Türkiye’de adaletsizlikler manzumesinin önemli bir ögesi olan vergi yükünün adaletsiz paylaşımı, pandemi yılı 2020’de azalmadı, arttı. Yeni yıla da artırılmış vergi yükleriyle girildi. Milli gelirin yüzde 17’sini bulan vergilerin ağırlıklı kısmını yine tüketiciler, çalışan sınıflar öderken şirketler, bankalar, rant geliri sahipleri 2020’de de toplam vergi gelirlerine daha az katkıda bulundular.
Vergi gelirlerinin ana gövdesini oluşturan dolaylı vergiler — kısa adı KDV olan içeriden ve ithalattan alınan Katma Değer Vergisi, kısa adı ÖTV olan Özel Tüketim Vergisi, Türkiye’de “deprem vergisi” olarak bilinen Özel İletişim Vergisi (ÖİV) — 2020 vergi gelirlerinin üçte ikisi büyüklüğe ulaştılar. Oysa bir yıl önce bile toplam vergi gelirleri içindeki ağırlıkları yüzde 61 idi.
Pandemi yılı 2020’de hükümet, özellikle yılın ikinci yarısında kredi faizlerini yapay biçimde düşürüp kredi genişlemesiyle tüketimi kamçılayınca, tüketimden alınan vergiler de hızla arttı ve 2020’de 833 milyar TL’lik (119 milyar USD) toplam vergi içinde 551 milyar TL’lik kısmı dolaylı, tüketim vergisi gelirleri oluşturdu. 2020 bütçesinde hedeflenenin yüzde 12 üstünde dolaylı vergi tahsil edildi. Bu, 2020 merkezi bütçe vergi gelirlerinin yüzde 66’sı demek.
AKP hükümeti, hedeflenenin üstünde vergi geliri elde etmesine rağmen 2020’de 173 milyar TL’lik bütçe açığı verdi ve daha çok borçlanmak zorunda kaldı. Hem kamu açıkları hem kamu borçları yükseldi.
2021’in daha ilk haftalarında ise vergileri artırmak için Saray’daki Erdoğan kolları sıvadı, önce iletişimden alınan vergileri 2,5 puan artırdı, ardından elektrikli otomobil vergisine okkalı bir zam yaptı. Dolaylı vergilerin ilerideki günlerde de artması bekleniyor.
Tüketimden alınan dolaylı vergiler, tüm gelirini tüketen alt, orta sınıfların tüm gelirlerinin vergilendirilmesi demek. İşsizlik aylığıyla, yardımlarla ayakta kalmaya çalışan biri bile elindekini tüketirken harcadığı her kuruş ile vergilendiriliyor. Buna karşılık gelirlerinin hepsini tüketemeyen üst sınıflar, tüketmedikleri ölçüde vergiden muaf tutuluyorlar ve adaletsizlik vergi ayağında hiçbir iyileşmeye uğramadan devam ediyor.
Türkiye, üye adayı olduğu Avrupa Birliği’nin vergi yapısından, vergi ile ilgili ortalama göstergelerden bir hayli farklı bir yerde duruyor.
Neoliberal söylemin 1980 sonrası “devleti küçültmek” sloganı ile tüm ülkelere dikte etmeye çalıştığı “daha az vergi, daha az devlet harcaması” yaklaşımına rağmen, AB’nin 27 üyesinin vergi ve sigorta primlerinden oluşan “vergi yükü”, milli gelirlerinin yüzde 41’ini aşıyor. Türkiye’de ise bu oran yüzde 25 dolayında. Avrupa’da Türkiye’ninkine benzer oranları olanlar, İrlanda, Romanya ve özgün yanıyla İsviçre. Buna karşılık bazı ülkeler yüzde 41’lik AB ortalamasının da üzerindeler. Fransa, İsveç, Danimarka yüzde 45’lere varan vergi yüküne sahipler. Özellikle İskandinav ülkeleri, yüksek vergi ve prim gelirleri sayesinde geliri devlet eliyle yeniden paylaştırarak bölüşüm adaletsizliklerini de azaltıyorlar.
Türkiye’de devlet gelirleri, milli gelirin yüzde 25’ine yaklaşırken bunun 17 puanı vergiler, 8 puanı sosyal güvenlik primleri. Vergi gelirlerinin ise üçte ikisi tüketimden alınan dolaylı vergilerden oluştu. Dolaylı vergilerin yarısından fazlası KDV gelirleri. Bu vergi, temel gıda maddelerinde bile yüzde 8’lik bir yere sahip. Akaryakıt, içki, tütün mamulleri, otomobil, dayanıklı tüketim mallarına yüklenen özel tüketim vergileri de 2020’de dolaylı vergilerin yüzde 37’sini buldu. Alkol ve tütünden alınan vergiler, belli bir hayat tarzına müdahalenin aracı da aynı zamanda. Örneğin 0,70 litrelik bir rakının çıplak fiyatı 49 TL iken, üzerine 131 TL vergi konuluyor ve tüketici rakıya 180 TL ödüyor. Bir 70’lik rakıdaki vergi oranı, alkol oranının 2,5 katı!
Vergi toplamanın en kolay yolu olan dolaylı vergiler, tüm gelirini harcayan, hatta üstüne borçlanarak harcama yapan alt, orta sınıfları en önemli vergi yüklenicisi yapıyor. Türkiye’deki istihdamın yüzde 70’ini oluşturan ve ücretlerinden kaynakta “gelir vergisi” kesilen 19 milyon ücretli, hem tüketici hem de ücretli olarak verginin en ağır taşıyıcıları. Bu yıllardır hiç değişmiyor.
Vergideki çarpıklık, adaletsizlik zaman zaman dile getirilse de pek bir şey yapılmıyor. Örneğin, Erdoğan’ın damadı Hazine ve Maliye eski Bakanı Berat Albayrak 2019 Yeni Ekonomi Programı’nı tanıtırken bu konuya şöyle parmak basıyordu: “Yeni vergi mimarimizde istisna ve muafiyetleri artık azaltacağız. Daha adaletli bir vergi sistemi için, gelire göre artan oranlarda vergilendirmeyi daha etkin hale getireceğiz. Özellikle beyannameyi yaygınlaştırarak gelir artışlarının sağlayacağı potansiyelle dolaylı vergileri azaltıp, dolaysız vergileri artırarak verginin daha da fazla tabana yayılmasını sağlayacağız.” Niyet iyi görünse de pratik hiç öyle olmadı; adaletsizlik arttıkça arttı.
Gelir dağılımından zaten düşük pay alanlara, hiç olmazsa vergi üstünden bir jest bile çok görülürken kurumlar vergisi mükellefi şirket ve bankaların vergiye katkılarını azaltmak için daha çok şey yapılıyor. Şirket ve bankaların ödediği kurumlar vergisi 2020’de toplam vergiler içinde ancak yüzde 12’lik pay aldı. Bu kesimin vergi yükü daha hafif, vergiden kaçınma ve vergi kaçırma yolları açık. Servet sahiplerinden alınan vergilerde ise hiç adalet yok; toplam vergilerin yüzde 2’si ile devede kulak!
Türkiye’nin vergi göstergeleri, AB normlarının çok altında. AB, milli gelirin yüzde 27’sini (primlerle yüzde 41’ini) vergi olarak alıp yeniden bölüştürürken zengin sınıfın “vergi cenneti” Türkiye, istisna ve indirimlerle varlıklı kesimleri vergilemekten vazgeçiyor ve milli gelirinin ancak yüzde 17’si tutarında vergi topluyor. AB ortalaması ile arada 10 puan fark var. Türkiye’de dolaylı vergiler, toplam vergi gelirinin yüzde 66’lık büyüklüğüne ulaşırken AB’de yüzde 55’i geçmiyor. Türkiye’de gelir ve servetten alınan verginin ağırlığı, AB’dekinin yarısında kalıyor. Sigorta primi tahsilatında da Türkiye, AB’nin yarısı kadar bir performans ile sosyal koruma sağlamaya çalışıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) primler ve bütçeden aldığı destek yetersiz kaldıkça sunduğu sağlık ve emekli maaşları da yetersiz, güdük kalıyor.
Vergide adalet, herkesten gelirine göre vergi almakla olur. Bugünkü durum, bu ilkeye uymuyor. Dolayısıyla gelir bölüşümünü ikinci bir kez bozuyor. DİSK, bu konuda bir girişimde bulundu ve neredeyse ortalama ücret haline gelen asgari ücretin vergi dışı tutulmasını istedi. DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, 2021 için 2 bin 825 lira olarak belirlenen asgari ücretin tümüyle vergi dışı bırakılması ve SGK kesinti yükünün devlet tarafından karşılanması konusunda yasal düzenlemeler yapılması için parlamentoyu göreve çağırdı. “Asgari ücretin vergi dışı bırakılarak, SGK prim desteğiyle de yaklaşık 750 lira kadar artırılması mümkündür” diyen DİSK’in girişimi, merakla takip ediliyor.