I
Amerika’daki ilköğretim okulları hakkındaki bu dizinin başlarında yazdıydım. O yazıdan bu yazıya oğlum Mir Ulaş ilkokul birinci sınıfta ilk dönemini tamamladı. Ben de misafir öğretmen olarak çalışmaya başladım. Böylece, buradaki okulları daha yakından gözlemleme olanağına eriştim. Söz konusu yazımda Amerika’da ilköğretim okullarının tamamen parasız olduğunu, isteyen herkesin çocuğunu okula yollayabileceğini yazdıydım. Gerçekten, cebinizden beş kuruş bile çıkmıyor, ne de size kimse bu çocuk kimdir, pasaportu, nüfus cüzdanı var mıdır, yok mudur diye sormuyor. Amerikan milli eğitim yasalarına göre, yaşı tutan her çocuğun sorgusuz sualsiz bu okullardan eğitim alma hakkı var.
Sınıflarda çocuklara dağıtılan defter, kitap, kullanılan kâğıt, kırtasiye malzemeleri için de velilerden para istenmiyor. Kalitesi tartışılsa da öğle yemeği ve gün içinde verilen atıştırmalık da devletçe karşılanıyor. Filmlerden gördüğümüz sarı okul otobüsleri de tüm çocuklara ücretsiz. Burada ‘public school’ denilen devlet okulları çok tercih ediliyor. Nüfusun neredeyse tamamı çocuklarını bu okullara gönderiyor. Yaşadığımız yer Bloomingon’da mesela 17 tane ilk-ortaokul var. Buna mukabil özel okul bir iki tane. Özel okulları seçenler ya çocuklarına din eğitimi aldırmak isteyenler ya da kendilerini ana akım toplumun her nedense dışında tutmaya çalışan insanlar. Devlet okullarında herhangi seviyede zorunlu ya da seçmeli din dersi yok. Neden özel okulla göndermiyorsunuz, diye sorduğum insanlar buna gerek duymadıklarını söylüyorlar. Gerçekten de, ABD’deki okulların çoğu fiziksel donatılar, okulların bahçeleri vb. düşünülünce Türkiye’deki değme özel okullardan bile çok ilerde.
Burada da adrese dayalı okul seçimi var. Zengin mahallerdeki okulların hem işleyişleri hem de olanaklarının daha iyi. Son yıllarda, eğitimin buradaki en büyük sorunu öğretmenlik mesleğine olan ilginin gittikçe azalıyor olması. Öğretmen maaşlarının iyileştirilmemesi, öğretmenlerin alım gücünün yıldan yıla düşüyor olması bu gelişmenin en önemli sebebi. Benzer şekilde, geçen yıllarda Bloomington’da sarı okul otobüslerinde, maaşların düşük olmasından, çalışacak şoför bulmak kolay olmamış.
II
Okula gelmeyecek öğretmenin dersine giren öğretmene misafir öğretmen deniyor. Okullarda öğretmenleri rahatlatan bir uygulama. Hangi okullarda hangi gün ve aralıklarda (tam gün, yarım gün) misafir öğretmene ihtiyaç olacağı listeleniyor. Listeden istediğiniz okulu seçiyorsunuz. Talip olduğunuz işi yirmi dört saat kalaya kadar iptal etme hakkınız var. Misafir öğretmen olarak gittiğiniz okulda idari ofise göründükten sonra çalışacağınız sınıfa gidiyorsunuz. Sınıfın öğretmeni ayrıntılı olarak ne yapacağınızı anlatan iki-üç sayfalık bir not bırakıyor. O notlara göre dersinizi veriyorsunuz. İşiniz bittiğinde idarenin size verdiği anahtarları ve elektronik geçiş kartını iade ediyorsunuz. Aralık ayında misafir öğretmen olarak çalışmaya başladım. Değişik seviyede sınıflarda çalışma, gözlemleme olanağı elde ettim.
Amerika’da ilköğretim okullarında özel eğitim verilen sınıflardan birine girdim geçenlerde. Lise seviyesinde ‘bridges’ denilen kategoride bir sınıftı. Öğrenme, dikkat zorluğu çeken bu çocukların sınıfında herkesin elinde kendi telefonu vardı. Telefonlara ek olarak, sınıftaki herkesin tablet tabir edilen bilgisayarı. Aslında ilköğretimdeki bütün seviyelerde, her öğrenciye tablet veriliyor. Ana sınıfındaki öğrencilere bile. Sınıflardaki bilgisayar kullanımının aşırı olduğunu, en azından bilgisayar kullanımının suiistimale açık olduğunu gözlemledim. Mesela, geçen hafta katıldığım özel eğitim sınıfında herkesin elinde cep telefonu vardı. İsteyen tabletini kullanabiliyordu. Sınıfın öğretmeni sınıftaki masaüstü bilgisayarından bir film yansıttı perdeye. Sınıftaki öğrenciler ya tabletleriyle ya da cep telefonlarıyla ilgileniyorlardı. Filmle pek oralı olmadılar. Perdedeki filmden gürültülü bir sahne gelince kafalarını geçici olarak kaldırıyorlar, sonra tekrar kendi ekranlarına dönüyorlardı.
Girdiğim ana sınıflarında da her öğrencinin tablet bilgisayarı olmasına şaşırdım. Bu kadar erken yaşta kişisel tablet tahsis etmek ne kadar sağlıklı? Ekran sadece yetişkinleri değil, çocukları da yutan bir şey. Hem insanları, hem çocukları hareketsizliğe mahkûm ediyor. İlla ki eğitim amaçlı, işe yarar programlar vardır. Ancak bireysel bilgisayar kullanımı, insanlardaki toplum olma, ortaklaşa bir şeyler yapma heves ve motivasyonu olumsuz yönde etkiliyor. Birey olalım derken, toplum olmaktan çıkıyoruz.
Dünya zaten alabildiğine teknolojik, şimdiden bilgisayarı öğrensin tezi o kadar güçlü bir tez değil. Neticede insanların ezici çoğunluğu teknolojinin üretici değil kullanıcısı oluyor. Ve bu teknolojiler herkesin kullanabileceği basitlikte yapılıyor zaten. Hal böyleyken, bu kadar erken yaşta çocukların en başta göz sağlığını da bozacak bilgisayar kullanımının sınırlanması, denetlenmesi çok önem arz ediyor. Ya da ana sınıfında her öğrenciye bilgisayar dağıtmanın mantığı nedir? Sınıfta ortak bir bilgisayar ve perde varken.
Dikkatimi çeken bir başka uygulama da sınıflarda şeker, çikolata tüketme alışkanlığı. Amerikan toplumunu az çok bilen biri bu toplumdaki tatlı düşkünlüğünü bilir. Örneğin, kahvaltı ağırlıklı olarak tatlı yiyeceklere dayanır. Zeytin, beyaz peynir yenmez. Yoğurun, bitkisel çayın bile içine az çok şeker karıştıran bir toplum burası. Kurabiye denince akla sadece ‘cookies’ denilen şekerli kurabiyeler geliyor. Börek, çörek bilinmiyor. Burada, Türkiye’deki gibi bir pastane, pastanenin sunduğu çeşitlilik yok. Kurabiye denilince sadece tatlı hamur işi yiyecekler geliyor. Tuzlu kurabiye, tuzlu kuru pasta bilinmiyor.
Şeker, çikolata kullanımına gelince, bu yılki Halloween (cadılar bayramı) kutlamalarında şeker, çikolata kullanımının çokluğu çok dikkatimi çekti. Cadılar bayramı hakkındaki yazımda, bu bayramın ayırıcı özelliklerinden biri aşırı şeker tüketimi ve en kazançlı iki sektörden birinin şeker, çikolata sektörü olduğuna işaret ettiydim. Sınıflarda da çok şeker yendiğini görmek beni şaşırttı. Mesela, misafir öğretmen olarak girdiğim ilkokul ikinci sınıfında, son dersin sonuna doğru kız öğrencinin biri yanıma geldi, şimdi sınıfa söyleyin ki sınıfta çöp bulan biri şeker kazanacak. Anladım ki öğretmenleri böyle şeyler yaptırıyor. Şeker, çikolatanın yerini bana gösterdiler. Sınıfta çöp falan göremeyince, tuttum hepsine dağıttım. Bir başka gün gittiğim, özel eğitim sınıfında öğretmen dersin bir yerinde elinde torba, sınıfa şeker, çikolata isteyen var mı değince bütün sınıf şeker, çikolata kuyruğuna girdi.
Eğitimci, öğretmen olan herkes şekerin, tatlının beynin bilişsel işlevlerini yavaşlattığını, hafıza ve dikkat becerilerinde eksikliklere yol açtığını bilir. Buna rağmen şeker, çikolatanın, bunun yanında, içine tuz, şeker, koruyucu kimyasal doldurulan paketli hazır gıdaların ABD’de okullarda neden bu kadar çok tüketildiği sorusunu sormadan edemiyor dışarıdan bir göz. Ya da mesela, bu okulların kendilerine ait neden bir fırını ya da mutfağı olmasın? Her gün öğrencilere sunulan yemek ve atıştırmalıkları günlük yapıp taze taze tüketmek daha doğru olmaz mı? Ya da bilgisayar kullanım yaşını ana sınıflarına kadar indirmek ve okullarda bu denli hazır gıda ve şeker tüketmek en çok kimin/kimlerin işine geliyor?
Abbas Karakaya, Bloomington, 21 Aralık 2022, Çarşamba