Connect with us

EKONOMİ

Çoklu kriz çağında nasıl karar alınır?

Yayınlanma:

|

2022’de kafamız biraz karışıktı şimdi resim giderek netleşiyor. Hayat bundan böyle alıştığımız gibi olmayacak. 2022’nin başında Dünya Ekonomik Forumu (World Economic Forum, WEF) her zaman olduğu gibi bir Küresel Risk Algısı (Global Risk Perceptions) raporu yayımlamıştı. Geleceğe baktığında endişe duyanların oranı neredeyse yüzde 85’e varıyordu, eğer kaygılı yüzde 23 ile endişeli yüzde 62’yi toplarsanız. O zamandan beri daha az endişe duymamıza neden olacak bir gelişme olmadı. Doğrusu ben bu yıl yayımlanacak raporu merak ediyorum.

2022 çalışmasında, önümüzdeki üç yıla bakınca optimal toparlanma bekleyenlerin oranı yüzde 10 civarındaydı. Kalanı hep bir tür dislokasyon, radikal değişim bekliyordu. 2023 için bir danışmanlık şirketi olan Alix Partners 3000 CEO’yu içeren bir “Disruption Index” raporu açıkladı. Buna göre CEO’ların yüzde 98’i önümüzdeki üç yılda iş modellerini değiştirmeleri gerekeceğini düşünüyorlar. Bu arada yüzde 70’i ise kendi işlerinin tehlikede olduğu kanaatinde. Neden? CEO’ların yüzde 72’si kendi ekiplerinin bu değişim sürecini yönetecek becerilere sahip olduğundan endişeli. Zor bir dönem yani.

İki raporu da göz önüne aldığımızda, özellikle Alix Partners’ın raporunda bahsettiği gibi iş modellerinin çözülmesi gerekecek problemleri artıracağını unutmadan, CEO’ların bu endişeli ruh halinin 2023’te daha da yoğunlaşmasını beklemek manalı geliyor bana doğrusu. 2020’deki pandemiden sonra, doğrusu ya, yıl yıl daha endişeli oluyoruz sanki. Hele ki “çoklu kriz” (polycrisis) lafının yeniden kullanıma girdiği bu dönemde, endişe katsayısının azalmamasını beklemek gerekiyor.

Küresel ve bölgesel düzeyde vaziyete bakınca endişeli olmak için zaten yeterince sebep var. Ama doğrusu ya Türkiye’ye özgü riskler de hiç azımsanacak gibi değil. Üstelik Türkiye’ye özgü risklerin tamamı, Türkiye’yi yönetenlerin hatalı tercihlerinden kaynaklanıyor doğrusu. Halbuki küresel ve bölgesel risklerin tavan yaptığı bir dönemde öncelikle Türkiye’ye özgü riskleri süratle azaltmak gerekiyor. Öyle yapıyor muyuz? Hayır. Doğrusu bu küresel ve bölgesel şartlar altında Türkiye fazla cesur, hata da müsrir duruyor. Yazık. Hal böyle olunca, Türkiye’de karar alanlar için dikkate alınması gereken kriz sayısı daha da artıyor bu çoklu kriz çağında.

Dersi hemen özetleyeyim: Politika tasarım birimlerini imha ettiğinizde, memleketi ihya etme şansınızı da kendi ellerinizle yok etmiş oluyorsunuz. Kötü yakalandık çoklu krize vesselam.

Nasıl çıktı bu çoklu kriz lafı?

Geçenlerde Financial Times gazetesinde Adam Tooze bu ifadeyi, polycrisis, kullandı. Aslında güzel mavi küremizden kriz hiç eksik olmadı. İfadeyi 1990’larda önce Fransız düşünür Edgar Morin kullanmış. O vakit, çoklu krizin temelinde 1970’lerde tartışılmaya başlanan iklim değişikliği meselesi var. 2016’da ise terimi Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Morin’den ödünç alarak kullanmış.

Yeni değil kullanıma girişi ancak 1970’lere dikkatinizi çekmek isterim. 1970’te Çin’in kişi başına milli geliri 113 dolar civarındaydı. Hindistan’ın ki ise 112 dolardı. Şimdi Çin’de kişi başına milli gelir 12 bin 500 dolar oldu. Hindistan’da ise 2 bin 250 dolar. Milyarlık nüfuslarını da dikkate alın lütfen.

Merak edenler için Güney Kore ve Türkiye’yi de ekleyeyim isterseniz. 1970’te Kore’nin kişi başına milli geliri 275 dolar civarındaydı. Türkiye’nin ki ise 480 dolardı. Bugün Kore’nin kişi başına milli geliri yaklaşık 35 bin dolar oldu. Türkiye’nin ki ise 9 bin 500 dolar civarında. 2013’te bir 12 bin 500 dolara dokunduk, o vakitten beri Ankara’da hata üstüne hata ile 10 bin doların altındayız.

1970’lerde Greenpeace daha yenilerde iklim değişikliği tehdidine dikkati çekerken, Çin ve Hindistan aynı Kore ve Türkiye gibi daha sanayi ülkesi değillerdi, zenginleşmeye başlamamışlardı. İlgili ülke halklarının tüketim kalıpları Batılı tüketim kalıplarına doğru değişmeye daha başlamamıştı. Şimdi öyle mi?

Dünya nüfusu daha yenilerde 8 milyarı aştı. Halbuki 1970’te mavi yer küre üzerinde yaşayan insanların sayısı 3,6 milyardı yalnızca. Neredeyse 2,5 kat artmış beslenmesi gereken boğaz sayısı son 42 yıl içinde. Şimdi bu ne demek? Her yıl artan nüfus 7,4 katrilyon kalorilik besin maddesi gerekiyormuş. Biftek üretiminin mesela patates yetiştirmekten yüz kat daha fazla toprak gerektirdiğini biliyor muydunuz? Hayvancılık hep daha fazla toprak gerektiriyor. Yine hayvancılık için bezelye ve fındık üretimine göre 55 kat daha fazla toprak gerekiyor. Neden ortada yağmur ormanı filan kalmıyor? İşte bundan.

Hep zenginleşme ve değişen tüketim kalıpları ile alakalı aslında derdimizin gün gün daha akut hale gelişi. Artan ulus ötesi tehditleri artık bu çerçevede görmek lazım sanırım. Peki, bugüne kadar hep belirsizlikler vardı, bu kez karşımızdaki belirsizlik onlardan daha mı fazla. Hem öyle hem de öyle değil.

Bu kez çözümün nerede olduğunu, bu süreci nasıl yöneteceğimizi tam bilemiyoruz

Küresel ölçekte bakıldığında, bundan önceki krizlerde hep eski denge noktasına bir biçimde geri dönerdik. İşler yine yoluna girerdi. Halbuki 2023 ve sonrasında artık hep birlikte ileriye doğru, şu anda tam ne olduğunu bilmediğimiz bir yeni denge noktasına doğru sıçrayacağız. Yeni denge noktasını tanımlarken, “küreye verdiğimiz hasarı da dikkate alan” yeni bir muhasebe ve değerlendirme sistemi geliştirmemiz gerektiğini biliyoruz ama doğrusu ya bunu nasıl yapacağımızı daha tam olarak kafamızda canlandıramıyoruz.

Belirsizliği artıran en önemli faktör aslında bu, daha nereye doğru gittiğimizi tam olarak bilmiyor olmamız. Bana kalırsa, yarını rakamlarla tanımlayamamanın ötesinde bir durum içinde bulunduğumuz hal. Biz aslında bugünden o kafamızda canlandırdığımız yarına nasıl, hangi yoldan gideceğimizi de tam olarak bilmiyoruz. Aslında küresel olarak bakıldığında eksik olan bu süreci yönetebilecek çok taraflı bir kurumsal mekanizmanın bulunmaması. O nedenle mesela G7 ülkeleri kendi ticaret ve üretim bölgelerini dönüştürmek üzere kendi başlarına bir hazırlık yürütüyorlar. Herkes artık nasıl intibak ederse. İyi mi? Değil.

Ortada ulus ötesi tehditler var ama bu tehditleri yönetecek çok taraflı küresel bir mekanizma yok. Dünya 1970’ten bugüne daha kompleks, daha karmaşık, daha birbirine bağlı hale gelirken, küresel meseleleri çözmek için kurulan mekanizmalar aynı kaldı. Ne oldu? Meseleler arapsaçına döndü sonuçta. Biz daha bir halden diğerine adil geçişin ulusal düzeyde nasıl olacağını tartışacak bir mekanizmaya sahip değiliz, nerede kaldı küresel adil geçişin patikasını belirlemek.

Bugün konuşulan CEO’ların dertlerini herhalde bu çerçevede görmek gerekiyor. Zaten bir deneme yanılma dönemi yaşayacağız, üstelik bunu sağlıklı bir küresel işbirliği ve diyalog mekanizması olmadan yapacağız bir de. Olup bitenin pek çok ülke açısından gelişigüzel, şans eseri olmasından başka bir çare yok gördüğüm doğrusu. Halbuki değişeni daha yakından takip etmek, küresel değişimin farkına varmak mümkün bana sorarsanız.

Çin için değil ama Türkiye için büyük bir olasılıkla rastgele gidecek işler eğer bir an önce hadisenin ciddiyetinin farkına varmazsak. Rusya bakın kafasını duvara çarpa çarpa öğreniyor Ukrayna’da nasıl bir değişim süreci içinde olduğumuzu. Öylesi de var. Bakalım artık. Türkiye’nin bu kadar imkanlarla dolu bir dönemi bu kadar stratejisiz, bu kadar geçen yüzyıldan kalma işlere odaklanarak geçirmesi nedir? İsraftır. Kaynak ve enerji israfı ama öyle ne yapalım.

Geçen akşam Amerikan yapımı “Jack Ryan” dizisinin Aralık 2022’de başlayan üçüncü sezonunu izlerken, insan Türkiye’nin dünyada nasıl devre dışı kaldığını ayan beyan görüyor doğrusu. Bir ara size onu da anlatırım. Amerikan ajanları Karadeniz’de botla dolaşırken birden Atina açıklarında karaya çıktılar mesela. Neden acaba? Harekete geçmiş tarihin dışında kalmak coğrafyayı bile değiştiriyor filmlerde. Kötü işte.

Bölgemiz zaten kaybedenler kulübü üyeleri ile dolu

Hadiseye bölgesel ölçekte baktığınızda, etrafımız hep hidrokarbon üreticileri ile dolu zaten. Bir nevi kaybedenler kulübü, iş modelini kaybetme yolundaki ülkeler hepsi de. Şimdi “nasıl hidrokarbon fiyatına üst sınır koyarlar?” diye anlamaya çalışıyorlar.

Pardon alıcı yoksa; Çıkardığınız gazı, petrolü ne yapacaksınız? Bugünkü nesli neyle besleyeceksiniz bu akşam? Beslenmesi gerekenlerin sayısı durmadan artıyor işte. Ne fiyata almak istiyorsa alıcı, o fiyata satacaksınız. Onu satmayınca, döviz kazanacak pardon başka bir işiniz mi var? Zaten yirmi yıl sonra bu sattığınızı almak isteyen kimse de kalmayacak. Rezervler zaten elde kalacak. Bu da yeni dönem işte.

Şimdi Rusya’dan Körfez’e bütün bu ülkeler kendilerine yeni bir iş modeli saptayacaklar. Mevcut halden, o yeni duruma düzenli bir geçişi organize edecekler. Bir halden diğerine doğru sıçrayacağız. Eski denge durumuna göre, daha tasavvur halinde yeni bir denge durumuna geçiş organize edeceğiz. Bu arada, her ülkenin, her bölgenin kabiliyetleri aynı değil. Bazı ülkeler bu geçiş sürecini diğerlerinden daha iyi yönetecek. İşte onlar kazanacak.

Bazılarının geçiş süreci elinde patlayacak; süreci yönetiyoruz diye avara kasnak gibi dolanacaklar ama aslında süreç onları yönetecek, kendiliğinden hizaya gelecekler, önlerine düşene razı olacaklar. Ama ille de geçişleri düzenli olmayacak, oraya yapılan yatırımlar da heba olacak. Şimdi bugünlerde neden bu ülkeye kimse yatırım yapmıyor; gelen yabancı yatırımlar neden yıllık 20 milyar dolardan 5 milyara düştü, üstelik o 5 milyarın da yüzde 90’ı gayrimenkul yatırımı demeyin. İşte ondan. İdarenin beceriksizliğinden.

Süreç yönetimine en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemde ortada süreci yönetecek idari yapı yok

Gelelim Türkiye’ye, 2023 ve sonrasının belirsizlikleri bahsinde. Dünya bir halden ötekine geçmeye çalışır, çoklu kriz ortamını yönetmeye çalışırken vaziyetimiz harika doğrusu. Süreç yönetimine en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde ortada süreci yönetecek, politika üretecek bir idaremiz yok. Neyse ki seçime gidiyoruz? Şimdi neye bakalım? Devletimizin imha edilen politika tasarımı kabiliyetinin nasıl yerine konacağına elbette.

Türkiye’nin 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiyoruz adı altında yaptığı düzenlemenin memlekete en zararlı bölümü bakanlıkların müsteşarlıklarını kapatmak oldu, bana sorarsanız. Osmanlı’dan gelen politika tasarım birimlerimizi böylece kapatmış olduk. Yerine de bir şey koyamadık, envai çeşit Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulu’nun hiçbiri kapatılanın eksikliğini dolduramadı aradan geçen zamanda.

Şimdi bir halden ötekine geçiş sürecini küresel ve bölgesel ölçekte takip ederken, Türkiye’nin dinamik bir politika tasarım kabiliyetine ihtiyacı var. Bir nevi, dinamik bir planlama anlayışı lazım bize. Tedbiri açıkladıktan sonra işlevini yerine getirip getirmediğini ölçüp, hemen atılan adımı gözden geçirmek, tedbiri rektifiye etmek gerekecek. Ölçmenin hiç bu kadar önemli olduğu bir dönem olmamıştı.

Bunun için ne yaptığınızı biliyor olmanız yetmez, attığınız adımın etkisini hemen ölçüp gereken düzeltmeyi anında devreye sokmakta gerekir. Orada mıdır Türkiye Cumhuriyeti bugün? Hayır. Devlet Planlama Teşkilatı’na en çok ihtiyaç duyduğumuz anda, o yok. Müsteşarlıklara en çok ihtiyaç duyduğumuz anda onlar da kapalı.

Artan enflasyonun, büyüyen kayıt dışılığın, geçinmek için giderek daha fazla borçlanmak zorunda kalıyor olmamızın nedenini daha başka bir yerde aramamak gerekiyor. Boşuna TÜİK’in her açıkladığı Tüketici Güveni anketinde insanlar geçinmekte zorluk çektiklerini ve ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla borçlanmak zorunda kaldıklarını söylemiyorlar. Bakın Gülbin Şahinbeyoğlu’nun son raporundaki tablolara1.

Politika tasarım birimlerini imha ettiğinizde, memleketi ihya etme şansınızı da kendi ellerinizle yok etmiş oluyorsunuz. Ortada yapılmışı daha doğrusu yıkılmışı var. Gördük ve kötü yakalandık çoklu krize vesselam.

Peki, muhalefetin işi kolay mı? Zor. Olmayan, anayasal olarak iptal edilmiş koltuklara dayanarak, nasıl yöneteceklerini şimdiden önceden saptamaları gerekiyor.

Peki, hiç mi şansımız yok? Var tabii. Hatadan dönmek erdemdir öncelikle. İmha edileni yeniden inşa etmenin zor olmadığını düşünüyorum. Doğrusu ya, 2023 yılının bir seçim yılı olması Türkiye için büyük bir fırsat. Eksikleri tanımlamak için bir fırsat. Hatadan dönmek için bir fırsat. Hatadan gereken dersi çıkartmak için güzel bir fırsat. Geniş bir “Fırsatlar Manzumesi” 2023 seçimleri. Demokrasi güzel şey doğrusu.

Sonrası zaten gereken uzuvlara sahipseniz, bir küresel doğaçlama (improvisation) dönemi olacak. Küreyle uyumlu olarak hareket edeceğiz. Avrupa Birliği Gümrük Birliği düzenlemesini modernize edeceğiz, dekarbonizasyon merkezli dönüşüme ayak uyduracağız.

Nedir? Ulus ötesi tehditleri hep birlikte yönetebilmek için çok taraflı mekanizmaları reforme etme zamanı geldi. Ama artık “Dünya beşten büyüktür”den başka somut bir öneride bulunmak lazım. Var mı Türkiye’nin somut bir önerisi? Yok.

Başka? Dünya Ticaret Örgütü’nü elden geçirme tam zamanı. Var mı Türkiye’nin somut bir önerisi? Yok.

G20 küresel yönetim sisteminde daha da önemli olacak. Neden? Bir formu, biçimi yok da ondan. Ortada bir örgüt yok. Liderlerin bir nevi tek bir akşam yemeği için yılda bir kez bir araya gelmeleri için çalışıyor G20. Yıl içinde yüzden fazla toplantının amacı tek bir akşam yemeği.

Nedir? Bu döneme çok uygun doğrusu. Var mı Türkiye’de G20 ile ilgilenen bir siyasetçi 2015 yılındaki dönem başkanlığımızdan beri? Yok.

Çok işimiz var çok. 2001’de de öyleydi. 2001’de yapmıştık, yine yaparız.

Güven SAK– tepav.org.tr

 

Okumaya devam et

EKONOMİ

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

Yayınlanma:

|

Yazan:

Şimşek’in olmayan programının “kamuda tasarruf” kısmı bu hafta açıklandı. Orta Vadeli Plan gibi bu paket de genel olarak dilek ve temennilerden müteşekkil gözüküyor olsa da kamuda tasarruf paketinin ve genel olarak kamuda tasarruf söyleminin arkasında yatanlara bir göz atıp önümüzdeki dönemde bizi nelerin beklediğine bakmakta fayda var.

1. Kamuda tasarrufla enflasyonun ilgisi ne?

Faiz artışları ve ücretlerin baskılanması gibi kamu harcamalarının azaltılması da yüksek enflasyon oranlarının aşağı çekilmesi için gerekli bir adım olarak sunuluyor. Ancak kamu harcamalarında yapılacak bu tasarrufun enflasyonu hangi kanaldan ve ne kadar düşürmesinin beklendiğine dair somut bir plan ya da açıklama tabii ki sunulmadı.

Standart iktisat teorisine göre, eğer bir ekonomide toplam talep toplam arzın üzerinde seyrediyorsa, bu ekonomide önce girdi fiyatları ardından da mal ve hizmet fiyatları yükselişe geçer. Bu modelin temel varsayımı, ekonominin halihazırda tam istihdamda olduğu ve kapasite kullanım oranının da daha fazla artırılamayacak kadar yüksek olduğudur.

Bu temel varsayım altında kısa vadede üretim artırılamayacağından ötürü, fiyatlardaki artış eğilimini durdurmak için talebin kısılması önerilir. Yüksek faizler, talebi kısmanın bir yöntemidir. Yüksek faizler, krediyi pahalı hale getirerek krediyle yapılan tüketim ve yatırım harcamalarını azaltabilir. Aynı zamanda, bugün tasarruf yapıp yarın daha fazla tüketme imkanı sunarak gelirlerin bir kısmının harcanmamasını sağlayarak da talebi sınırlayabilir. Ekonomideki toplam talebin toplam arzla uyumlu hale gelmesiyle de fiyatların artış eğilimi kontrol altına alınabilir.

Kamu harcamalarını azaltmanın da benzer bir mantığı vardır. Kamu harcamalarını azaltmak, toplam talebi düşüreceğinden ekonomideki “aşırı talebin” dizginlenmesine yardımcı olur ve dolayısıyla da enflasyonu düşürücü bir etkide bulunabilir.

Ekonominin tam istihdamda olmadığı (yani işsizliğin yüksek olduğu) ve şirketlerin üretim kapasitelerinin tamamını kullanmadığı koşullarda “aşırı talep” kaynaklı bir enflasyondan söz etmek mümkün değildir. İthal girdi ve özellikle de ithal enerji kullanımının yüksek olduğu bir ekonomide döviz kurlarının hızla artmasıyla tetiklenen ve yüksek kâr marjlarının sürüklediği bir enflasyondan söz ediyorsak bu basit ilişkinin çalışmayacağı açıktır. Hele ki enflasyon beklentileri kalıcılaşmış, gelir ve varlık eşitsizlikleri artmışken.

En azından kamu harcamalarının ithalat yaratan kısmı azaltılıyor olsaydı Türkiye ekonomisi için döviz açığını azaltacağı için dolaylı olarak enflasyon üzerinde negatif etkide bulunabileceğini söyleyebilirdik. Ancak bu olmadığı gibi kamunun döviz (ve altın) cinsinden iç ve dış borçlanmasına dair bile herhangi bir unsur görünmüyor tasarruf paketinde.

Yüksek faiz, ücretlerin baskılanması ve kamu harcamalarının azaltılması politikalarını enflasyonun düşürülmesi adına savunan iktisatçıların bir düşünce tembelliği içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak mesele bununla sınırlı da değil. Çünkü bu politikaların hem ideolojik bir yanı hem de değer üretimi ve bölüşümü ilişkilerine doğrudan ve dolaylı müdahale eden yanları mevcut.

2. Kamu bütçesi ve vergiler: Yeniden bölüşüm

Kamunun topladığı vergiler ve yaptığı harcamalar, en basit ifadesiyle, ekonomide üretilen toplam değerin bir kısmını yeniden dağıtma işlevine sahiptir. Bu anlamda da hem vergilerin kimden ve ne kadar toplandığı hem de harcamaların hangi alanlara yapıldığı bir toplumun önceliklerini ve o toplumdaki güç dengelerini doğrudan yansıtır.

Dolayısıyla vergilendirme ve harcama kalemlerinde yapılan her değişiklik de aslında öncelikle yeniden bölüşüm ilişkilerine yapılan bir müdahaledir. Ancak, müdahale genellikle sadece yeniden bölüşüm ilişkileriyle kalmaz, doğrudan üretim ve bölüşüm ilişkilerini de etkileyecek ve değiştirecek unsurlar içerebilir.

3. “Kamuda tasarruf”un esas amacı

Kamu harcamalarının kısılması, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin birçoğunun özel sektöre devredilmesi ve kamu varlıklarının özelleştirilmesi 1980’lerden bu yana IMF ve Dünya Bankası programlarının asli bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

Şimşek’in bu hafta açıkladığı programın da bu bağlamda 3 ana amacı olduğu söylenebilir:

1. Dış sermayeye daha fazla kaynak ayırmak: Daha önce “Şimşek “programı”nın aritmetiği”nde yazdığım gibi içerideki talebi azaltacak her adım dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılabilecek kısmı yükseltmeye yaramaktadır. Çalışanların ve emeklilerin reel gelirlerini düşürmek, onlara yönelik kamu harcamalarını kısmak, onlardan daha fazla vergi almak ve onların borçlanmasını zorlaştırıp daha pahalı hale getirmek bu kesimin elindeki harcanabilir geliri düşürmek suretiyle milli gelirden bu kesime ayrılan payın düşük tutulması, dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılan kısmı artırır. Kemer sıkma politikalarını uluslararası finans için önemli kılan nedenlerin başında bu gelir. Dış sermayeye, bize döviz getirirseniz size yüksek faiz ve kâr payı ödemesi yapacağız ve bu ödemeleri yapabilmek için de kendi çalışanlarımızın boğazından kısacağız mesajı verilir. (1)

2. Krizi fırsata çevirmek: Çalışanların örgütsüz, güçsüz ve dağınık olduğu koşullarda “kamuda tasarruf” ya da “kemer sıkma” politikalarıyla sermayenin çıkarına adımların önü açılır. Ücretleri ve emekli aylıklarını düşürmek, esnek ve güvencesiz çalışmayı yaymak, kamunun sağlaması gereken temel hizmetleri giderek daha fazla özel sektöre devretmek, sosyal yardımları ve kamu hizmetlerini azaltarak çalışanları daha düşük ücretlerde çalışmaya mecbur etmek, kamuya ait varlıkları ucuza özel sektöre devretmek “kamuda tasarruf” paketinin ilerleyen dönemdeki versiyonlarından bekleyebileceğimiz gelişmelerdir. Bu haliyle de Şimşek ve “programı”nın sermayenin tüm kesimlerinin desteğini alması şaşırtıcı değildir. (2)

3. İdeoloji ve algı: Oğuz Oyan’ın oldukça yerinde tespitiyle “yoksullaşan halkın en büyük özveriyi yapması beklenirken iktidarın kamu harcamalarında da bir takım sözde tasarrufları zorunlu oldu. Dolayısıyla bu paket, programın psikolojik ve ideolojik zemininin hazırlanması, geniş halk kesimlerinin kendi aleyhlerine çalışacak bir programa razı edilebilmesi açısından da farz oldu”. (3) Açıklanan tasarruf paketi de “işte iktidar da üzerine düşeni yapıyor” algısının oluşturulması için şimdiden kullanılmaya başlandı bile.

4. Bu daha başlangıç

Aslına bakarsanız, göreve geldikten neredeyse bir sene sonra “kamuda tasarruf” paketini açıklayan Şimşek’in çalışmaya yeni başladığını söyleyebiliriz. Ücretlerin bastırılması, emeklilerin açlığa mahkum edilmesi, kamu çalışanlarının servislerinin, lojmanlarının ellerinden alınması gibi adımların hiçbiri enflasyonu tek haneli rakamlara indirecek adımlar değil.

Enflasyon, TL’nin reel değerlenmesi ve baz etkisiyle biraz inmeye başladığında “program”ın çalıştığı öne sürülecek ve enflasyonu daha fazla indirip ekonomiyi istikrara kavuşturmak için geniş kitlelerden daha fazla fedakarlık istenmekle de kalınmayacak kamunun elinde kalan varlıklar, araziler vs. yerli ve uluslararası sermayeye ucuza devredilecek. Nihayetinde Şimşek ve ekibinin bu konuda 2000’lerden oldukça fazla deneyimi var. Bu paketteki “değerli lojman ve sosyal tesisler”in sermayeye satılması maddesi bunun ilk adımı olarak görülebilir. (4) Benzer şekilde, Varlık Fonu adı altında tamamen denetim dışına çıkarılmış kamu varlıklarının akıbetinin ne olacağını da önümüzdeki dönem bize gösterecek.

5. Sonuç yerine

Esas amaç gerçekten kamuda tasarruf olsaydı yapılacak şeyler belliydi. Örneğin, “Şimşek sadece İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirasını Cengiz ve Kalyon’dan alabilse, açıkladığı ‘tasarruf paketinin’ hedeflediği rakamın neredeyse yarısı kadar kaynağı bütçeye koyabilirdi.” (5) Ya da şirketlerden toplanmayan, affedilen vergiler, şirketlere tanınan çeşitli muafiyetler ve verilen teşvikler, bütçede artan faiz ödemeleri, kamu-özel işbirliği adı altında sermayenin belli kesimlerine aktarılan kaynaklar, askeri maceralar için harcanan paralar, iktidar sahiplerinin çoklu maaşları, astronomik huzur hakları vs. vs.

Ancak, yine Oyan’ın tespitiyle, kamuda gerçek bir tasarrufun ucu “sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.” (3)

Bu şekilde değerlendirildiğinde “kamuda tasarruf”un Şimşek “programı”nın iki hedefiyle de gayet uyumlu olduğu görülmekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse bu iki hedef, Türkiye ekonomisinin kronik döviz açığı sorununu bir süreliğine de olsa gidermek ve Nebati programının emeğe saldırısının sonuçlarını kalıcılaştırıp daha öteye götürmek olarak belirlenmiş durumda.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, karşı karşıya bulunduğumuz program, nihayetinde, ülke kaynaklarının bir avuç finansal spekülatöre aktarılması ve ülkenin ücretli çalışanlar ve emekliler için bir cehenneme çevrilmesi programıdır.

Özgür Orhangaziozgurorhangazi.com

Notlar:

(1) Şimşek “program”nın aritmetiği

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/is-dunyasindan-kamuda-tasarruf-paketine-destek-haber-1691071

(3) https://haber.sol.org.tr/yazar/tasarruf-mu-dediniz-393343

(4) Özelleştirme İdaresi’nin Urla’daki taşınmaz ihalesi için hazırladığı reklam filmi, belki de önümüzdeki dönemde göreceklerimizin bir fragmanı olabilir: https://twitter.com/bahadir_ozgr/status/1790043345818968518

(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/simsek-once-kalyon-ve-cengizden-milyar-euroluk-kirayi-alsin-makale-1691043

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

GARANTİ BBVA TÜRKİYE RAPORU

Yayınlanma:

|

Yazan:

TCMB ihtiyaç duyulduğu sürece sıkılığın korunacağı, yeni mali tedbirler ise politika bileşiminin daha koordineli olacağına işaret etmektedir. Politikaların gecikmeli etkisi göz önüne alındığında, hala sağlam olan tüketimi kontrol altına almak için ek makro ihtiyati önlemlere ihtiyaç duyulacağına inanıyoruz.

Önemli noktalar

  • TCMB, yılın ikinci enflasyon raporunda 2024 yılı ara enflasyon hedefini 2 puan yukarı yönlü revize ederek yüzde 38’e yükseltmiş, öngörülen aralığın üst sınırını değiştirmeyerek yüzde 42’de tutmuştur. Yılın ilk dört ayında enflasyonun beklenenden 4 puan daha güçlü gelmesi, Mart ayındaki ilave sıkılaştırma ile sapmayı telafi edemeyecekleri için bu revizyonu yapmalarına neden oldu.
  • TCMB, sıkılaştırmanın talep koşulları ve enflasyon beklentileri ve dolayısıyla enflasyon eğilimi üzerindeki gecikmeli etkilerini gözlemlemek istemektedir. Enflasyon eğiliminde belirgin bir bozulma olması durumunda ilave sıkılaştırma uygulanacağının sinyallerini vermeye devam etmektedirler.
  • İç talep, yüksek enflasyon beklentileri, servet etkileri ve kredi kartı harcamalarının kullanılabilirliği ile desteklenmeye devam etmektedir. Parasal aktarım mekanizmasını güçlendirmek amacıyla mevcut düzenlemeleri gevşetmek için sürdürülebilir bir yol başlatmak için finansal koşulların daha uzun süre sıkı tutulmasına ihtiyaç duyulacaktır.
  • En son açıklanan mali paket, 2024’te GSYİH’nın %0,2-0,3’ü civarında tasarruf anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde yeni tedbirler de alınacak ve bunların birçoğu orta vadede etkili olacaktır.
  • Enflasyon eğilimi, daha koordineli bir politika bileşimi ile yıl sonu enflasyonunun TCMB tahmin aralığının üst sınırı olan %42’nin altına düşecek bir düzeye yükselmesi durumunda, 4Ç24’te çok kademeli adımlarla gevşemeye başlamak için sınırlı bir alan olabilir. Ancak, gecikmeli mali etkiler ve perakendeci harcamaları üzerindeki makro ihtiyati politikalar, daha erken bir kesinti döngüsü olasılığını azaltıyor.

Raporun tam hali için:

https://www.bbvaresearch.com/wp-content/uploads/2024/05/Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24.pdf

Raporun tamamını okumak için buraya tıklayın

Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24

 

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Yabancılar Türkiye’ye Neden Yatırım Yapıyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Aralık 2023 itibariyle Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım stoku 264 milyar dolara ulaştı. Toplam yabancı firma sayısı da 88 bin seviyelerine erişti. En fazla yatırım yapan ülkeler arasında Hollanda, Almanya, ABD, Fransa, Azerbaycan ve Katar gibi aktörler bulunuyor. Son dönemde atılan adımlarla birlikte yabancı yatırımcı meselesi tekrar ön plana çıkıyor. Özellikle yerel seçimler sonrası yabancıların Türkiye ilgisinin arttığı görülüyor. Uluslararası kuruluşların kredi not artırımlarına eşlik eden yabancı yatırımlar daha çok Avrupa ülkelerinden geliyor. Seçimlerden sonraki beş hafta incelendiğinde 6 milyar doları aşan bir miktarın swap, borsa ve devlet tahvilleri aracılıyla Türkiye’ye geldiği anlaşılıyor. Bu finansal girişe 1 Nisan-5 Mayıs arasında yerleşiklerin 7,84 milyar dolarlık dövizden TL’ye geçişi eşlik ediyor.

Doğrudan yabancı yatırım beklentisinin aylık 1,5 milyar dolar olduğu göz önüne alındığında dört aylık süreçte 5 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırımın geldiği söylenebilir. Yaşanılan döviz girişine eşlik eden diğer bir süreçte Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) döviz rezervi birikim politikası yer alıyor. Son iki haftada 17 milyar dolarlık rezerv arışı seçimler sonrası 20 milyar doları aşmış gibi duruyor. Yabancı yatırımların bir diğer etkisi de enflasyon beklentilerinin iyileşmesinde görülüyor. TCMB’nin beklenti anketlerinde Ocak-Mayıs ayları içerisinde 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 45’lerden yüzde 35’lere kadar geriledi. Yılın sonuna doğru yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 10’lar düzeyine kadar düşebilir. Bir çıktı olarak Türkiye’ye gelen yabancı yatırımlar enflasyonla mücadeleyi daha kolay hale getiriyor ve istihdam, üretim gibi alanlara pozitif katkı sunuyor.

Son yıllarda Türkiye’ye hangi ülkeler en fazla yatırım yaptı diye bakıldığında Hollanda’nın açık ara önde olduğu görülüyor. Hollanda’yı İngiltere, ABD, İsviçre ve Almanya izliyor. 2019-2023 döneminde 32 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım çeken Türkiye’nin en fazla yurt dışı yatırımı Hollanda’da yer alıyor. İngiltere ile de benzer bir ikili ilişkinin olduğunu söylemek mümkün. 25 milyar doları aşan dış ticaret hacmine bir o kadar ikili yatırım hacmi eşlik ediyor. Diğer yatırım yapan ülkelerle de benzer ilişkilerin olduğu görülüyor. Ocak-Nisan 2024 döneminde de benzer aktörlerin Türkiye’ye yatırım yaptığı ve dış ticaretle bağlantılı şekilde hareket ettiği anlaşılıyor.

S&P, Citibank ve JP Morgan gibi uluslararası finans kuruluşların olumlu açıklamaları ve Türkiye’nin kredi notunu yukarıya taşımaları yabancı yatırımcı ilgisini hem miktar hem de fiziki olarak artırıyor. Diğer bölgelere kıyasla Avrupa ülkeleri önde gelen yatırımcılar olarak öne çıkıyorlar. Fakat Türkiye’nin denge politikası göz önüne alındığında Çin, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerden yatırımların artması muhtemel. Son yıllarda Batı Asya ülkeleri Katar, BAE, Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi aktörlerle yapılan yatırım anlaşmaları bu açıdan değerlendirilebilir. Özellikle Türkiye’nin imalat sanayi üretimi mevcut ülkeleri Türkiye’ye yatırıma yönlendiriyor. Genel olarak enerji ihraç eden Batı Asya ülkeleri kendi yerli sanayilerini tecrübe ve teknoloji transferiyle kuvvetlendirmek istiyor. Türk Savunma Sanayinin son yıllarda elde ettiği saha başarıları da (Irak, Ukrayna, Azerbaycan, Libya, Etiyopya ve Doğu Akdeniz) Türk sanayisine olan ilgiyi teşvik ediyor. Dünyanın en büyük 12. silah ihracatçısı haline gelen Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde daha fazla yatırım çekmesi muhtemel.

Özellikle Türkiye’nin Araştırma ve Geliştirmeye (AR-GE) aktardığı ortalama yıllık 10 milyar dolar Türk sanayisini daha modern hale getirdi. 2003-2023 döneminde 166 milyar dolarlık AR-GE yatırımı Türk sanayi firmalarını teknoloji merkezli dönüştürdü ve dünyayla daha entegre yaptı. Dünyanın en büyük 13. sanayisini inşa eden ve 80 binden fazla üretim tesisiyle ürün çeşitliliğine sahip Türkiye’nin potansiyel taşıdığı ve daha fazla yatırımcı çekmesi beklenebilir. Sonuç itibariyle Ocak-Nisan 2024 dönemi mevcut potansiyel ve yatırım ivmesinin önemli bir göstergesi olarak okunabilir.

Deniz İSTİKBAL-WorldofTürkiye

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.