahalanıyor, bu da enflasyonist etkilere yol açıyor.

İktidarın her ne pahasına olursa olsun inşaat odaklı büyümeyi sürdürme çabaları fırsat buldukça faizleri aşağıya çekmek, Kredi Garanti Fonu ve kamu bankaları gibi araçları kullanarak kredi üzerinden büyümeyi desteklemek üzerine kuruldu bu dönemde.

Buradaki temel çelişki büyümenin cari açıksız olmaması, dolayısıyla her büyüme döneminde cari açıktaki artışın döviz talebini arttırması ve yeterli dış sermaye girişi olmadığında da nihayetinde yeni bir döviz şoku ve mecburi faiz artışı olarak kendisini gösterdi. Ekonomi politikaları ise esasen günü kurtarmaya yönelik belirlendi. Nihayetinde gerek ekonomik gerekse siyasi ve jeopolitik şoklara aşırı duyarlı ve kırılgan hale gelen bu ekonomik yapı, Covid-19 salgınının getirdiği iç ve dış ekonomik gelişmelerle birlikte bugün içinden geçtiğimiz yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek işsizlik ortamına getirdi bizi. 

HALK DEĞİL ŞİRKETLER TERCİH EDİLDİ

– Covid-19 döneminde Türkiye hem vatandaşlara hem şirketlere en az destek veren ülkelerden biri, yoksulluğun arttığı, şirketlerin birçoğunun kapalı olduğunu da düşünürsek, vatandaşı ve şirketleri nasıl günler bekliyor?

Açıkçası gelir desteklerinin bu kadar düşük bir seviyede olmasının hiçbir mantıklı gerekçesi yok. Desteklerin büyük bir kısmı da İşsizlik Sigorta Fonu’ndan sağlandı zaten. Bu hafta açıklanan destekler ise hem çok geç hem de çok düşük. Nitekim Dünya Bankası’na göre salgında kapanan işletme sayısı da benzer ülkelerdeki sayıların oldukça üzerinde.

Yine bu rapora göre yoksulluk oranı da 2018’de yüzde 8.5’ten 2019’da yüzde 10.2’ye 2020’de de yüzde 12.2’ye çıkmış. Toplam ücretlerin GSYH içerisindeki payı ise yüzde 31.4’ten yüzde 29.4’e gerilemiş. Doğrudan desteklerin bu kadar düşük olması bir yandan talebi azaltarak ekonomik büyümeyi yavaşlatırken bir yandan da bu dönemde yaşanan gelir kayıpları düşünüldüğünde ödemeler zincirlerinin kırılmasına, ödenemeyen ve ödenemeyecek borçların artmasına sebep olarak finansal kırılganlıkların da artmasına yol açacaktır.

Yine bu dönemde üzerinde sıklıkla durulduğu gibi KÖİ garanti ödemelerine devam edilmiş olması da ekonomi yönetiminin salgın koşullarında var olan kaynakları geniş halk kesimlerinden esirgeyip büyük şirketlerin yararına sunmayı tercih ettiğini gösteriyor. Burada tercih etmek kısmının altını çizmek gerekir. Kaynak olmadığı için değil, kaynakların bu şekilde kullanılması tercih edildiği için … 

AĞIR BİR TOPLUMSAL BUNALIMA SÜRÜKLENİYORUZ

– Kısa çalışma ödeneği bu ay bitiyor. Ücretsiz izindekiler günlük 50 liraya geçinmek zorunda, işsizlik vahim boyutlara geldi. Bunun sonu nereye varır?

Türkiye ekonomisi yüksek büyüme dönemlerinde dahi istihdam yaratma kapasitesi sınırlı bir yapıya evrilmişti. Salgın döneminde ise geniş tanımlı işsizlik göstergeleri derin ekonomik buhran dönemlerinde görülecek seviyelere yükseldi. Ne yazık ki bu seviyelerden aşağı inmesi de çok kolay olmayacak.

Geçenlerde  açıklanan bir araştırmaya göre katılımcıların yüzde 26’sı “temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor.” Bu bulgu TÜİK’in yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfus tahminiyle de hemen hemen örtüşüyor. Tüm bunlar ağır bir toplumsal bunalıma doğru sürüklendiğimizi gösteriyor. Böylesine derinleşen bir yoksulluğun ve buna eşlik eden artan eşitsizliklerin doğuracağı bireysel ve toplumsal tepkileri öngörmek kolay değil ancak bu yoksullaşmanın ve eşitsizliklerin baskıcı politikalar olmadan yönetilmesi de mümkün görünmüyor. 

ENFLASYON AÇISINDAN BÜYÜK BİR TEHLİKE 

– Şu anda Türkiye ekonomisinin temel kırılganlıkları ve en can yakıcı sorunları nelerdir?

İktisadi olarak hep dış sermaye girişlerine bağımlılık, yüksek döviz borçları ve ithal girdiler yüzünden yüksek cari açıklar temel kırılganlıklar olarak görüldü.

Halen de öyle. Ancak hepsinin ötesine geçen temel kırılganlık unsuru bir süredir politika belirsizliği ve tutarlı bir politika çerçevesinin ortada olmaması. Bu diğer tüm sorunları da ağırlaştırıyor. ABD’de enflasyon endişelerinin arttığı bir ortamda Türkiye’nin tüm bu kırılganlıklarla birlikte çok fazla bir dış sermaye girişi çekmesi de mümkün görünmüyor. Bu bağlamda dış borçların çevrilebilmesi çok önemli sorun. Şimdilik özel sektör bu konuda pek bir sorun yaşamadı ancak dış borçların çevrilmesi giderek daha pahalı hale geliyor.

Öte yandan özel sektör döviz açık pozisyonunu hızla düşürürken kamunun döviz açık pozisyonu arttı, bir anlamda riskler kamuya kaydı. Bu sene olmasa da 2022’de artık Fed’in ABD’de artan enflasyona müdahale edip parasal genişlemeyi tersine çevirmesi ve faizleri yükseltmeye başlaması da bekleniyor ki bu olasılığın dillendirilmeye başlaması bile Türkiye ve benzeri ülkelere bırakın sermaye girişini yine sert sermaye çıkışlarına yol açacaktır. Gerek ABD’de gerekse dünyanın geri kalanında enflasyonda gözlenen artış, Türkiye gibi ithalata oldukça bağımlı bir ülkede zaten yüksek olan enflasyon açısından da büyük bir tehlike arz ediyor. 

YERLİ SERMAYE DE ÇIKIYOR

–  Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezerv tüketildi, bu Merkez’in güvenilirliği açısından bize neler söylüyor? İç ve dış piyasada nasıl algılanıyor?

Daha önce günü kurtarma politikaları diye tanımladığım uygulamalardan birisi de bir yandan faizi mümkün mertebe düşük tutarken bir yandan da arka kapıdan döviz piyasalarına müdahale ederek kurun yükselmesini engellemeye çalışmaktı. Günü kurtaran politikalar en nihayetinde çok daha büyük sorunlara yol açıyor. Şu anda net rezervleri ekside olan bir Merkez Bankası’nın yapabilecekleri zaten çok kısıtlı ve ne Merkez Bankası’nın ne de diğer kurumların içeride veya dışarıda bir güvenilirliği kalmış durumda. Öte yandan, yerli sermaye de fırsatını buldukça çıkıyor. 2017’den bu yana yerleşiklerin sermaye çıkışları çok yüksek düzeylerde seyrediyor. 

– Hazine ve Maliye Bakanının 15 Mart 2021 tarihindeki açıklamasına göre bankacılık sektörünün yakın izlemedeki kredi tutarı 387,5 milyar TL. BDDK 2021 Mart aylık bülten verilerine göre takipteki alacaklar 149,5 milyar TL. Batık krediler açısından ne tür riskler görüyorsunuz?

Bu istatistiklere bir şekilde yeniden yapılandırılarak vadesi uzatılan ama aslında geri ödemesi mümkün olmayan krediler dahil değil. Bu da bankacılık sektörünün önümüzdeki dönemde tahsil edemediği alacakların artması, zarar yazması ve dolayısıyla özkaynaklarında bir azalma anlamına gelecektir. Dolayısıyla önümüzdeki bir iki senede önemli miktarda özkaynak takviyesine ihtiyaç olacaktır. Bu alacakların kamu bankalarına ait kısmı ise görev zararı olarak tüm kamu kesiminin üzerine yüklenecektir. 

DOLARİZASYON DEVAM EDECEK

– Bu saatten sonra yerlileri TL’ye dönüşe ikna etmek, yabancı yatırımcıyı çekmek mümkün olabilecek mi?

Belirsizlikleri bu kadar yüksek olduğu bir ortamda dolarizasyon devam edecektir. Dış yatırımcı açısından ise son Merkez Bankası başkan değişikliği ile dış sermayenin en spekülatif unsurlarının dahi güveni kaybedilmiş durumda. Bundan sonra dış yatırımcıyı çekmek için çok çok daha yüksek getiriler sunmak gerekir ki bu da ülke kaynaklarının daha büyük bir kısmının uluslararası finansa aktarılması ve ilerisi için artan kırılganlıklar anlamına gelir. 

EKONOMİ BİR FAİZ-DÖVİZ KISKACINA SIKIŞMIŞ DURUMDA

– Bu krizden Türkiye’nin bir kurtuluş reçetesi yok mu, acil olarak atılması gereken adımlar nelerdir? Yıl sonu, büyüme, işsizlik, enflasyon, faiz, kur öngörüleriniz nelerdir?

Bu iki soruyu birlikte yanıtlamaya çalışayım. İçinde bulunulan durumdan kolay bir çıkış görünmemekte. Ekonomi bir faiz-döviz kıskacına sıkışmış durumda. Üretimin ithalata bağımlılığın yüksek olması ise her kur şokunun fiyat artışı olarak yansımasına yol açıyor. Bu tür krizlerin ortodoks çözümü genellikle IMF’yi içerir. IMF’den borçlanırsınız, faizi yükseltir, kamu harcamalarını kısar, ekonomik büyümeyi düşürürsünüz. Bu cari açığı yani döviz ihtiyacınızı azaltır, siz de milli gelirin daha büyük bir kısmını borç ödemelerine ayırırsınız. İktidarın IMF’yi kategorik olarak reddettiğini de biliyoruz.

Esasında 2020 Kasım’da uygulanmaya başlanan program bir IMF’siz IMF programı gibi görünmeye başlanmıştı. Ne var ki yüksek faizler de içerideki büyümeye çok olumsuz etki etmeye ve birçok iş çevresinde tepkiye yol açtı. Bunun dışında da hükümetin tutarlı herhangi bir ekonomi politikası yok. Bir şekilde yüksekte de olsa kurların dengeye gelmesini ve belki de o yüksek kurdan ihracatın artması ile devam etmeyi umuyor gibi görünüyor. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi giderek daha da öngörülmez bir hal alıyor. Öyle ki resmi enflasyon hedefi yüzde 5 olan Merkez Bankası dahi yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 9.4’ten yüzde 12.2’ye çıkarmış durumda ve fakat Nisan’da resmi yıllık enflasyon yüzde 17.4. Yüksek faiz, değersiz TL, yüksek enflasyon, yavaşlayan ekonomi ve artan işsizlik temel makroekonomik sorunlar olarak gündemimizi meşgul etmeye devam edecektir.

Yıl sonu büyümesi salgının gidişatına ve özellikle de turizm hedeflerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine bağlı görünüyor ki salgın kontrol altına alınmadığı sürece turizm hedeflerinin tutması da mümkün değil. Ancak yaz aylarında yeni bir faiz indirimi ve kredi genişlemesi dönemi ile büyüme desteklenmeye çalışılabilir, bu da büyük olasılıkla 2021’de ekonomik büyüme getirse de yeni bir döviz krizini tetikleyebilecek, faizlerin yeniden artmasını mecburi hale getirecektir. 

Okumaya devam et

EKONOMİ

S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notunu B’den B+’ya yükseltti.

S&P geçen Aralık ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken not görünümünü durağandan pozitife revize etmişti.

Diğer derecelendirme kuruluşu Moody’s Ocak ayında görünümü durağandan pozitife çekmiş, Fitch Ratings ise Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu yükseltmişti.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.