Connect with us

GÜNCEL

SURİYE’DE ESAD DÖNEMİ BİTTİ

Yayınlanma:

|

Suriye’de 13 yılı geçen iç savaşın ardından yeni bir döneme girilirken; 61 yıllık Baas Rejimi ve 53 yıllık Esad İktidarı sona erdi. Heyet Tahrir Eş-Şam öncülüğündeki muhalif gruplar Humus’un ardından Şam’a da girdi. Devlet Başkanı Beşar Esad, Şam’dan ayrılırken; Esad’ın rotasının ne olduğu şimdilik bilinmiyor.

Esad rejimi, Hafız Esad’ın 1970’te yaptığı darbe ile kuruldu. Baas Partisi ideolojisini benimsemiş gibi görünse de, rejim aslında mezhepsel bir oligarşi üzerine inşa edilmişti. Nusayri azınlık, özellikle ordu ve istihbarat mekanizmalarında mutlak hakimiyet sağladı. Bu yapı, Sünni çoğunluğu sistemden dışlayarak baskıcı bir düzen kurdu. Hafız Esad’ın yönetimi, 1982’de Hama’da gerçekleştirilen katliamla perçinlendi; on binlerce insanın ölümüne yol açan bu olay, rejimin “itaat etmeyen herkesin düşman olduğu” anlayışını gösterdi. Hafız Esad, bu katliam sonrası yaptığı bir konuşmada “Hama’yı yok ettik, Suriye’yi kurtardık” diyerek, rejimin şiddeti bir kurtuluş aracı olarak gördüğünü ilan etti. Beşar Esad ise babasının mirasını devralarak 2000 yılında iktidara geçti. Modern ve reformist bir lider olarak lanse edilmesine rağmen, Beşar, aynı baskıcı mekanizmaları daha ince yöntemlerle devam ettirdi.

ARAP BAHARI VE SURİYE

2011’de Dera’da başlayan protestolar, Arap Baharı’nın Suriye’ye yansımasıydı. Halk artık 50 yıl süren yolsuzluk, keyfi yönetim ve baskıya karşı dayanamayacağını haykırıyordu. Protestocuların talepleri başlangıçta basitti: Özgürlük, demokrasi ve insan hakları. Ancak rejim, reform sözü vermek yerine şiddetle cevap verdi. Beşar Esad, “Bu ülkenin kontrolünü kaybedersek, Suriye yanar. Benimle ya da kaosla yaşamak zorundasınız” diyerek halkın taleplerine kulak tıkadı. Rejim, güvenlik güçlerini halkın üzerine saldı. Bu, protestoları susturmadı; tam tersine, Suriye’nin her yerine yayılan bir isyan dalgasını tetikledi.

Bu olay, dünya tarihindeki pek çok otoriter liderin sonunu hatırlatıyordu. İran Şahı Rıza Pehlevi’nin “Halkın refahını arttırıyorum, ama onlar benim gitmemi istiyor” sözleriyle kendi halkından kopuşu, Esad’ın “terörist” ilan ettiği muhaliflerle bağını tamamen kopardığı duruma benziyordu. Suriye’de isyan dalgası büyürken, muhalefet, birleşik bir çatı oluşturamadı. Özgürlük ve demokrasi isteyen laik kesimler, silahlı İslamcı gruplarla aynı safta mücadele etmek zorunda kaldı. Bu durum, iç savaşı daha da karmaşık hale getirdi ve rejimin işine yaradı.

Suriye’de iç savaş, rejimin kendisini korumak için gösterdiği şiddet kadar, muhalefetin bir türlü birleşememesiyle de şekillendi. Muhalifler özgürlük ve demokrasi talep ederken, Esad rejimi mezhepsel çatışmayı körükleyerek halkı birbirine düşürdü. Nusayri azınlığı rejime bağımlı hale getirirken, Sünni çoğunluğu radikal gruplara yönlendirdi. Rejim, yolsuzlukla zayıflayan ekonomiyi kontrol edemedi; Kürt bölgelerinde PYD güçleri, doğudaki petrol sahalarını ele geçirerek kendi yönetimlerini kurdu. Esad’ın halkı aç bırakma politikası, rejimin suç dosyasını daha da kabarttı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, rejimin sadece Saydnaya Hapishanesi’nde 13 bin kişiyi infaz ettiğini belgeledi.

Tarih, halkına kulak tıkayan rejimlerin benzer kaderleriyle doludur. Romanya’nın devrik lideri Nicolae Ceaușescu’nun halkı açlığa mahkum eden politikaları, Esad rejiminin abluka stratejilerine benziyordu. Ceaușescu’nun “halkımız fedakarlıkla büyüyor” iddiası, Esad’ın “direniş gösteriyoruz” açıklamaları kadar gerçek dışıydı. Her iki lider de kendi halkını düşman ilan etmiş, bu düşmanlıkla sonlarına yürümüştü.

Picture background

Suriye’de Ayaklanma Sürecini Hazırlayan Faktörler

İç Faktörler

-Rüşvet ve yolsuzluk

Suriye’de ayaklanma sürecini hazırlayan en önemli faktörlerden biri olan rüşvet ve yolsuzluk, ülkede büyük bir kesime yayılmıştı. Gelir dağılımında yaşanan adaletsizliklerin artması vatandaşların temel ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmaktaydı. Halkın giderek yoksullaşması da onları isyana sürükleyen en önemli sebep olmuştur.

-Adam Kayırma

Suriye’nin en önemli sorunlarından birisi de işe alım konusunda yapılan ve kemikleşmiş olan adam kayırmacılığın rüşvet miktarına bağlı olarak yapılmasıydı. Bu da halk arasında işsizliğin artmasına sebebiyet vermekteydi. Ekonomide adil dağılımların olmaması bu süreçte halkı en çok yıpratan etken olmuştur.

-İnsan Hak ve Hürriyetleri

1967 yılındaki Arap-İsrail savaşında İsrail Suriye’nin Golan Tepeleri’ni işgal etmiştir. 1973 yılındaki savaşta Suriye, bu toprakların bir kısmını geri almış olmakla birlikte hala kağıt üzerinde İsrail ile savaş halinde bulunmaktadır çünkü topraklarının bir kısmı İsrail işgali altındadır ve İsrail BM kararlarına rağmen bu topraklardan çıkmaya pek niyetli değildir. Bu süreç, Suriye’de 40 yıl uygulamada kalacak olan Olağanüstü Hal Yasası’nın (OHAL) uygulamaya sokulmasına da neden olmuştur. Fiili seferberlik hali bitmesine rağmen yönetimin OHAL’i kaldırmaya yanaşmaması ülkede huzursuzluğa sebep olmuştur. Ayrıca, 40 yıl uygulamada kalan OHAL sadece bireysel haklar, basın özgürlüğü, ifade ve fikir özgürlüğü, çok partili siyasi hayat gibi hakları askıya almakla kalmamış; Suriye halkını istihbaratçı gölgesinde yaşamaya zorunlu hale getirmiştir.

-BAAS Partisi’nin politik açıdan iflas etmiş olması

İktidara geldiği 1970 yılına kadar hem kamu hizmetleri hem de politik anlamda etkin ve üretken olan parti, bir taraftan da OHAL uygulamasının verdiği avantajlardan faydalanmıştır. 2000’li yılların sonuna gelindiğinde partinin üye sayısı 5 milyona ulaşmış ve parti üyeliği siyasi bir kimlik değil iş bulma, güce ortak olma gibi amaçların bir vesilesi haline gelmiştir. Anayasa’nın 8.maddesinde yer alan “Baas Partisi toplumun ve ülkenin lideridir” ifadesi ile ülkede siyaset üstü hale gelen parti, zamanla devletin kendisi olmuştur. Kontrol eden muhalif partiler ve basın olmadığı için “ülkenin liderliğinden çok patronluğunu” yapan Baas partisi, 2011 yılına gelindiğinde politik açıdan iflas etmiş durumdaydı. Bu sebeple Baas partisi, kamu hizmetleri başta olmak üzere toplumsal hayatın her alanında kangrenleşmiş bir yapının sebebi olmuştur.

Picture background

Dış Faktörler

Ulusal ölçekteki çatışmanın bölgesel ve küresel bir anlaşmazlık halini aldığı Suriye krizi üç düzeyde değerlendirilmektedir. Ulusal düzeyde otoriter Baas yönetimiyle ayaklanan ve silahlanan halk arasında iç savaşa dönüşen bir çatışma vardır. Bölgesel düzeyde, ayaklanan halk lehinde tutum geliştiren ülkelerle Şam’da yönetim değişikliğine karşı çıkarak Esad rejimini destekleyen İran arasında bir nüfuz mücadelesi söz konusudur. Türkiye ve genel olarak Arap dünyası, Suriye halkının demokratik ve ekonomik hak ve özgürlük taleplerini desteklemekte, Baas iktidarı tekelinin son bulması gerektiğini beyan etmektedir. Tahran ise Suriye’de Nusayri azınlığın etkili olduğu mevcut iktidarın varlığını sürdürmesi gerektiğini savunmaktadır. İran, Suriye’de Esad iktidarı çözülürse kendi rejiminin tehlikeye girebileceğini, bölgedeki rejim değişikliği dalgasında sıranın kendisine gelebileceğini değerlendirmektedir. Ayrıca Tahran, Esad iktidarının devrilmesiyle Orta Doğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı Şii hilali projesinin de akamete uğrayacağını hesap etmektedir.

ABD’nin Suriye Politikası

ABD, Arap Baharı karşısında ihtiyatlı bir tavır sergilemiştir. Bazı Batılı ülkeler ve bölge ülkeleri ise yaşanan gelişmeler karşısında ABD’den gelecek tutuma göre hareket etme taraftarı olmuş ve özellikle Suriye konusunda büyük bir ikilemle karşı karşıya kalmışlardır. Amerika’nın Tunus ve Mısır’da değişimden yana açıktan tavır almasına karşı, Libya’ya askeri müdahale gündeme geldiğinde liderliği Fransa’ya bırakması ve Suriye söz konusu olduğunda ise Türkiye ve Arap Birliği’nin geliştirdiği stratejileri desteklemesi bunun en açık örneği olmuştur. ABD’nin Suriye politikasına baktığımızda ise kendisini sınırlayan belli bazı faktörler olduğu açıkça görülmektedir. Bunlardan en önemlisi süphesiz ki; ”Esad sonrası istikrarsızlık ve daha kanlı bir iç savaş korkusu”dur. Ülke içindeki farklı etnik ve mezhepsel grupların muhalefet olarak bile bütünlük sağlayamayışı, rejim yıkıldıktan sonra aralarında çıkabilecek çatışma olasılığını arttırmaktadır. Bu yaşanabilecek istikrarsızlık ve otorite boşluğu ABD’nin olası stratejileri kapsamında pek olumlu sonuçlar doğurmamaktadır. Yani askeri ve siyasi muhalefetin dağınık olduğu, Esad rejiminin alternatifinin olmadığı bir Suriye’de güçlenebilecek diğer grupların -radikal İslamcılar gibi- olması da ABD’nin adım atmamasının sebepleri arasında gösterilebilmektedir. Tabii bu faktörlerin yanı sıra ABD’yi Suriye konusunda harekete geçmeye iten faktörler de bulunmaktadır. Bunların en başında ise; kimyasal silahların merkezi kontrolden çıkması gelmektedir. Bu konuda duyulan endişenin en yakın örneği de geçtiğimiz ay, Şam’da sivil halka sarin gazı kullanılmasıdır. Suriye Ulusal Konseyi’nin iddiasına göre, 1300 kişinin ölmesine sebep olan bu olay iki yıllık iç savaştaki en büyük katliamdır. BM denetçileri tarafından hazırlanan raporda ise, saldırıdan belli bir taraf sorumlu tutulmamıştır. Bu olayın ardından, Amerika Birleşik Devletleri’nin saldırıdan Suriye hükümetini sorumlu tutmasıyla askeri müdahale tehditleri yapılmaya başlandı fakat daha sonra ABD ve Rusya’nın vardığı anlaşma uyarınca Suriye’nin kimyasal silahlarını devretmesi istendi. ABD’yi adım atmaya iten bir diğer konu da artık insani bir mesele olmaktan çıkıp stratejik bir tehdit boyutuna dönüşen mülteci meselesidir. 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci Ürdün, Lübnan, Türkiye, Irak ve Mısır’a yerleşmiş durumdadır. Bu sayı ülkede istikrarın her geçen gün daha da bozulması ile giderek artmaktadır. Bu durum insani açıdan çok büyük sorunlar doğursa da bu ABD’yi Suriye konusunda ikna için yeterli olmamaktadır. Ancak mülteci sorunu giderek tüm Ortadoğu bölgesini etkileme potansiyeline sahip stratejik bir soruna dönüşmekte, Suriye sorununun bölgeselleşmesine neden olmaktadır.

İran’ın Suriye Politikası

Tahran, Sünni Arap dünyasına karşı oluşturmak istediği Batı karşıtı Şii Hilali’nin en önemli parçası ve vazgeçilmez askeri ve stratejik müttefiki Suriye’de yaşanacak bir rejim değişikliğinin, Tunus ve Libya örneklerinden farklı olarak, bölgede İslam devrimini ve hatta belki de, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan dengeleri yok etme potansiyeline sahip olduğu düşüncesiyle rejim yanlısı bir politika izlemiştir.

İran açısından BAAS rejiminin çökmesi ve yerine Sünni İslamcı yeni yönetimin gelmesi ilişkilerinin boyutunun değişmesi demektir. Bunun yanı sıra kurulacak yeni Suriye yönetiminin batıyla ittifak içinde olma olasılığı da İran’ı endişelendirmektedir. İran’ın hali hazırdaki bölgesel nüfuzunu zayıflatacak özellikle Hizbullah ile bağlantı noktasını sınırlayacak ve İsrail tehdidine karşı kontrolünü azaltacak herhangi bir oluşumu istememesi, bu konudaki stratejilerini belirlemesini sağlamıştır.

Picture background

Rusya ve Çin’in Tutumu

Rusya ve Çin Suriye Krizi konusunda, diğer BM daimi temsilcilerinden farklı bir tutum sergilemektedir. Rusya’nın bu stratejiyi belirlemesindeki en önemli etken şüphesiz ki ABD’yle olan nüfuz mücadelesidir. Ayrıca Suriye, Rusya için jeopolitik bir öneme de sahiptir. Rusya’nın sıcak denizlerle olan bağlantı noktasında bulunan Suriye’nin batıya dönük veya ABD nüfuzu etkisinde olması kuşkusuz Rusya’nın çıkarları doğrultusunda olmayacaktır. Çin yönetiminin Rusya ile birlikte hareket ederek Batı’nın karşısında yer almasının sebebi ise; ABD’nin Asya-Pasifik stratejisiyle alakalıdır. ABD’nin bu bölgede yapmayı amaçladığı ekonomik yatırımlar Çin’in endişelenmesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca ABD’nin Tayvan’a silah satması da Çin’i tedirgin eden bir başka sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi bu iki ülkenin Suriye’ye uluslararası müdahaleye mesnet teşkil edebilecek kararları engellemesi ve Rusya’nın iktidar değişimini önlemek için Esad rejimine destek sağlaması bu stratejilerin bir sonucudur.

Avrupa Birliği’nin Tutumu

AB’ye yön veren Fransa, Almanya, İngiltere ve diğer AB üyesi ülkeler Suriye’de yaşananlar konusunda ortak bir görüş içerisinde olarak Esad rejimini daima eleştirip suçlu ilan etmişlerdir. Bu ülkeler, BM ve Arap Birliği’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan tarafından yapılan çalışmalara da destek vererek bu konudaki net tavırlarını ortaya koymuşlardır. Ancak tüm bunlara rağmen, AB’nin Suriye konusunda etkin ve ortak bir politika geliştirebildiği söylenememektedir. Kofi Annan’ın çalışmalarını destekleyen AB’nin yalnız Suriye’ye silah satışını durdurması yönündeki kararı bu çerçevede yapılan önemli bir girişim olarak kabul edilebilmektedir. Bu karar da Rusya’nın Suriye’nin silah tedarikçisi olması ve tedarike devam etmesi sebebiyle etkisini yitirmektedir.

Türkiye’nin Suriye Krizi’ndeki Yeri

Türkiye’nin, Arap Baharı çerçevesinde takındığı ve otoriter yönetimlerin iktidardan ayrılması yönünde gösterdiği tavır ve politikalar Suriye Krizi’nde adeta duvara çarpmıştır. Tabii buna neden olan küresel ve bölgesel bazı etkenler bulunmaktadır. AKP iktidarı süresince ”komşularla sıfır sorun” politikası neticesinde kurmuş olduğu ilişkinin bir sonucu olarak Türkiye, bu süreçte aktif bir rol almak istemiş ve stratejilerini buna göre belirlemiştir. Türkiye Suriye konusunda, rejim karşıtı bir tavır sergileyerek muhaliflerin yanında yer almıştır. Ancak Ankara yakın zamana kadar çok iyi ilişkiler içinde olduğu ve anayasal reformlar yoluyla dönüşmesi için çaba sarf ettiği Suriye rejiminin muhalif eylemler ve hatta silahlı bir direnişe karşı tecrübesini hesaba katmamıştır. Ankara’nın Suriye ile ilgili öngörülerinin gerçekleşmemesinin nedenleri olarak; rejimin direncini, muhaliflerin yapısını ve bölgesel aktörlerin etkinliğini doğru okuyamaması sıralanabilmektedir. Türkiye’nin bu öngörü eksikliği bölgede en çok Türkiye-İran ilişkilerini etkilemiştir. İki ülkenin sorunun farklı taraflarında yer alması ikili ilişkilerin gerilmesine sebep olmuştur. Böylelikle Suriye politikasında yalnız kalan Türkiye, bölgede olan etkisini de yitirmeye başlamıştır.

Krizin Türkiye açısından diğer önemli bir hususu ise, sorunun iç savaşa dönüşmesiyle, güney sınırında ciddi bir güvenlik tehdidi oluşturmasıdır. Sınırda yaşanan bu gerginlikler, ülkenin iç sorunu olmaya doğru eğilim göstermiştir. Türkiye, hem demokratikleşme sürecine dahil olma hem de sorunu çözme isteği neticesinde muhaliflerle temas kurarak, muhalefetin toplantılarına da ev sahipliği yapmıştır. Suriye Krizi’nde bölge ülkelerinin en önemli sorunlarından birinin de mülteciler olduğuna değinmiştik. Suriyeli sığınmacıların Türkiye ekonomisine ciddi bir yük oluşturduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Buna ek olarak, çadırkent ve konteynerkentlerin yer aldığı bölgelerde oluşan güvenlik riskleri bölge halkını da olumsuz şekilde etkilemektedir.

Suriye’deki iç savaş ülkenin iç sorunu olan Kürt meselesini de etkilemektedir. Esad rejiminin PKK terör örgütünü Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusundaki Kürtlerin muhalefete katılmasını engellemek maksadıyla kullanması, bu doğrultuda örgüte silah ve mühimmat tedarik etmesi, PKK’ya bölgede hareket alanı sağlamıştır. Bunun neticesinde, PKK Esad rejiminin sağladığı himaye ile Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda PYD ile birlikte varlık göstermekte, militan kaynağını Suriyeli Kürtlerden temin etmeye çalışmaktadır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen KCK sisteminin parçaları olarak hareket eden PKK ve PYD bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik etmektedir. Tüm bunların sonucunda, Suriye kirizinin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bir tehdit oluşturduğu, dolayısıyla bu krizin bir dış meseleden çok ülkenin iç meselesine dönüştüğü görülmektedir. Bu sebeple sorunun çözülmesiyle ilgili atılacak her adımın ihtiyatlı bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye, Suriye krizini değerlendirirken krizin sadece Suriye ile sınırlı bir mesele olmadığını dikkate almalıdır zira Türkiye’nin Suriye Krizi’nde tekrar düşeceği bir hata, altından kalkılamayacak sonuçlar doğurabilme riski taşımaktadır.

Picture background

Sonuç

Suriye krizi Suriye ile sınırlı kalmamış, bölgesel ve küresel düzeyde bir mücadeleye yol açmıştır. Ulusal ölçekte iç savaş halini alan kriz, Orta Doğu’da İran liderliğindeki Şii unsurlarla Körfez ülkelerinin öncülüğündeki Arap devletleri arasında rekabete yol açarken, küresel ölçekte demokratikleşme hareketlerini destekleyen Batılı aktörlerle Rusya ve Çin gibi otoriter yönetimleri müdafaa eden devletler arasında anlaşmazlığa dönüşmüştür. Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla başlatılan çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, Suriye’ye uygulanan yaptırımlara karşı Esad rejimi Rusya, Çin, İran, Irak ve Hizbullah’ın desteğini alarak direnç göstermiştir.

Suriye’de iki yılı aşan ayaklanma süreci silahlı çatışmalarla birlikte şiddet sarmalına dönüşmüş ve buralarda yaşayan insanların bir kısmının Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi çevre ülkelere sığınmasına sebep olmuştur. Birçok ev ve iş yeri tahrip olmuş ve ülkede yaşam alanı çoğu yerde kısıtlanmıştır. Bunların yanı sıra çok sayıda sivil ölümleri yaşanmıştır. Sorunun bölgesel ve küresel güçlerin elinde bir türlü evrilememesi ve Esad rejiminin direnci yüzünden gün geçtikçe karmaşık bir yapıya dönüşmesi kaçınılmaz olmuştur. Geçtiğimiz Ağustos ayında yaşanan kimyasal silah saldırının ardından beliren müdahale ihtimali şu anda askıya alınmış gözükmektedir. Ayrıca, silahı kimin kullandığının belirsizliği ve BM denetçilerinin bu konuda yaptığı çalışmalar devam etmektedir ve sorunun yeni bir boyut kazanması için Ekim ayından sonra yapılması beklenen Cenevre Barış Konferansı beklenmektedir. Yaşanan son gelişmelere bakıldığında, ülkede muhalefet ve rejim açısından artık son aşamaya gelindiği görülmektedir.

Kaynak: Duvar/BİMİMAR/Ekonomim

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

AKIL TUTULMASI NEDİR?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Akıl tutulması, kişinin olağan düşünme ve mantık yürütme yeteneğinin aniden devre dışı kalması veya körelmesi durumudur. Bu durum genellikle yoğun duygusal, psikolojik ya da toplumsal baskılar altında ortaya çıkar. Akıl tutulması, bireyin kendi mantığına aykırı hareketler yapmasına ya da yanlış kararlar almasına neden olabilir.

Akıl Tutulmasının Nedenleri

  1. Yoğun Duygusal Baskı: Korku, öfke, hayal kırıklığı gibi güçlü duygular, kişinin mantıklı düşünmesini engelleyebilir.
  2. Toplumsal Etki: Kalabalık grupların etkisi altında kişinin bireysel düşüncesini kaybetmesi (örneğin, “sürü psikolojisi”).
  3. Bilgi Eksikliği: Yetersiz bilgi veya yanlış bilgilendirme, kişinin sağlıklı kararlar almasını zorlaştırabilir.
  4. Stres ve Travma: Şok edici bir olay ya da yoğun stres, kişinin zihinsel fonksiyonlarını geçici olarak zayıflatabilir.

Akıl Tutulmasının Belirtileri

  • Mantıksız ya da düşüncesiz davranışlar
  • Eleştirel düşünme becerisinin azalması
  • Kalabalığın görüşüne kolayca kapılma
  • Ani kararlar alma ve pişmanlık duyma

Örnekler

  • Toplumsal olaylarda, kitlelerin şiddete başvurması.
  • Bir kişinin, aşırı panik nedeniyle yanlış veya riskli bir karar alması.
  • Mantıksız bir ideolojinin ya da düşüncenin geniş kitlelerce benimsenmesi.

Çözüm ve Öneriler

  • Duyguları Kontrol Etme: Duygusal bir durumdayken sakinleşmek ve durumu tekrar değerlendirmek.
  • Bilgi Edinme: Karar almadan önce durumu objektif şekilde analiz etmek ve bilgi toplamak.
  • Bağımsız Düşünce: Grup etkisinden sıyrılarak kendi mantığını devreye sokmak.
  • Uzman Desteği: Akıl tutulmasına neden olan durumu anlamak için bir profesyonele danışmak.

Akıl tutulması geçici bir durumdur ve farkındalık, kişinin bu durumdan çıkmasına yardımcı olabilir.

AKIL TUTULMASI YAŞAYAN BİR TOPLUMU NASIL ETKİLER?

Akıl tutulması yaşayan bir toplum, bireysel ve kolektif karar alma süreçlerinde sağlıklı düşünce ve mantığın devre dışı kaldığı bir duruma sürüklenir. Bu, toplumsal düzeyde ciddi sonuçlara yol açabilir. Aşağıda, böyle bir durumun toplumu nasıl etkileyebileceğine dair bazı önemli başlıklar yer alıyor:

1. Toplumdaki Karar Alma Süreçleri Bozulur

  • Rasyonel düşüncenin yerini duygular alır: Toplum, korku, öfke ya da aşırı coşku gibi duygularla hareket ederek, sağduyulu kararlar almakta zorlanır.
  • Kısa vadeli düşünce: Uzun vadeli faydalar yerine anlık ve yüzeysel çözümlere yönelim artar.
  • Yanlış liderlerin yükselişi: Mantıklı düşünce devre dışı kaldığında, popülist ya da manipülatif liderler kolayca güç kazanabilir.

2. Toplumsal Bölünmeler ve Çatışmalar Artar

  • Kutuplaşma: Akıl tutulması yaşayan bir toplum, farklı gruplar arasında keskin çatışmalara yol açabilir. “Biz ve onlar” ayrımı belirgin hale gelir.
  • Empati eksikliği: Toplumda farklı görüşlere ya da inançlara karşı tahammülsüzlük artar.
  • Şiddet ve kaos: Rasyonel düşünce yerini içgüdüsel tepkilere bıraktığında, şiddet olayları ve toplumsal huzursuzluk yaşanabilir.

3. Ekonomik ve Siyasi İstikrarsızlık Oluşur

  • Ekonomik hatalar: Akıl tutulması yaşayan bir toplumda ekonomik kaynaklar verimsiz kullanılır ve israf artar.
  • Kurumlara güven azalır: Toplumda devlet kurumlarına, medyaya veya diğer güvenilir otoritelere olan inanç zayıflar.
  • Uluslararası itibar kaybı: Mantıksız politikalar ve sosyal çatışmalar, ülkenin uluslararası düzeyde itibarını zedeler.

4. Manipülasyon ve Yanlış Bilgilendirme Yaygınlaşır

  • Propaganda etkisi: Toplumun duygusal karar alma eğilimi, manipülatif propagandalarla daha da kötüleşir.
  • Yanlış bilgi (dezenformasyon): Bilgi kirliliği artar ve insanlar gerçek ile yalanı ayırt etmekte zorlanır.
  • Sürü psikolojisi: İnsanlar bireysel olarak düşünmek yerine kalabalığın hareketine katılır.

5. Toplumun Gelişimi Yavaşlar

  • Bilim ve sanat geriler: Mantık ve eleştirel düşünce geri plana itildiğinde, toplumda yenilikçilik ve yaratıcılık azalır.
  • Eğitim seviyesi düşer: Eleştirel düşünceyi destekleyen eğitim sistemleri zarar görebilir.
  • Toplum geriye gider: Yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler üretemeyen toplum, diğerleriyle rekabet edemez hale gelir.

Çözüm Önerileri: Akıl Tutulmasından Çıkış Yolları

  1. Eğitim ve Bilinçlendirme: Eleştirel düşünceyi ve mantığı destekleyen bir eğitim sistemine öncelik verilmelidir.
  2. Duygusal Tepkilerin Azaltılması: Toplumsal korku ve öfkeyi yatıştıracak, uzlaşma odaklı liderlik sergilenmelidir.
  3. Manipülasyona Karşı Korunma: Yanlış bilgiyle mücadele etmek için bağımsız ve güvenilir kaynaklardan bilgi edinilmelidir.
  4. Demokrasi ve Hukukun Güçlendirilmesi: Adalet sistemi ve demokratik değerler, toplumun akıl tutulmasından çıkışında kilit rol oynar.
  5. Birlik ve Empatiyi Teşvik Etmek: Toplumda diyalog ve hoşgörü kültürü geliştirilmelidir.

Sonuç olarak, akıl tutulması, bir toplumda derin yaralar açabilir ve uzun vadede ciddi sorunlara yol açabilir. Bu tür bir krizden çıkmak için farkındalık, doğru liderlik ve eleştirel düşünceye dayalı bir yaklaşım gereklidir.

AKIL TUTULMASI SENDROMUNDAN ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ?

Evet, akıl tutulması sendromundan çıkış mümkündür, ancak bu süreç bireyler ve toplumlar için çaba, farkındalık ve doğru müdahaleleri gerektirir. Akıl tutulması, genellikle geçici bir durumdur ve uygun adımlarla mantıklı düşünce süreçleri yeniden tesis edilebilir. İşte bu sendromdan çıkış için atılabilecek adımlar:


1. Farkındalık Yaratmak

  • Sorunun kabul edilmesi: Akıl tutulması yaşayan bireylerin veya toplumların, bu durumun farkına varıp kendi hatalarını kabul etmesi, iyileşmenin ilk adımıdır.
  • Eğitim ve bilgi paylaşımı: Gerçeklere dayalı bilgi ve eğitim, yanlış düşünce kalıplarının kırılmasına yardımcı olabilir.
  • Kritik olayları analiz etmek: Toplum, kendini sorgulamaya teşvik edilmelidir. Bu, geçmişteki hatalardan ders çıkarılmasını sağlar.

2. Duygusal Tepkileri Azaltmak

  • Sakinleşme ve dinlenme: Aşırı duygusal tepkilerden uzaklaşmak, mantıklı düşünceyi yeniden kazanmayı kolaylaştırır. Bireyler, stres ve panik durumunda karar almaktan kaçınmalıdır.
  • Kutuplaşmayı azaltmak: Toplumdaki farklı gruplar arasındaki çatışmaların çözümü için diyalog ortamı sağlanmalıdır.

3. Eleştirel Düşünceyi Geliştirmek

  • Bilgiye dayalı karar alma: Yanlış bilgilere dayalı kararlar yerine, doğrulanmış verilere dayalı hareket edilmelidir.
  • Sorgulama alışkanlığı: İnsanlar, duydukları ve gördükleri bilgileri sorgulamayı öğrenmelidir. Özellikle medya ve sosyal medyadaki manipülasyonlara karşı dikkatli olunmalıdır.
  • Kültürel ve tarihi perspektif: Toplumlar geçmiş deneyimlerden ders alarak daha bilinçli hareket edebilir.

4. Güçlü Liderlik ve Örnek Olma

  • Uzlaşmacı liderler: Akıl tutulmasından çıkış, toplumun güvenebileceği, sakin ve çözüm odaklı liderlik gerektirir.
  • Rol model: Mantıklı düşünen, uzlaşı sağlayan ve toplumu birleştiren bireyler, çevrelerine ilham verebilir.

5. Hukukun ve Demokrasinin Güçlendirilmesi

  • Adaletin sağlanması: Toplumda adaletsizlik hissi varsa, bu duygunun giderilmesi için güçlü bir hukuk sistemi kurulmalıdır.
  • Demokratik süreçlerin korunması: Bireylerin özgürce düşünme ve ifade etme hakları garanti altına alınmalıdır.

6. Toplumun Manipülasyona Karşı Korunması

  • Doğru bilgi kaynakları oluşturmak: Medya ve iletişim araçlarında şeffaflık sağlanmalı, dezenformasyona karşı etkili önlemler alınmalıdır.
  • Propagandayla mücadele: Yanıltıcı mesajlara karşı bireyler eğitilmeli ve topluma doğru bilgi sunulmalıdır.

7. Psikolojik ve Sosyal Destek

  • Psikolojik destek: Akıl tutulması, bireysel düzeyde psikolojik bir travmanın sonucu olabilir. Profesyonel destek, bireyin bu durumdan kurtulmasına yardımcı olabilir.
  • Toplumsal dayanışma: İnsanlar arasında dayanışma ve empati teşvik edilerek toplumsal bağlar güçlendirilebilir.

Sonuç Olarak:

Akıl tutulması sendromundan çıkış mümkündür ve bu süreç şu temel faktörlere dayanır:

  • Farkındalık: Durumun bilincine varmak.
  • Doğru bilgi ve eğitim: Gerçek bilgiye erişimi sağlamak.
  • Duyguların kontrolü: Öfke, korku ve panik gibi aşırı duygusal tepkileri yönetmek.
  • Liderlik ve organizasyon: Toplumun doğru bir şekilde yönlendirilmesi.

Bu süreç sabır gerektirir; bireyler ve toplumlar, mantıklı bir yaklaşımla bu durumdan kurtulabilir ve daha sağlıklı bir düşünce yapısına kavuşabilir.

Okumaya devam et

GÜNCEL

Ülkemizde İtfaiye’nin Yangın Projelerini Denetleme Yetkisi Yok

Yayınlanma:

|

Yazan:

Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik, 2007 yılında yayınlandı. Uzmanlar yönetmeliğin eksikliklerle dolu olduğunu söylüyordu. Ne var ki, yönetmelik yayınlandıktan 5 yıl sonra denetime büyük bir darbe vuran, 5 Nisan 2012 günü Resmi Gazete’de bir Bakanlar Kurulu kararıyla yönetmelikte değişiklik yapılmış. Değişikliklerin adı neydi derseniz? “Kamu Kurum ve Kuruluşlarına İşçi Alınmasında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik ve Bazı Yönetmeliklerde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”

Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik’te de tek bir cümle değiştirilmiş. Yönetmeliğin 6. maddesinin 4. fıkrası şöyle iken: “Projeler; ilgili belediye itfaiye birimlerinin uygun görüşü alındıktan sonra, ruhsat vermeye yetkili merciler tarafından onaylanarak uygulanır.”

Bu madde şöyle değiştirilmiş: “Projeler; ruhsat vermeye yetkili merciler tarafından onaylanarak uygulanır.” Yani “itfaiye birimlerinin görüşü” alınır kısmı yok edilmiş.

Aynı tarihlerde, Şehircilik ve Çevre Bakanlığı tarafından “Yapı kullanma izinlerinde başvuru sahibinden bilgi ve belge istenmesine ilişkin esaslar” başlığı altında hazırlanan değişiklikler, 3 Nisan 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe sokulmuş. Değişiklik şu şekilde yapılmış:

“Yapı kullanma izni vermeye yetkili idarece, başvuru sahibinden kullanılan malzemenin irsaliye ve faturası, doğalgaz uygunluk belgesi, yangın güvenlik (itfaiye) raporu, sığınak raporu, emlak alım vergisi ilişik kesme belgesi, yapı denetim kuruluşu tarafından gerçekleştirilen temel, toprak ve ısı yalıtım vizeleri başta olmak üzere herhangi bir vize işlemi için ilgili idarece hazırlanacak onay belgesi, çevre düzenine ilişkin yazı, işgaliye borcu olmadığına ilişkin yazı, vergi dairelerinden vergi borcu olmadığına ilişkin belge, belediye tarafından alınan vergi ve harçların makbuzları ve buna benzer belgeler istenmez.”

Değişiklikler sonrasında uzmanlar uyarılarda bulunarak, tepki göstermiş. Onlardan birisi de İTÜ Makine Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr.Abdurrahman Kılıç Yangın ve Güvenlik Dergisi 170. Sayısında değişiklik için şunları yazmış:

“Çevre Bakanlığı’nın yayımladığı genelge doğrultusunda, yangın projeleri itfaiye elemanlarınca incelenmeyecek ve iskân kontrolleri itfaiye tarafından yapılmayacak. Yangın projelerinin incelemesini ve iskan kontrollerini ilçe belediyeleri yapacak. Önleme, kurtarma ve söndürme olmak üzere üç saç ayağı üzerine kurulu olan itfaiyenin bundan sonra bir ayağı olmayacak. Daha doğrusu böyle bir kuruma artık itfaiye demek de doğru olmayacak. Belki Tulumbacılığa dönüş demek daha doğru olur. İtfaiye sadece bina kullanılmaya başladıktan sonra denetim yapacakmış. Denetim yapsa da yetkisi olmadığından sadece göstermelik olacaktır. Avrupa’da projelerin itfaiye tarafından incelenmediği Türkiye’den başka bir ülke gösterilemez”

Erkan AYAN-erkanayan.net

Bu resim için metin sağlanmadı

Bu resim için metin sağlanmadı

Okumaya devam et

GÜNCEL

BÜLTEN: Ulusal kurtarıcı göreve başladı: Hoş geldin yüksek volatilite dönemi

Yayınlanma:

|

Yazan:

Martin Luther King Jr. günü nedeniyle ABD piyasaları dün kapalı konumda olsa da, seçilmiş başkan Trump’ın yemin töreni öncesinde küresel mali piyasalar genel hatları ile iyimser bir seyir izledi. Hatta bir adım geriye gidersek, geride bıraktığımız hafta, her ne kadar tedirgin başlasa da, Trump’ın ekonomi takımının enflasyon yaratmamak adına kademeli tarife artışı senaryosu üzerinde çalıştığı yönünde haberler, yine ABD’de zayıf enflasyon verileri ile birleşerek haftanın iyimser bir havada tamamlanmasına neden olmuştu.

Seçim sürecinde ve sonrası büyük bir ‘gürültü’ kopartan Trump, dün yemin ederek ikinci kez ve 47. ABD Başkanı olarak göreve resmen başladı. Amerika’nın “ihanet ve çöküş yıllarından” kurtarılması gerektiğini vurgulayan Trump, göçmenlik politikalarını öncelikli hedefi olarak ilan ederken, kendisini Tanrı tarafından seçilmiş bir ulusal kurtarıcı olarak tanımladı. Soğuk hava nedeniyle Kongre Binasının içinde gerçekleştirilen törende yaptığı konuşmada, 2020 seçim sonuçlarına ve önceki dönemin politikalarına yönelik eleştirilerde bulunarak, başkanlık dönemini radikal bir dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci olarak tanımladı. Göreve başlama gününü “Kurtuluş Günü” olarak adlandıran Trump, bu dönemin Amerika için yeni bir başlangıç olacağını ifade etti.

Trump’ın yemin töreni öncesinde ABD dolarında geniş çaplı bir düşüş yaşanırken, ABD borsalarının kapalı olduğu günde Avrupa hisse senetlerinin yükselişe geçtiğini gördük. Yeni yönetimden bir yetkilinin, Trump’ın göreve başlar başlamaz ithalat tarifeleri uygulamayacağı yönünde açıklaması piyasalarda iyimserlik yarattı. DXY, ABD’nin en büyük ticaret ortaklarının para birimleri karşısında sert düşüş yaşadı. Bu gelişmeler, Trump’ın kademeli bir ticaret politikası izleyebileceği algısını güçlendirdi. Ayrıca, Trump’ın yeni kripto parası $TRUMP piyasada büyük ilgi gördüğünü de not edelim.

Biraz daha detaylandırmak gerekirse, haftanın ilk iş günü mali piyasalar açısından temkinli iyimser bir mod ile geçtiğini söyleyebilirim. Trump yönetiminden gelen tarife artışı şimdilik yok yönünde haber ile ABD’de vadeli endeksler yükselişe geçerken, Kıta Avrupasının ortak para birimi EUR ilk nazarda 1,04 seviyelerine kadar yükseldi. Altının ons fiyatı 2,725 dolar seviyesine kadar yükselirken, amiral gemi Bitcoin ise dalgalı bir seyir kaydederek, 109bin dolar seviyesini aşmak suretiyle yeni bir rekor kırması ardından, yemin töreni sırasında sert bir şekilde geriledi.

Koltuğa oturduğu ilk gün, Meksika sınırında acil durum ve Paris iklim anlaşmasından çıkmak gibi pek çok noktada kararname imzalayan Trump, Reuters haberine göre, daha önce söz verdiği gibi ilk gün hemen gümrük vergisi uygulamasa da, yasa dışı göçmenler ve ABD’ye fentanil geçişi nedeniyle 1 Şubat itibariyle Kanada ve Meksika’dan yapılan ithalata %25 vergi uygulamayı düşündüğünü söylemesi, iyimser havayı törpüledi. Trump’ın ikinci döneminin yüksek volatilite ile geçeceğini hemen hemen her gün ele alsak da, malûmunuz olduğu üzere, bizi ilgilendiren en büyük konu başlığı ise izleyeceği politikalarının enflasyon üzerinde etkili olup olmayacağıdır. Daha önce de dile getirdiğimiz üzere, masanın altın kuralının yine değişmeyeceğini düşünüyoruz. Bir iş adamı ve pragmatist bir kişi olan Trump’ın ilk nazarda korku salarak devamında ise anlaşma yoluna gideceğini düşünüyoruz. Bu yönde izlenecek politikalarının da illaki enflasyonist olacağını iddia edemeyiz. Bu bağlamda geçen hafta %4,80 seviyesini test eden 10 yıllık gösterge ABD tahvil getirisi bu sabah %4,53 seviyesine kadar geriledi!

Türkiye cephesinde ise USDTRY kuru kamu otoritesinin kontrolünde 35,55 – 35,60 seviyelerinde salınmaya dün de devam etti. Öte yandan, EURUSD paritesinde yaşanan dünkü sert yükseliş ile EURTRY kuru anlamlı oranda artış kaydederek psikolojik 37,00 seviyesinin üzerine yükselerek son iki ayın en yükseğini test etti. Hatırlatma yapmak gerekirse, EUR cephesinde yaşanan anlamlı yükselişleri satış fırsatı olarak okuyacağımızı daha önce belirtmiştik. Bu minvalde, EUR’da yaşanan yükselişi EUR gelirlerini hedge etmek maksadı ile kullanılabileceğini düşünüyoruz. Öte yandan, TCMB’nin multi yılların zirvesine yükselen döviz rezervlerindeki iyileşmenin de yardımı ile, KKM’den çıkış stratejisini hızlandırdığını görüyoruz. Dün yapılan açıklamada, altı ve on iki vadeli KKM hesabı açma ve yenileme imkânlarının sonlandırıldığı paylaşıldı.

BİST100 ana endeksi günü %0,5 oranında artışla tamamlarken önemli bir eşik olarak gördüğümüz 10bin endeks seviyesinin de üzerinde kapanış gerçekleştirdi. Öte yandan, bankacılık endeksinin %1,25 yükseldiği günde, yeni para girişinin istenilen düzeyde olmaması, yabancı yatırımcının da uzun süredir devam eden ilgisizliği, yükselişin kalıcı olup olmayacağını sorgulattı. Öte yandan, TCMB’nin 2025 yılına faiz indirim hikâyesi ile başlamasının yanı sıra başarılı geçen ihalelerinin de yardımı ile TL cinsi tahvil faizleri ikincil piyasada gevşeme dün de devam ederken, son dört iş gününde iki yıl vadeli gösterge tahvilin bileşik faizi %1’den fazla gerileyerek %38,60 seviyesini test etti. Siyasi tarafta ise, Zafer Partisi Başkanı Özdağ Cumhurbaşkanına, CHP Gençlik Kolları Başkanı Aydın ise Başsavcıya hakaret ithamı ile gözaltına alındı. Olaya itiraz eden İstanbul Büyükşehir Başkanı İmamoğlu hakkında soruşturma başlatıldı.

Elbette, gözler Trump’ın dün akşam yemin törenini takip etse de, akıllarda TCMB’nin Perşembe günü sonuçlanacak olağan PPK toplantısının da bulunduğunun altını çizelim. Bizler, eğer bir dış şok olmazsa, TCMB’nin yılın geriye kalan her toplantısında 250 baz puan faiz indirimine giderek politika faizini %27,50 seviyesine çekeceğine kesin gözüyle bakıyoruz. Perşembe günü TCMB’nin piyasada var olan fazla TL likiditesini çekmek adına zorunlu karşılık oranında artışa da gidebileceğini düşünüyoruz. Dün TL referans faiz günü %46,64 seviyesinden tamamladı. Düşen faiz ortamında canlanacak kredi talebi ile konutun bu yıl iyi bir yatırım tercihi olacağını düşündüğümüzü daha önce de paylaşmıştık. Cuma günü açıklanan veriye göre konut fiyatları Aralık ayında %2 artıp uzun aradan sonra ilk kez reel artış kaydettiğinin de altını çizelim.

Gözler bir diğer taraftan da, Davos zirvesini takip ediyor. Davos Zirvesi bu yıl “Akıllı Çağ için İşbirliği” temasıyla, teknoloji, sürdürülebilirlik ve küresel işbirliğinin ekonomik büyümeye etkilerini ele alıyor. Liderler, yapay zeka, dijital dönüşüm ve yeşil enerji gibi kritik konularda stratejik ortaklıkların önemini vurgularken, yeni nesil teknolojilerin fırsatları ve risklerini tartışıyor. Zirve, küresel ekonominin yeniden şekillendiği bu dönemde, yenilikçi çözümlerle ortak hareket etmenin gerekliliğine dikkat çekiyor.

Yeni gün başlangıcında, Asya borsaları, ABD Başkanı Donald Trump’ın ticaret politikalarına dair açıklamaları ve gümrük tarifesi tehditleriyle dalgalı bir seyir izledi. Trump’ın Meksika ve Kanada’ya %25 gümrük vergisi uygulama planı, özellikle Meksika pezosu ve Kanada doları üzerinde baskı oluştururken, ABD doları değer kazandı. Çin’e yönelik %60’a varan tarifelerden bahsedilmemesi, kısa süreli bir rahatlama sağlasa da, piyasalarda belirsizliği artırdı. Genel olarak, Trump yönetiminin ticaret politikalarının detayları netleşmediği için yatırımcılar dikkatli bir şekilde pozisyon alırken, piyasalarda volatilitenin devam edeceği beklentisi ise netleşen tek başlık oldu.

Çin borsası hafif de olsa yükselirken, Hong Kong borsası önderliğinde Asya genelinde hâkim rengin yeşil olduğunu not edelim. Kripto para cenahında, Trump yönetiminden gevşek düzenleme politikaları beklentisi, dijital varlıklarda başlangıçta ralliyi tetiklese de, kazançların geri verildiğini gördük. Petrol fiyatları ise, ABD’nin enerji üretimini artırma planları nedeniyle düşüş yaşarken, altın güvenli liman edası ile son iki buçuk ayın zirvesine yükseldi. Gram bazında da 3,118 TL ile başka bir rekora imza atıldığını da hazır yeri gelmişken söyleyelim. Mali piyasaların gündeminde bugün Türkiye’de konut satışları, Almanya’da ise ZEW eğilim endeksi takip edilebilir.

Emre Değirmencioğlu

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.