Connect with us

EKONOMİ

Küresel Borç Pandemi Döneminde Arttı

Yayınlanma:

|

Corona virüsü pandemisinin küresel ekonomiyi alt üst ettiği bir yıl içinde hükümetlerin, şirketlerin ve hanehalklarının sahip olduğu küresel borç seviyesi yüzde 12 oranında artarak 289 trilyon dolara yükseldi. Bazı ülkeler genel borçlarını azaltmak için adımlar atmaya başlamış gibi görünse de piyasa ekonomisine geçiş sürecinde olan çok sayıda hükümet, bunu başarmakta zorlanıyor.

Uluslararası Finans Enstitüsü tarafından toplanan verilere göre 2019 yılının sonundan bu yana edinilen 30 trilyon dolarlık borcun en büyük kısmı, hükümetlere ait. Hükümetler, aynı süre içinde 13 trilyon 400 milyar dolar ilave borç daha aldı.

Corona virüsüne karşı kitlesel aşılama çalışmalarının hız kazanması ve enfeksiyon vakalarının azalmasıyla beraber ileri ekonomilere sahip ülkelerin çoğu ekonomilerini yeniden ayağa kaldırmaya başlarken küresel ekonomiyle tam olarak bütünleşmemiş “gelişmekte olan piyasaların” ekonomilerini doğrultmada kaydettikleri ilerlemeler büyük değişkenlik gösteriyor. Bu durum, vergi gelirinin düştüğü ve düşük ekonomik verimlilik nedeniyle diğer gelir kaynaklarının azaldığı pandemi döneminde geçen yıl yüksek seviyede borçlanan ülkelerin faiz ödemelerinin yükselmesi anlamına geliyor.

Uluslararası Finans Enstitüsü tarafından izlenen gelişmekte olan 31 ülkede 2019 yılı sonuyla 2021 yılının ilk çeyreği arasındaki dönemde hükümet borçlarının yüzde 15 oranında yükseldiği görülüyor. Çek Cumhuriyeti ve Gana’nın devlet borçları bu dönemde yüzde 35’in üzerinde artarken Filipinler, Çin, Endonezya ve İsrail’in borçları yüzde 25’ten fazla arttı.

Borç ödemeleri artıyor

Uzmanlar, sadece ülkelerin yeni edindikleri borçları nasıl ödeyecekleri değil, aynı zamanda gelecekteki yeni ekonomik şoklara yanıt verebilecek mali kapasiteleri olup-olmayacağı konusunda da kaygılı.

Bir ülkenin aldığı borçların artması, kredi sağlayanların söz konusu ülkenin yeni borçlar alabileceğine ilişkin güveninin azalmasına neden oluyor. Bu durum, faiz oranlarının yani borçlanma maliyetinin artmasına, küresel sermaye piyasalarındaki nakit paraya erişmesini engellemesine yol açıyor. Böylelikle pandemi, doğal afet ya da silahlı çatışma gibi acil durumlar karşısında harekete geçmeye çalışan hükümetlerin eli bağlanıyor.

Uluslararası Finans Enstitüsü bünyesinde yapılan sürdürülebilirlik araştırmalarını yöneten Emre Tiftik’e göre gelişmekte olan ülke ekonomilerinin borçlanma oranındaki artış, borçlanmanın zaten yükselmekte olduğu on yıldan uzun süredir devam eden dönemin sonuna denk geldi.

Kazananlar ve kaybedenler

Borçlanmadaki artışın “iyi ya da kötü” olabileceğine işaret eden Emre Tiftik, “Eğer alınan borçlar akılcı ve verimli bir şekilde kullanılırsa ekonomik faaliyetler canlılık kazanır ve büyüme potansiyeli artar, en önemlisi yeni iş alanları açılır. Ancak ne yazık ki yelpazeye baktığımızda kazananların ve kaybedenlerin olduğunu görüyoruz. Birçok ülke hızlı borçlanmayı kısa vadeli kazanımlar için, meselelerin çözümünü başka zamana erteleme pahasına ekonomik faaliyetleri kısa dönemde canlandırmak için kullanıyor” diyor.

Emre Tiftik, pandeminin patlak vermesiyle birlikte borçlanma seviyesinin zaten çok yüksek olduğu bir dönemde gelişmekte olan bazı ülkelerin uygun şartlarla borçlanamadığını, ya daha ağır borç altına girdiğini ya da vatandaşlarını pandeminin en şiddetli etkilerinden koruyacak adımları geri çektiğini kaydediyor.

Uluslararası Finans Enstitüsü’nden Emre Tiftik, gelişmekte olan ülkelerin çoğunun borçlanma kapasitelerinin sınırlarını büyük ölçüde zorladıklarını, pandeminin sonunu getirmekten henüz çok uzak olduklarını, bunun da bu ülkelerin ekonomik verimliliğinin olgunlaşmış piyasalarınkilere kıyasla çok daha yavaş toparlanması anlamına geldiğini kaydediyor.

Tiftik, “Bu ülkeler şimdi beklenmedik şoklara karşı çok daha savunmasızlar” diyor.

Olgunlaşmış piyasalar daha çok borçlandı

ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi piyasaları olgunlaşmış ülkelerin hükümetleri, pandemi döneminde gelişmekte olan ülkelere kıyasla daha fazla borçlandı. Bu ülkelerin borç miktarlarının ve gayrisafi yurtiçi hasılaya göre oranının daha yüksek olduğu gözleniyor. Ancak bu ülkelerin borç yönetim kapasiteleri de gelişmekte olan ülkelerin tersine çok daha yüksek. ABD’nin ise kendi kontrol ettiği döviz cinsi olan dolarla borçlanması, bir avantaj.

Olgunlaşmış ekonomi kategorisindeki bazı ülkeler pandemi döneminde borç seviyelerini çok yükseltti. Örneğin Estonya’nın borçları pandemi sırasında yüzde 92 oranında arttı. Aynı dönemde Yeni Zelanda yüzde 81, Slovakya yüzde 59, Avustralya yüzde 56 oranında borçlandı.

Euro bölgesindeki ülkelerin kamu borçları, çok farklı oranlarda da olsa ortalama yüzde 20 oranında yükseldi. Danimarka’nın borç yükümlülüğü sadece yüzde 12 artarken Lüksemburg için aynı oran, yüzde 41.

ABD borçlanmaya devam ediyor

Uluslararası Finans Enstitüsü’nün izlediği 28 olgunlaşmış piyasa ekonomilerinin çoğu 2021 yılının ilk çeyreğinde borç seviyelerini düşürmek için adımlar atmaya başlasa da ABD, bu ülkeler içinde yer almadı. Ulusal borcu 27 trilyon dolardan fazla olan ABD, ilave 372 milyar dolar daha borçlandı.

Pandemiyle mücadele için ilave borçlanmanın gerekli olduğunu kabul eden kimileri için ekonomik iyileşme sürecinin rayına oturduğu bir dönemde ulusal borç miktarının artmaya devam etmesi, kaygı uyandırıcı.

Kar amacı gütmeyen kamu politikaları kurumu Sorumlu Federal Bütçe Komitesi’nden Marc Goldwein, “2021 yılında bizden başka bu kadar çok borçlanan bir başka ülke daha olduğundan haberdar değilim” diyor.

Goldwein, pandemi döneminde ekonomik felaketi önlemek için gösterilen küresel çabalar kapsamında artan kamu borçlanmasını ayrı tutuyor. Ancak Goldwein’a göre birçok gelişmiş ekonominin yeni borç edinme yerine borçlarını azaltma yoluna gitmeye başlamasıyla birlikte dinamikler değişti.

“Bu krizi yüklü miktarda küresel borç ve aynı zamanda küresel tasarrufla arkamızda bırakacağız” diyen Goldwein, “Ancak öyle görünüyor ki ABD’de edindiğimiz yeni borçlar, tasarruflarımızı aşacak çünkü dünyanın geri kalanından farklı bir yöne doğru ilerliyoruz” şeklinde konuşuyor.

VOA

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.