Connect with us

EKONOMİ

IMF’ye göre Türkiye ekonomisi: 2023-2028

Türkiye’nin emekçileri ve ülke bu geleceğe mahkûm edilebilir mi? İktidarı devralmaya hazırlanan kadrolar ciddiyetle düşünmelidir.

Yayınlanma:

|

Bu yazıda IMF’nin güncelleşmiş 2023-2028 Türkiye öngörülerini, aşağıdaki tabloyu gözleyerek tartışalım.

İlk dört satırda GSYH ve fiyatlara ilişkin yıllık değişim oranları (%’ler) var. Satır 5 ve 6’da ise cari işlem dengesinin millî gelirdeki payı ve dar tanımlı işsizlik oranı (yine % olarak) yer alıyor.  Son sütun bu değişkenlerin 2025-2028 ortalamalarını içeriyor. IMF son dört yıl boyunca ekonomide aynı eğilimlerin süreceğini varsaymış. Yıllık verileri bu nedenle aktarmadım.

2023 öngörüsü: Normale yumuşak geçiş…

IMF’nin 2021 Türkiye raporu ve 2022 raporuna ilişkin basın duyurusu ekonomideki dengesizlikleri vurgulamaktaydı. Tabloda aktarılan son öngörüler ise bu uyarıların dikkate alınacağını ve ekonominin 2023’te “normale yumuşak bir geçiş” yapacağını varsaymaktadır.

IMF’nin geçen yıl yaptığı (ve tabloda yer almayan) öngörülere göre 2022’de dolar fiyatında %89, TÜFE’de %73 artış beklenmekteydi. Bu beklentiler ekonomik dengesizliğin döviz piyasalarına yansıyarak süregeleceği anlamına gelmekteydi.

Tabloda yer alan 2023 öngörüsü dengesizliğin bu yıl hafifleyeceğini gösteriyor: TÜFE %50’yi aşmakta, iç piyasalarda enflasyon süregelmektedir; ama dolar (%29’luk artışla) göreli olarak ucuzlamaktadır (Sütun 1, satır 3-4).

TL’nin reel olarak değerlenmesi GSYH öngörülerine de yansıyor. 2023’te sabit TL’li (“reel”) büyüme oranı yüzde 2,7’dir. 2022’de %5,6 büyüyen ekonomi yarı-yarıya durgunlaşacaktır. IMF bu nedenle dar tanımlı işsizliğin de (yarım puanlık bir artışla) yüzde 11’e çıkacağını öngörüyor. Dolarlı GSYH’daki büyüme temposu ise TL’deki reel değer artışını izleyerek %13,7’ye sıçramaktadır (Satır 1-2).

Normale dönüşün bir başka göstergesi 2022-2023 arasında durgunlaşan ekonominin cari işlem açığı/dolarlı GSYH yüzdesini 1,4 puan (5,4 → 4,0) indirmesidir.

Öyle anlaşılıyor ki IMF, 2023’te geleneksel istikrar politikalarına dönüşün ekonomiyi durgunlaştıracağını ve ekonomik dengelerin “düzelmeye” başlayacağını öngörmektedir. “İktidar değişikliği beklentisi” olarak yorumlayabiliriz.

2024: Normalleşme devam ediyor

IMF, 2023’te başlayan “normale yumuşak geçiş” eğiliminin 2024’te de süreceğini öngörüyor. Doların ortalama fiyat artışı TÜFE’yi geriden (%30,8 → %35,2) izlemektedir. Ulusal paranın reel olarak değerlenmesi sayesinde dolarlı GSYH sabit TL’li büyüme oranını (%5,6 → %3,6) aşacaktır (sütun 2).

Doları reel olarak ucuzlatan “normale yumuşak geçiş” nasıl mümkün oluyor? Neoliberal istikrar programının sürdürüldüğü ve ekonominin dış finansmanını fazlasıyla sağlayacak yabancı sermaye girişleri varsayılarak…

2023’ü örnek alalım: Türkiye’nin 12 ay içinde vadesi gelecek olan dış borç yükümlülükleri 196 milyar dolardır. Buna IMF’nin cari açık öngörüsünü (40,7 milyarı) ekleyin. 2023’te 236,7 milyar dolarlık dış finansman gereksinimi doğar.  2023’te (dış kaynak girişleri sayesinde yüzde 14 civarında büyüyen) dolarlı GSYH’nın yüzde 23’ü civarında bir yük… Döndürülebileceği umulur.

Ne var ki, son veriler IMF’nin cari işlem açığı öngörüsünü şimdiden eskitmiştir. Son on iki ayın cari açık toplamı 55,4 milyar dolara çıkmıştır. Ocak-Şubat 2023 açıkları ise 18,8 milyardır; bu tempo devam ederse 2023’te dış açık 110 milyar dolara ulaşır; 12 ayın dış yükümlülükleri ile birlikte 300 milyarı aşar. 2023 dolarlı GSYH öngörüsünün yüzde 30’una ulaşan dış finansmanın sürdürülebileceği şüphelidir.

IMF, 2005’te 10 milyar dolarlık bir krediyi AKP iktidarına seçim desteği olarak açmıştı. “Devran değişmiştir” diyerek geçelim…

2023-2024 büyüme ve işsizlik öngörüleri gerçekçidir. AKP’nin son yedi yılda iç ve dış istikrasızlık pahasına sağladığı yüzde 4,3’lük büyüme temposu tarihe karışacak; dar tanımlı işsizlik oranı yükselecektir.

Sonraki dört yıl: İstikrar içinde durgunlaşma

IMF’nin 2023’te umduğu istikrar programı, 2024 sonrasına da taşınacak; bu politikalar Türkiye’yi 2028’e getirecektir. Tablonun son sütununda yer alan 2025-2028 öngörüleri, önceki iki yılla benzerlikler içermekte; Türkiye için tasarlanan geleceğin nicel çerçevesini göstermektedir.

Ekonomi yüzde 3’lük bir büyüme temposuna yerleşmiştir.  Bu oran, IMF’nin Türkiye için öngördüğü sürdürülebilir büyüme potansiyelidir. Durgunlaşma, istikrar göstergelerine yansımıştır (satır 3 ve 5). Enflasyon yüzde 21’lik, cari açık/GSYH oranı yüzde 2’lik eşiklere takılmaktadır. Herhalde “Türkiye’de istikrar ancak bu kadar” olabildiği için…

Neoliberal doğrultuda olacağı umulan istikrar programı dış kaynak girişleriyle “ödüllendirilmektedir”. Bu sayede ortalama dolar kurunun artışı olarak enflasyonun altında (%18 ve %21,2) seyredecektir (satır 3-4). Dolarlı millî gelirin büyüme ortalaması (%5,5) da sabit TL ile ölçülen reel GSMH’nın büyüme temposunu (%3’ü) fazlasıyla aşacaktır (satır 1-2).

2028’e kadar toplumsal bunalım

Bu öngörüler, AKP’nin 2003-2007’teki   Lale Devri’ni andıran bir gelecek tasarımı akla getiriyor.

Ne var ki ortam çok farklıdır. AKP iktidarının ilk yılları sermaye hareketlerinin çok canlı seyrettiği bir dönemdi. Kişi başına millî gelirin gerilediği beş kayıp yılı (1998-2002’yi) izlemekteydi. Türkiye yüzde 7,3’lük bir büyüme temposu tutturabilmişti; ekonominin dış bağımlılığını da aşırı yoğunlaştırarak…  Yakın gelecekte ise sermaye hareketlerinin durgunlaşan dünya ekonomisine ayak uyduracağı beklenir.

IMF’nin 2025-2028 Türkiye ekonomisi için “uygun gördüğü” durgun büyüme temposunun toplumsal sonuçları tabloda yer alıyor mu? Sadece (satır 6’da) dar tanımlı işsizlik oranının çift haneye (%10,5’e) yerleşmesinde…

Bu eksikliği tamamlayalım: AKP 2016-2022 yıllarında Türkiye ekonomisine sadece IMF’nin vurguladığı iç ve dış istikrarsızlığı değil, çok ağır bir toplumsal bunalımı da “armağan etti”. Sermayenin ekonomik tahakkümü toplumsal bir cinayet boyutu kazandı.

Sık sık vurguladığım göstergeleri tekrarlayayım: Tipik bir işçinin ortalama reel ücreti yedi yıl öncesinin %15 veya %25 altındadır. Ücretlerin net millî gelirdeki payı 9 puan aşınmış; 500 büyük şirkette kâr + faiz gelirlerinin katma değerdeki payı 24 puan artmıştır. Bu son veri sanayi işletmelerinde ortalama sömürü oranının %77’den %211’e çıkması sayesinde mümkün olmuştur. Aynı dönemde atıl işgücü oranı %17’den %24’e çıkmıştır. Türkiye boşta gezen, evde oturan, çoğu diplomalı gençleri barındıran bir topluma dönüşmüştür.

IMF, Türkiye için bu geleceği, yani istikrarlı ve kalıcı bir toplumsal bunalımı tasarlıyor.

Türkiye’nin emekçileri ve ülke bu geleceğe mahkûm edilebilir mi? İktidarı devralmaya hazırlanan kadrolar ciddiyetle düşünmelidir.

Prof. Dr. Korkut BORATAV – sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.