Connect with us

EKONOMİ

Kur artışı yalnızca döviz satarak önlenebilir mi?

Yayınlanma:

|

Kur artışı Merkez Bankası’nın döviz satışıyla pekala önlenebilir; ancak…

✔ Döviz talebi anlık ortaya çıkmışsa ve süreklilik göstermiyorsa.

✔ TL tasarruf edenler ekonomik anlamda devamlı dayak yemiyorsa.

✔ Ekonomi yönetimine ve bürokrasiye güven duyuluyorsa.

Peki bu olmazsa olmaz üç şarttan hangisi var; hiçbiri. Öyleyse…

Bu başlık benim için çok tanıdık. Tanıdık; çünkü bana ait. Ama yeni değil. Tam on yıl önce, 21 Ekim 2011 tarihindeki köşe yazımın başlığı bu.

On yıl önce bugünler… Merkez Bankası yine kur artışıyla uğraşıyor. 2011’in yaz aylarında 1.60 dolayında salınan dolar eylülekim gibi 1.80’i aşmış; artış miktarı az ama oran yüksek. Yüzde 20’ye yaklaşan artış söz konusu. Bu gidişat tersine çevrilmeye çalışılıyor. Merkez Bankası hem ihaleler yoluyla döviz satıyor, hem de doğrudan döviz müdahalesi yapıyor. 18 Ekim’de 525 milyon dolarlık döviz müdahalesi gerçekleştirilmiş; yine aynı dönemde çok yüklü döviz ihaleleri de devam ediyor. Öyle ki 18, 19 ve 20 Ekim’de ihale yoluyla 750’şer, 21 ve 24 Ekim’de 350’şer milyon dolarlık döviz satılmış.

Ama döviz satışına faiz operasyonu da eşlik etmiş; 20 Ekim’de faiz artırılmış. Hem yüklü döviz satışı, hem faiz artışı… Sonuç, kur bir miktar gerilemiş, zaten Merkez Bankası da günlük ihale tutarını aşağı çekmiş.

Başlıktaki sorunun yanıtı

Gelelim bugüne… Bu köşede 11 Ekim’de “122 milyar rezerv kur artışına karşı niye kullanılmıyor” başlıklı bir yazı kale aldık ve şu iki soruyu sorduk:

– Gerçekte satılabilir, yani kullanılabilir bu kadar dövizimiz mi yok?

– Yoksa kurun artmasını mı istiyoruz? 11 Ekim’de aslında ne demek istediğimiz herhalde on yıl önceki yazımızı gündeme getirince daha iyi anlaşılmıştır.

“Kur artışı, istisnai dönemler hariç, yalnızca döviz satarak ön-le-ne-mez!”

Bazen!

Yani bazen bir miktar döviz satmakla kur artışını frenleyebilirsiniz. Ama bazen! Ne zaman mı?

– Döviz talebi çok belirgin bir nedenle ortaya çıkmıştır ve sınırlıdır, dolayısıyla küçük bir miktar satılarak talep karşılanacaktır.

– Döviz ikinci para durumunda değildir, döviz tutmak en önemli tasarruf tercihi haline gelmemiştir, bu yüzden de vatandaşın “Kur biraz gerilese de döviz alsam” gibi bir yaklaşımı yoktur.

– Şirketler döviz borcuna batmamıştır. Onlar da tıpkı vatandaş gibi “Düşük kurdan alım yapsam da ödemede sıkıntı yaşamasam” diye yaklaşmak durumunda değildir.

İşte böylesi dönemlerde küçük miktarlarda döviz satarak piyasayı sakinleştirebilir, döviz talebini kırabilirsiniz. Ama yukarıda sıraladığımız koşulları destekleyen olmazsa olmaz bir şart vardır:

İşlerin birden bozulmasına yol açılmayacağı hissi, yani güven!

Eğer siz, son yıllarda olduğu gibi, özellikle şu dönemde olduğu gibi piyasaya güven veremiyorsanız, satacağınız değil 8-10 milyarla, çok daha fazlasıyla bile kur artışını önleyemezsiniz.

Nitekim 128’i erittiniz de kur artışının önüne geçebildiniz mi? Hadi boş verelim mevzuata uygun olup olmamasını, 128 satıldı da ne oldu? Döviz talebi bu boyutta olmasaydı ve Merkez Bankası politikalarına güven duyulsaydı böylesine yüklü miktarda döviz satıldığında bırakın artışın sürmesini, dövizin yüzüne bakan olmazdı.

Biz hala Amerika’yı keşfetme peşindeyiz!

İktisatta bazı kurallar değişmez. Ne ülkeden ülkeye değişir, ne paradan paraya!

Bakın on yıl önce 21 Ekim 2011’de kur artışına karşı yapılabilecekler konusunda ne yazmışız. Bu cümleler bugün için de geçerli değil mi…

TL kıtlaşır ve pahalanırsa…

İster yabancı bir fon olsun, ister yerli ya da yabancı bir banka, ister bir şirket ya da sıradan vatandaş… Her kişi ya da kurum için değişmez bir kural var; döviz almak için ulusal paraya sahip olmak gerekiyor. Türkiye’den söz ettiğimize göre elinizde TL olacak ki, döviz alabilesiniz, dövize talep gösterebilesiniz.

Eğer elinizde daha az TL olursa; ya da elinizdeki TL’yi değerlendireceğiniz önemli bir alan bulursanız; veya bu alanın getirisi artarsa; niye döviz talebinde bulunasınız ki…

Döviz borcu olanlar ayrı. Onlar bu değerlendirmenin dışında. Kastettiğimiz, bir anlamda yatırım için, bir anlamda Türk Lirası’ndan korktukları, yani Türk Lirası’nın getirisinin dövizdeki artışın çok çok altında kalacağı kaygısına kapıldıkları için dövize yönelenler…

Merkez Bankası bir karar arifesine gelmiş gibi görünüyor. Ya döviz satışına devam edilerek talebin önü alınmaya çalışılacak ya da döviz talebini körükleyen bol ve ucuz TL biraz pahalı, yani daha yüksek getirili hale dönüştürülecek.

Bunun yolu da belli. Türk Lirası faizler artırılacak. Bu yüzden, Para Politikası Kurulu’nun bugünkü toplantısından bir faiz artışı kararı çıkması sürpriz olmayacak. (Nitekim o gün faiz artırımına gidildi.)

Vatandaş ekonomik olarak sürekli dayak yiyor!

İliklerimize kadar dolarize olmuşuz.

Bankalardaki mevduatın yarıdan fazlası döviz cinsinden. Üstelik yastık altındaki döviz tutarını bilmiyoruz. Onu da katabilsek pay kim bilir nerelere gider.

Vatandaşa dönem dönem “TL’ye dönün” diye çağrıda bulunuyor, ardından da bu sözü dinleyenleri bir güzel zarara sokuyor, enfl asyon kadar bile faiz vermiyor, deyim yerindeyse bu vatandaşları ekonomik olarak dövüyoruz.

Faizi düşürecek gerekçe yaratmak uğruna faiz için esas alınacak enfl asyonu değiştiriyor; TÜFE’nin yalnızca yüzde 56’sıyla hesaplanan oranı kullanmayı tercih ediyoruz. Ama o oranla faiz arasındaki makas da daraldı, şimdi kara kara ne yapacağımızı düşünüyoruz.

Dövizin artmasını tersten okuyalım; bu ifade “TL’nin değer kaybetmesi” demek. Bir merkez bankası düşünün ki, çıkardığı ve sahibi olduğu paranın değerinin her gün biraz daha düşmesi karşısında çaresiz kalmış ve anlamsız gerekçeler üretiyor. Örneğin, kurun yani TL’nin değerinin faiz indirimimizle ilgisi yok, denilebiliyor. Bu sözün üstüne söylenecek söz var mı!

Dayak yemeye devam!

Alaattin Aktaş

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.