Connect with us

EKONOMİ

MURAT BATI: Enkazdan yeterince can çıkaramadık bari ders çıkaralım

T24 yazarı Murat BATI Deprem sonrası için önemli tespitler yaptı: Depremle mücadele konusunda yapılması gerekenlerden ilki binaların nereye inşa edileceğinin iyi tespit edilmesi ile inşa aşamasında yeterli ve doğru malzemenin kullanılması gerektiğidir. Ve elbette denetimin de her aşamada yapılması olmazsa olmazımız olmalıdır

Yayınlanma:

|

Merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 11 ili fiziken, diğer illeri ise derinden yaralayan deprem sonucunda on binlerce canımızı kaybettik, on binlercesi ise yaralandı. Depremden kurtulanların çok uzunca süre yaşayacakları travmayı tahayyül etmek bile ruhumu daraltıyor. Eminim sizde de aynı düşünce vardır.

Önceki depremlerde olduğu gibi oturduğumuz yerden müsebbip arayıp durduk, kendimizce de bulduk hatta kendimizce kendimize yalanlar söyleyerek vicdanımızı da rahatlatmaya çalıştık. “Bu enkazda hiç mi payımız yok?” diye sorduk kendimize. “Hayır” dedik yine kendimize kendi vicdanımızı rahatlatmak için…

Bu gibi afetlerin nedenlerini ve sonuçlarını kadere bağlamadan doğru düşünüp planlamak hem olası zararı asgariye indirecek hem de devlet olarak maddi yönden tam tekmil halde hazır bulunmamızı sağlayacaktır. Bu yönüyle TV’lerde onlarca hayırseverin(!) bağış şovuna da maruz kalmamış olacağız.

Neyse deprem öncesi ve sonrası neler yapmamız gerektiği hususlarını özetlemeye çalışayım. 

İlk yapılması gereken

Depremle mücadele konusunda yapılması gerekenlerden ilki binaların nereye inşa edileceğinin iyi tespit edilmesi ile inşa aşamasında yeterli ve doğru malzemenin kullanılması gerektiğidir. Ve elbette denetimin de her aşamada yapılması olmazsa olmazımız olmalıdır.

Özellikle bu aşamada ne yapılması gerektiği konusunda bir inşaat mühendisi dostumla[1] görüştüğümde bazı hususlara dikkat çekti. Merkezi sistemin bürokrasi nedeniyle oldukça ağır işlediğini ve özellikle yerel yönetimlerin mühendis ve mimar odalarıyla koordineli çalışması gerektiğini vurguladı. Denetim aşamasında rüşvet ve yolsuzlukların maalesef fazla olduğuna ve bu nedenle de hafif bir depremde binalar yıkılmasa bile ağır hasar aldıklarını ve sonraki hafif depremlerde bile yıkılabileceğine, yapı denetim sisteminde yakın bir zamanda faaliyete geçen havuz sisteminin yararlı olduğuna, bu sistemde yapı denetim firmalarının müteahhitlere bağlı kalmadığına, bu nedenle bağımsız denetim kontrollerinin yapılabildiğine ve sistemin en azından bu şekilde devam ettirilmesine dikkat çekti.

Diğer yapılması gerekenler ise illerin jeofizik ve jeoloji çalışmaları ile deprem fay haritalarının güncellenmesi, bu haritalara göre şehir ve bölge plancılarının yeni yerleşim yerlerini planlaması, 7259 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun ile bu Kanuna dayalı hazırlanan Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmeliğin güncellenmesi, bu son depremlerde görüldüğü üzere ikinci derece deprem kuşağında olan il ve ilçelerde de önemli oranda yıkım gerçekleştiği dikkate alındığında bina tasarımlarının deprem kuşağına göre yapılıyor olmasından dolayı birinci derece deprem kuşağı dışında kalan bölgelerin deprem dereceleri bir derece yükseltilmesi gerektiği veya illerin deprem kuşağı derecelerinin revize edilmesi, gerekiyorsa ilgili mevzuata uymayan yapıların yıkılıp yeni yapıların yapılması gerekmektedir.

AFAD, Kızılay gibi kurumların yerel taşra teşkilatları güçlendirilmeli, acil durumda ani önlem alınacak inisiyatiflere sahip olmaları adına yetkilendirilmeleri gerekmektedir. Daha da önemlisi dağcılık, kaya tırmanışı, mağaracılık, amatör telsizciler gibi birçok spor ve başka kulüplerin yerel afet koordinasyon merkezlerinin birer üyesi olabilmelerini sağlayacak yasal bir düzenleme yapılmalıdır. Yerel afet merkezlerine ayrıca madenciler, inşaat ustaları gibi meslek sahipleri de dahil edilmeli. Bu durum keyfiyetten çıkarılmalıdır.

İmar barışı uygulamasına son verilmeli

Ülke insanımızın en önemli alışkanlıklarından biri de maalesef işi mevzuatına/usulüne uygun yapmak yerine ahbap-çavuş ilişkisi kapsamında yapıp kolaycılığı seçmektir. Bunlardan bir tanesi de maalesef imar uygulamasıdır.

Binaların altına açılan dükkanları genişletmek için süs olarak konulduğu sanılan kolonların kesilmesi mi, yüksek katlı bina izni alınarak çok daha fazla para kazanma hırsı mı, dere yatağına bina inşa edilmesi mi gibi afetlere davetiye çıkaran ve bunların izinlerinin oya devşirildiği bir sistem ülkemizin karakteristik yapısı mı bilemedim.

Bu örnekleri çoğaltmak mümkün elbette. Bunlar kendi başına yapılmamakta veya o aşamada ya da daha sonra imar affı denilen devlet eliyle mezar tahsisi uygulaması ile izin verilmektedir. Kader falan değil yani.

Her deprem sonrası acılarımız tazeyken imar aflarına lanet okuyoruz ama çok az bir zaman sonra bu konuda şu anki gibi yiğit/cesur olup aynı tepkiyi verebilecek miyiz? Hiç emin değilim hatta sanmıyorum.

Hatta şimdilerde imar affına lanet okuyan onlarca yazar çok değil 2 hafta öncesine kadar son vergi affı konuşulduğunda imar affı da bu kanun teklifine konulması gerektiği yönünde yazıp TV’lerde konuştular. Siyasetçilerden de dile getiren olmuştu. Acımız az hafiflesin yine konuşuruz gelsin imar affı diye. Acılarımıza pek sadık değiliz maalesef, neyse…

Enkazlardan numune alınmalı

Enkazlardan insanlar çıkarıldıktan sonra enkazlar toplanıp toplanma alanlarına gönderilecek. Bu pek de sağlıklı bir şekilde yapılmayacak. Yani hangi enkazın hangi yapıya ait olduğunun belirlenmesi gerekmekte ama bu konuda da ciddi kaygılarım var. Umarım yanılırım.

Bunun yararı şu olacak, yapıların tekniğe ve mevzuatlara uygun yapılıp yapılmadığı yapılardan alınacak numunelerden anlaşılabilecektir. Bu nedenle enkazlar toplanmadan muhakkak beton, donatı (beton çeliği) numuneleri alınmalı, gerekirse odalar karot numune almalı. Daha sonra bu numunelerde yapılan incelemeler sonucunda mağdurlar ilgili kurum ve kişilere dava açabilmeleri için gerekli delil havuzu bir nebze de olsa sağlanmış olacaktır.

Özellikle ceza hukukçuları bu konuya ziyadesiyle eğilmekte ve kat’i suretle önerileri dikkate alınmalıdır.

Artık bir fon kurulmalı

Dayanışma çok önemli bir şeydir. Hele ki omuz omuza dayanışma. Ancak eşitler arası olmayan para transferi maalesef farklı birçok şaibeye gebe olabilmektedir. Merkez Bankası’nın Hazine’ye aktaracağı kãrının 30 milyar TL’sini AFAD’a bağışlayan Merkez Bankası Başkanı Kavcıoğulu’nun “Eğer bu parayı Hazine’ye aktarsaydık, Hazine başka bir alanda kullanabilirdi. Biz bu payı direkt olarak deprem bölgesine tahsis ettik” demesi gibi. Bunun da altında çok şey aranabilir; Sayıştay denetimi, iç denetim vs den kaçınma da olabilir, insani bir yön de başka nedenler de. Şu an tahminlerimizden başka net bir bilgimiz yok maalesef.

Ancak Kavcıoğlu’nun ima ettiği şey 5018 sayılı Kanun m.13/g’nin varlığıydı. Yani Hazine’ye giren para belirlenen o amaç için (depreme) harcanamayacak anlayışıydı.

Merkez Bankası Başkanı’nın bile ima ettiği şey toplanan paraların deprem için harcanmasının mevzuat açısından ne kadar zor olacağıydı. O yüzden daha önce de defalarca yazdığım gibi Kavcıoğlu’nun da diğer bürokratların da kafasını rahatlatmak için bir an önce bu deprem fonu kurulmalı artık.

Yeni bir bütçe daha olacak mı?

Dile kolay 11 il ve bunların bir kısmı yerle bir oldu. Depremin yarattığı maddi kayıp şu an tahminlerle ölçülüyor ve 84 milyar dolar deniliyor. Ancak bölgede üretim kaybının yarattığı etki, oluşacak işsizlik, tarımsal/hayvansal kayıp ve dolayısıyla milli gelir kaybı henüz net bir şekilde ölçülemedi. Ekonomistler bunu hesaplıyorlardır sanıyorum ama çıkan sonucun hiç de küçümsenecek bir sayı olmayacağı ortada.

Ayrıca şu andan itibaren bölgeyi tekrar eski haline getirmek için yapılacak inşaat, konut maliyetleri, taşıma maliyetleri, sosyal ödemeler vb bütçeden doğrudan para çıkışı anlamındadır ki bütçe giderlerini hatırı sayılır şekilde artıracaktır. Bir de malum seçim ve EYT var ki sormayın gitsin.

İlaveten toplanması gereken vergilerden mahrum kalınması ve o bölgeye şu andan itibaren yapılacak vergisel kolaylıklar (vergi harcamaları) kamu gelirlerini de azaltacaktır.

O bölgelere yapılacak yeni inşaatlar, yeni yatırımlar, yeni harcamalar… Ben ve benim gibiler depreme afet gözüyle bakmakta, bazıları ise yeni inşaat sahası olarak. Her şerde olan hayır bu olmasa gerek.

Dolayısıyla 2023 yılı devlet bütçesi açısından beklenenden çok daha fazla bir harcama ve çok daha düşük bir kamu geliri söz konusu olacak. Ve bu durum da seçim sonrası maalesef yeni bir bütçeyi (ek bütçeyi) daha kaçınılmaz kılmaktadır.


[1] Sevgili dostum inşaat mühendisi Hakan BARÇ’a fikirleri için teşekkür ederim.

Okumaya devam et

EKONOMİ

S&P Türkiye’nin kredi notunu yükseltti

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notunu B’den B+’ya yükseltti.

S&P geçen Aralık ayında Türkiye’nin kredi notunu “B” olarak teyit ederken not görünümünü durağandan pozitife revize etmişti.

Diğer derecelendirme kuruluşu Moody’s Ocak ayında görünümü durağandan pozitife çekmiş, Fitch Ratings ise Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu yükseltmişti.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.