Connect with us

EKONOMİ

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin önemi

Montrö ile Lozan’da getirilen boğazlar bölgesinin askerden arındırılmış durumu sona erdirilmiş, boğazlar üzerindeki kontrol tamamıyla Türkiye’ye bırakılmıştır.

Yayınlanma:

|

Dr. Sezercan Bektaş, Rusya-Ukrayna Savaşı ile gündeme gelen Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin önemini kaleme aldı.

***

Türk boğazlarından geçiş düzeni 1453-1841 arasında Osmanlı Devleti’nin mutlak egemenliği altındayken 1841 yılında akdedilen Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Osmanlı Devleti, boğazlar üzerinde barış zamanındaki rejimini tek taraflı iradesi ile düzenleme hakkını yitirmiş; boğazlar uluslararası bir statü kapsamına girmiştir. Bu sözleşmeden sonra sırasıyla Paris (1856), Londra (1871) ve Berlin (1878) antlaşmalarına konu edilen Türk boğazlarından geçiş rejimi, Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasında Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ndeki düzene geçmiştir. [1]

Lozan Boğazlar Sözleşmesi

“Lozan Antlaşması’nda ve ek olarak akdedilen Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde Türk boğazlarından gerek barış gerekse savaş zamanında ticaret gemilerinin, sivil uçakların, savaş gemilerinin ve savaş uçaklarının denizden ve havadan geçiş serbestisi kabul edilmiş; boğazların kıyıları ve kıyıdan itibaren içeriye doğru 15-20 kilometrelik bir bölge, İmralı Adası dışında Marmara Denizi’ndeki bütün adalar ve Ege Denizi’ndeki Semadirek, Limni, İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları askersiz hale getirilmiştir. Böylece bu bölge ve adaların silahsızlandırılması ve hatta yerel güvenliği sağlamakla görevli kolluk kuvvetlerinin taşıyabilecekleri silahlarının dahi sınırlandırılması öngörülmüş ve geçişi denetlemek için uluslararası Boğazlar Komisyonu kurulmuştur. [2]

Montrö Sözleşmesi’nin 28. maddesine göre sözleşmenin 20 yıl süre için geçerli olacağı düzenlenmiş olsa da sona erdirmeye ilişkin taraf devletlerden bir bildirim gelmediği için süre uzamıştır. Günümüzde sözleşme kabul edildiği şekliyle halen yürürlüktedir. Ancak sözleşmenin 28/2. maddesine göre boğazlardan geçiş ve ulaşım özgürlüğünün ilkesinin süresiz olduğu düzenlenmiştir.

Sözleşme her ne kadar kendi içerisinde uluslararası garantiler getirmiş olsa da Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği için tehlikeler yaratabilecek mahiyetiyle zor koşulları altında imzalanmıştır. Ancak Türkiye kısa bir süre sonra egemenliğini ve güvenliğini tehlikeye atan bu rejimin değiştirilmesi yollarını aramaya başlamıştır. Nitekim 1933’te Japonya’nın Mançurya’ya saldırması, 1934’te Hitler’in Almanya’da Versay Antlaşmasına aykırı olarak zorunlu askerlik sistemini kabul etmesi, 1936 yılında İtalya’nın Habeşistan’ı işgal etmesi karşında Milletler Cemiyeti’nin başarısızlığı kolektif güvenlik sisteminin çökmesine ve uluslararası barışın sürdürülmesinin tehlikeye girmesine sebebiyet vermiş; Türkiye uluslararası konjonktürün verdiği fırsatı diplomatik olarak başarıyla kullanarak Montrö Konferansı’nın toplamasını ve de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesini sağlamıştır. [3]

Montrö Türk boğazlarından geçişte nasıl bir rejim öngörüyor?

Montrö ile Lozan’da getirilen boğazlar bölgesinin askerden arındırılmış durumu sona erdirilmiş, boğazlardan geçişi kontrol etmekle görevlendirilen uluslararası komisyon kaldırılmış, boğazlar üzerindeki kontrol tamamıyla Türkiye’ye bırakılmıştır. Montrö’de düzenlenen geçiş rejimine göre bütün devletlerin ticaret gemilerinin barış zamanı hiçbir sınırlama olmaksızın boğazlardan geçiş serbestliği kabul edilmiş, savaş zamanında ise Türkiye savaşansa veya kendini yakın bir savaş tehlikesi altında hissediyor ise ticaret gemilerinin geçiş serbestisi belirli şartlara bağlamıştır. Savaş gemilerinin geçişinde ise barış zamanında savaş gemilerinin Türk boğazlarından geçişi belirli bir tonajın altındaki gemiler için, yabancı gemi sayısı sınırı, bildirim şartı, gündüz geçişi yapma ve süre sınırı gibi birtakım sınırlamalara tutulurken Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin büyük savaş gemilerinin geçişi yasaklanmış, kıyıdaş devletlerin büyük savaş gemilerinin de gerekli bildirimleri sağlama, tek başına geçme gibi şartları sağlaması halinde boğazlardan geçmesine izin verilmiştir. Savaş zamanında Türkiye savaşan taraf değil ise tarafsız devletlerin gemileri barış zamanındaki gibi boğazlardan geçebilirken savaşan devletlerin gemilerinin boğazlardan geçmesi yasaklanmıştır. Öte yandan Karadeniz’e kıyısı olan savaşan devletlerin savaş gemilerinin bağlama limanları Karadeniz’de ise bunların limanlarına dönmesi bu yasağın istisnasını teşkil etmektedir. Fakat bu istisna gemilerin sürekli olarak boğazlardan geçiş yapabilmesine imkan tanımamakta yalnızca yasak getirildiğinde Karadeniz dışında olan savaşan devlet gemilerinin boğazlardan geçerek bağlama limanlarına ulaşmalarını sağlamaktadır. Savaş zamanında Türkiye savaşan taraflardan biri ise ya da Türkiye kendini yakın bir savaş tehdidi içerisinde hissediyor ise geçiş rejimi tamamıyla Türkiye’nin inisiyatifine bırakılmakta ve Türkiye kendi güvenliğini sağlayacak şekilde boğazların geçiş rejimini istediği gibi düzenleyebilmektedir.[4]

Sözleşme her ne kadar kendi içerisinde uluslararası garantiler getirmiş olsa da Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği için tehlikeler yaratabilecek mahiyetiyle zor koşulları altında imzalanmıştır. Ancak Türkiye kısa bir süre sonra egemenliğini ve güvenliğini tehlikeye atan bu rejimin değiştirilmesi yollarını aramaya başlamıştır.

Montrö Sözleşmesi’nin sonlandırılması yahut değiştirilmesi mümkün mü?

Montrö Sözleşmesi’nin 28. maddesine göre sözleşmenin 20 yıl süre için geçerli olacağı düzenlenmiş olsa da sona erdirmeye ilişkin taraf devletlerden bir bildirim gelmediği için süre uzamıştır. Günümüzde sözleşme kabul edildiği şekliyle halen yürürlüktedir. Ancak sözleşmenin 28/2. maddesine göre boğazlardan geçiş ve ulaşım özgürlüğünün ilkesinin süresiz olduğu düzenlenmiştir.

Montrö Sözleşmesi’nin 29/1. maddesine göre sözleşmenin hükümlerinin değiştirilmesi konusunda taraf devletlerin talepte bulunabilecekleri ve sözleşmenin konferans yoluyla değiştirebileceği düzenlenmiş ve sözleşmenin değiştirilebilmesi için taraf devletlerin oybirliğiyle karar almasının zorunlu olacağı kabul edilmiştir. Ancak istenen değişiklikler sözleşmenin 14. maddesindeki boğazlardan barış zamanında transit geçecek Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan devletlere ait savaş gemilerinin toplam tonaj ve sayılarını düzenleyen hükmü ile sözleşmenin 18. maddesinde yer alan Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerinin barış zamanında bu denizdeki toplam tonajlarını ve bu denizde kalış sürelerinin düzenleyen hükümlerinin değiştirilebilmesi için değişiklik talebinin taraf devletlerden en az iki devlet tarafından desteklenmesi gerekmekte olduğu ve toplanacak konferansta karar alınabilmesi için Türkiye’nin yanında Karadeniz’e sahildar devletlerin de olumlu oylarını içeren özel bir çoğunlukla sonuca bağlanması gerektiği düzenlenmiştir. Bu düzenleme, Türkiye’nin olumlu oyu olmadan bu nitelikte bir değişikliğin yapılabilmesini hukuken imkansız hale getirmektedir. Diğer bir ifadeyle bu düzenleme ile dolaylı olarak Türkiye’ye bir veto hakkı tanınmış olmaktadır. [5] Bu hükümler de sözleşmenin Türkiye’nin egemenlik ve coğrafi konumu açısından diplomatik bir zafer olduğunu bize göstermektedir.

Günümüzde sözleşme kabul edildiği şekliyle halen yürürlüktedir. Ancak sözleşmenin 28/2. maddesine göre boğazlardan geçiş ve ulaşım özgürlüğünün ilkesinin süresiz olduğu düzenlenmiştir.

Montrö Sözleşmesi’nin önemi

Montrö, Karadeniz’e kıyısı olan devletler ve kıyısı olmayan devletler arasında kurduğu hassas dengeyle hem uluslararası barışa hem de Türkiye’nin egemenliği ve güvenliğine ilişkin önemli hukuki statüyü korumaktadır. Nitekim bu gerçeklik İkinci Dünya Savaşı sırasında da kendisini göstermiştir. Aynı şekilde günümüzde de Rusya-Ukrayna çatışması sırasında Montrö’nün önemi bir kez daha anlaşılmıştır. Montrö’nün getirmiş olduğu hassas denge konusunda Montrö Konferansına Türk Temsilci Heyeti içerisinde katılan 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e göre, “Yerli bir Karadeniz ve Akdeniz devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin coğrafyası ve potansiyeli ile dünya siyasetinde, birebir muarız olan kuvvetler karşısında dünya barışını korumak açısından ne denli hayati sorumluluğu olduğunu meydana çıkarmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, dünya barışını korumak açısından kendisine düşen bu büyük sorumluluğu, elbette kendi gücü yanında bugün geçerli olan Montrö uluslararası sözleşmesinin hükümlerini dikkatle takip ve denetlemekle yürütecektir”. [6] Türkiye’nin bugün de Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında Montrö rejimini büyük bir titizlikle ve objektif olarak tatbik etmesi ve savaşın sona ermesine ilişkin diplomatik gayreti dünya barışı için kıymetli ve takdire şayan bir hadise olarak tarihe geçecektir.

***

[Dr. Sezercan Bektaş Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesidir]

Okumaya devam et

EKONOMİ

HÜRMÜZ BOĞAZI KAPANIRSA NE OLUR?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.

HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ

Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar.
Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.

  • Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.

  • Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.

  • Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.

ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI

1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.

  • Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.

  • Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.

  • Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.

2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması

  • Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.

  • Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.

  • Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.

JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI

1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar

İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur.
Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.

2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur

İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir.
Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.

3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski

Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir.
Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.

Irak Dışişleri Bakanı'ndan “Hürmüz Boğazı kapanırsa küresel enerji  piyasasında kriz çıkar” uyarısı

ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?

  • Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir.
    Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.

  • Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.

TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?

  • Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.

  • Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.

  • Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.