Connect with us

GÜNDEM

İran’da son durum ve olasılıklar: Öğrenciler boykotta, işçi grevleri olur mu?

Yayınlanma:

|

Ne olmuştu?

İran, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’nden sonra toplumsal hayatın şeriat kurallarının Şii ekolüne göre dizayn edildiği bir sürece evrildi. Ve bu süreçten itibaren de toplumsal hayatta başta kadınlar olmak üzere bir çok kesimin sosyal hakları kısıtlandı.

Bugün İran’da kadınların başörtüsü takması zorunlu, televizyonlarda enstrüman kullanmak yasak ve yöneticilerin din alimlerinden seçilmesi sonucuyla kadınların seçilme haklarında kısıtlar var.

Bir çok uzman, Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından büyüyen olayları, sokak hareketlerini ve kitlesel eylemleri 40 yılını dolduran islamcı rejimin biriktirdiği öfke olarak okuyor. Ya da farklı yorumlara göre bugün İran’da yaşamak istemenin kendisi ya da yaşıyor olmanızın sonucu zaten rejim karşıtlığına dönüşebiliyor.

Mahsa Amini’nin öldürülmesinden sonra İran devletinin resmi makamları ölümün kalp krizi nedeniyle gerçekleştiğini, ortada herhangi bir işkence ya da kasıt olmadığını ifade etse de konu Mahsa Amini’nin nasıl ölmüş olabileceğinin ötesine geçmiş durumda. Bugün kadınlar ve gençler sokaklara çıkıyor, türbanlarını ateşlerde yakarak dans ediyor, polisle çatışıp dini lider Humeyni’nin posterlerini yakıyor.

Sayısı 40’ı geçen kent merkezlerindeki eylemlilikler devam ederken, İran devleti sokağa çıkanları ajan, provokatör ya da kökleri dışarda eylemciler olarak lanse ediyor. Eylemler sırasında yaşamını kaybeden kolluk kuvvetlerini ise şehit ilan edildi. Bugün Mahsa Amini için dünyanın pek çok kentinde protestolar düzenleniyor ve İran’da halk bu kıvılcımın etkisiyle karşısına islam rejiminin sembollerini alan eylemler örgütlüyor. Amini’nin ölümüne neden olan “ahlak polisleri” ise gündemin merkezinde duruyor. Ölü sayısı 40’ı geçerken pek çok noktada eylemler devam ediyor.

Kim bu ‘ahlak polisleri’?

1979 yılında gerçekleşen İslam devriminin ardından siyasetin dinen Şii yorumuyla şekillenmesine Velayet-i Fakih sistemi adı verildi. Bu sisteme göre devleti din adamları yönetmeyecekse dahi dini konuda bilgili isimler yönetmeliydi. Kısaca devlet mollaların iktidarına dönüşmüştü.

Mollalar da erkek ve Şii kişiler. Dolayısıyla da kadınların bu alanda söz sahibi olma ihtimali ortadan kalkmıştı.

Ancak “katı olan her şeyin buharlaşması” gibi İran’daki molla rejimi de zaman içinde bazı alanlarda geriye düştü. İktidara geldiği ilk günlerde herkese umut vaadeden yoksulu, mazlumu, ezileni varlıkla eşitleyeceğini ifade eden, petrol gelirlerini sofraya koyacağını söyleyen molla rejimi zaman içinde ekonomik açmazlar, yolsuzluklar ile anıldı. Bu örneklere halkın şeriat kurallarınca baskılanması da eklenince İran’da son 20 yıldır irili ufaklı eylemler artık herkesin alışık olduğu bir şey haline geldi.

İran’da mollaların ve devlet erkanının önünde tek bir gündem var uzunca zamandır. O da artık insanların şeriat kurallarına riayet etmediği ve bundaki nedeninin de devletin bu konuda sert davranmaması-taviz vermesi olarak özetlenebilir. Bu nedenle 2005 yılında Mahmud Ahmedinejad döneminde yürürlüğe giren bir kanun ile İrşad Devriyeleri yani bizim bildiğimiz haliyle “ahlak polisleri” toplumsal hayatı belirlemede söz sahibi olarak belirlendi.

İrşad Devriyeleri’ni belirleyen yasal düzenlemeler sadece sokakta gezen ve başı açık kadınlara müdahale eden devriyeler olarak görülmemeli. Bu yasal düzenleme ile yaklaşık on bakanlık ve çeşitli kurumlar toplumsal hayatı düzenlemek konusunda rol alacak ve yetki kullanacaktı. Eğitim, sağlık, spor, sinema gibi bakanlık ya da kurumlarda da bu alanda girdiler yapılması için düzenlemeler gerçekleştirişmişti.

Mahsa Amini’ni öldüren ahlak polisleri işte 2005 yılında düzenlenen bu yasal mevzuat ile yetkilendirilmişti.

“Mahsa’nın öldürülmesi, öfkenin son damlasıdır”

Yaşanan olayları soL Haber için değerlendiren İranlı kadın akademisyen Darya Golestan ayaklanan halkın molla rejimini hedef aldığını ifade ediyor. Golestan soL’a verdiği röportajında “Bu öfke, 1979’dan beri İslam Devrimi’yle birlikte halka yönelik tüm alanlarda yeni ayrımcılık politikalarının uygulanmasıyla başladı. Bu uygulamalar ilkin anayasaya geçirildi. Şii, Erkek, Fars Müslüman olmayan kişiler devletin siyasi yapısında görev almaları ve yükselmeleri yasal olarak engellendi. Sonra toplumsal faaliyetlerinin sürekli devlet tarafından gözaltına alınmasıyla ayrımcılık politikalar sosyal hayata geçti.  

Aydınları feci bir şekilde öldürerek susturmaya çalıştılar. Farklı düşüncelerin ortaya çıkmasını sansür araçlığıyla yasakladılar. Sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini kısıtladılar. Radyo televizyonun hep devletin kontrolünde olduğunu savunarak bugüne dek sürdürdüler. Hem iç hem de dış politikalar tek bir grubun ideolojisi yönünde olduğu için eleştirel fikirlerin susturulmasından ufacık taviz vermediler. Üstelik insanların yaşam tarzına yeni örgütler yaratarak müdahaleyi arttırdılar. Bugün Mahsa Amini’nin ölmesi, halkın sokaklara dökülmesinin son damla olduğu nettir.” ifadelerine yer verdi.

‘Gericilik ve aydınlanma arasında bir çatışma var, bunların barışması mümkün değil’

Darya Golestan sorunun merkezinde türban olsa da türbanın ya da kıyafet düzenlemesinin bir örnek olduğunu, asıl sorunun ise daha büyük olduğunu ifade ediyor.

Golestan “sorun sadece türban sorunu mu?” sorumuza “Elbette türban sorunu var. Ama bu sorun büyük bir sorunun başlığı altında yer almaktadır. Büyük mesele giderek totaliterleşen bir devlet meselesidir. 100 yıl modernleşme ve demokrasi talep eden bir millet, böyle yönetime baş eğip her şeye göz yumacak değildir. Böyle söylemek daha açık olur: Bir tarafta özgür, modern değerleri içselleştirip barış destekçisi olan, eğitime önem veren ve yaşamağı seven halk var, diğer tarafta ise dünyaya meydan okuyan, sürekli dünyevi hayatı küçümseyen ve onun yerine ölümü “Şahadet” başlığı altında öven, gerici ve geçmişte kalan bir devlet vardır. Asıl sorun bu! Bu ikilik arasında barışacak yolun olmamasıdır.” diyerek cevap veriyor

‘Eylemlerin şu an için Amerika’nın işine geldiğini düşünmüyorum’

İran devletinin sokağa çıkanları İsrail ya da Amerikan ajanı olarak nitelemesinin büyük bir yalan olduğunu ifade eden Golestan, “Olayların en azından şu ana kadar bir liderinin olmaması, politik bir örgütün yer alamaması gibi örnekler ile dış güçler tarafından yönlendirildiğini söylemek çok zor” diyor.

Sokağa çıkanların yönlendirilebileceği ihtimalinin hep olabileceğini ifade eden Golestan, bugün sokağa çıkanların daha çok apolitik ve gençlerden oluştuğunu ve ilk kez toplumsal hayatın belirlenmesine karşı tepki koyduklarını belirtiyor. Darya Golestan sokağa çıkan protestocuların ajan olması konusunda “Asla böyle düşünmüyorum. Böyle bir düşünce sokaklarda dökülen kana ihanet olur. Tam tersine, böyle protestolar Amerika’nın işine yaramadığının kanaatindeyim. Çünkü Amerika artık (İran) devlet ile anlaşmanın bir yolunu arıyor ve burada da mesafe kat etti Trump dönemine kıyasla. Şu an mevcut düzenin dağılmasıyla yeni düzenin nasıl olacağına dair tahminleri kuşkulu. Dolayısıyla da mevcut düzenin bozulmaması aynı şekilde devam etmesi kuşkulu bir geleceğe kıyasla ABD’nin menfaati yönündedir.” diyor

‘Eylemlerde sınıfsal bir vurgu yok’

Bugün yaşananların bir rejim değişikliğine vesile olabilmesi için eylemlerin sadece sokakla sınırlı kalması değil, ekonomik alanda da örneklerinin var etmesi gerektiği düşünülüyor. Yaşanan eylemleri grevlerin takip etmesi, fabrikalara ve sanayi bölgelerine taşınması, molla rejiminin tıkanacağı tek örnek gibi görünüyor.

Darya Golestan son 20 yılda gerçekleşen eylemlerin sınıfsal pozisyonları için “Artık sistemin reformcu hareketler ile ıslah olunma fikri ortada kalktı. Böyle bir beklenti kimse de yok artık. Yani kimse bir reform olacağını ya da bunun işe yarayacağını düşünmüyor. Kimse böyle bir şeye inanmıyor artık. 2009 yılında gerçekleşen ayaklanmalar daha çok reformcu, merkeziyetçi ve orta sınıfının isteklerini temsil eden bir hareketti. 2017 ve 2019 yıllarındaki ayaklanmalar ise alt sınıfları temsil ediyordu. Fakat bugün gördüğümüz gibi protestolar neredeyse tüm şehirlerde ve şehirlerin farklı bölgelerinde meydana gelmiştir, yayılmıştır. Bu ne anlama gelir? Bu eylemlere katılanların sınıfsal taleplerinin belirgin olmadığı anlamına geliyor ve daha çok tepkilerinde birleştiklerini gösteriyor.” diyor.

‘Görece iyileşmeler 1979 sonrasında sadece Hatemi döneminde gerçekleşti’

Darya Golestan, İran’daki reformcu kanadı anlatırken bir de uyarıda bulunuluyor. İster Hatemi gibi reformcu isimler olsun ister Ahmedinejad gibi baskıcı isimler. Golestan tüm örneklerdeki isimlerin şeriatçı olduğunun ve bu tür reformcu örneklerin de kötünün iyisi olduğunun altını çiziyor.

Golestan bu ayrıma dair: “Sadece Hatemi dönemini söyleyebilirim. O dönem kızların evlenme yaşı 9’dan 15’e çıkarılmıştır. Ahmadinejad döneminde bu yasa geri alındı. Bunun yanında devlet tarafından aile planlaması sürecinde nüfus artış oranının hızını azaltmak için yoksul bölgelerde olan sağlık merkezlerinde ücretsiz kondom veriliyordu. Bunun önemini şöyle anlatayım, o bölgelerde uyuşturucu kullanan kişilerin sayısı yüksektir. Bu da HİV virüsünün yaygın olabileceği bölgeler olduğunu manasına geliyor bir yanıyla. Bu ihtimal herkesin malumuydu. Bu hastalığı önlemek için ücretsiz kondom dağıtarak yoksul kadınların hayatını kurtarmak istediler. Fakat son yıllarda İran’ın nüfusunun artış oranının hızlı bir şekilde azalması, kadınlar üzerinde baskıları arttırıyor.  Devlet tarafından yeni nüfus planlaması, nüfusun arttırılması çalışmalarının kadınların aleyhine olduğu aşikardır.” ifadelerine yer veriyor

‘Mahsa Amini’nin Kürt olması işin rengini değiştirmiyor’

Mahsa Amini’nin Kürt olması ve ayaklanmaların İran’ın Kürdistan eyaletinde meydana gelmesi akıllara “ahlak polisi” tarafından öldürülen gencin etnik kimliğine dair soruları da  getiriyor.

Ancak Darya Golestan, konunun Amini’nin Kürt olması konusunu aştığını, eylemlerin Şii tarafların en güçlü olduğu kentlere de yayıldığını ve yaşanan sorunun sadece İran’daki Kürtlerin değil tüm İranlı kadınların sorunu olduğunu ifade ediyor. Bu da eylemlerin hızlıca yayılmasının nedeni olarak görülüyor.

Golestan eylemlerde etnik ya da milliyetçi bir ton var mı sorusuna “Hayır, böyle bir şey yok. Tüm kandınlar İran’da türban ve giyim hakları konusunda yaşadıkları sorun aynı çünkü. Ama bir şeye dikkat çekmek gerekiyor. O da devletin arttıracağı şiddet uygulamaları olacaktır.  Devlet artık protestoları sert bir şekilde bastırmada tecrübeli. Ama be bunun her zaman böyle devam edeceğini düşünmüyorum” diyor.

***

Bugün yaşanan eylemler İran’daki molla rejiminin 40. yılını devirdiğimiz bir dönemde, diğer eylemlerden farklı olarak direkt şeriat rejimini, onun söylemlerini ve temsillerini karşısına alıyor. İlk kez kadınların öncülüğünde gerçekleştirilen eylemlere tanık oluyoruz.

Sokağa çıkanların önemli bir kısmı ise genç ve sokak eylemleri sırasında politize oluyorlar. Yani İran devletinin “kökü dışarda, siyasi ajanlar” nitelemesi boşa düşüyor haliyle. Eylemlerin eğer ekonomik alanlara yayılmazsa, fabrikalarda grevlerle buluşmazsa zaman içinde geriye düşeceği tahmin ediliyor. Ancak bu haliyle dahi yaygın kanı İran Devleti’nin İrşad Devriyeleri’ne dair yasal sınırlarında düzenlemeler yapmaya mecbur kalacağı yönünde.

Diğer ihtimal ise eylemlerin devam etmesiyle henüz sokağa çıkmamış kesimlerin de dahil olduğu ve eylemlerin işçi sınıfı karakteri kazandığı evreye geçmesi. İran halkı, tarihinde sadece 1979 yılındaki gerici molla rejimiyle anılan devrimle değil, 1905 ve 1911 yılllarında ileriye sıçrayabilecek devrimleri de deneyimlemiş bir halk. Tüm bu parametreler devrimlere aşina olan bir halkında tarihin tekerini ileri götürmek için umut vaadediyor. Ancak eylemlerin bir örgütünün, somut olarak bir muhatabının olmaması ise sürecin sönümlenmesine neden olabilir. Ve fakat bu haliyle dahi İran halkının molla rejimine karşı ayaklanarak ve ilk kez rejimin sembollerini karşısına alarak bir korku duvarını aştığını söyleyebiliriz.

*Röportajı veren konuğun adı hukuki sorun yaşamaması için müstear olarak kullanılmıştır.

ÖZKAN ÖZTAŞ – sol.org.tr

Okumaya devam et

Ali Coşkun

Gayri Resmi İşlemler ve Finansal Tablolara Etkisi: Görünmeyen Riskler

Yayınlanma:

|

Yazan:

Birçok firmada geçmişe kıyasla azalmış olsa da, gayri resmi ticari işlemler hâlâ yaygın şekilde sürmektedir. Özellikle nakit yoğun sektörlerde ve KOBİ ölçeğindeki firmalarda, bu durum daha belirgin şekilde gözlemlenmektedir.

Bu kapsamda yapılan bazı ödemeler banka kanalları yerine doğrudan elden gerçekleştirilmekte; bu da işletmenin resmi mali tablolarını doğrudan olumsuz etkilemektedir.

Gayri resmi ödemelerde kullanılan resmi gelirler, muhasebe sisteminde denge bozulmalarına yol açar. Bu bozulmalar en çok dönen varlık kalemlerinde kendini gösterir:

  • 🧨 Yüksek kasa bakiyeleri

  • 🧨 Ortaklara ait alacak senetleri

  • 🧨 Ortaklardan alacaklar

  • 🧨 İş avanslarında ortaklara ait tutarlar

Bu kalemlerde zamanla meydana gelen olağandışı artışlar, finansal tablo kullanıcıları için önemli risk sinyalleri taşır.

Başlangıçta küçük görünen bu tutarlar, süreç içinde büyüdükçe bilanço üzerinde ciddi baskı yaratır. Bu durum, kredi veren bankaların da dikkatinden kaçmaz.

Bankaların Yaklaşımı

Kredi değerlendirme süreçlerinde bankalar, bu tür şişirilmiş kalemleri tespit eder ve analiz aşamasında bu tutarları mali düzeltmeye tabi tutar. Yani:

Bu bakiyeler, özkaynaklardan düşülerek şirketin gerçek finansal durumu ortaya konur.

Bu düzeltmeler sonucunda:

  • Özkaynaklar ciddi şekilde azalır

  • Borç/özkaynak oranı önemli ölçüde bozulur

  • Finansal kaldıraç artış gösterir

Bazı firmalarda bu tür düzeltmelerin ardından özkaynaklar negatif seviyeye dahi gerileyebilir. Bu da:

  • Yasal olarak kredi kullanımı önünde engel oluşturur

  • Krediye erişimi zorlaştırır, hatta imkânsız hâle getirir

  • Firmanın sektörel itibarı ve ticari ilişkileri üzerinde olumsuz etki yaratır

Kredi Notuna Etkisi

Kredi veren kurumlar tarafından oluşturulan kredi risk puanı (raiting) da bu tabloya göre şekillenir.
Gayri resmi işlemler kaynaklı mali dengesizlikler:

  • Raiting notunun düşmesine

  • Kredi maliyetlerinin artmasına neden olur

Neler Yapılmalı?

Firmaların, özellikle 31 Mart, 30 Haziran, 30 Eylül ve 31 Aralık bilanço tarihlerinde bu tür kalemlerdeki bakiyeleri minimuma indirmesi büyük önem taşır.

Aksi takdirde:

  • Bankalar,

  • Bağımsız denetçiler,

  • Yatırımcılar ve

  • Potansiyel iş ortakları

firmanın güvenilirliğini sorgulamaya başlayabilir.

Kısa Vadeli Kazançlar, Uzun Vadeli Riskler Yaratır

Kısa vadede pratik ve kolay gibi görünen gayri resmi ödemeler, uzun vadede firmaların büyüme kapasitesini, yatırım alabilirliğini ve finansmana erişimini ciddi biçimde sınırlar.

Kurumsallaşmak ve finansal yapısını güçlendirmek isteyen her işletme:

Bu tür uygulamalardan uzak durmalı, mali disiplini ve kurumsal itibarını öncelik haline getirmelidir.

Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

Okumaya devam et

GÜNCEL

ZİHİN SAĞLIĞI KRİZİ KAPIDA!

Yayınlanma:

|

Yazan:

İş Dünyası Ne Kadar Hazır? Türkiye’de durum nasıl?

Günümüz iş dünyası, hızla değişen dinamiklerin ve artan belirsizliklerin ortasında, çalışan esenliği konusunda ciddi bir sınav veriyor. Pandemiyle birlikte önemi daha da anlaşılan çalışan zihin sağlığı, ne yazık ki hala birçok kurum için “ekstra” bir kalem olarak görülüyor. Oysa kapımızda bekleyen zihin sağlığı krizi, sadece bireylerin yaşam kalitesini değil, şirketlerin verimliliğini, bağlılığını ve nihayetinde kârlılığını da doğrudan tehdit ediyor. Peki, şirketler bu kritik dönüşüm için ne kadar hazır?

Sessiz Salgın: Durgunluk ve Görünmeyen Maliyetler

Elkin Consultancy Kurucusu Elif Elkin, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Çalışan esenliği denince genellikle fiziksel sağlığa odaklanılır, ancak buzdağının görünmeyen kısmı çok daha büyük ve yıkıcıdır: languishing (durgunluk) ve presenteeism (işte verimsiz bulunma). Klinik olarak depresyonda olmasalar bile, çalışanların önemli bir bölümü durgunluk haliyle boğuşuyor; motivasyonsuz, enerjisiz ve tükenmiş hissediyorlar. Bu durumdaki çalışanlar fiziksel olarak işte olsalar da, zihinsel olarak bağlantısız, yaratıcılıktan uzak ve düşük verimlilikle çalışıyorlar. Bu “sessiz istifa” hali, şirketlere yüksek görünmeyen maliyetler çıkarıyor; çünkü işgücünüzün tam potansiyelini kullanamadığı her an, kaçırılmış bir fırsat ve doğrudan bir kayıptır.”

Stresin Yıkıcı Etkisi ve Türkiye’nin Gerçekleri

Zihin sağlığının belki de en somut ve yaygın göstergesi olan stresin, iş performansına yönelik en büyük tehditlerden biri olduğuna dikkat çeken Elif Elkin, “Gallup’un Küresel Duygu Durumu araştırması, Türkiye’nin bu konuda çarpıcı bir tablo çizdiğini gösteriyor: Ülkemiz, yüzde 64’lük ‘Önceki gün stresli hissettiniz mi? Evet’ oranıyla dünya sıralamasında Afganistan ve Lübnan’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Aynı araştırmada ‘Önceki gün öfkeli hissettiniz mi?’ sorusuna verilen yanıtlarda da ikinci sıradayız.

Araştırmalarda, kadınların her kategoride erkeklere göre daha fazla stres yaşadığı da dikkat çekici. Bu yüksek stres seviyesi, sadece bireysel tükenmişliğe yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda şirketlerin iş-yaşam dengesini destekleme konusundaki yetersizliğini de ortaya koyuyor. Genç profesyonellerin yalnızca yüzde 32’si, deneyimli profesyonellerin ise yüzde 46’sı şirketlerinin iş ve özel hayat dengesine önem verdiğini belirtiyor. Pazartesi sendromunun ötesine geçen bu durum, çalışanların işe enerjik başlama oranlarındaki ciddi düşüşlerle de kendini gösteriyor” dedi.

Bütünsel Esenliğe Geçiş: Neden Artık Bir Lüks Değil?

Elif Elkin, çalışan esenliği programlarının bir ekstra değil, gereklilik olduğuna da değindi: “Global Wellness Institute’un 2024 raporu, küresel esenlik ekonomisinin 2023’te 6.3 trilyon dolara ulaştığını ve 2028’de 9.0 trilyon dolara yükseleceğini öngörüyor. Bu raporun altını çizdiği gibi, esenlik artık tüketiciler için bir lüks veya isteğe bağlı bir harcama değil, sağlıklı bir yaşam sürdürmek, bağışıklığı güçlendirmek, uzun ömürlülüğü artırmak ve zihinsel dayanıklılığı geliştirmek için temel bir gereklilik haline geldi.

İş yerleri için bu, bütünsel bir esenlik yaklaşımını benimsemek anlamına geliyor. Sadece fizyolojik ihtiyaçlara odaklanmak yeterli değil; zihinsel ve duygusal esenlik (stres yönetimi, psikolojik destek), finansal esenlik (finansal okuryazarlık, ücretlendirme adil politikaları) ve sosyal esenlik (güçlü ekip kültürü, iş-yaşam dengesi, adil yönetim) de bu bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Çalışanlar, hayatlarındaki stres faktörlerinin (finansal kaygılar, ailevi sorunlar, zihinsel yorgunluk) doğrudan iş performanslarını etkilediğinin farkındalar. Dolayısıyla, esenlik programları bir “ekstra” değil, çalışan verimliliğinin ve bağlılığının temelini oluşturan stratejik bir yatırımdır.”

Liderlerin Rolü: Dönüşümün Anahtarı

Zihin sağlığı krizine karşı iş yerlerini hazır hale getirmenin anahtarının, liderlerin proaktif yaklaşımında yattığının altını da çizen Elkin, “Öncelikle, ihtiyaç analizi yaparak çalışanların gerçek sorunlarını ve beklentilerini anlamak gerekiyor. Her şirketin dinamikleri farklıdır ve tek tip çözümler yerine, şirkete özgü, kapsayıcı programlar tasarlanmalıdır.

En kritik adım ise liderlik taahhüdü ve katılımıdır. Esenlik programları sadece İnsan Kaynakları departmanının sorumluluğu olmaktan çıkarılmalı, üst yönetimden başlayarak tüm liderler bu kültürü benimsemeli ve desteklemelidir. Çalışanlar, yöneticilerinin kendilerinin ve ekip üyelerinin zihinsel sağlığına ne kadar değer verdiğini ve bu konuyu ne kadar ciddiye aldığını görmelidir. Liderlerin kendi kırılganlıklarını paylaşması, destekleyici bir dil kullanması ve empati göstermesi, güven ortamının oluşmasında ve çalışanların yardım isteme cesaretini bulmasında hayati önem taşır.

Ayrıca, programların etkisi ölçümlenmeli ve sürekli iyileştirilmelidir. Katılım oranları, devamsızlık verileri, çalışan memnuniyeti anketleri ve hatta sağlık giderlerindeki değişimler gibi metrikler takip edilmeli, geri bildirimlerle programlar dinamik olarak güncellenmelidir. Ölçülemeyen bir şeyi yönetmek mümkün değildir” dedi.

Sonuç: Esenlik Odaklı Bir Gelecek İnşa Etmek

Elif Elkin son olarak, “Zihin sağlığı krizi kapıda değil, zaten içindeyiz” diyerek sözlerini şöyle noktaladı: “Ancak bu kriz, aynı zamanda şirketler için bir dönüşüm fırsatı sunuyor. Çalışanların zihinsel ve bütünsel esenliğine yatırım yapmak, artık sadece insani bir sorumluluk değil, aynı zamanda verimliliği artıran, yetenekleri çeken, mevcut yetenekleri elde tutan ve sürdürülebilir büyümeyi destekleyen akıllı bir iş stratejisidir.

Liderler, bu “kusursuz fırtına” döneminde eski alışkanlıklarından vazgeçme ve ezberleri unutma cesaretini göstererek, krizden bir dönüşüm yaratabilirler. Çalışanlarını sadece birer kaynak değil, potansiyelleri beslenmesi gereken değerli bireyler olarak gören kurumlar, geleceğin rekabetçi iş dünyasında yalnızca ayakta kalmakla kalmayacak, aynı zamanda gelişecektir. Zihin sağlığının önceliklendirildiği, esenlik odaklı bir şirket kültürü inşa etmek, hem insanlar için daha iyi bir dünya hem de işletmeler için daha parlak bir gelecek anlamına geliyor.”

Okumaya devam et

GÜNCEL

Trump: “Çin ile ticaret anlaşması imzaladık, sorada Hindistan var”

ABD Başkanı Donald Trump, Çin ile ticaret anlaşması imzaladıklarını, Hindistan ile de “büyük” bir anlaşma yapabileceklerini söyledi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Trump, Beyaz Saray’da düzenlenen etkinlikte, ekonomiye dair açıklamalarda bulundu.

ABD Hazine Bakanı Scott Bessent, Ticaret Bakanı Howard Lutnick ve Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’ın ülkelerle ticaret anlaşması yapmak için “fazla mesai” yaptıklarını ifade eden Trump, “herkesin anlaşma yapmak istediğini” dile getirdi.

Trump, birkaç ay önce basının “Gerçekten ilgilenen birileri var mı?” diye sorduğuna işaret ederek, “Daha dün Çin ile imzaladık. Herkesle anlaşma yapmayacağız. Bazılarına sadece bir mektup gönderip ‘Çok teşekkür ederiz, yüzde 25, 35, 45 tarife ödeyeceksiniz.’ diyeceğiz.” ifadesini kullandı.

“Harika” anlaşmalar yaptıklarını belirten Trump, “Belki Hindistan ile çok büyük bir anlaşma yolda. Hindistan’ı açacağız. Çin anlaşmasında ise Çin’i açmaya başlıyoruz. Daha önce asla mümkün olmayan şeyler gerçekleşiyor. Her ülkeyle ilişkimiz çok iyi durumda.” diye konuştu.

Trump, tarifeler sayesinde yapılan yatırımlara ve kurulacak fabrikalara değinerek, çip şirketi Texas Instruments’ın de ABD’de 60 milyar dolar harcayacağını bildirdi.

“Fed’in faiz oranını düşürmesi faydalı olurdu”

Trump, ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell’a yönelik eleştirilerine de devam ederek, “Eğer Fed’de faiz oranlarını biraz düşürecek bir kişi olsaydı, bu faydalı olurdu. Bu adamla mücadele etmemiz gerekiyor, işini yapmıyor.” dedi.

2 puan faiz indirilmesinin 600 milyar dolar tasarruf sağlayacağını öne süren Trump, “Sadece bir kalem darbesiyle, bir cümleyle 1 trilyon dolar tasarruf edebilirsiniz. En yüksek faiz oranlarından birine sahip olmamız utanç verici. En düşük biz olmalıydık.” ifadesini kullandı.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.