MERKEZ BANKASI bankalara : “Ticari kredilerde frene basın” dedi
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda finansal istikrarın desteklenmesi ve liralaşmanın teşvik edilmesi kapsamında makro ihtiyati politika setini güçlendirerek zorunlu karşılık düzenlemesinde değişikliğe gitmiştir” açıklaması ile başlayan duyuruda gerekçenin MAKRO İHTİYATI POLİTİKA SETİNİ güçlendirme olduğu belirtiyor.
MERKEZ BANKASI Ticari kredilerde “zorunlu karşılık” oranlarını artırdı. Ticari Kredilerde büyüyen bankalara ek karşılık yaptırım uygulayacağını açıkladı. Bu durum açıkça “Ticari Kredilerde frene basın” demektir. Yeni karşılıklar duyurusuna göre Ticari Kredilerde bankalara dolayısı ile kredili Ticari Müşterilere yıllık en az %2 ile %3 ek artış maliyeti getirir. Zira, piyasada Rotatif/BCH krediler %20‘ler üzerinde iken çok az bankada olan yıllık Spot krediler de %30‘lara yükselmiş durumda.
Gerekçeyi Merkez Bankası açıklamasında; “MAKRO İHTİYATI POLİTİKA SETİNİ güçlendirerek zorunlu karşılık düzenlemesinde değişikliğe gitmiştir” şeklinde açıkladı. Zira; bankacılık sektörü yurtiçi kredi hacmindeki %1’lik artışın; cari açığın milli gelire oranını uzun dönemde %0.21, kısa dönemde %0.09 puan artırdığı sonucuna ulaşıldığı genel kabul edilmekle birlikte bu durumun güncel koşullarda TİCARİ KREDİLERDEN kaynaklandığı fikrine katılmadığımı belirtmem gerekir. Açıklamanın devamında “Fiyat İstikrarı sağlanması” hedeflendiği belirtildiğine göre bunun Ticari Kredi hacimleri ile nasıl bağlantı kurulduğu ise açık ve net değil.
DÜZENLEME NELERİ KAPSIYOR?
Merkez Bankası, yaptığı açıklama ile ticari krediler için ‘zorunlu karşılık’ oranlarında değişikliğe gittiğini açıkladı. Açıklamada, söz konusu çerçevede, 1 Nisan 2022 tarihinden itibaren dörder haftalık dönemlerde kullandırılan ticari kredilerin yüzde 10’u oranında zorunlu karşılığın aynı sürelerde tesis edilmesine, 31 Mayıs 2022 tarihi itibarıyla 31 Aralık 2021 tarihine göre kredi büyüme oranı yüzde 20’nin üzerinde olan bankaların, 31 Mart 2022 ve 31 Aralık 2021 tarihlerinde mevcut kredi bakiyeleri arasındaki farkın yüzde 20’si oranında zorunlu karşılığı 6 ay boyunca tesis etmesine karar verildiği bildirildi.
TİCARİ KREDİLER NE KADAR ARTTI?
MERKEZ BANKASI’nın yeni karşılıklar ile ilgili düzenleme KOBİ Dışı firmaları kapsam dışında tuttu. TİCARİ KREDİ olarak kastettiği o zaman KOBİ dışında kalan Ticari Krediler anlamına geliyor.
2021 sonunda 3,9 trilyon olan KOBİ kredileri dahil toplam Ticari Krediler 15 Nisan 2022 itibarıyla %14,57 artarak 4,5 trilyon TL’ye yükseldi. KOBİ Kredileri mahsup edildiğinde kalan KABİ dışı Ticari Krediler ise 2,8 trilyon TL’den 357 milyar TL %12,59 artarak 3,2 trilyon TL’ye yükselmiş durumda. Merkez Bankası gerekçe olarak gösterdiği ve MAKRO İHTİYATI POLİTİKA SETİNİ güçlendirerek için yaptığını belirttiği zorunlu karşılık düzenlemesinde değişikliğe açıklamaya göre bu kredilerdeki artıştan kaynaklandı. Oysa kapsam dışında tutulan KOBİ Kredileri 1 trilyon 77 milyar TL’den %19,77 artarak 1 trilyon 290 milyar TL’ye yükseldi.
MERKEZ BANKASI açıklamasında diğer bir kafa karıştıran durum ise sadece TL Kredileri içermesi. Oysa, gerekçe ve amaç düşünüldüğünde dövize talebi kısması için asıl döviz kredilerinde zorunlu karşılıkları artırması gerekirdi.
Ticari Kredilere frene basmasının gerekçelerinden biri de son günlerde dillendirilen “Ticari firmalar döviz alıyor” tezi ise baştan söyleyeyim “içi boş bir tez ve bu piyasa dinamiklerini bilmeme nedeniyle böyle bir sonuç çıkarılıyor” derim. Zira toplam ithalatın %83,7 olduğu bir ülkeden nasıl olur da gerçeklikten uzak, Ticari işletmeler döviz alamsın tezi kendine yer bulur?
Ticari firmalar döviz alıyor ise finansal işlemlerden kar etmek için almıyor, birinci gerekçe ithalat ödemelerini yapmak için bu biline. İkinci gerekçe de USD/TL kurunun 14 TL altına inmeyeceği sonucuna vardığı içindir. Döviz kurunun enflasyona göre kendini revize etmesi halinde yıl sonunda USD/TL 18-20 bandına oturması kimseyi şaşırtmaz artık. KOBİ dahil Ticari TL Kredilerde 15 Nisan’a kadar artan 570 milyar TL’lik kredinin dövize gittiği tezi de gerçekçi değil. 570 milyar TL kredi artışı USD/TL 14,70 kurundan 38,8 milyar USD yaparken mevduat sadece 7,2 milyar USD arttı.
KOBİ Kredili hesaplar dahil tüm Ticari hesaplardaki Döviz Mevduat 2021 sonunda 133,3 milyar USD idi. 15 Nisan itibarıyla 140,6 milyar USD oldu, başka bir ifade ile 7,2 milyar USD arttı. Oysa 2021 sonunda Ticari TL kredilerin USD karşılığı 139,6 milyar USD idi, 15 Nisana gelindiğinde 154,8 milyar USD oldu. Diğer bir ifade ile KOBİ dahil Ticarilerin kredileri 15,2 milyar SUD karşılığı artmasına rağmen mevduat sadece 7,2 milyar USD arttı. Demek ki krediler ile döviz alınıyor tezi gerçekçi değil. Üstelik artan mevduatta artan ihracattan gelen para da olduğunu belirtmek isterim.
ZORUNLU KARLILIK HANGİ KREDİLERİ KAPSIYOR?
Bu kapsamda, bankalar ile finansman şirketlerinin aşağıdaki kredi türleri hariç olmak üzere Türk lirası cinsinden ticari nitelikteki nakdi kredileri zorunlu karşılığa tabi tutulmuştur.
KOBİ tanımına giren işletmelere kullandırılan krediler
Esnaf kredileri
İhracat ve yatırım kredileri
Tarımsal krediler
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ekindeki (I), (II), (III) ve (IV) sayılı cetvellerde yer alan kurum ve kuruluşlar ile kamu iktisadi teşebbüsleri ve bunların müessese, bağlı ortaklık ve iştiraklerine kullandırılan krediler
Kurumsal kredi kartları
Mali kuruluşlara kullandırılan krediler
Bu çerçevede;
1 Nisan 2022 tarihinden itibaren dörder haftalık dönemlerde kullandırılan ticari kredilerin %10’u oranında zorunlu karşılığın aynı sürelerde tesis edilmesine
31 Mayıs 2022 tarihi itibarıyla 31 Aralık 2021 tarihine göre kredi büyüme oranı yüzde 20’nin üzerinde olan bankaların, 31 Mart 2022 ve 31 Aralık 2021 tarihlerinde mevcut kredi bakiyeleri arasındaki farkın yüzde 20’si oranında zorunlu karşılığı 6 ay boyunca tesis etmesine
karar verilmiştir, açıklaması yapıldı.
“Diğer yandan, finansman şirketlerinin yüzde sıfır olan zorunlu karşılık oranları bankalar ile aynı seviyeye getirilmiş, yurt içi bankalara olan yükümlülükleri zorunlu karşılık kapsamında alınmıştır. Bu değişiklik, tesisi 13 Mayıs 2022 tarihinde başlayacak olan 29 Nisan 2022 tarihli hesaplama döneminden itibaren geçerli olacaktır”, açıklamada yer aldı.
BU NE ANLAMA GELİYOR?
MERKEZ BANKASI Ticari kredilere karşılıkları artırmak ile bankaların Ticari Kredilerdeki maliyetlerini otomatikman artırmış olacak. Bu da doğal olarak Ticari Kredi faiz oranlarının artması anlamına gelecek. Belli ki Ticari Kredilerde frene basılmak isteniyor ve bankalara “Ticari Kredilerde büyüme” mesajı veriliyor. Bu durumda Ticari Firmalara da kredi faiz oranlarının artmasından dolayı, ek finansal maliyet yükü anlamına geliyor. Merkez Bankası Ticari Kredi Karşılıkları artırması ile kendisine ek kaynak yaratmış oluyor fakat duyuruda amacın “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda finansal istikrarın desteklenmesi ve liralaşmanın teşvik edilmesi kapsamında makro ihtiyati politika setini güçlendirerek zorunlu karşılık düzenlemesinde değişikliğe gitmiştir” demesine rağmen bunu niçin Ticari Kredi maliyetlerini artıracak şekilde yaptığı ise anlaşılmadı. Zira; amaç fiyat istikrarı ile bunu Ticari işletmelerde maliyeti artıracak Ticari Kredi Zorunlu Karşılık artırmakla değil iç talebi kısmak için Tüketici Kredisi veya Kredi Kart kredisi karşılıklarını artırarak yapmalı idi. Zira, ÜFE %106,55 olmuşken ve bu oran zaman içinde piyasaya yansıyıp TÜFE oranını artıracağı bilinirken Ticari İşletmelerin kredi maliyetini artıracak kredi zorunlu karşılık oranlarının artırılması ile amacın örtüşmediği görüldü. Bu durum Ticari Firmaların finansal maliyetlerini de otomatikman artırmış oldu.
Açıklamada 6 ay süre belirlenmiş. Altı ay sonu Kasım başı demektir. Belli ki kış hazırlıkları erken başladı.
Orta Doğu’da uzun süredir devam eden gerilimin adı haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışma, son dönemlerde doğrudan askeri karşılaşmalara evrilecek kadar tehlikeli bir boyut kazandı. Şam’daki İran diplomatik temsilciliğine düzenlenen İsrail saldırısı ve ardından İran’ın doğrudan misillemesiyle taraflar ilk kez bu kadar açık şekilde birbirini hedef aldı. Bu makalede, tarafların öne sürdüğü tezler, uyguladıkları stratejiler, bu çatışmalardan çıkarılması gereken dersler ve uluslararası kurumların bu süreçteki performansı değerlendirilmektedir.
1. Tarafların Tezleri
İsrail’in Tezleri
Meşru Müdafaa Hakkı: İsrail, İran’ın vekil unsurlar (Hizbullah, Hamas, Husiler) aracılığıyla İsrail’e saldırdığını savunmakta ve buna karşı doğrudan İran hedeflerine müdahaleyi meşru görüyor.
Nükleer Tehdit: İran’ın nükleer silah elde etme çabası, İsrail açısından kırmızı çizgi olarak görülüyor.
Bölgesel Kuşatma Algısı: İran’ın Suriye, Lübnan ve Gazze üzerinden İsrail’i kuşatma stratejisine karşı refleks geliştirildiği belirtiliyor.
İran’ın Tezleri
Filistin’e Destek: İsrail’in Filistin topraklarındaki uygulamalarını “işgal” olarak niteleyen İran, direniş hareketlerini desteklemenin meşru bir hak olduğunu savunuyor.
Bölgesel Savunma: İsrail ve ABD’nin kendisine karşı ittifaklar kurduğunu, bu durumun İran’ı savunmaya ittiğini öne sürüyor.
Diplomatik Saldırıya Misilleme: Şam’daki konsolosluğun vurulmasını doğrudan İran’a savaş ilanı olarak kabul ederek, misilleme hakkını kullandığını iddia etti.
2. Uygulanan Stratejiler
İsrail’in Stratejisi
Hedef Odaklı Operasyonlar: Vekil aktörler yerine İran’ın askeri ve nükleer altyapısına nokta operasyonlar yapıldı.
İstihbarat Gücü: Mossad ve askeri istihbaratla hedef tespiti konusunda üstünlük sağlandı.
ABD ile Koordinasyon: ABD’nin koşulsuz desteği ile uluslararası arenada yalnız kalmama stratejisi benimsendi.
İran’ın Stratejisi
Kontrollü Misilleme: 300’e yakın füze ve İHA ile doğrudan saldırı yapılmasına rağmen, geniş çaplı savaştan kaçınıldı.
Vekil Güçler Üzerinden Baskı: Hizbullah, Hamas ve Husiler vasıtasıyla İsrail’in farklı cephelerde meşgul edilmesi sağlandı.
Uluslararası Mesaj Verme: Sınırlı saldırıyla, caydırıcılık oluşturulmaya çalışıldı; ancak kriz büyümesin diye ölçülü kalındı.
3. Alınacak Dersler
Askeri ve Teknolojik Perspektiften
Hibrit Savaş Gerçekliği: Modern savaşlar, doğrudan değil, vekil aktörler ve teknolojik araçlar üzerinden yürütülüyor.
İHA ve Füze Savaşları: İran’ın İHA kullanımı, İsrail hava savunmasının sınırlarını gösterdi.
Caydırıcılığın Yeni Ölçütleri: Artık caydırıcılık sadece askeri üstünlükle değil, teknolojik ve diplomatik uyumla sağlanıyor.
Bölgesel ve Küresel Perspektiften
İttifaklar Yeni Döneme Giriyor: Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler açık pozisyon almaktan kaçındı, bu da bölgesel kartların yeniden karıldığını gösteriyor.
Enerji Güvenliği Riski: Hürmüz Boğazı gibi stratejik geçişlerin riski, küresel enerji piyasasını etkiledi.
Nükleer Tehdit Gündemde: İran’ın nükleer programı, yeniden diplomatik ve askeri çözüm arayışlarını tetikledi.
4. Uluslararası Kurumların Rolü
Birleşmiş Milletler (BM)
Yetersiz Kaldı. Güvenlik Konseyi tarafları sadece itidale çağırabildi; bağlayıcı adımlar atılamadı. ABD’nin vetosu İsrail lehine oldu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)
Sessizliğe Büründü. Konsolosluk saldırısı ve sivil kayıplar gibi ciddi meselelerde somut bir inceleme başlatılmadı.
Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları
Raporlar Yayınlandı ama Etkisizdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Af Örgütü gibi kurumlar çağrılar yaptı ancak diplomatik etki oluşturamadı.
İsrail ile İran arasındaki bu çatışma, klasik savaş paradigmasının dışına çıkan, hibrit ve vekil unsurlarla örülmüş yeni nesil çatışmalara örnek teşkil etmektedir. Teknolojinin, istihbaratın ve diplomatik koordinasyonun öne çıktığı bu yeni dönemde, uluslararası kurumlar mevcut refleksleriyle yetersiz kalmaktadır. Bu kriz, sadece İsrail ve İran için değil, tüm bölge ve dünya barışı açısından çok yönlü derslerle doludur.
Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.
1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?
Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.
Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.
Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.
Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.
Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.
Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.
2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?
Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.
Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.
3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler
Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:
Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.
Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.
Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.
Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.
4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler
Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.
Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.
Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.
5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler
Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.
Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.
Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.
Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.
Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Aile içinde güven sadece duygusal sadakate değil, maddi şeffaflığa da dayanır. Ancak bazı çiftler arasında, dışarıdan görünmeyen ama ilişkinin temelini sarsan bir ihanet türü yaşanır: Finansal ihanet.
Bu yazıda finansal ihanetin ne olduğu, hangi biçimlerde ortaya çıktığı, aile üzerinde nasıl etkiler yarattığı ve nasıl önlenebileceği üzerinde duracağız.
Finansal İhanet Nedir?
Finansal ihanet, eşlerden birinin diğerinden gelir, borç, harcama ya da yatırım bilgilerini saklaması, mali kararlarda tek taraflı ve gizli hareket etmesi anlamına gelir. Bu davranış biçimi, evlilikteki güven bağını derinden sarsar ve duygusal sadakatsizlik kadar yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Finansal İhanetin Biçimleri
Finansal ihanet farklı şekillerde kendini gösterebilir:
Gizli kredi kartları: Eşten habersiz alınan ve yüksek harcamalara neden olan kartlar.
Gizli gelirler: Ek gelirlerin ya da primlerin gizlenmesi.
Gizli borçlar: Krediler, kefaletler ya da riskli borçların saklanması.
Kontrol dışı harcamalar: Pahalı alışverişlerin, kumar veya bağımlılık harcamalarının gizlenmesi.
Varlık saklama: Altın, döviz, borsa yatırımları gibi varlıkların eşten gizlenmesi.
Neden Yapılır?
Finansal ihanetin arkasında genellikle şu motivasyonlar yatar:
Güvensizlik: Eşin para yönetme becerisine güvenmeme.
Kontrol arzusu: Ekonomik gücü elinde tutma isteği.
Bireysel özgürlük arayışı: Bağımsız maddi hareket alanı oluşturma çabası.
Kötü alışkanlıklar: Kumar, alışveriş bağımlılığı gibi bağımlılıklar.
İletişim eksikliği: Maddi konularda yeterince konuşmama ve ortak dil kuramama.
Aile Üzerindeki Etkileri
Finansal ihanet sadece iki eş arasında değil, tüm aile üzerinde olumsuz etkilere neden olur:
1. Güven Krizi
Eşlerin birbirine olan güveni zedelenir. Duygusal uzaklaşma başlar.
2. Sürekli Tartışmalar
Harcamalar ve borçlar üzerine bitmeyen tartışmalar ortaya çıkar. İletişim bozulur.
3. Ekonomik Sarsıntı
Gizli borçlar ya da savurgan harcamalar aile bütçesini çökertir. Kredi notları düşebilir, icra süreçleri başlayabilir.
4. Çocukların Psikolojisi
Evdeki stresli ortam çocuklara da yansır. Güvensizlik ve kaygı gelişebilir.
5. Boşanma Riski
Finansal ihanet birçok boşanma davasında gerekçe olarak gösterilir. Özellikle tekrar eden vakalar ilişkiyi kurtarılamaz hale getirebilir.
Nasıl Önlenir?
✅ Şeffaf Finansal İletişim Kurun
Harcamalar, gelirler ve borçlar hakkında açık konuşulmalı. Aile bütçesi birlikte yapılmalı.
✅ Ortak Hesap ve Bilgilendirme
Erişimi her iki tarafın da sağladığı ortak hesaplar kullanılmalı. Gizli işlem yapılmamalı.
✅ Finansal Danışmanlık
Profesyonel destekle aile bütçesi yeniden düzenlenebilir.
✅ Evlilik Terapisi
Güven kaybı büyükse, ilişkisel destek alınmalı.
✅ Finansal Eğitim
İki taraf da bütçe yapmayı, tasarrufu ve yatırım bilincini geliştirmeli.
Finansal ihanet, evliliklerde görünmeyen ama en yıkıcı krizlerden biridir. Güveni ve ekonomik düzeni sarsarak aile birliğini tehdit eder. Bu nedenle çiftler, maddi konularda dürüstlük ve açıklık ilkesini temel prensip haline getirmelidir.
Unutulmamalı ki, bir evliliği sadece aşk değil; ekonomik sadakat de ayakta tutar.