Connect with us

EKONOMİ

Hakan Kara: “Türkiye, Sahip Olduğu Birikim ve Beşerî Sermayeyle Yapabilecek Kapasiteye Sahip”

Yayınlanma:

|

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” sloganıyla İstanbul’da düzenlendiği vizyon toplantısında konuşan Prof. Dr. Hakan Kara; “Para politikasının önemsizleştirilmesi diye tanımladığım bir dönem var. Özellikle 2017 yılından itibaren kamu bankaları üzerinden para politikasının baypas edilmesi ve 2018 yılında kanunen, 2019 yılında da fiilen Merkez Bankası’nın bağımsızlığının bitmesine tanık olduk. Ardından da bugün içinde bulunduğumuz süreç başladı. 2021 yılından itibaren Kur Korumalı Mevduat (KKM), kur rejiminde değişim, kredi politikasındaki değişik ile beraber bir finansal baskılama içerisinde belki de tarihin en ani enflasyonunu yaşadık” dedi. Kara, “Kolay değil, birikmiş sorunlar var. Sorunları öteleyerek, görmezden gelerek veya içe kapanarak halledemeyiz… Türkiye, sahip olduğu birikim ve beşerî sermaye ile yapabilecek kapasiteye sahip. Yeter ki daha bilimsel normlara doğru dönüşü destekleyen bir iklim oluşsun” diye konuştu.

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı Buluşması”, İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapıldı. Prof. Dr. Hakan Kara, ekonomideki sorunları, Türkiye’nin yaşadığı geçmişteki krizlere değinerek sunum yaptı.

Prof. Dr. Kara’nın konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

“AYAĞI YERE BASAN, BİR MAKRO ÇERÇEVE ORTAYA KOYMAK GEREKİYOR: Yoksullukla mücadele için kaynak gerekiyor. Sürdürülebilir bir büyüme lazım. Gelir artışı lazım. Bunun için de ayağı yere basan, bir makro çerçeve ortaya koymak gerekiyor. Ben de bugün sunumumda eski bir bürokrat olarak, yeni bir akademisyen olarak bu iki şapkayı harmanlayarak önümüzdeki dönemde bir makro istikrar programının ana bileşenleri; özellikle makro finansal taraftan bakılınca nasıl olmalı, buna naçizane görüşlerimi dile getirmeye çalışacağım.

GEÇMİŞTEN DERS ALIP GELECEĞE YÖNELİK POLİTİKALAR TASARLAMAK GEREKİYOR: Sunumda vurgulamak istediğim şey, geçmişten ders alıp geleceğe yönelik politikalar tasarlamak gerekiyor. Türkiye’nin önemli bir deneyimi var. 2001 krizi sonrası uygulanan politikalar… Ben bu politikalardan alınabilecek dersleri biraz anlatıp ardından da Türkiye’ye özgü bir makro finansal tasarım nasıl oluşturulabilir bunu ilişkin görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

2001 SONRASI ÖNCE BİR ENFLASYON HEDEFLEMESİ UYGULANDI: 21. yüzyılda ekonomi politika deneyimi deyince arka planda Merkez Bankası’nın da başrolde olduğu bir kronoloji benim aklıma geliyor. 2001 sonrası önce bir enflasyon hedeflemesi uygulandı. O dönemde bağımsız para politikası ve Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri temel araç olarak kullandığı ve buna da sıkı bütçe politikasının faiz için fazla ile eşlik ettiği bire program vardı.

2019 YILINDA DA FİİLEN MERKEZ BANKASI’NIN BAĞIMSIZLIĞININ BİTMESİNE TANIK OLDUK: Ardından küresel kriz sonrası biraz yaklaşım değişmeye başladı. Finansal istikrar vurgusu ön plana çıkmaya başladı. Ama arka planda da Merkez Bankası’nın faiz politikası üzerindeki kısıtlar o dönemde başlamıştı. Daha sonra para politikasının önemsizleştirilmesi diye tanımladığım bir dönem var. Özellikle 2017 yılından itibaren kamu bankaları üzerinden para politikasının baypas edilmesi ve 2018 yılında kanunen, 2019 yılında da fiilen Merkez Bankası’nın bağımsızlığının bitmesine tanık olduk. Ardından da bugün içinde bulunduğumuz süreç başladı. 2021 yılından itibaren Kur Korumalı Mevduat (KKM), kur rejiminde değişim, kredi politikasındaki değişik ile beraber bir finansal baskılama içerisinde belki de tarihin en ani enflasyonunu yaşadık.

2001 YILINDAKİ SIRALAMAMIZ NE İSE ŞU ANDA DA BENZER BİR YERDEYİZ: Türkiye’nin dünyada enflasyon sıralamasını koymak istedim. Aslında enflasyon seviyesi değil, diğer ülkelere göre nerede olduğunuz da çok önemli. 1980’lerde, 90’lar Türkiye genelde dünyanın en yüksek beşinci, onuncu, yirminci enflasyonu arasında yer alıyor. Performansımız çok iyi değil. Fakat dibe 2001 yılında vuruyoruz. 2001 krizi ile beraber bu veri tabanında yer alan ülkeler arasında en kötü üçüncü enflasyona sahip ülkeyiz. Enflasyon ile mücadelede bir miktar başarı elde ediliyor. Türkiye, enflasyon sıralamasında dünyada ortalara doğru çıkıyor. Ardından 2011 yılından itibaren para politikaları üzerindeki kısıtların başlamasıyla ve aynı zamanda da bir önceki dönemde oluşan birtakım makro finansal dengesizliklerin de artık ekonomi politikalarını zorlamaya başlamasıyla enflasyonda elde edilen kazanımlar kademeli olarak veriliyor. 2017 yılından sonraki süreçte de para politikasının giderek daha etkisiz hale getirilmesi ile beraber bugüne geldiğimizde 2001 yılına geri dönmüş bulunuyoruz. 2001 yılındaki sıralamamız ne ise şu anda da benzer bir yerdeyiz.

TÜRKİYE REEL OLARAK EN FAZLA DEĞER KAYBEDEN PARA BİRİMİNE SAHİP: 2001 yılından sonra uygulanan politikalar sadece enflasyona odaklandığı için ve faiz dışı fazla üzerinden bir kurgu yapmaya çalıştığı için aslında arka planda biriken makro finansal dengesizlikler de çok fazla dikkate alınmıyor olabilir. Geriye dönüp baktığımızda mesele reel kura dikkat edin. Türkiye, 2001 – 2010 arasında kendine benzer ülkeler arasında neredeyse en fazla reel olarak değer kazanan para birimine sahip. 2011 sonrasına baktığımızda tam tersi söz konusu. Türkiye reel olarak en fazla değer kaybeden para birimine sahip. Ya bir uçtayız ya diğer uçtayız.

YA İÇ DENGEYİ SAĞLAYABİLİYORUZ YA DA DIŞ DENGEYİ SAĞLAYABİLMİŞİZ: Bu süreç aslında bize şunu söylüyor ya iç dengeyi sağlayabiliyoruz ya da dış dengeyi sağlayabilmişiz. İlk 10 sene enflasyonla mücadelede belli bir başarı elde edilebilmiş, ama o sırada cari açık hızlı bir şekilde yukarı gelmiş, ikinci 10 seneye baktığınızda tam tersi bir durum. Cari dengede bir miktar iyileşme var ama enflasyon sorunu ile karşı karşıya gelmişiz. Dolayısıyla o döneme bakıldığında bütüncül bir politika uygulanması gerektiği açık. Bu dengesizlikleri, bir politika uygularken, enflasyon ile mücadele ederken arka planda oluşan dengesizlikleri azaltacak bir makro finansal çerçeveye ihtiyaç var.

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN DIŞ ŞOKLARA KARŞI DAYANAKLILIĞINI ARTIRACAK MEKANİZMALARA İHTİYAÇ VAR: Şu tabloyu da değiştirmemiz gerekiyor. Türkiye’de bir gel, git döngüleri yaşıyoruz. 1980’lerin sonlarından itibaren büyümeye ve finansal akımlara baktığımız zaman el ele gidiyorlar. Birkaç senelik yüksek büyüme sonrası bir çakılma dönemi yaşıyoruz. Bu döngü kendi kendini sürekli tekrar ediyor. Bununla sürdürülebilir kalkınma, gelir artışı olmaz. Ve yapısal reformlar için de gerekli kaynakları sağlamak zor olur. Bu tablonun değiştirilmesi lazım. Bu tablonun değiştirilmesi için de makro finansal politikaların yerli yerine oturması ve Türkiye ekonomisinin dış şoklara karşı dayanaklılığını artıracak mekanizmalara ihtiyaç var.

BÜTÜN BUNLAR BİRBİRLERİNİ DESTEKLEYECEK ŞEKİLDE DEVREYE SOKULMASI GEREKİYOR: Ben dört ayaklı bir politika setinin uygun olabileceğini düşünüyorum. Para politikasını yerli yerine oturttuktan sonra onun üzerine eklenmesi gereken politika bileşimden bahsediyorum. Bunun bir bacağını makro ihtiyati politikalar oluşturuyor, bir ayağını reel kur ve rezerv politikası, maliye politikası ve yapısal politikalar… Bütün bunlar birbirlerini destekleyecek şekilde devreye sokulması gerekiyor.

TÜRKİYE, SAHİP OLDUĞU BİRİKİM VE BEŞERÎ SERMAYE İLE BUNLARI YAPABİLECEK KAPASİTEYE SAHİP: Bütün bunlar bir arada yapılırsa, 2001 yılından alınan dersler daha önceki dönemden alınan derslerle birlikte bütün bunlar devreye konulursa o zaman sağlıklı bir kalkınma ve refah artışı için elverişli bir zemin oluşturulur diye düşünüyorum. Tabii ki kolay değil, birikmiş sorunlar var. Sorunları öteleyerek, görmezden gelerek veya içe kapanarak halledemeyiz. Türkiye’nin 40 yılı aşkın bir dışa açılma deneyimi var. Buradan artık sert bir şekilde geriye dönüş çok zor. Dolayısıyla bununla yaşamasını ve buradan gelebilecek olumlu faktörleri ön plana çıkartan, olumsuzları dengeleyen araç tasarımına ihtiyaç var. Bunları yaparken de ülkeyi özgü ihtiyaçları gözetmek gerekiyor. Geçmişten alınan dersleri de içselleştirmek gerekiyor. Türkiye, sahip olduğu birikim ve beşerî sermaye ile bence bunları yapabilecek kapasiteye sahip. Yeter ki daha bilimsel normlara doğru dönüşü destekleyen bir iklim oluşsun.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. İzzettin ÖNDER: Oyunculara değil, oyuna bakılmalıdır

Yayınlanma:

|

Yazan:

Son zamanlarda aşırı para harcayarak, adeta savurarak reklamlarını yapanlar yanında, bir banka müdiresi aracılığı ile inanılmaz kazançlar sağlayanlar, gazete haberi olarak hepimize ilginç gelmektedir. Ben şöyle düşünüyorum ki, sahnedeki olayların ilginç yanı ile değil, sahne gerisini düşünerek, bu olayların altan alta fısıldadıklarına bakılmalıdır. Bu işlere bulaşanların yargıya sürüklenmeleri, hatta mahkum edilmeleri insanlarımızı rahatlatıyor olabilir. Daha da ileri giderek, yeni kabine oluşumu sonucunda ülkemizde artık her türlü kaçak işlerin takibe alındığı ve düzgün bir topluma doğru yol alındığı görüntüsü de oluşabilir ve bundan siyasi erk kendi lehine prim dahi toplama yüzsüzlüğü gösterebilir. Şu “yüzsüzlük” sözcüğünü biraz abartılı bulabilirsiniz, değerli okur dostlarım. Hayır, hiçbir abartı yok, bakın anlatayım!

Değerli dostlar güney Amerika limanlarından Ortadoğu’ya eroin taşıyan gemilerin Türkiye’de bir limana yanaştığı haberinden sonra, her nedense o mallara ne olduğu, hangi rütbede ya da makamda insanlar arasında tartışma konusu oluşturduğu gibi konular, sanırım biraz meçhul kaldı. Gazeteler hangi siyasinin aile fertlerinin çoluk çocuklarının ne tür işlerle milyoner, belki de milyarder olduğunu, biraz mahcup bir ifade ile ima etmedi mi?

Neyse, gazete muhabirlerinin ancak cesaretle verebileceği haberler üzerinde sörf yaparak anlamsız risk almaya fazla bir neden göremiyorum, çünkü kanıtları açık ve belirgin olmayan olaylar üzerinde konuşmak doğru olmaz. Ancak, gözle görülmedik, medyada açıkça ifade ya da ifşa edilmemiş olaylara da, ekonominin gidişatına bakarak belirli oranda tanı koymak olasıdır. İşte bugün, ele aldığım konunun üzerinde böyle bir tanı koyma denemesi yapmak istiyorum.

Her şeyi bir tarafa bırakalım, konut kiralarına, siyasilerin maaş rakamlarına, alınan huzur haklarının vergisinin dahi bizlere yıkılmasına, toplumun ufak da olsa bir kesiminin yaşam standardına bakıldığında, nerede ise ABD’de üst düzey yaşam standardı görülüyorsa, bu işte bir yanlış var demektir. Yeni sanayi patronlarının geçmişin ilk kuşak patronlardan daha farklı olduğu da doğru olmakla beraber, ben böylesi para savurma işini yeni patronlarda dahi görmediğimi -hatta görmek istemediğimi- düşünüyorum. Peki, o zaman henüz orta gelir tuzağını dahi aşamamış olan ülkemizde bu şatafat, bu ABD ya da Avrupa burjuvazisinin üst kademesinin yaşam standardı nasıl olabiliyor? Hatta işi biraz da ekonomi içine çekerek sorgulayalım, böylesi çöküşe rağmen, nasıl oluyor da siyasilerde hiç panik havası yok, halk da oldukça makul şekilde işlerini sürdürebilmektedir.

Bunun en masum nedeni Türkiye’nin resmen işgal edilmesinde/ettirilmesinde aranmalıdır. İşgal en basit anlatımla, aşırı emek sömürüsü ve vergi kaçakçılığı sonucunda ekonominin çöküşü demektir. Başta Suriyeli emekçiler olarak, hangi dil konuştukları dahi belli olmayan insanlar tam bir köle misali ekonomi içinde hem erimekte, hem de ekonomiyi eritmektedir. Köle gibi sendikasız ve garantisiz çalıştırılan yabancı emekçiler belki bir daha yurtlarına da dönemeden buralarda sefil vaziyette yaşamlarına son vereceklerdir. İş bununla da bitmemekte, ucuz emek gücüne dayanan sermaye, emek üzerindeki yükümlülüklerden de azade olarak sadece kamu gelirlerini törpülemekle kalmamakta, fakat aynı zamanda da hiçbir verimlilik artışı yapma yoluna gitmemektedir. Daha teknik söylemek gerekirse, emek sömürüsü yükselebildiği oranda üretimde makine yerine emek istihdam edilmektedir. Sermayenin organik bileşiminin emek lehine devam etmesi, verimliliği olumsuz etkilemektedir. Bu yapıdaki bir ekonominin ekonomik aşama yapması ve orta gelir tuzağından kurtulması hayal bile edilemez. İlginçtir ki, bu koşullarda dahi, teorik olarak Türkiye ilk ona hatta ilk beşe dahi girebilir. Acaba siyasilerin hayaline kapıldıkları gericilik bu olabilir mi! Bu ifademe şaşıracaksınız belki, ama şöyle olur. Nüfusumuzu bugünkünün beş katına, hatta on katına yükselttiğimizde, herkes sadece kendi tükettiğini üretip, tüm üretimi ulusal gelire dahil ettiğimizde ulusal gelirimiz de bugünkünden çok daha yüksek olarak, muhtemelen çok düşük fert başına gelir ölçütü ile de olsa ilk on ekonomi arasına gireriz, ne var ki beyni olmayan şişman ve göbekli bir yaratık olarak.

Son günlerde sorgulanan, mahkemeye sürüklenen medyatik zanlılar yukarıdakinden farklıdır, fakat aynı kategori olayın doğal sonuçlarıdır. Bu suçlar, denetimsiz, kayıt sistemini oturtulamamış, çünkü verimsiz bir ekonomik yapı ile dünya çapında bir şeyler yapmaya çalışan bir ekonominin işitilemeyen sızlanışlarıdır. Mesele kara para sorunudur. Karşı karşıya olduğumuz mesele, kara para ile kişisel, hatta ulusal düzeyde refah arama çabalarıdır. Meselenin özünde, kayıt-dışılığın sürdürülmesi, makro düzeyde ulusal sorunların perdelenmesi ya da baskılanması, fakat bu arada bu işin simsarlığını yapanların ise, hangi alanda olursa olsun, ‘Bal tutan parmağını yalar’ misali dünyalığını yapması, yaptıktan sonra da şımarıklığını kusma meselelerinden ibaret gibi gözüküyor.

Siz zanneder misiniz ki, büyük hırsızlıklar ya da bazı cinayetler bireysel ya da birkaç kişinin girişimi ile yapılmaktadır! Hayır, güneşin altında her şey görülmekte ve kaydedilmektedir. Peki, bütün bu zeka parıltısı sanılan oyunlar neden ortaya çıkamamaktadır, diye sorarsanız, yanıtım, işin ucunun nerelere kadar gittiği ile ilgilidir, derim. Zaten kurgunun zeka parıltısı olduğu iması, ilintilerinin girift olduğu anlamına gelir, yoksa bir süreç ya da oluşum gerecekten ne kadar zeka parıltısı olursa olsun, gözü ve kulağının her yerde olduğunu bildiğimiz, ya da öyle olmasını dilediğimiz büyük varlığın radarına mutlaka girer.

Gerek basit emek sömürüsü, gerek devasa servet sömürüsü, boyutları çok farklı da olsa aynı hamurun ürünüdür. Meselenin kapitalizm ve sosyalizm bağlamı olmakla beraber, burada o konuya girerek kolaycılığa kaçmayacağım. Bu sistemin içinde kalarak, hiç değilse kısmi çözümle konuları makul düzeye indirgeme tartışmalarında, sorunun “Balık baştan kokar!” özdeyişi bağlamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Buna rağmen mesele tam olarak çözülemez. Size tarihi bir hikaye anlatayım. Geçmişte bir Amerikan uçak firmasının Türkiye’de bazı usulsüz ticari işlemlere giriştiğini yazan TIME dergisinin o sayısı ülkeye sokulmadı. Ne ilginçtir ki, aynı firmanın bir kuzey Avrupa ülkesi kraliyet ailesiyle de benzer ilişkiye girdiğini gazetelerden öğrendik. Kısacası bir ürünün ya da kişinin fiyatı varsa, düzeyi tartışma konusu olur. Önemli olan fiyatın olmamasıdır! Bu da sistem meselesidir. Ne var ki, bu sistemde de, halkın yararına bazı şeyler yapılabilir, yeter ki, karar mercii karşı tarafta olabilsin!

Evrensel.net

Okumaya devam et

EKONOMİ

Citi, 2024’de Türkiye’de ekonomik büyümede keskin bir yavaşlama bekliyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Citi, bugün yayınladığı bir raporda, Türkiye’nin bu yıl beklenenden daha güçlü bir performans sergilediğini ancak 2024’te ekonomik aktivitede gözle görülür bir yavaşlama beklediğini belirtti.

Citi, daha sıkı finansal koşullar nedeniyle GSYİH büyümesinin yavaşlayacağını tahmin ediyor. Bankanın 2023 için tahmini GSYİH tahmini %4,2 ve bunun 2024’te %0,4’e yavaşlaması bekleniyor. 2025 yılı için büyüme beklentisi ise yüzde 3,5 olarak belirlendi.

Citi ayrıca, Türkiye’de bu yıl %53,9 olması beklenen Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) 2024’te %62,7’ye yükseleceğini ve 2025’te %27,7’ye yavaşlayacağını tahmin etti.

İşsizlik oranının bu yıl %9,6 olacağı, 2024’te %12,4’e yükseleceği ve ardından 2025’te %12,1’e düşeceği tahmin ediliyor. USD-TRY kuruna gelince, Citi’nin tahmini 2024 için ortalama 35,93 ve 2025 için 41,59. Bu yılın ortalamasının 25,99 olduğu tahmin ediliyor.

Banka şunları yazdı:

“Beklenenden daha güçlü bir büyüme performansının yaşandığı bir yılın ardından, 2024’te ekonomik faaliyette gözle görülür bir yavaşlama bekliyoruz. Artan finansal koşullar ve zayıflayan küresel faaliyet nedeniyle ihracatın yumuşaması nedeniyle öne sürülen tüketim olgusunun hız kaybetmesiyle, GSYİH büyümesinin bu yıl tahmin edilen %4,2’den 2024’te %0,4’e yavaşlamasını bekliyoruz.

Bize göre, Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından görünüm konusunda büyük bir belirsizlik var. Yetkililerin normalleşme/sıkılaştırma sürecine devam edip etmeyeceği veya seçimlerden sonra alışılmışın dışında politikalara geri dönüp dönmeyeceği yatırımcı duyarlılığının şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak.

Temel durumumuzda ilk senaryoyu kullansak da, Orta Doğu’daki çatışma ve ekonomik faaliyette öngörülen keskin düşüş, zaten zorlu olan görünümü daha da karmaşık hale getirebilir.

Ayrıca, 2024’te GSYİH’nın yaklaşık %6,5’i olarak tahmin edilen nispeten geniş bir bütçe açığı, yetkililerin olumsuz şoklara karşı koyması için sınırlı politika alanı bırakıyor.

Yabancı yatırımcıların Türk varlıklarına olan riskinin düşük olmasına rağmen, dikkat çeken zorlu zeminin, düşük makroekonomik görünürlüğün ve büyük dış finansman gereksinimlerinin para birimi ve tahviller için zorlu bir görünüme işaret ettiğine inanıyoruz.”

Okumaya devam et

BANKA ANALİZLERİ

S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notu görünümünü durağandan pozitife revize etti. S&P raporunda, politika yapıcıların aşırı ısınan ekonomiyi soğutmak konusunda ilerleme kaydettiği, Merkez Bankası’nın azalan net döviz rezervlerinin yavaşça artmaya başladığı ifade edildi.

Merkez Bankası’nın Haziran ayından beri politika faizini yüzde 31,5 artırdığı, bu durumun da yurt içi tasarruflarda dolarizasyonu azalttığı vurgulandı. S&P Eylül ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken, kredi notu görünümünü “negatif”ten “durağan”a çıkarmıştı.

Resim

Resim

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.