Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. Boratav : 2022’de Dünya ekonomisi

Yayınlanma:

|

Dünya Bankası (DB) küresel ekonomik gelişmeler üzerinde Ocak 2022 tarihli bir rapor yayımladı: Global Economic Prospects…

DB’nin her yıl iki kere yayımlanan raporlarından biri… Dünya ekonomisine, ana bölgelere ilişkin verileri, 2023 öngörülerini güncelleştiriyor; temel sorunları inceliyor; ülkelere ve “uluslararası topluluğa” politika seçenekleri öneriyor. 

Belge üzerinde bir gezinti yapalım.

2022’de dünya ekonomisi: Ana öngörüler

DB, dünya ekonomisinin 2021’de yüzde 5,5 oranında büyüdüğünü tahmin ediyor. Bu yılın büyüme öngörüsü ise yüzde 4,1’dir; altı ay önceki öngörü 0,2 puan aşağı çekilmiştir. 

2022’de büyüme temposunda yavaşlama esasen beklenmekteydi. Korona salgını sonrasında kamu harcamalarında gerçekleşen olağan-dışı sıçrama, bu yıl geri çekilecektir.  

2022’ye girerken diğer “yavaşlatıcı” etkenler de söz konusudur: Omicron mutasyonu yeni bir Covid-19 dalgası başlatmış; dünya ekonomisinin tedarik zincirlerindeki tıkanıklıklar ağırlaşmıştır. 

Rapor 2023 dünya ekonomisine de bakıyor. 2022’ye taşınan talep birikimi ve parasal genişleme önümüzdeki yıl tükenecek; yüzde 3,2’lik bir büyüme temposu gerçekleşecektir.

Farklılaşmalar: Merkez-çevre, bölgeler, ülkeler… 

2021-2023’e ait verilerin, öngörülerin bloklar, bölgeler, ülkeler-arası farklılaşmasına bakalım. 

DB Raporu’na göre dünya ekonomisinin merkez (“gelişmiş”) bloku 2021’de %5 oranında büyümüştür. “Çevre”, (DB/IMF terminolojisi ile “gelişmekte olan ve yükselen ekonomiler”) blokunun ortalama büyümesi ise %6,3’tür. 

Merkez ekonomileri salgın-öncesindeki yatırım ve tüketim eğilimlerine dönecektir. Çevre ise, Batı ekonomilerinden olumsuz doğrultuda ayrışan bazı etkenlerle yüzleşmektedir: Düşük aşılanma oranları, salgının kalıcı izleri, parasal ve malî kısıtlar, hızlanan enflasyon, Batı merkez bankalarındaki parasal daralmanın yansımaları, dış borç sorunları… Bu etkenlerin yoğunlaştığı çevre ekonomilerinde salgın öncesinin büyüme eğilimlerine dönüş bir yana, “sert iniş” olasılıkları gündemdedir.

Bu olumsuz ayrışmaya rağmen Çevre’nin ortalama büyüme oranı, Batı ortalamalarını aşmaktadır. Blokların (millî gelirlere göre) ağırlıklı ortalamaları alındığı için… Çevre ortalamasını bu blokun en büyük iki ülkesi yukarı çekiyor: 2021’de Hindistan %8,3 ve Çin %8,1 oranlarında büyümüştür. 

2022-23 “yeni normale” geçiş dönemidir. Çevre’nin büyük ekonomileri üzerinde odaklaşalım ve “yukarı çeken” / “aksayan” ayrımlarını bu iki yılın büyüme ortalamalarından izleyelim. 

Ana farklılaşma, Asya ile diğer çevre ekonomileri arasında gözleniyor.  Tüm Doğu-Güney coğrafyasında 2022-2023 büyüme ortalamalarında öne çıkan üç ülkeyi sıralayalım: Hindistan (%7,8), Çin (%5,2) ve Endonezya (%5,1). Diğer bölgelerde yer alan Mısır ve Polonya ise %5,5 ve %4,1’lik ortalamalarla dikkat çekiyor. 

Dünya Bankası’nın olası “sert iniş” olasılıkları ise Latin Amerika ve Siyah Afrika’nın tüm büyük “yükselen” ülkeleri için söz konusudur. 2022-23’te hepsinde %2,5 civarında büyüme ortalamaları öngörülmektedir. 

Rapor, bölge ekonomilerini ayrı ayrı inceliyor. Doğu Avrupa-Orta Asya bölgesi ile Latin Amerika’da, Batı’daki parasal daralmanın tetikleyeceği sermaye çıkışları, yüksek enflasyonla birleşince ağır finansal kırılganlıklara yol açabilecektir. 

Siyah Afrika’da ise düşük aşılanma oranları ve Omicron’un yaygınlaşması, kronik gıda krizi ile birleşecek; yoksullaşma ağırlaşacaktır. Bölgenin bazı ülkeleri borç krizi riskleri ile karşı karşıyadır. 

Borç krizi riskleri

DB Raporu’nun bir kesimi, salgından sonra tırmanan “yüksek borç sorunları” üzerinde duruyor (ss.47-62). 2020’de küresel iç ve dış borç stoku dünya millî gelirinin %363’üne ulaşmıştır.  Çevre devletlerinin dış borçlarındaki artış özellikle endişe uyandırıyor.  

Çevre devletlerinin dış borçları ayrıca vurgulanıyor. Öncelikle tarihsel, işlevsel nedenlerle… 

Emperyalist sistemin çevresinde yer alan devletlerin dış borçları, sömürü ve bağımlılık ilişkilerinin yerleşmesinde tarihsel olarak belirleyici oldu. Amerikan, Avrupa bankalarından borçlanıldı; devlet tahvilleri Batı borsalarına ihraç edildi…    

Neoliberal dönemde sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, giderek çevre burjuvazilerini (banka ve şirketleri) de kapsadı. “Yükselen” ekonomilerde uygulanan sıkı para (yüksek faiz) politikaları, özel sektörü dış borçlanmaya yönlendirdi. Uluslararası sermaye de yerli para ile yüksek getiri veren devlet tahvillerine “yatırım” yaptı. 

Çevre’nin dış borçlanması böylece tırmandı. Uluslararası finans kapital, temerrütlerin yaygınlaşması halinde, çevre sermayesinin döviz yükümlülüklerinin, devletleri tarafından üstlenileceğini bekledi. Bağımlılık ilişkileri iktidarları teslimiyete zorladı. Bu beklenti sık sık gerçekleşti. 

DB Raporu da kritik dönemeçlerde özel şirket ve bankaların dış borçlarının “yükselen” ülkenin devlet borcuna dönüştüğünü belirtmekte; olağan göstermektedir (s.59). Türkiye’de de 2001 krizi arifesinde bankalarımızın tüm dış borçları Hazine garantisi altına alınmış; bu karar IMF Direktörü tarafından alkışlanmıştı. 2011 sonrasındaki Yunanistan’ın borç krizi de tüm dış krediler devlet tarafından üstlenilerek çözülecektir. 

DB Raporu, önümüzdeki yıllarda olası bir borç krizinde çevre ülkelerinin “borç hafifletme” seçenekleri üzerinde odaklanıyor. Ana uygulama. Kasım 2020’de G20 ülkeleri toplantısında kararlaştırılan Genel Çerçeve içinde yürütülmektedir.  

Bu çerçeve şimdilik en yoksul ülkelerin devlet borçları ile sınırlıdır. Borç stokunda indirimler söz konusu değildir. Düzenleme, anapara vadelerinin yeniden yapılandırılması ve faiz indirimleri ile sınırlıdır ve genellikle IMF tarafından denetlenmektedir. Programlarda geleneksel kemer sıkma koşullarının süregeldiğini ayrıca öğreniyoruz. Zira, ertelenen borçlar, ileride  gerçekleşecek bütçe fazlalarıyla güvenceye alınacak; ödenecektir. 

Rapor, G20 düzenlemesinin, kapsam, borç türleri ve toplamı bakımından genişletilmesinden yanadır. Bu öneri şaşırtıcı değildir. Uluslararası finans kapitalin güvenceye alınması DB için de öncelik taşıdığı için… 

Rapor’un Türkiye tespitleri

Türkiye, Rapor’un Orta Asya ve Doğu Avrupa’yı inceleyen bölümünde yer alıyor. Ülkemizin 2021’de %9,5 oranında büyüdüğü tahmin ediliyor. 2022 büyüme öngörüsü %2, 2023 ise %3’tür. 

Rapor’a göre tüm çevre ekonomileri için uzun dönemli potansiyeli düşmektedir (s.59). Türkiye’nin 2022-23 büyüme tahminleri, bu tespitin bir uzantısı olabilir. IMF veri bankası da 2026’ya kadar ülkemiz için %3,3’lük bir büyüme temposu öngörmektedir. 

Rapor’un Türkiye ekonomisine ilişkin ana tespitlerini aktaralım:  

“2022’de yüksek enflasyon özel tüketimi frenleyecek; net ihracatın sürükleyici etkisini fazlasıyla telafi edecektir. Büyüme hızı bu etkenlerle yavaşlayacak yüzde 2’ye inecektir.”

“Politika faizinin üst üste indirilmesi iktisat politikasına ilişkin belirsizlikleri sert biçimde artırdı; lirayı dolar karşısında rekor düzeylere indirdi. Yakın geleceğe ilişkin beklentiler de bozuldu. 2023’te net ihracatın katkısı aşınacak, düşük yatırımlar iç talepteki canlanmayı frenleyecektir. Büyüme yüzde 3 olarak öngörülmektedir.”

“Para politikasının daha da gevşemesi ve hızlanan enflasyon, finansal istikrar endişelerini artırmıştır. Güven duygusunun daha da aşınması finansal kargaşaya yol açabilir” (ss.75-76). 

Rapor’un 20 Aralık kararlarından önce yazıldığı anlaşılıyor. “Güven duygusunun daha da aşınması” ifadesi ile kast edilen, herhalde, Merkez Bankası’nın faiz indirimlerini sürdürme olasılığıdır. Aynı yerde DB’nin bu yakınlarda yayımlayacağı Turkey: Economic Monitor raporunda “finansal kargaşa” olasılığının inceleneceği de ima ediliyor. 20 Ocak’taki TCMB toplantısının kritik önemini geçen hafta bu köşede vurgulamıştım (“Ekonomi Yönetimi Üsküdar’ı Geçer mi?”).  

Türkiye ekonomisi için DB’nin Nisan 2021’de yayımladığı Economic Monitor belgesi, 2020’de yapılan bir araştırma bulgularını aktarıyor ve korona salgını döneminde yoksulluk göstergelerindeki çarpıcı tırmanmayı açıklıyordu. Türkiye’de “finansal kargaşa” olasılıklarının tartışılacağı anlaşılan bir sonraki Economic Monitor’u da merakla bekleyeceğiz. 

sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.