EKONOMİ
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır : 2022’de seçim olur

Yayınlanma:
3 sene önce|
Yazan:
BankaVitrini
Evrensel’den Serpil İLGÜN KONDA Genel Müdürü Bekir AĞARDIR ile röportaj yaptı. Röportaj iç siyasetten, GARA Operasyonuna, muhalefetten, erken seçime geniş bir yelpaze içinde geçiti. İşte o Röportaj.
Cumartesi söyleşisinde KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır’la tabloyu ve ürettiği muhtemel sonuçları konuştuk. AKP tabanında işsizlik, yoksulluk, pandemi gibi reel sorunların rahatsızlık yarattığı ancak bunun henüz partiyi bırakmaya yetmediğini ifade eden Ağırdır, seçmeni vaatleriyle tutamayan iktidarın, karşı tarafa dair korkular üzerine oynamaya devam ettiğini vurguluyor. Erdoğan’ın adım adım tümüyle kendine bağlı ve bağımlı bir örgüt inşa ettiğini söyleyen Ağırdır, seçimlerin 2022’de yapılacağını düşünüyor.
AKP Grup toplantısında Erdoğan, konuşmasının neredeyse tamamında CHP’ye yüklendi ve “CHP süzme faşist bir partidir” dedi. CHP’ye giderek daha fazla yüklenilerek nasıl bir fayda üretilmeye çalışılıyor?
Olanları katmanlı okumak lazım. Bir cumhurbaşkanı ve arzuladıkları, yaptıkları var. Bir de ortada bir Türkçü ve İslamcı bir koalisyon var. Generallerin 40 sene önce hayal ettikleri Türk-İslam sentezinin vücut bulmuş bir hali var karşımızda. Ve Türkçü kanat da daha ağırlıklı görünüyor. Dolayısıyla o koalisyonun kendi içindeki gerilim, paylaşım, bölüşüm gerilimleri, ya da geleceğe dönük oluşturmaya çalıştıkları pozisyon açısından olan biten var, bir de Cumhurbaşkanı’nın yaptıkları. Ama galiba her ikisinin ortaklaştığı hedef, muhalefet blokunun yekpare ve geniş bir ittifaka dönüşmemesi. HDP’yi kriminalize ederek bir yandan önce HDP üzerinden orada bir çatlak yaratmaya çalışılıyordu son iki, üç yıldır. Enis Berberoğlu meselesinde gördüğümüz üzere giderek CHP’yi de oraya doğru, yani daha dokunulabilir olduğu bir aktör haline getirmeye yönelik bir strateji var.
Peki, bu oyun planı çalışıyor mu?
Çok çalışmıyor görünüyor. Hükümet bunun için çok şey yapıyor tabii ki, iktidar gücüyle, yargıçlarıyla, güvenlik güçleriyle vs. ama en azından şu ana dek görüldüğü kadar çok da çalışmıyor. Muhalefet blokundaki partilerin en azından lider seviyesinde henüz bir parçalanma emaresi görünmüyor. Tam tersine belki de farkında olmadan kurduğu bu dil, tıpkı İstanbul’da yenilenen seçimlerde olduğu gibi hem kurumsal olarak bütün muhalif blokta yer alan partileri, hem de seçmenlerini konsolide etmek gibi de paradoksal bir sonuç üretiyor.
Daha önce, milli çıkar, beka söylemiyle iktidarın arkasında duran muhalefet blokunun Garê operasyonu sonrasında aynı pozisyonu almamasını, hatta hesap sormasını nasıl değerlendirdiniz? Ve iktidar bunun olabileceğini bekliyor muydu?
Muhtemelen beklemiyordu. Çünkü ortada şöyle bir gerçeklik var, her şeye rağmen hala beğensek de beğenmesek de hem gündemi, siyasi gidişatı belirleyici ana aktör Tayyip Erdoğan. Bu sadece iktidar gücünü elinde tuttuğu için değil, aynı zamanda da siyasi mahareti, yılların tecrübesi var. Ve bir türlü muhalefet blokundaki partiler oyunun gidişatını değiştiremiyor. Seçmenin evet, bir yandan reel sorunları var, ekonomiydi, pandemiydi, işsizlikti, enflasyondu gibi. O nedenle toplum çok ciddi rahatsız. Bir yandan Ak Parti’den çözülme ya da Ak Parti’yi eleştiren pozisyona geçme çok güçlü bir duygu halinde. Ama bu “Ak Parti’den vazgeçtik, şu partiye döndük” gibi yeni bir bağlanma ve oy ilişkisi üretmiyor. Dolayısıyla iktidarın yaptıklarını belki bu gözle de okumak lazım. Yani yeni bir başarı hikayesi üretme, yeni bir ortak umut, heyecan yaratmak gibi şeyleri, işte uzaya gitmek, Karadeniz’de büyük doğalgaz bulmak gibi biraz da zorlama ve yapay gündemlerle arıyor. Reel sorunlar üzerinden başarı arama kapasitesi, mahareti çok zayıflamış görünüyor iktidarın. O zaman da o toplumsal destekle var olan pozisyon ve hakimiyet arasındaki yarılmayı işte böyle şoven, dinci, güvenlik temelli birtakım politikalarla, dış düşman hikayeleri üzerinden vs. kapatmaya çalışıyor. O yüzden de sürekli olarak kurulan dil, karşı tarafı suçlarken aslında bu tarafta daha emniyetli bir alan olduğunu ima ediyor, yani kendi seçmenini kaybetmek istemiyor diyelim.
AYASOFYA’YI HATIRLAYAN YOK
Tüm o “müjdeler” veya milliyetçi, dinci dil seçmenini korumayı, daha da ötesi desteği arttırmayı sağlar mı?
Son seçimlerdeki o yüzde 52-48 iktidar lehine olan bloklaşma sürsün peşinde. 52’yi arttırmak gibi bir hayalleri olduğunu sanmıyorum. Ya da bu yaptıklarıyla olamadığını, yetmediğini görüyor.
İlginç bir şey oldu bu pandemi sürecinde. Düşünsene İslamcı siyasetin geleneklerinde, kodlarında, o dünyadan geldiğini düşündüğümüz, bildiğimiz insanların anlatılarından anlıyoruz ki, Ayasofya mesela onlar için müthiş bir hedefmiş. Ama Ayasofya’yı hatırlayan yok. Çünkü bu reel sorunların harareti bu soyut hikayeleri eritiyor. O yüzden de çalışmıyor. Geldiğimiz noktada donmuş bir durum var ve siyasi tablo kilitlenmiş görünüyor. Ve bütün siyasi aktörler de bildikleri oyunu değiştirmiyorlar. Muhalefet de değiştirmiyor. Sadece daha soğukkanlı ve bir arada durmanın farkındalığı içinde davranıyorlar ama henüz seçmeni oraya bağlayacak, bir çekim gücü oluşturacak güçte de değil. Ya da yetmiyor.
Aynı durum, iktidarın dış politikadaki “kahramanlık” hikayeleri için de geçerli mi?
Şöyle bir metafor kullanıyorum, zamanın durduğu bir yerde donmuş bir göle bakar gibiyiz. Bakarsan, gölün yüzeyi donuk ve donmuşluk da değişmiyor görünüyor. Hatta sabahları uyandığımızda karşı vadide ya da suyun üstünde bir buğu bulutu vardır ya, o buğu bulutu endişe ve kaygı. Çünkü bir yandan geçim meseleleri var, bir yandan da hala can riski var. Yani toplum canı burnunda yaşıyor bir kere. Ama bir yandan da aşağıda insanların zihin dünyasında, gündelik pratiklerinde de değişen bir sürü şey var. Dış politika meselesi insanlara çok değmiyor, hele böyle gerçek problemler olmasa ortada, belki dış politikadaki tüm gerilimler, Amerika’ya, Rusya’ya, herkese kafa tutma hali bir duygu köpürmesi hali üretebilir toplumda. Ama gerçek sorunlar karşısında duygu köpürmeleri de olamıyor. Anlık oluyor tabii ki o an için insanlar “heyt be, Amerika’ya posta koydu” diye mutlu oluyor ama akşam evine giderken sofrada ne olacağını, sabah kalktığında eşine mutfak harcaması için ne bırakacağını düşündüğü anda bütün o hikaye havada asılı kalıyor. İktidar onu bir türlü yeni bir umuda yöneltemiyor.
MEKANİZMA ÇALIŞMIYOR
Bundaki başat sebepler neler?
Birçok sebebi var. Bir kere beslenme damarları kapandı. Yaratıcı kapasitesi de bitti, bir sürü sebepten. Sadece “FETÖ’cüler gitti” diye değil. Bir kere yönetim düzeni değişikliği, anlaşıldı ki ellerinde bir tasarım bile yokmuş. Dolayısıyla mekanizma çalışmıyor. Öncekini bozuyorsun, ama yeninin ne olduğu belli değil. Yeni mekanizmalar tanımlı olmadığı için yukarıdaki büyük kararlar da çalışmıyor. Dolayısıyla afallamış durumda iktidar. O zaman yapabileceği şey seçime odaklanmak ve “seçimde 50+1’i nasıl sağlarım”ın derdinde. Onu da kimliklerin korkularına yaslanarak yürütüyor. Şunu hatırlatmak isterim, Türkiye toplumunu tarif edecek alt alta 8-9 cümle yazsak, birinci cümle bence şudur; Türkiye’de insanların farklılıkları ne olursa olsun, öncelikli beklentisi ekonomiktir, Ve bu ortaktır. Yani Türk veya Kürt, kadın erkek, AK Partili CHP’li, fark etmez, “hanenin birliği düzenliği” diyor onlar. O, geçim meselesidir.
Sıra kültürel kimliklere geldiğinde korkular farklılaşıyor mu?
Evet, iktidar da o nedenle farklı korkulara oynuyor. Geleneksel olanlar için geleneklerden çözülmek, Türkiye’nin bölünmesi ya da sekülerler için daha dini kuralların ağırlık kazanması, dindarlar için dinden uzaklaşıyor olması vs. Her kültürel kimliğin farklı korkuları var, iktidar da tabanındaki sosyolojinin korkularını diri tutarak onları bir arada tutmaya çalışıyor. Şöyle bir metafor kullanayım, seçmen bir saçağın altında veya bir evin içinde. Evet pencereler, kapılar kırık, yağmur giriyor, su giriyor ama yeni bir ev bulamadan da o evden çıkamıyor. Karşı çatının altına koşsa, iktidar yukarıdan diyor ki, “karşıya koşma çünkü seni aralarına almayacaklar!” Öcü hikayeleri anlatılıyor. Bütün bu geçmişi didikleyip didikleyip başka hikayeler üretme çabası da buradan besleniyor. Yani seçmeni vaatlerinle tutamıyorsun, karşı tarafa dair korkuları üzerine oynamaya devam ediyorsun. İktidarın oyun planı bu görünüyor.
KENDİNE BAĞLI VE BAĞIMLI BİR ÖRGÜT İNŞA EDİYOR
Bir süredir, söyleşimizden sonra yapılacak İstanbul İl Kongresi’ndeki başkan değişiminin kodları konuşuluyor. Berat Albayrak’a yakın olduğu söylenen Bayram Şenocak yerine getirilen ve Bilal Erdoğan’a yakın olduğu iddia edilen Osman Nuri Kabaktepe’nin Milli Görüş kökenli olması hasebiyle, kimileri Saadet tabanına oynama veya Milli Görüş gömleğini yeniden giyme, kimileri de tek kriterin Erdoğan’a sadakat olduğunu söylüyor. Sizin görüşünüz ne?
Sadece Milli Görüş’e geri dönmek olarak okumanın çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Tabii ki Saadet Partisi (SP), Oğuzhan Asıltürk ziyaretlerini hatırlarsak, 50+1’i yakalamaya odaklı bir siyaset güdüyor olunca iş elde kağıt kalem, hesap kitaba dönüyor. SP’nin son seçimde bütün Türkiye’de aldığı oy, 672 bin oy. Yani Türkiye’deki toplam seçmen içinden bakarsan karşılığı yüzde 1,3. Kurumsal olarak SP evet dese bile diyelim o yüzde 1,3 seçmenin en az 500 binin oraya gitmeyeceği açık. Çünkü sadece kurumsal kimliklerinden ayrı değiller ki, iktidara eleştirilerinden dolayı SP bunca daraltılmaya rağmen varlığını sürdürüyor. Dolayısıyla Tayyip Bey de bu hesabı bilir. Evet, yüzde 1’e bile ihtiyacı var bir yandan ama bütün İstanbul örgütünü o yüzde 1’i elde etmek üzerine inşa ediyor olamaz. O yüzden Milli Görüş’e geri dönmek diye düşünmüyorum.
Ama şu tarafı var, 2017’de belediye başkanlarını istifa ettirme sürecini hatırlayalım, 4 yıldır Tayyip Bey, adım adım tümüyle kendine bağlı ve bağımlı bir örgüt inşa ediyor. Süreci analiz ettiğimde 2009’dan itibaren o güne kadar geliştirdikleri bütün sosyal politikaları ve kamu ihalelerini seçmenini Ak Partilileştirmek üzerine bir stratejiye dönüştürdü. Ama 2013-2014’ten itibaren bir üçüncü evreye girildi: partiyi ve kadroları Erdoğancılaştırmak meselesi. Arada 15 Temmuz oldu, şu oldu, bu oldu ama bugün geldiğimiz noktada Tayyip Bey, artık hem partinin hakimi, hem iktidarın hakimi, hem de artık o konularda herhangi bir tartışmaya mahal vermeyecek bir bakışı var. Yani ekonomi politikalarında yeri geldiğinde damadını bile gözden çıkarabileceğini gösteren, dolayısıyla örgütün de tümüyle kendine biat etmesini arzulayan bir tarzı var. Bu süreç kongrelerdeki yönetim değişiklikleri ile tamamlanıyor. Mart ayında yapılacak o büyük genel kongrelerinde oluşacak kadrolar artık Ak Parti’yi ve ülkeyi seçime götüren kadrolar olacak. Dolayısıyla, ortaya çıkacak yönetime ve kritik görevlere atanacak isimlere bakmak lazım. Hem seçimlere dair, hem de genel ülke gidişatına dair oyun stratejisinin ne olacağı ancak o kadroların belirlenmesiyle biraz daha netleşir.
TAYYİP BEY, YERİNE GELECEK KİŞİNİN GÜÇLÜ BİR PROFİL OLMASINI İSTEMEZ
Mart’taki merkez kongrede Erdoğan’ın AKP Genel Başkanlığı’nı bırakacağı yönünde de haber ve yorumlar var biliyorsunuz. Hatta Berat Albayrak’tan Süleyman Soylu’ya, Numan Kurtulmuş’a kadar isimler de zikrediliyor. Abdülkadir Selvi, bu tür haberlerle Erdoğan’ın bir tuzağa çekildiğini yazdı. Siz böyle bir olasılık görüyor musunuz ve Erdoğan’ın parti başkanlığından ayrılması ne anlama gelir?
Hatırlarsan İstanbul seçimini yenileme sürecinde özellikle, Ak Parti teşkilatının yeterince çalışıp çalışmadığı gibi bir sürü tartışma oldu. 2011-2017 seçimlerinde büyük bir makine gücüyle çalışan o teşkilat o efsane halinde anlatılan Ak Parti teşkilatı yok karşımızda. Çünkü hem lidere biat eden, aynı zamanda da -her ne kadar üst yönetim dava lafını tekrarlıyor olsa da- artık örgütsel kurumlarda dava değil, çıkar hesabının olduğu gibi bir gözlemim var. Dolayısıyla bugün Tayyip Bey’in ihtiyacı olan şey, yeniden sokaklarda hareketli ve enerjik bir teşkilat üretmek. Bunun için illa bırakması gerekmiyor. Ama bırakırsa da sadece buna odaklanacak birisine bırakır. Bu Berat Albayrak da olabilir, şaşırmam. Berat Albayrak istifasından beri sessiz duruşuyla en azından Tayyip Bey’e bağlılığını ispatlamış oldu. İlla bırakır diye bir kanaatim yok, bırakmayabilir. Ama bırakırsa da ağırlığını koymayacak birisi olmasını tercih eder. Hele seçim öncesi bir risk ya da ayağına takılacak bir taş olsun istemez. O yüzden de öyle güçlü bir profil olmaz diye düşünüyorum.
Erdoğan’ın aylar sonra Berat Albayrak’a sahip çıkarak başarılı addetmesini nasıl yorumlarsınız? Zira bu sahip çıkma, ağırlıklı olarak parti başkanlığına Albayrak’ı getirme hesabı içinden değerlendirildi.
Berat Bey bunu hayal edebiliyor olabilir. Hep sessizliğinden bakıyoruz meseleye ama, unutmayalım istifa mektubunda, başta söylediğim iktidarı oluşturan koalisyon içindeki zihni çatışmaya yönelik çok önemli cümleler vardı. “At izi it izine karıştı”, “Sonumuz hayr olsun” falan, Dolayısıyla o tartışmadan bakmak lazım. MHP’nin de Ak Parti’den önce büyük kongresinin yapılacağını hatırlarsak, iki kongrede oluşacak kadroları, söylemleri ve stratejiyi birlikte izlememiz gerek ne olduğunu anlamak için. Benim gördüğüm, özellikle Süleyman Soylu’nun söylemlerindeki sertleşmeler veya bir gazetecinin HDP’nin kurumsal kimliğini de aşıp doğrudan seçmenini terörist saymaya dönük geçen hafta patlayan söylemlerin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Zihni koalisyon içinde Türkçü kanat, Tayyip Erdoğan’ın hareket alanını sınırlıyor. Hatta o gazetecinin bu lafı ettiğinin ertesi günü Mehmet Özhaseki bela okudu. Gerçi ertesi gün düzeltme yapma ihtiyacı hissetti, o düzeltme ihtiyacını doğuran şeyin Ak Parti’nin kurumsal aklının müdahalesi diye düşünüyorum. Dolayısıyla burada tek başına MHP de değil, Türkçü kanadın, Süleyman Soylu’nun doğrudan aydınları, entelektüelleri isim vererek suçlaması ile düşünürsen, iktidar içinde bir pozisyonlanma, Mart’tan sonrası için bir güç, sembolik olarak masaya oturulduğunda kendi rengini, zihniyetinin damgasını vurma çabaları var.
2022 HAZİRAN YA DA SONBAHARINDA SEÇİM BEKLİYORUM
HDP’nin kapatılması talebine gelirsek; son günlerde “Bahçeli istiyor ama Erdoğan istemiyor” haberleri yoğunluk kazandı. Bunun yerine çalışmaları süren Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu’nda değişiklikler yaparak HDP’yi daha da çalışmaz hale getirme, kriminalleştirmenin dozunu arttırma hedefinin olduğu söyleniyor. Nitekim dil daha sertleşti, yanı sıra 28 HDP’li milletvekilin fezlekesi Meclise geldi. Erdoğan kapatmayı istemiyor olabilir mi?
Orada şunu da atlamamak lazım, Ak Parti bütün handikapları, eksiklikleri, sorunlarına rağmen bile hala Kürt seçmende ikinci parti ve üçüncü parti de yok. Bu ne demek? Ak Parti tabanında az ya da çok Kürtler var, artı teşkilatında illerde, ilçelerde, milletvekillerinde Kürtler var. Dolayısıyla bu söylem onları da rahatsız eder. Bence geçen haftaki söylemlerden sonra AK Parti’nin teşkilatında da aynı huzursuzluk olmuştur ve bu Tayyip Erdoğan’a iletilmiştir. HDP’yi eleştirebiliriz veya beğenmeyebiliriz ama şimdi Galip Ensarioğlu’nun Mehmet Özhaseki’nin söyleminden rahatsız olmadığı düşünülebilinir mi? Terörist denilen veya lanet okunan insanlar belki onun kuzenleri, amca çocukları, eşi, çocuğu. Dolayısıyla bu düzeltmelerin bir anlamı var. O yüzden diyorum iktidarın kendi içindeki koalisyon ortakları arasında bir çerçevelenme kavgası bu biraz da.
Buradan AKP cephesinde en azından kendi tabanındaki Kürtleri küstürmemek ve seçimi de düşünerek söylemlerin biraz daha yumuşatılacağı çıkarımını yapabilir miyiz?
Hayır. Tayyip Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin siyaset tarzına baktığımız zaman, el yükselterek gidiyor, uzlaşma arayarak değil. Benim şöyle bir okumam var, ben 2021’de seçim beklemiyorum. Ama 2023’ü de görmeyeceğimizi sanıyorum. Dolayısıyla benim öngörüm reel sorunları çözme mahareti gösteremedikleri için 2022 Haziran’ı ile sonbaharı arasında bir seçim mümkün gibi görünüyor. Demek ki 15 ila 20 ay var önümüzde. Bu nedenle genel siyaset tarzına bakarak, önümüzdeki üç dört ay daha ya da sonbahara kadar iktidarın sertleşme dozunu arttıracağını beklemek mümkün. Mart sonuna kadar sadece Ak Parti, MHP kongrelerini değil, ABD, AB ve NATO’da Türkiye’ye dair yeni kararlar olup olmayacağını da izlemek gerekiyor. Ama iktidar eğer bütün bu hikayeleri sertleşme dili üzerinden sürdürmeye devam ederse evet, HDP’ye yüklenmeye ve giderek bunu da CHP’ye doğru da yaymaya çalışabilir.
Bu biraz da muhalefetin direncine veya yeni bir hikaye üretip üretmeyeceğine bağlı, ne dersiniz?
Eğer siyasi hayatı sadece iktidarın tercihleri belirlemeye devam ederse, o zaman şöyle bir riskimiz var demektir; toplum eğer bu olası değişimlerin çok daha büyük kaotik sonuçlar üretme potansiyeli olduğu vehmine kapılırsa, o zaman 7 Haziran’la 1 Kasım aralığında olduğu gibi o kaotik hallerden kaçınmak için devlete, sadece Tayyip Erdoğan diye değil ama devlet nizamına yanaşmayı tercih edebilir. O yüzden muhalefetin bütün bu değişim sürecini, güçlendirilmiş parlamenter sistem diye üç kelimelik bir slogandan ibaret olmayan değişim hikayesini topluma anlatması, ikna etmesi, bu süreci kaotik sonuçlar üretmeden yönetebileceği konusunda bir güven inşa etmesi gibi bir mesele var. Hangi araştırmayı açarsak açalım, hiç “Ak Parti’yi şu partinin oyu geçti” diye bir araştırma gördük mü, hayır. Ya da “CHP yüzde 30’u geçti” diye gördük mü, ona da hayır. Hala hayatı domine eden parti Ak Parti. Bu desteği yaratan şeyin ne olduğunu anlamadan, sadece vazgeçiş üzerinden bir muhalefet ve siyaset diliyle Türkiye buradan çıkamayabilir.
ÖZGÜRLÜKÇÜ TUTUM VE DEĞERLERDE DEĞİŞİM VAR
Tüm bu şiddet, baskı ve zor araçlarının daha fazla devreye sokulması, hukukun, yargının araçsallaştırılması, AYM, AİHM kararlarının tanınmaması gibi pratikler, “faşizme giden bir otoriterleşme” gibi kavramlarla tanımlanıyor. Siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Bu bir kimlik üzerinden Türkiye’yi yeniden dizayn etme meselesi. Ama bir kere şöyle bir cümle kurmama izin ver, sadece iktidar dahil bütün siyasi aktörler herkes, elde kağıt kalem hesap yapıyor, veya biz bile raporlarda bütün diğer partileri bir araya toplayıp, muhalefet bloku şu oldu, bu oldu diyoruz falan. Ama unutmayalım ki toplum kendi toplum mühendisliğini yapıyor. Entelektüellerin ve siyasetçilerin siyasi mühendislikleri çalışmıyor. Bu süreç için ben küresel ara buzul dönemi diyorum. Bu bildiğimiz devletin makbul toplum ve makbul vatandaş yaratma projesinin şimdi Türkçü-İslamcı yeni bir sentezle yeni bir hemhal oluşu. Bunun tek bir adı var mıdır bilmiyorum ama bildiğim şey şudur, bu sürdürülebilir değil.
Entelektüellerin ve siyasetçilerin siyasi mühendislikleri çalışmıyor dediniz. KONDA olarak yaptığınız araştırmalarda bunun yansımalarını nasıl görüyorsunuz?
Bizim son 6 ayda yaptığımız üç araştırmadan örnek vereyim o donmuş göl metaforuna geri dönerek. Gölün üzerindeki sis de, buğu da dehşet bir endişe yüklü. Gölün yüzeyi de buz kaplı doğru ama gölün altına baktığımızda özgürlükçülük üzerinden ya da “yeni bir toplumsal uzlaşmayı hangi sistem ilkeleri üzerinden kurabiliriz” türünden bir dizi araştırma yapmaya çalışıyoruz. Türkiye’nin yeni siyaset stratejisi nasıl olur amacıyla tasarlanmış beş araştırma yaptık bu kapsamda. 2010, 2011, 2012’deki o anayasa uzlaşma komisyonu süreçlerinde yaptığımız araştırmalarla kıyasladığımızda on yılda toplumun zihni planda, özgürlükçü fikriyatında ne kadar kayda değer oranda bir gelişme olduğunu gözlemliyoruz sayısal olarak. Bu Kürt meselesinde, Kürtçe ana dilde eğitim meselesinde de böyle, farklı hayat tarzları ya da farklı inanışlar veya farklı cinsel tercihler için de böyle, ha arzuladığımız güçte, büyüklükte olmayabilir ama en azanından on yıl önceye göre neredeyse sıçrama diyebileceğimiz özgürlükçü tutumlarda ve değerlerde bir değişim var.
FİLİZLER BELKİ DE BUZU ERİTECEK
Aynı şeyi kutuplaşma için de söyleyebiliyor muyuz?
Yine başka bir araştırmadan söyleyeyim; kutuplaşma, kutuplaşmanın ürettiği kimliklere sıkışma ve kendi kimliğine ve kutbuna aşık olma diye gelen süreç, yerel seçimlerde kendi kutbunun partilerine eleştiri dozu yükseldikçe gerçek sorunlar yüzünden, negatif kimliklenme dediğimiz, yani bulunduğu konuma aşktan değil de, karşı konuma nefretten orada durmaya devam ediyordu seçmen. Kasım ayında yaptığımız bir araştırmada negatif kimliklenmede de ciddi oranda çözülme emaresi gösterdiğini görüyoruz. Bitti anlamında değil tabii, ama diyelim üç sene önce HDP’ye “Kürt partisi, asla oy vermem” diyenler yüzde 65’lerdeyken, yüzde 45’lere düştü. Ya da “CHP’ye asla oy vermem” diyenlerin oranının yarıya düştüğü gibi ciddi bir çözülme emaresi görüyoruz. Ve topluma yeni anayasanın, yeni toplumsal uzlaşmanın temel direği ne olmalı türünden bir sürü şey sorduğumuzda, temel karakteristik hala “adalet” çıkıyor. Yani toplum bir yandan görüyor, hissediyor. Pandemi nedeniyle belki önce hayatımıza, evimize, kendi canımıza özen duygusu ama giderek komşusuna doğru da bir dayanışma duygusu yeniden yeşerdi. Yoksullukla mücadele ağlarına bakalım örneğin, o buzul altında kıpraşma hali var. Yani bahar geliyor o filizler belki de o buzu eritecek. Ama işte bu eritme için güneşin ya da yeni bir hikayenin olması lazım. O yeni hikayeyi de ancak muhalefet üretebilir. Muhalefet böyle bir hikaye üretebilirse o zaman müthiş bir sıçrama olabilir. Dolayısıyla toplumun bu değişim sürecinin kaotik olacağı kaygısı ağır basarsa, devlete ve devletçi zihniyete yaslanma ihtimali kadar, “kaotik süreç olmayacak ve bu değişimi yönetecek politikalar fikirler, kadrolar var” duygusu ve güveni oluşturursalar, Ak Parti’nin hiç beklemediği kadar yenilgi alma ihtimali var.
‘BERAT NEREDE’ OYUNLARI GENÇLERİN İLGİSİNİ ÇEKMİYOR
KONDA araştırmalarına göre, toplumun yarıya yakını var olan siyasi aktörlerle sorunların çözüleceğine dair umutlarını kaybetmiş durumda ve bu umutsuzluk hali gençlerde daha da yüksek. Bu tespite bakınca, Meclis içi muhalefetin sosyal medya kullanımının artması, Erdoğan’ın sık sık gençlere seslenmesi anlaşılıyor. Fakat bunların karşılığı var mı?
Hayır, yok. Ne Cumhurbaşkanı’nın o seslenişleri, ne de CHP’nin “Berat nerede” oyunları, gençlerin ilgisini çekmiyor. Çünkü gençlerin iş dertleri var, gelecek dertleri var. Hala herkes şunu ıskalıyor, aşağı yukarı önümüzdeki seçimlerde kabaca 58 milyon ya da 60 milyon aralığında bir seçmenimiz olacak ve bunların 20 milyonuna yakını genç olacak. Bu insanların hala üçte ikisi babasından alacağı harçlığa mahkum. Bu çocukların umutlarından daha çok gelecek kaygısı ve öfkeleri ağır basıyor. O yüzden de Z kuşağı, M kuşağı gibi şablonları bir kenara bırakıp gerçekten partilerin ve hepimizin aslında, yeniden ülkenin geleceğine bir güven inşa etmemiz lazım ki, gençler de o gelecekte kendilerini var hissetsinler.
Sosyal medya meselesinde de bir şey söyleyeyim, evet gençler ellerindeki aygıtlar sayesinde internete tüm gün neredeyse bağlılar. Fakat herkes sanıyor ki orada aktifler, orada sadece üçte biri aktif. Üçte ikisi sadece gözlüyor ve izliyor. Aktif olanı daha lümpen, daha keskin, daha öfkeli ama oradan bir gençlik tarifi yapmak yanıltıcı olur. Asıl o sessiz bekleyen gençlere odaklanmak lazım.
İlginizi Çekebilir
EKONOMİ
Prof. Dr. İzzettin ÖNDER: Oyunculara değil, oyuna bakılmalıdır

Yayınlanma:
2 gün önce|
05/12/2023Yazan:
BankaVitrini
Son zamanlarda aşırı para harcayarak, adeta savurarak reklamlarını yapanlar yanında, bir banka müdiresi aracılığı ile inanılmaz kazançlar sağlayanlar, gazete haberi olarak hepimize ilginç gelmektedir. Ben şöyle düşünüyorum ki, sahnedeki olayların ilginç yanı ile değil, sahne gerisini düşünerek, bu olayların altan alta fısıldadıklarına bakılmalıdır. Bu işlere bulaşanların yargıya sürüklenmeleri, hatta mahkum edilmeleri insanlarımızı rahatlatıyor olabilir. Daha da ileri giderek, yeni kabine oluşumu sonucunda ülkemizde artık her türlü kaçak işlerin takibe alındığı ve düzgün bir topluma doğru yol alındığı görüntüsü de oluşabilir ve bundan siyasi erk kendi lehine prim dahi toplama yüzsüzlüğü gösterebilir. Şu “yüzsüzlük” sözcüğünü biraz abartılı bulabilirsiniz, değerli okur dostlarım. Hayır, hiçbir abartı yok, bakın anlatayım!
Değerli dostlar güney Amerika limanlarından Ortadoğu’ya eroin taşıyan gemilerin Türkiye’de bir limana yanaştığı haberinden sonra, her nedense o mallara ne olduğu, hangi rütbede ya da makamda insanlar arasında tartışma konusu oluşturduğu gibi konular, sanırım biraz meçhul kaldı. Gazeteler hangi siyasinin aile fertlerinin çoluk çocuklarının ne tür işlerle milyoner, belki de milyarder olduğunu, biraz mahcup bir ifade ile ima etmedi mi?
Neyse, gazete muhabirlerinin ancak cesaretle verebileceği haberler üzerinde sörf yaparak anlamsız risk almaya fazla bir neden göremiyorum, çünkü kanıtları açık ve belirgin olmayan olaylar üzerinde konuşmak doğru olmaz. Ancak, gözle görülmedik, medyada açıkça ifade ya da ifşa edilmemiş olaylara da, ekonominin gidişatına bakarak belirli oranda tanı koymak olasıdır. İşte bugün, ele aldığım konunun üzerinde böyle bir tanı koyma denemesi yapmak istiyorum.
Her şeyi bir tarafa bırakalım, konut kiralarına, siyasilerin maaş rakamlarına, alınan huzur haklarının vergisinin dahi bizlere yıkılmasına, toplumun ufak da olsa bir kesiminin yaşam standardına bakıldığında, nerede ise ABD’de üst düzey yaşam standardı görülüyorsa, bu işte bir yanlış var demektir. Yeni sanayi patronlarının geçmişin ilk kuşak patronlardan daha farklı olduğu da doğru olmakla beraber, ben böylesi para savurma işini yeni patronlarda dahi görmediğimi -hatta görmek istemediğimi- düşünüyorum. Peki, o zaman henüz orta gelir tuzağını dahi aşamamış olan ülkemizde bu şatafat, bu ABD ya da Avrupa burjuvazisinin üst kademesinin yaşam standardı nasıl olabiliyor? Hatta işi biraz da ekonomi içine çekerek sorgulayalım, böylesi çöküşe rağmen, nasıl oluyor da siyasilerde hiç panik havası yok, halk da oldukça makul şekilde işlerini sürdürebilmektedir.
Bunun en masum nedeni Türkiye’nin resmen işgal edilmesinde/ettirilmesinde aranmalıdır. İşgal en basit anlatımla, aşırı emek sömürüsü ve vergi kaçakçılığı sonucunda ekonominin çöküşü demektir. Başta Suriyeli emekçiler olarak, hangi dil konuştukları dahi belli olmayan insanlar tam bir köle misali ekonomi içinde hem erimekte, hem de ekonomiyi eritmektedir. Köle gibi sendikasız ve garantisiz çalıştırılan yabancı emekçiler belki bir daha yurtlarına da dönemeden buralarda sefil vaziyette yaşamlarına son vereceklerdir. İş bununla da bitmemekte, ucuz emek gücüne dayanan sermaye, emek üzerindeki yükümlülüklerden de azade olarak sadece kamu gelirlerini törpülemekle kalmamakta, fakat aynı zamanda da hiçbir verimlilik artışı yapma yoluna gitmemektedir. Daha teknik söylemek gerekirse, emek sömürüsü yükselebildiği oranda üretimde makine yerine emek istihdam edilmektedir. Sermayenin organik bileşiminin emek lehine devam etmesi, verimliliği olumsuz etkilemektedir. Bu yapıdaki bir ekonominin ekonomik aşama yapması ve orta gelir tuzağından kurtulması hayal bile edilemez. İlginçtir ki, bu koşullarda dahi, teorik olarak Türkiye ilk ona hatta ilk beşe dahi girebilir. Acaba siyasilerin hayaline kapıldıkları gericilik bu olabilir mi! Bu ifademe şaşıracaksınız belki, ama şöyle olur. Nüfusumuzu bugünkünün beş katına, hatta on katına yükselttiğimizde, herkes sadece kendi tükettiğini üretip, tüm üretimi ulusal gelire dahil ettiğimizde ulusal gelirimiz de bugünkünden çok daha yüksek olarak, muhtemelen çok düşük fert başına gelir ölçütü ile de olsa ilk on ekonomi arasına gireriz, ne var ki beyni olmayan şişman ve göbekli bir yaratık olarak.
Son günlerde sorgulanan, mahkemeye sürüklenen medyatik zanlılar yukarıdakinden farklıdır, fakat aynı kategori olayın doğal sonuçlarıdır. Bu suçlar, denetimsiz, kayıt sistemini oturtulamamış, çünkü verimsiz bir ekonomik yapı ile dünya çapında bir şeyler yapmaya çalışan bir ekonominin işitilemeyen sızlanışlarıdır. Mesele kara para sorunudur. Karşı karşıya olduğumuz mesele, kara para ile kişisel, hatta ulusal düzeyde refah arama çabalarıdır. Meselenin özünde, kayıt-dışılığın sürdürülmesi, makro düzeyde ulusal sorunların perdelenmesi ya da baskılanması, fakat bu arada bu işin simsarlığını yapanların ise, hangi alanda olursa olsun, ‘Bal tutan parmağını yalar’ misali dünyalığını yapması, yaptıktan sonra da şımarıklığını kusma meselelerinden ibaret gibi gözüküyor.
Siz zanneder misiniz ki, büyük hırsızlıklar ya da bazı cinayetler bireysel ya da birkaç kişinin girişimi ile yapılmaktadır! Hayır, güneşin altında her şey görülmekte ve kaydedilmektedir. Peki, bütün bu zeka parıltısı sanılan oyunlar neden ortaya çıkamamaktadır, diye sorarsanız, yanıtım, işin ucunun nerelere kadar gittiği ile ilgilidir, derim. Zaten kurgunun zeka parıltısı olduğu iması, ilintilerinin girift olduğu anlamına gelir, yoksa bir süreç ya da oluşum gerecekten ne kadar zeka parıltısı olursa olsun, gözü ve kulağının her yerde olduğunu bildiğimiz, ya da öyle olmasını dilediğimiz büyük varlığın radarına mutlaka girer.
Gerek basit emek sömürüsü, gerek devasa servet sömürüsü, boyutları çok farklı da olsa aynı hamurun ürünüdür. Meselenin kapitalizm ve sosyalizm bağlamı olmakla beraber, burada o konuya girerek kolaycılığa kaçmayacağım. Bu sistemin içinde kalarak, hiç değilse kısmi çözümle konuları makul düzeye indirgeme tartışmalarında, sorunun “Balık baştan kokar!” özdeyişi bağlamında ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Buna rağmen mesele tam olarak çözülemez. Size tarihi bir hikaye anlatayım. Geçmişte bir Amerikan uçak firmasının Türkiye’de bazı usulsüz ticari işlemlere giriştiğini yazan TIME dergisinin o sayısı ülkeye sokulmadı. Ne ilginçtir ki, aynı firmanın bir kuzey Avrupa ülkesi kraliyet ailesiyle de benzer ilişkiye girdiğini gazetelerden öğrendik. Kısacası bir ürünün ya da kişinin fiyatı varsa, düzeyi tartışma konusu olur. Önemli olan fiyatın olmamasıdır! Bu da sistem meselesidir. Ne var ki, bu sistemde de, halkın yararına bazı şeyler yapılabilir, yeter ki, karar mercii karşı tarafta olabilsin!
Evrensel.net
EKONOMİ
Citi, 2024’de Türkiye’de ekonomik büyümede keskin bir yavaşlama bekliyor

Yayınlanma:
5 gün önce|
02/12/2023Yazan:
BankaVitrini
Citi, bugün yayınladığı bir raporda, Türkiye’nin bu yıl beklenenden daha güçlü bir performans sergilediğini ancak 2024’te ekonomik aktivitede gözle görülür bir yavaşlama beklediğini belirtti.
Citi, daha sıkı finansal koşullar nedeniyle GSYİH büyümesinin yavaşlayacağını tahmin ediyor. Bankanın 2023 için tahmini GSYİH tahmini %4,2 ve bunun 2024’te %0,4’e yavaşlaması bekleniyor. 2025 yılı için büyüme beklentisi ise yüzde 3,5 olarak belirlendi.
Citi ayrıca, Türkiye’de bu yıl %53,9 olması beklenen Tüketici Fiyat Endeksi’nin (TÜFE) 2024’te %62,7’ye yükseleceğini ve 2025’te %27,7’ye yavaşlayacağını tahmin etti.
İşsizlik oranının bu yıl %9,6 olacağı, 2024’te %12,4’e yükseleceği ve ardından 2025’te %12,1’e düşeceği tahmin ediliyor. USD-TRY kuruna gelince, Citi’nin tahmini 2024 için ortalama 35,93 ve 2025 için 41,59. Bu yılın ortalamasının 25,99 olduğu tahmin ediliyor.
Banka şunları yazdı:
“Beklenenden daha güçlü bir büyüme performansının yaşandığı bir yılın ardından, 2024’te ekonomik faaliyette gözle görülür bir yavaşlama bekliyoruz. Artan finansal koşullar ve zayıflayan küresel faaliyet nedeniyle ihracatın yumuşaması nedeniyle öne sürülen tüketim olgusunun hız kaybetmesiyle, GSYİH büyümesinin bu yıl tahmin edilen %4,2’den 2024’te %0,4’e yavaşlamasını bekliyoruz.
Bize göre, Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından görünüm konusunda büyük bir belirsizlik var. Yetkililerin normalleşme/sıkılaştırma sürecine devam edip etmeyeceği veya seçimlerden sonra alışılmışın dışında politikalara geri dönüp dönmeyeceği yatırımcı duyarlılığının şekillenmesinde önemli bir rol oynayacak.
Temel durumumuzda ilk senaryoyu kullansak da, Orta Doğu’daki çatışma ve ekonomik faaliyette öngörülen keskin düşüş, zaten zorlu olan görünümü daha da karmaşık hale getirebilir.
Ayrıca, 2024’te GSYİH’nın yaklaşık %6,5’i olarak tahmin edilen nispeten geniş bir bütçe açığı, yetkililerin olumsuz şoklara karşı koyması için sınırlı politika alanı bırakıyor.
Yabancı yatırımcıların Türk varlıklarına olan riskinin düşük olmasına rağmen, dikkat çeken zorlu zeminin, düşük makroekonomik görünürlüğün ve büyük dış finansman gereksinimlerinin para birimi ve tahviller için zorlu bir görünüme işaret ettiğine inanıyoruz.”
BANKA ANALİZLERİ
S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:
6 gün önce|
01/12/2023Yazan:
BankaVitrini
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notu görünümünü durağandan pozitife revize etti. S&P raporunda, politika yapıcıların aşırı ısınan ekonomiyi soğutmak konusunda ilerleme kaydettiği, Merkez Bankası’nın azalan net döviz rezervlerinin yavaşça artmaya başladığı ifade edildi.
Merkez Bankası’nın Haziran ayından beri politika faizini yüzde 31,5 artırdığı, bu durumun da yurt içi tasarruflarda dolarizasyonu azalttığı vurgulandı. S&P Eylül ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken, kredi notu görünümünü “negatif”ten “durağan”a çıkarmıştı.
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (496)
- BANKA ANALİZLERİ (126)
- BANKA HABERLERİ (2.242)
- BASINDA BİZ (50)
- BORSA (215)
- CEO PERFORMANSLARI (24)
- EKONOMİ (2.465)
- GÜNCEL (1.151)
- GÜNDEM (2.538)
- RÖPORTAJLAR (32)
- SİGORTA (89)
- ŞİRKETLER (1.219)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (229)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (619)
- Arif Öztan (7)
- Dr. Abbas Karakaya (52)
- Erden Armağan Er (44)
- Erol Taşdelen (352)
- Gizem Taşdelen (4)
- Gülbeyaz Gergün (37)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (24)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (59)
- Tuncer Dede (10)
- Uğur Durak (33)
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
YAZARLAR

Türkiye ambargolara hazırlıklı olmalı

Starbucks’ın piyasa değeri 20 günde 12 milyar dolardan fazla azaldı

Sabancı Vakfı Uluslararası Filantropi Semineri “filantropi ve gençlik” temasıyla gerçekleşti

İsviçre bankası Pictet’e, vergi kaçırma cezası

Vakıf Katılım reel sektöre destek için murabaha finansmanı sağladı

TCMB net döviz pozisyonu son 1 ayda 10 milyar dolar iyileşme kaydetti

Akbank’tan “Uçtan Uca Dijital Teminat Mektubu” hizmeti

Şirketler siber güvenlik yatırımlarını artırıyor

AESOB Başkanı Dere: “Yüksek kredi kartı komisyonları esnaf ve vatandaşa zarar veriyor”

TKYB 200 milyon dolarlık finansman sağladı

Erol Taşdelen yazdı: BANKA DOLANDIRICI PERSONELİ GİZLEMELİ Mİ, TEŞHİR Mİ ETMELİ?

DENİZBANK’TAN BEKLENEN SEÇİL ERZAN AÇIKLAMASI GELDİ

DENİZBANK: SEÇİL ERZAN VASAT BİR MÜDÜRDÜ

Banka 300’den fazla üst düzey yöneticinin işine son verdi

Erol TAŞDELEN yazdı: YILIN SON ÇEREĞİNE BANKACILIK SEKTÖRÜ VE 4 BÜYÜKLER NASIL GİRDİ?

PETROL OFİSİ’nden dengeleri değiştirecek hamle BP’yi satın alıyor!

DENİZBANK DENİZ ERZAN AÇIKLAMASI ŞİFRELERİ VE GRİ ALANLAR

GARANTİ BBVA’dan 10 Kasım videosu beğenildi…

Ticari TL kredi faizi yüzde 50’nin üstüne çıktı

AKBANK ŞUBELERİ KAPATIYOR MAAŞ MÜŞTERİLERİ ORTALIKTA KALDI
- Son dakika: Çılgın Sayısal Loto çekilişi sonuçları belli oldu! 6 Aralık 2023 Sayısal Loto SüperStar sonuç sorgulama ekranı! 06/12/2023
- Son dakika: Şans Topu çekilişi sonuçları belli oldu! 6 Aralık 2023 Şans Topu bilet sorgulama ekranı! 06/12/2023
- Araç fiyatlarındaki düşüş kasko poliçe fiyatlarına da yansıdı 06/12/2023
- FED faiz arttırdığında, düşürdüğünde altın ve dolar ne olur? FED faiz kararına göre altın ve dolar... 06/12/2023
- Şans Topu 6 Aralık 2023 sonuçları 5+1 çekilişi sonrası millipiyangoonline.com'da olacak 06/12/2023
- Doğalgaz desteği artırıldı 06/12/2023
- BoE Başkanı’ndan faizleri bir süre daha mevcut seviyelerinde tutma planı 06/12/2023
- İsrail Menkul Kıymetler İdaresi‘nden borsada şüpheli satış açıklaması 06/12/2023
- Erdoğan’dan asgari ücret mesajı 06/12/2023
- Türk-İş'ten 'tek zam' çıkışı: Önce enflasyonu durdursunlar 06/12/2023
- ABD’nin dış ticaret açığı Ekim’de yüzde 5,1 arttı 06/12/2023
ALTIN – DÖVİZ
KRIPTO PARA PİYASASI
BORSA
Popüler
-
GÜNDEM3 sene önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL7 ay önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ6 ay önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ2 sene önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ3 sene önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA HABERLERİ3 sene önce
AKBANK : Tekaüt Sandığı Vakfı (Sandık) SGK devri için hazırlıklar tamam
-
BANKA ANALİZLERİ1 sene önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
BANKA HABERLERİ1 sene önce
AKBANK ÖZEL FİRMAYA 22.000 LİRA MAAŞ PROMOSYONU VERDİ
-
GÜNCEL11 ay önce
Eskişehir’de zimmetine 9 milyon lira geçiren banka müdürü tutuklandı
-
BANKA HABERLERİ2 ay önce
İDDİA: İstanbul göbeğinde Bankacı kaçırıldı; işkence yapıldı, silahla vuruldu