Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Çin iktisat politikalarında yörünge değişikliği

Yayınlanma:

|

Korona salgını sonrasında Çin ekonomisi, dinamizm ile durgunlaşma eğilimi arasında “kararsız” bir konuma geçti. Yıllık büyüme hedeflerinin gerçekleşebileceği şüpheli görünmeye başladı. O gelişmeleri iki yazıda (soL Haber, 14 ve 29 Mart 2024) özetlemiştim.

Son aylarda yeni dönemin iktisadî öncelikleri yoğunlukla tartışıldı. 24 Eylül’de makro-ekonomik genişlemeye geçiş kararlaştırıldı. Bir “yörünge değişikliği” olarak da yorumlanabilir. Gözden geçirelim.

Planlama mı? Talep yönetimi mi?

Tartışma, “ekonomi yönetiminin acil önceliği” üzerinde yoğunlaşmıştı. Başlangıçta stratejik planlama ile kısa dönemde toplam talebin yönetimi arasındaki ikilem (karşıtlık) olarak da anlaşıldı.

Çin Halk Cumhuriyeti’nde ekonomi yönetimi, bu ikilemi içermez. Nitekim, 2021-2025 dönemini kapsayan 14’ncü Beş Yıllık Plan halen uygulanmaktadır. Bu plan, Made in China 2025 adını taşıyan teknolojide, üretim haritasında dönüşümleri hedefleyen stratejik bir tasarı ile bütünleşmiştir. (Batı iktisat terminolojisinde bu tür stratejik tasarılar, son dönemlerde sanayi politikaları olarak adlandırılmaktadır.)

Çin’de kaynak tahsisini kısa dönemde etkileyen politikalar (devletin de aktif bir “oyuncu” olduğu) piyasa mekanizmaları içinde uygulanır. Batı ekonomilerindeki gibi iki ayaklıdır: Bir ayağı Merkez Bankası’nın denetiminde para politikası araçlarını içerir. Diğer ayağı merkezî hükümetin ve yerel yönetimlerin harcamaları, vergileri ve borçlanmaları (tahvil ihracı) ile gerçekleşen kamu maliyesi araçlarından oluşur.

Bu çerçevede planlama ile toplam talep yönetimi arasındaki ayrım, (i) uzun vadeli (stratejik) teknoloji/sanayi dönüşüm belgeleri, (ii) beş yıllık planlar ve (iii) güncel para/maliye politikası kararlarından oluşan bir bileşkedir. Kurumsal, kavramsal karşıtlık yoktur.

Ancak bu bileşke, güncel öncelikler açısından 2024’te ciddi uyumsuzluklarla karşılaşmıştı. Bir yandan 4’ncü sanayi devrimi olarak da yorumlanan teknolojik sıçrama gerçekleşmekte; Batı’da tedirginliklere, kıskançlığa yol açmaktadır. Öte yandan, toplam talep yetersizliği deflasyona yol açmakta; bu yılın büyüme hedefi sorgulanmaktadır.

Temmuz’da ÇKP Merkez Komitesi, önümüzdeki dönemin önceliklerini belirlemek amacıyla toplanmıştı. Ekonomik öncelikler konusunda bir uzlaşma sağlandı; yayımlandı. Robert Wu, bu uzlaşmayı “daha çok yenilik, daha çok tüketim…” olarak özetledi (Baiguan, 24 Temmuz 2024). Daha çok yenilik, üretim güçlerinde niteliksel teknolojik dönüşüm olarak öne çıktı. Daha çok tüketim tetiklemesi beklenen para ve maliye politikaları ise açıklanmadı.

BBC de 19 Eylül’de benzer bir değerlendirme yaptı: “Temmuz’da ÇKP arz önceliklerine ağırlık verdi. Yakın gelecekte zayıf tüketim talebine ve derinleşen deflasyona karşı etkili önlemler bu nedenle beklenemez.”

Durgunlaşma eğiliminin aşılmasını uman çevre hayal kırıklığına sürüklendi. Sonraki aylarda da Temmuz’daki “uzlaşma”yı ciddiyetle sorgulayan bir tartışmayı tetikledi. İki ay sonunda güzergâh değişti; kısa dönemli talep yönetimi yeğlendi.

Tartışmalardan örnekler verelim.

Hayek değil, Keynes…

Tartışmalarda Peking Üniversitesi’nin Ulusal Kalkınma Okulu öğretim üyelerinden Şu Gao (Xu Gao) bir yazısında, okurları yüzyıl öncesinin bir polemiğine götürüyor. Çin ekonomisinin kısa dönemli önceliklerini, piyasa mekanizmasının tutkunu, sosyalizm ve planlama düşmanı Frederick Hayek’i eleştirerek savunuyor. (Pekingnology, 18 Eylül 2024).

Şu Gao’nun Hayek eleştirisi, bu iktisatçının anti-sosyalizmini hedeflemiyor. Devletsiz bir piyasa mekanizmasının etkinliği sağlayan tek model olduğu iddiasını reddediyor. Şu’ya göre, “Çin’de piyasa ekonomisi, Çin’e özgü etkin bir piyasa ile iyi işleyen bir devletin organik bütünleşmesini içerir. Batı’ya göre üstünlüğümüz devletin güçlü rehberliğinden ve piyasaların devlete bağımlılığından kaynaklanır.”

Kısa dönemde ekonomi yönetiminin izlemesi gereken ilkeleri ise Hu, doğrudan Keynes’e (1923 tarihli A Tract on Monetary Reform kitabına) referans vererek açıklıyor. Hedef, kaynakların tam kullanımı olmalıdır. Çin koşullarında aksaklık, işsizlik değil, sabit sermaye stokunda atıl kapasite ile tanımlanmalıdır: “Toplam talep yetersizse aşırı arz kapasitesi oluşmuştur. Bu durum enflasyonun düşmesi ve ödemeler dengesinde fazlalar ile belirlenir. Onarım, ekonomiyi canlandırma önlemleri başlatılmalıdır.” Arz kısıtlarını zorlayan aşırı talep ise enflasyonun hızlanması ve cari işlem açıkları ile ortaya çıkar. “Kemer sıkma” o zaman gündeme gelmelidir.

Şu Gao “canlandırma ve kemer sıkma önlemlerinde”, maliye politikası araçlarını yeğlemektedir. Para arzı sabitken artan kamu harcamaları piyasa faizlerini yükseltebilir; telafi gerekirse parasal genişlemeye de geçilir.

Şu’ya göre, kısa vadede gerekli canlandırma veya kemer sıkma önlemleri uygulanmadan stratejik hedefler doğrultusunda mesafe alınamaz. Bugünkü koşullarda “Çin’de ekonominin etkili biçimde yönetilmesi, canlandırma önlemlerine geçiş ile mümkün olacaktır.” Robert Wu’nun terminolojisi ile “daha fazla tüketim” sağlanmadan uzun dönemin hedefi olan “daha fazla yeniliğe odaklanmak” beyhudedir.

İktisatçılar sosyal yardımların artmasını savunuyor

Pekingnology sitesi, Çin’de özel tüketim harcamalarını artırmak için önde gelen iktisatçıların önerilerini aktarıyor. Hepsi devlet kaynaklı sosyal yardımların veya sosyal güvenlik harcamalarının artırılmasını savunmaktadır (22 Ağustos 2024).

Özel tüketimi artırma önerileri tartışılırken anlaşılıyor ki, hükümet çevrelerinde refahçılık (“welfarism”), tembelliği teşvik eden bir tuzak olarak görülmektedir. Mao’nun “demir çanak” olarak da adlandırılan eşitlikçi sosyal politikalarını reddeden Deng döneminin bugüne taşınan mirası olsa gerektir. Konuyu bugünlerde tartışan iktisatçıların çoğu ise, “tembelliği tanımlamak, ayırt etmek güçtür. Sosyal güvenliği herkesi kapsayan genel bir sisteme dönüştürmek zorunlu ve kaçınılmazdır” görüşündedir.

Doğrudan doğruya nakit veya tüketim kuponları olarak dağıtılan sosyal yardımları yeğleyen iktisatçılar da var. Finansman yükünün kamu (özellikle inşaat) yatırımlarını kısarak karşılamak da önerilmektedir. Makro-ekonomik dengeyi sermaye birikiminden tüketime kaydırmak, uzun dönemi ilgilendiren stratejik bir adımdır.

Tüketim harcamalarını da kamçılayacak başka radikal çözümler de öneriliyor: Devlet işletmeleri hisse senetlerinin tüm vatandaşlara, kârlarının işçilere dağıtılması… Mülkiyet ilişkilerini dönüştüreceği için ÇKP’nin 2027 Kongresi’ne dönük bir çağrı olarak yorumlanabilir.

Makro-ekonomik genişleme: Aşamaları, içeriği…

Sözünü ettiğim tartışmalara kamu yönetiminden uzmanlar da katıldı. ÇKP yönetiminin de önerileri izlediği son günlerde alınan makro-ekonomik genişleme kararlarından anlaşılıyor.

İlk olarak 24 Eylül’de politika faizi, mevcut kredi faizleri, bankaların zorunlu rezerv oranları ciddi boyutlarda indirildi. Merkez Bankası Başkanı, hisse senetlerini desteklemek üzere borsalara 800 milyar yuan’lık kaynak ayrıldığını açıkladı. Bu karar, Çin Merkez Bankası’nın hisse senetleri piyasasına likidite pompalamasının ilk örneğidir. Şenzen ve Şanghay borsalarında Çin hisse senetleri yüzde 15’lik bir sıçrama sonrasında yeni platformlara yerleşti.

26 Eylül’de de ÇKP Politbürosu ekonomi gündemli bir toplantı yaptı. Toplantı sonunda yayımlanan bildiriyi Çin Merkez Bankası bünyesindeki Finans Okulu Dekanı Tian Xuan yorumluyor; bir yörünge değişikliğinin işaretlerini vurguluyor (Pekingnology, 28 Eylül 2024): Yakın geçmişteki benzerlerine göre bildiri yarı-yarıya kısaltılmıştır. Ekonomi konularında genellikle kullanılan iyimser klişeler kaldırılmıştır. Belge, kısa vadeli durgunlaşmanın ciddiyetle çözülmesine dönük direktiflerle yetinmektedir.

Son olarak 8 Ekim’de Çin Kalkınma ve Reform Komisyonu (Deng öncesinin Planlama Örgütü) başkanı Zheng Shanjie bir basın toplantısı ile parasal genişlemeyi destekleyen maliye politikası önlemlerini açıkladı. (South China Morning Post, 8 Ekim 2024). Öğreniyoruz ki, 2024’te yatırım projelerinin finansmanı için Hazine’nin 3,12 trilyon yuan’lık tahvil ihracı borçlanması kararlaştırılmış; ilk dokuz ayda toplamın yüzde 91’i kullanılmıştır. 2025 bütçesinden de ön-ödeme olarak 100 milyar yuan aktarılacaktır. Son on iki ayı kapsayan malî genişleme, Çin millî gelirinin yüzde 3,4’ünü aşmaktadır.

Sonuçları izleyeceğim; Çin’le, dünya ekonomisiyle ilgilenen okurlarımla paylaşacağım.

Prof. Dr. Korkut BORATAV-haber.sol.org.tr

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.