Connect with us

EKONOMİ

Ekonomist İbrahim Turhan yazdı : Neden büyük bir çöküş olmuyor?

Yayınlanma:

|

Ekonomist İbrahim Turhan, ekonominin süregelen gidişatı doğrultusunda herkesin büyük bir çöküş beklediğini fakat kendisinin bu görüşte olmadığını ifade etti. Turhan, bunun sebeplerini sosyal medya hesabı üzerinden madde madde sıraladı.

İbrahim Turhan’ın paylaştığı öngörüleri şu şekilde:

“Geçmişte de ekonomik krizler yaşandı. Bunları hatırlayanlar, belli bir süre kötüleşme ve ardından sert çöküş bekliyor. Oysa içinde bulunduğumuz durum farklı. Öyle olmayacak. Peki ne olacak? Önümüzdeki dönemde bizi neler bekliyor?

Önce bu yanılsamanın nedenleri:

15 yıl ortalama %8,5 enflasyona ve döviz kurunun 1,50 ile 3,00 arasında kaldığı ortama alıştık. Kur zaman zaman artsa da ardından geri geliyor, en azından artışı duruyordu. Enflasyon yine vardı ama 2003-2017 arasında aylık fiyat artışı %0,7 idi.

1-002.jpg

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Tanzimat döneminden beri süren devlet geleneği tahrip edildi. Kurumsal hafıza, devlet aklı, denge ve denetim sistemleri işlevlerini yitirdi. Kararlar günü kurtarmaya yönelik anlık reflekslerle alınır oldu. Bu da bir kırılma yarattı.

2017 başında 3 olan USDTRY kuru iki yılda 6’ya yükseldi. 2022 başında 13 oldu. Faiz indirimleri başladığında 19 olan enflasyon bu ay 80 olacak. Ve bu durum artık kalıcı… Analiz hatasına yol açan da bu. Eskisi gibi olacak sanıyoruz ama bu başka.

2-002.jpg

Son 15 yıldaki tecrübeleri unutun. Enflasyon artık kendi kendini beslemeye başladı ve katılık kazandı. Para ve maliye politikaları yeniden fiyat istikrarını sağlamaya yönelmedikçe enflasyon %50’nin üzerinde kalmayı sürdürecek.
Aylık fiyat artışı eskisi gibi %0,7 değil %4 olacak!

Firmalar ve bireyler enflasyona uyum sağladıkça bu kısır döngü daha da katılaşacak. Kurdaki yükselişler de sıradanlaşacak. USDTRY kuru (eski para ile) 1991 Ocak’ta 3 bin, 1991 Aralık’ta 5 bin, 1995 Ekim’de 50 bin, 1998 Mayıs’ta 250 bin, 1999 Aralık’ta 530 bin olmuştu.

“Neden büyük bir çöküş olmuyor” sorusunun birkaç yanıtı var:

1. 1994’ten farklı olarak kamu finansmanı henüz sürdürülebilir düzeyde. Yani Hazine, hâlâ piyasadan borçlanabiliyor ve borç geri ödemeleri ya da maaşlar gibi kritik ödemelerini vadesinde yapabiliyor.

2. Bankalar geçen Aralık’ta büyük bir badire atlatmışsa da 2001’den farklı olarak şu anda durumu idare edebiliyorlar. Yükümlülüklerini karşılayacak likit varlıkları var. Kurdaki artış yüzünden batacak durumda değiller.

3. Ücret artışları enflasyonun ardından gecikmeli olarak geldiği, otomatik endeksleme olmadığı, Merkez Bankası Hazine’nin harcamalarını ya da borçları para basarak finanse etmediği için hiperenflasyon (ayda %50 ve üzeri enflasyon) olmuyor. Yüksek kronik enflasyon yaşanıyor.

4. Gelir dağılımı çok bozuk olduğu için gelirini enflasyona ayarlayabilen ve varlık sahibi olan kabaca 15 milyon kişi tüketimlerini sürdürüyor. İhracat ve turizm gelirleri 1990’lardaki durumla karşılaştırıldığında nispeten katkı sağlıyor.

5. Küresel koşullar o zamana göre farklı.

‘ALINAN ÖNLEMLER BAŞKA YERLERİ BOZUYOR’

Ani çöküş olmasa da bu asla “durumu böyle idare ederiz” anlamına gelmez! Ekonominin durumu kalp kriziyle aniden ölmeyen ama bitkisel hayatta yaşamsal işlevleri giderek bozulan yoğun bakım hastasına benziyor. Her gün bir organda sorun çıkıyor. Alınan önlemler başka yerleri bozuyor.

1. Hazine temerrüde düşmedi ama finansman koşulları sürekli bozuluyor. Borçların ve faiz ödemelerinin yükü ağırlaşıyor. Faiz indirimleri başladığından beri kamu borcu 950 milyar TL büyüdü. Bütçe açığı artıyor. Dış borçlanma olanakları da daralıyor.

2. Bankaların kârlılık oranı enflasyonun altında. Bu da banka sermayelerinin reel olarak eridiği anlamına geliyor. Birçok bankanın piyasa değeri 2-3 yıllık kazançlarına eşit hale geldiyse bu boşuna değil. Kredi mekanizması çok sorunlu. Bankalara sürekli müdahale ediliyor.

3. KKM ya da çıkarılması düşünülen enflasyon korumalı ürün Hazine’nin finansal sürdürülebilirliğini bozabilir. Enerji KİT’lerinde ya da kamu yatırım ödemelerinde sıkıntı doğabilir. Bir noktada, “Merkez Bankası imkanı kullanmaktan başka çıkar yol kalmadı” algısı oluşabilir. Enflasyon-kur artışı-daha fazla enflasyon-yine kur artışı döngüsü oluşabilir. Dövize müdahale sürerse rezervler kısa sürede kritik düzeye inebilir. Dış denge bu haliyle sürdürülebilir değil. Kurlarda son yaşanan hareket bunun işaretçisi. Şimdilik denge sağlanmışsa da kalıcı değil.

4. Yoksulluk salgın gibi yayılıyor. Talepte yavaşlama göreceğiz. İhracat bu ay gerileyecek. İlk çeyrekte göreceğimiz %6 civarında büyüme yanıltıcı olmasın. Durum hızla bozuluyor. Ekonomi, yüksek enflasyon-düşük büyüme ortamına giriyor.

5. Küresel koşullarda bozulmanın süreceğini, piyasa hissiyatının daha kötüleşeceğini biliyoruz. Küresel talepte daralma olacak. Bütün dünyada süren para politikası sıkılaştırmasının etkisi görülecek. Orada da yeni ve zor bir döneme giriliyor.

SONUÇ

Sonbahar bugünden daha zor olacak gibi görünüyor. Enflasyonla yaşayacağız. “Ne zaman bitecek” sorusu anlamlı değil. Yeni bir döneme girdik. Ekonomideki kriz; “kalp krizi” modeli değil “koma” modeli. Bir müddet böyle süreceğini bilelim.

Görüntüde ekonomik kriz var. Ama sorun gerçekte ekonomik değil. Bu bir yönetim ve zihniyet krizi! Ekonomi bu duruma; keyfi yönetim, anlık kararlar iktisat bilgisine ve ortak akla kulak tıkayan politika, bilgisiz ve yetersiz kadro yüzünden geldi. Çözüm de yönetim sisteminde.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.