Connect with us

EKONOMİ

Sabit gelirlileri enflasyona ezdirmemek mümkün mü?

Yayınlanma:

|

Türkiye olağanüstü günlerden geçiyor. Aralık ayı başlarında döviz kuru adeta önlenemez bir şekilde artarken hükümet asgari ücrete beklenmedik bir şekilde yüzde 50 artış yaptı. Aynı günlerde Türkiye İstatistik Kurumu’na göre yıllık tüketici fiyat endeksi (TÜFE) sadece yüzde 21 artmıştı (Kasım 2020-Kasım 2021) ve muhalefet partileri bile asgari ücrette “abartılı” bir şekilde yüzde 40-45 artış öneriyordu. Sabit gelirliler enflasyona ezdirilmeyecekti.

Fakat 3 Ocak’ta açıklanan Aralık ayı verileri durumu tamamen değiştirdi. TÜİK’e göre Aralık ayında, sadece bir ay içinde, TÜFE %13.6 arttı ve 2021 yılı enflasyon oranı yüzde 36’e çıktı. Yurt içi üretici fiyat endeksindeki artış ise TÜFE’nin iki katından fazla, %80 oldu. 2022’nin ilk günü açıklanan muazzam doğal gaz ve elektrik zamlarını diğer zamların takip edeceği açık. Bu zamlara karşın 3 Ocak’ta açıklanan 2022’nin ilk 6 ayı için memur ve emekli maaşlarındaki artış oranı sadece yüzde 30 oldu. Peki bu durumda önümüzdeki yıl sabit gelirlilerin enflasyon karşısındaki konumu ne olacak?

TÜFE-ÜFE makası açılıyor mu?

Bu soruyu cevaplamadan önce, son yıllarda verilerin doğruluğu ve TÜFE-ÜFE makasının açılması tartışma konusu haline geldiği için bu kavramlara bakmakta yarar var.

TÜFE, ülke içerisinde tüketicilerin tükettiği ürünlerin ortalama fiyatı. TÜFE hesabında tüketicinin ödediği fiyatlar (katma değer vergisi ve ÖTV dahil) kullanılıyor. Her ürün için hesaplanan fiyat artış oranları, ürünlerin toplam tüketim içindeki payı ile ağırlıklandırılarak toplanıyor. Tüketilen “ürün”lerin sadece mamül malları değil, ulaştırma, konut (kira), eğitim ve sağlık gibi hizmetleri kapsadığını da hatırlatalım.

Yurt içi üretici fiyat endeksi ise (ÜFE-Yİ, bundan sonra kısaca ÜFE diye yazacağız) Türkiye’de üretilen ve Türkiye’de satışa konu olan ürünlerin üretici fiyatlarından, yani fabrika çıkışında üreticinin eline geçen fiyatlardan hesaplanıyor. Görüldüğü gibi TÜFE ve ÜFE’nin kapsadığı ürünler, bunların ağırlıkları ve fiyat tanımları önemli farklılıklar gösteriyor. Örneğin demir-çelik ürünleri ÜFE içinde önemli bir ağırlığa sahipken TÜFE’ye bir katkısı yok.

Bu farklılıklara karşın, TÜFE ve ÜFE’nin uzun dönemde birbirinden çok farklılaşması, yani iki değişken arasındaki makasın çok fazla açılmaması da bekleniyor. Çünkü, yine demir-çelik örneğini verirsek, demir-çelik fiyatlarındaki artış doğrudan TÜFE’ye önemli bir katkıda bulunmuyor, fakat demir-çelik fiyatlarının artması sonucu zamanla otomobil, dayanıklı tüketim malları gibi ürünlerin de fiyatları artıyor. Bu nedenle ÜFE’deki artışın, bir süre sonra TÜFE’de de artışa yol açması bekleniyor.

Son 21 yılın muhasebesi

Bu kısa açıklamadan sonra son 21 yılda Türkiye’de TÜFE ve ÜFE’nin nasıl değiştiğine bakalım. Şekil 1’de görüldüğü gibi TÜFE veya ÜFE’deki artış olarak tanımlanan enflasyonun 20 yıl aradan sonra tekrar 2001 krizindeki düzeye yaklaştığı görülüyor.

ÜFE ve TÜFE’deki artış oranlarında bazı dönemler hariç çok ciddi bir farklılık yok. Sadece ÜFE’deki dalgalanma TÜFE’den daha fazla, çünkü TÜFE fiyatları daha istikrarlı olan hizmetleri de kapsıyor.

ÜFE-TÜFE arasındaki farkın açıldığı üç dönem var: 2001 krizi, 2018 Rahip Bronson krizi ve geçen ay en belirgin şekilde yaşadığımız 2021 kur krizi. Bu üç dönemde de ÜFE-TÜFE makasının açılması ile döviz kurundaki artış arasında yakın bir ilişki var (bkz Şekil 2). Döviz kurundaki artış ÜFE-TÜFE makasının açılmasına yol açıyor, çünkü ÜFE’yi oluşturan sınai ürünlerin imalatı için (hizmet sektörlerine göre daha çok) ithal girdi kullanılıyor, bu da maliyet artışı yoluyla fiyatların artmasına yol açıyor. Döviz kurundaki artışın bu etkisinin 2021 krizinde daha az olduğunu, daha doğrusu tüm etkisinin henüz yaşanmadığını da vurgulamamız gerekli. Dünya genelinde hammadde ve enerji fiyatlarındaki artış ile kredi genişlemesi de ÜFE artışında önemli bir etken. Bu nedenle ÜFE’deki artışın (döviz kurundaki artış durdurulabilse bile) yakın gelecekte yüksek düzeyde kalacağını, bunun da TÜFE üzerinde olumsuz etkide bulunacağını söyleyebiliriz.

Enflasyon artıyor ücretler sabit

Peki enflasyon artarken ücretlere ne oluyor? Bilindiği gibi Türkiye’de ücretli çalışanların önemli bir kısmı asgari ücret kazanıyor, diğer ücretler de büyük ölçüde asgari ücrete bağlı değişiyor. Asgari ücret (2016’dan beri) yılda bir kez, yıl başında belirleniyor. Fiyatlar ise sürekli artma eğiliminde olduğu için, reel asgari ücret, yani asgari ücret ile alınabilecek ürün sepeti yıl içerisinde sürekli küçülüyor.

Reel ücreti hesaplamak için genellikle TÜFE kullanılıyor. Şekil 3’de 2017-2021 dönemi için aylık bazda reel asgari ücret verileri yer alıyor.[1] Kırmızı yatay çizgiler ilgili yılın ortalama reel ücreti. Reel ücret hesaplamasında Ocak 2021 fiyatları kullanıldı (2021 Ocak TÜFE = 1). Asgari ücret geçen yılın enflasyon oranından daha fazla artsa bile, reel olarak düşebilir: örneğin 2017 yılı sonunda yıllık TÜFE artış oranı yüzde12’ydi. 2018 Ocak ayında asgari ücret yüzde14,2 artırıldı. Bu artışa karşın Şekil 3’de görüldüğü gibi 2018’de ortalama asgari ücret 2017’deki asgari ücretten daha düşüktü, çünkü 2018’de TÜFE daha hızlı arttı.

2022’de reel asgari ücrete ne olacak? Bu 2022’de fiyatların ne zaman ve hangi oranda artacağına bağlı. Örneğin TÜFE her ay yüzde 3.2 artarsa, yıl sonunda toplam yüzde 50 artmış olacak. Bu durumda yıllık ortalama reel ücrette bir değişiklik olmayacak. Fakat TÜFE ilk üç ay yüzde15, yüzde 10 ve yüzde 8.5, kalan dokuz ayda ise yüzde 1 artarsa, yıl sonunda toplam artış yine %50 olacak, fakat bu durumda 2022 ortalama reel ücreti 2021’e göre yüzde 12 düşecek.

Fiyatlar artmaya devam edecek

Döviz kurunda ve hammadde fiyatlarında sert bir düşüş yaşanmadıkça, 2022’nin ilk aylarında fiyatların hızla bir şekilde artmaya devam edeceği, bunun sonucu olarak reel asgari ücretin hızla aşınacağı açık. Yıl başında yapılan zamlar da zaten bu sürecin habercisi oldu. Örneğin yılbaşında sadece elektrik ve doğal gaza yapılan zam, doğrudan TÜFE’de %1.8’lik bir atışa yol açacak. Elektrik ve doğal gaz kullanan firmaların kendi ürünlerine yapacakları zamlar da zamanla buna eklenecek. Bunlara ek olarak, hızlı büyüme gerekçesiyle kredi genişlemesine gidilmesi ve kamu taahhütleri sonucu artan harcamalar da enflasyonist baskıya yol açıyor. Sonuç olarak enflasyon oranında 2000’lere dönüyoruz.

Burada reel asgari ücreti hesaplamak için TÜFE’yi kullandık, fakat ÜFE de hem TÜFE’nin “öncü” göstergesi olarak, hem de “işverene maliyeti” (“reel product wage”) ölçme amacıyla reel ücreti hesaplamak için kullanılabilir.[2]

Şekil 4’de ÜFE’ye göre hesaplanan aylık reel asgari ücret verileri yer alıyor (2021 Ocak ÜFE = 1). ÜFE temelli reel asgari ücret ücretliler açısından çok olumsuz bir tablo sergiliyor. Bu verilere göre: ortalama yıllık reel asgari son dört yıldır 2017 düzeyine gelemedi, 2021 yılında reel asgari ücrette çok ciddi bir düşüş yaşandı, ve yüzde 50 nominal artışa karşın, 2022 Ocak ayındaki reel asgari ücret 2021 ortalamasının altında kaldı. Yıl içinde yaşanacak kayıplarla 2022 reel ücreti, 2021 reel ücretinin çok altında olacak.

Sabit gelir enflasyona ezdirilecek mi?

Sabit gelirliler için geçerli olan fiyatlar hangileri? Fiyatların TÜFE’ya yakın olduğunu düşünüyorsak Şekil 3, ÜFE’ye yakın olduğunu düşünüyorsak da Şekil 4’e yakın bir gerçekle karşı karşıyayız. Yukarıda belirtilen nedenlerle her iki durumda da önümüzdeki aylarda fiyat artış oranının yüksek kalacağını ve reel ücretlerin hızla aşınacağını söylemek mümkün.

Enflasyon, genel fiyat düzeyindeki artışı tanımlıyor. Enflasyonun nedeni her zaman ekonomideki dengesizlikler, ve enflasyonun sonucu olarak kaynaklar toplumun bir kesiminden diğerine akıyor. Bir başka deyişle, enflasyonun bedelini mutlaka birileri ödüyor. Bedel ödeyenler de ücretler sabit, enflasyon serbest olduğu için hemen her zaman toplumun en yoksul kesimleri ve sabit gelirliler oluyor. Bu nedenle sabit gelirlileri enflasyona ezdirmemek için öncelikle enflasyona yol açmamak gerekli.

Notlar:

[1] Şekil 3 ve 4’de 2022 Ocak ayı TÜFE ve ÜFE artış oranının yüzde 5 olacağı varsayıldı.

[2] ÜFE ile hesaplanan reel ücret, firmalar açısından kendi fiyatlarına göre işgücü maliyetinin ne kadar arttığını gösteriyor. Şekil 4’e göre 2017’den itibaren bu anlamda reel işgücü maliyeti düştü. 2022’de asgari ücretten gelir vergisi alınmaması bu düşüşü daha da artırdı.

Erol TAYMAZ

Okumaya devam et

EKONOMİ

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

Yayınlanma:

|

Şimşek’in olmayan programının “kamuda tasarruf” kısmı bu hafta açıklandı. Orta Vadeli Plan gibi bu paket de genel olarak dilek ve temennilerden müteşekkil gözüküyor olsa da kamuda tasarruf paketinin ve genel olarak kamuda tasarruf söyleminin arkasında yatanlara bir göz atıp önümüzdeki dönemde bizi nelerin beklediğine bakmakta fayda var.

1. Kamuda tasarrufla enflasyonun ilgisi ne?

Faiz artışları ve ücretlerin baskılanması gibi kamu harcamalarının azaltılması da yüksek enflasyon oranlarının aşağı çekilmesi için gerekli bir adım olarak sunuluyor. Ancak kamu harcamalarında yapılacak bu tasarrufun enflasyonu hangi kanaldan ve ne kadar düşürmesinin beklendiğine dair somut bir plan ya da açıklama tabii ki sunulmadı.

Standart iktisat teorisine göre, eğer bir ekonomide toplam talep toplam arzın üzerinde seyrediyorsa, bu ekonomide önce girdi fiyatları ardından da mal ve hizmet fiyatları yükselişe geçer. Bu modelin temel varsayımı, ekonominin halihazırda tam istihdamda olduğu ve kapasite kullanım oranının da daha fazla artırılamayacak kadar yüksek olduğudur.

Bu temel varsayım altında kısa vadede üretim artırılamayacağından ötürü, fiyatlardaki artış eğilimini durdurmak için talebin kısılması önerilir. Yüksek faizler, talebi kısmanın bir yöntemidir. Yüksek faizler, krediyi pahalı hale getirerek krediyle yapılan tüketim ve yatırım harcamalarını azaltabilir. Aynı zamanda, bugün tasarruf yapıp yarın daha fazla tüketme imkanı sunarak gelirlerin bir kısmının harcanmamasını sağlayarak da talebi sınırlayabilir. Ekonomideki toplam talebin toplam arzla uyumlu hale gelmesiyle de fiyatların artış eğilimi kontrol altına alınabilir.

Kamu harcamalarını azaltmanın da benzer bir mantığı vardır. Kamu harcamalarını azaltmak, toplam talebi düşüreceğinden ekonomideki “aşırı talebin” dizginlenmesine yardımcı olur ve dolayısıyla da enflasyonu düşürücü bir etkide bulunabilir.

Ekonominin tam istihdamda olmadığı (yani işsizliğin yüksek olduğu) ve şirketlerin üretim kapasitelerinin tamamını kullanmadığı koşullarda “aşırı talep” kaynaklı bir enflasyondan söz etmek mümkün değildir. İthal girdi ve özellikle de ithal enerji kullanımının yüksek olduğu bir ekonomide döviz kurlarının hızla artmasıyla tetiklenen ve yüksek kâr marjlarının sürüklediği bir enflasyondan söz ediyorsak bu basit ilişkinin çalışmayacağı açıktır. Hele ki enflasyon beklentileri kalıcılaşmış, gelir ve varlık eşitsizlikleri artmışken.

En azından kamu harcamalarının ithalat yaratan kısmı azaltılıyor olsaydı Türkiye ekonomisi için döviz açığını azaltacağı için dolaylı olarak enflasyon üzerinde negatif etkide bulunabileceğini söyleyebilirdik. Ancak bu olmadığı gibi kamunun döviz (ve altın) cinsinden iç ve dış borçlanmasına dair bile herhangi bir unsur görünmüyor tasarruf paketinde.

Yüksek faiz, ücretlerin baskılanması ve kamu harcamalarının azaltılması politikalarını enflasyonun düşürülmesi adına savunan iktisatçıların bir düşünce tembelliği içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak mesele bununla sınırlı da değil. Çünkü bu politikaların hem ideolojik bir yanı hem de değer üretimi ve bölüşümü ilişkilerine doğrudan ve dolaylı müdahale eden yanları mevcut.

2. Kamu bütçesi ve vergiler: Yeniden bölüşüm

Kamunun topladığı vergiler ve yaptığı harcamalar, en basit ifadesiyle, ekonomide üretilen toplam değerin bir kısmını yeniden dağıtma işlevine sahiptir. Bu anlamda da hem vergilerin kimden ve ne kadar toplandığı hem de harcamaların hangi alanlara yapıldığı bir toplumun önceliklerini ve o toplumdaki güç dengelerini doğrudan yansıtır.

Dolayısıyla vergilendirme ve harcama kalemlerinde yapılan her değişiklik de aslında öncelikle yeniden bölüşüm ilişkilerine yapılan bir müdahaledir. Ancak, müdahale genellikle sadece yeniden bölüşüm ilişkileriyle kalmaz, doğrudan üretim ve bölüşüm ilişkilerini de etkileyecek ve değiştirecek unsurlar içerebilir.

3. “Kamuda tasarruf”un esas amacı

Kamu harcamalarının kısılması, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin birçoğunun özel sektöre devredilmesi ve kamu varlıklarının özelleştirilmesi 1980’lerden bu yana IMF ve Dünya Bankası programlarının asli bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

Şimşek’in bu hafta açıkladığı programın da bu bağlamda 3 ana amacı olduğu söylenebilir:

1. Dış sermayeye daha fazla kaynak ayırmak: Daha önce “Şimşek “programı”nın aritmetiği”nde yazdığım gibi içerideki talebi azaltacak her adım dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılabilecek kısmı yükseltmeye yaramaktadır. Çalışanların ve emeklilerin reel gelirlerini düşürmek, onlara yönelik kamu harcamalarını kısmak, onlardan daha fazla vergi almak ve onların borçlanmasını zorlaştırıp daha pahalı hale getirmek bu kesimin elindeki harcanabilir geliri düşürmek suretiyle milli gelirden bu kesime ayrılan payın düşük tutulması, dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılan kısmı artırır. Kemer sıkma politikalarını uluslararası finans için önemli kılan nedenlerin başında bu gelir. Dış sermayeye, bize döviz getirirseniz size yüksek faiz ve kâr payı ödemesi yapacağız ve bu ödemeleri yapabilmek için de kendi çalışanlarımızın boğazından kısacağız mesajı verilir. (1)

2. Krizi fırsata çevirmek: Çalışanların örgütsüz, güçsüz ve dağınık olduğu koşullarda “kamuda tasarruf” ya da “kemer sıkma” politikalarıyla sermayenin çıkarına adımların önü açılır. Ücretleri ve emekli aylıklarını düşürmek, esnek ve güvencesiz çalışmayı yaymak, kamunun sağlaması gereken temel hizmetleri giderek daha fazla özel sektöre devretmek, sosyal yardımları ve kamu hizmetlerini azaltarak çalışanları daha düşük ücretlerde çalışmaya mecbur etmek, kamuya ait varlıkları ucuza özel sektöre devretmek “kamuda tasarruf” paketinin ilerleyen dönemdeki versiyonlarından bekleyebileceğimiz gelişmelerdir. Bu haliyle de Şimşek ve “programı”nın sermayenin tüm kesimlerinin desteğini alması şaşırtıcı değildir. (2)

3. İdeoloji ve algı: Oğuz Oyan’ın oldukça yerinde tespitiyle “yoksullaşan halkın en büyük özveriyi yapması beklenirken iktidarın kamu harcamalarında da bir takım sözde tasarrufları zorunlu oldu. Dolayısıyla bu paket, programın psikolojik ve ideolojik zemininin hazırlanması, geniş halk kesimlerinin kendi aleyhlerine çalışacak bir programa razı edilebilmesi açısından da farz oldu”. (3) Açıklanan tasarruf paketi de “işte iktidar da üzerine düşeni yapıyor” algısının oluşturulması için şimdiden kullanılmaya başlandı bile.

4. Bu daha başlangıç

Aslına bakarsanız, göreve geldikten neredeyse bir sene sonra “kamuda tasarruf” paketini açıklayan Şimşek’in çalışmaya yeni başladığını söyleyebiliriz. Ücretlerin bastırılması, emeklilerin açlığa mahkum edilmesi, kamu çalışanlarının servislerinin, lojmanlarının ellerinden alınması gibi adımların hiçbiri enflasyonu tek haneli rakamlara indirecek adımlar değil.

Enflasyon, TL’nin reel değerlenmesi ve baz etkisiyle biraz inmeye başladığında “program”ın çalıştığı öne sürülecek ve enflasyonu daha fazla indirip ekonomiyi istikrara kavuşturmak için geniş kitlelerden daha fazla fedakarlık istenmekle de kalınmayacak kamunun elinde kalan varlıklar, araziler vs. yerli ve uluslararası sermayeye ucuza devredilecek. Nihayetinde Şimşek ve ekibinin bu konuda 2000’lerden oldukça fazla deneyimi var. Bu paketteki “değerli lojman ve sosyal tesisler”in sermayeye satılması maddesi bunun ilk adımı olarak görülebilir. (4) Benzer şekilde, Varlık Fonu adı altında tamamen denetim dışına çıkarılmış kamu varlıklarının akıbetinin ne olacağını da önümüzdeki dönem bize gösterecek.

5. Sonuç yerine

Esas amaç gerçekten kamuda tasarruf olsaydı yapılacak şeyler belliydi. Örneğin, “Şimşek sadece İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirasını Cengiz ve Kalyon’dan alabilse, açıkladığı ‘tasarruf paketinin’ hedeflediği rakamın neredeyse yarısı kadar kaynağı bütçeye koyabilirdi.” (5) Ya da şirketlerden toplanmayan, affedilen vergiler, şirketlere tanınan çeşitli muafiyetler ve verilen teşvikler, bütçede artan faiz ödemeleri, kamu-özel işbirliği adı altında sermayenin belli kesimlerine aktarılan kaynaklar, askeri maceralar için harcanan paralar, iktidar sahiplerinin çoklu maaşları, astronomik huzur hakları vs. vs.

Ancak, yine Oyan’ın tespitiyle, kamuda gerçek bir tasarrufun ucu “sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.” (3)

Bu şekilde değerlendirildiğinde “kamuda tasarruf”un Şimşek “programı”nın iki hedefiyle de gayet uyumlu olduğu görülmekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse bu iki hedef, Türkiye ekonomisinin kronik döviz açığı sorununu bir süreliğine de olsa gidermek ve Nebati programının emeğe saldırısının sonuçlarını kalıcılaştırıp daha öteye götürmek olarak belirlenmiş durumda.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, karşı karşıya bulunduğumuz program, nihayetinde, ülke kaynaklarının bir avuç finansal spekülatöre aktarılması ve ülkenin ücretli çalışanlar ve emekliler için bir cehenneme çevrilmesi programıdır.

Özgür Orhangaziozgurorhangazi.com

Notlar:

(1) Şimşek “program”nın aritmetiği

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/is-dunyasindan-kamuda-tasarruf-paketine-destek-haber-1691071

(3) https://haber.sol.org.tr/yazar/tasarruf-mu-dediniz-393343

(4) Özelleştirme İdaresi’nin Urla’daki taşınmaz ihalesi için hazırladığı reklam filmi, belki de önümüzdeki dönemde göreceklerimizin bir fragmanı olabilir: https://twitter.com/bahadir_ozgr/status/1790043345818968518

(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/simsek-once-kalyon-ve-cengizden-milyar-euroluk-kirayi-alsin-makale-1691043

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

GARANTİ BBVA TÜRKİYE RAPORU

Yayınlanma:

|

Yazan:

TCMB ihtiyaç duyulduğu sürece sıkılığın korunacağı, yeni mali tedbirler ise politika bileşiminin daha koordineli olacağına işaret etmektedir. Politikaların gecikmeli etkisi göz önüne alındığında, hala sağlam olan tüketimi kontrol altına almak için ek makro ihtiyati önlemlere ihtiyaç duyulacağına inanıyoruz.

Önemli noktalar

  • TCMB, yılın ikinci enflasyon raporunda 2024 yılı ara enflasyon hedefini 2 puan yukarı yönlü revize ederek yüzde 38’e yükseltmiş, öngörülen aralığın üst sınırını değiştirmeyerek yüzde 42’de tutmuştur. Yılın ilk dört ayında enflasyonun beklenenden 4 puan daha güçlü gelmesi, Mart ayındaki ilave sıkılaştırma ile sapmayı telafi edemeyecekleri için bu revizyonu yapmalarına neden oldu.
  • TCMB, sıkılaştırmanın talep koşulları ve enflasyon beklentileri ve dolayısıyla enflasyon eğilimi üzerindeki gecikmeli etkilerini gözlemlemek istemektedir. Enflasyon eğiliminde belirgin bir bozulma olması durumunda ilave sıkılaştırma uygulanacağının sinyallerini vermeye devam etmektedirler.
  • İç talep, yüksek enflasyon beklentileri, servet etkileri ve kredi kartı harcamalarının kullanılabilirliği ile desteklenmeye devam etmektedir. Parasal aktarım mekanizmasını güçlendirmek amacıyla mevcut düzenlemeleri gevşetmek için sürdürülebilir bir yol başlatmak için finansal koşulların daha uzun süre sıkı tutulmasına ihtiyaç duyulacaktır.
  • En son açıklanan mali paket, 2024’te GSYİH’nın %0,2-0,3’ü civarında tasarruf anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde yeni tedbirler de alınacak ve bunların birçoğu orta vadede etkili olacaktır.
  • Enflasyon eğilimi, daha koordineli bir politika bileşimi ile yıl sonu enflasyonunun TCMB tahmin aralığının üst sınırı olan %42’nin altına düşecek bir düzeye yükselmesi durumunda, 4Ç24’te çok kademeli adımlarla gevşemeye başlamak için sınırlı bir alan olabilir. Ancak, gecikmeli mali etkiler ve perakendeci harcamaları üzerindeki makro ihtiyati politikalar, daha erken bir kesinti döngüsü olasılığını azaltıyor.

Raporun tam hali için:

https://www.bbvaresearch.com/wp-content/uploads/2024/05/Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24.pdf

Raporun tamamını okumak için buraya tıklayın

Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24

 

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Yabancılar Türkiye’ye Neden Yatırım Yapıyor

Yayınlanma:

|

Yazan:

Aralık 2023 itibariyle Türkiye’de doğrudan yabancı yatırım stoku 264 milyar dolara ulaştı. Toplam yabancı firma sayısı da 88 bin seviyelerine erişti. En fazla yatırım yapan ülkeler arasında Hollanda, Almanya, ABD, Fransa, Azerbaycan ve Katar gibi aktörler bulunuyor. Son dönemde atılan adımlarla birlikte yabancı yatırımcı meselesi tekrar ön plana çıkıyor. Özellikle yerel seçimler sonrası yabancıların Türkiye ilgisinin arttığı görülüyor. Uluslararası kuruluşların kredi not artırımlarına eşlik eden yabancı yatırımlar daha çok Avrupa ülkelerinden geliyor. Seçimlerden sonraki beş hafta incelendiğinde 6 milyar doları aşan bir miktarın swap, borsa ve devlet tahvilleri aracılıyla Türkiye’ye geldiği anlaşılıyor. Bu finansal girişe 1 Nisan-5 Mayıs arasında yerleşiklerin 7,84 milyar dolarlık dövizden TL’ye geçişi eşlik ediyor.

Doğrudan yabancı yatırım beklentisinin aylık 1,5 milyar dolar olduğu göz önüne alındığında dört aylık süreçte 5 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırımın geldiği söylenebilir. Yaşanılan döviz girişine eşlik eden diğer bir süreçte Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB) döviz rezervi birikim politikası yer alıyor. Son iki haftada 17 milyar dolarlık rezerv arışı seçimler sonrası 20 milyar doları aşmış gibi duruyor. Yabancı yatırımların bir diğer etkisi de enflasyon beklentilerinin iyileşmesinde görülüyor. TCMB’nin beklenti anketlerinde Ocak-Mayıs ayları içerisinde 12 aylık enflasyon beklentisi yüzde 45’lerden yüzde 35’lere kadar geriledi. Yılın sonuna doğru yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 10’lar düzeyine kadar düşebilir. Bir çıktı olarak Türkiye’ye gelen yabancı yatırımlar enflasyonla mücadeleyi daha kolay hale getiriyor ve istihdam, üretim gibi alanlara pozitif katkı sunuyor.

Son yıllarda Türkiye’ye hangi ülkeler en fazla yatırım yaptı diye bakıldığında Hollanda’nın açık ara önde olduğu görülüyor. Hollanda’yı İngiltere, ABD, İsviçre ve Almanya izliyor. 2019-2023 döneminde 32 milyar dolarlık doğrudan yabancı yatırım çeken Türkiye’nin en fazla yurt dışı yatırımı Hollanda’da yer alıyor. İngiltere ile de benzer bir ikili ilişkinin olduğunu söylemek mümkün. 25 milyar doları aşan dış ticaret hacmine bir o kadar ikili yatırım hacmi eşlik ediyor. Diğer yatırım yapan ülkelerle de benzer ilişkilerin olduğu görülüyor. Ocak-Nisan 2024 döneminde de benzer aktörlerin Türkiye’ye yatırım yaptığı ve dış ticaretle bağlantılı şekilde hareket ettiği anlaşılıyor.

S&P, Citibank ve JP Morgan gibi uluslararası finans kuruluşların olumlu açıklamaları ve Türkiye’nin kredi notunu yukarıya taşımaları yabancı yatırımcı ilgisini hem miktar hem de fiziki olarak artırıyor. Diğer bölgelere kıyasla Avrupa ülkeleri önde gelen yatırımcılar olarak öne çıkıyorlar. Fakat Türkiye’nin denge politikası göz önüne alındığında Çin, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerden yatırımların artması muhtemel. Son yıllarda Batı Asya ülkeleri Katar, BAE, Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi aktörlerle yapılan yatırım anlaşmaları bu açıdan değerlendirilebilir. Özellikle Türkiye’nin imalat sanayi üretimi mevcut ülkeleri Türkiye’ye yatırıma yönlendiriyor. Genel olarak enerji ihraç eden Batı Asya ülkeleri kendi yerli sanayilerini tecrübe ve teknoloji transferiyle kuvvetlendirmek istiyor. Türk Savunma Sanayinin son yıllarda elde ettiği saha başarıları da (Irak, Ukrayna, Azerbaycan, Libya, Etiyopya ve Doğu Akdeniz) Türk sanayisine olan ilgiyi teşvik ediyor. Dünyanın en büyük 12. silah ihracatçısı haline gelen Türkiye’nin ilerleyen dönemlerde daha fazla yatırım çekmesi muhtemel.

Özellikle Türkiye’nin Araştırma ve Geliştirmeye (AR-GE) aktardığı ortalama yıllık 10 milyar dolar Türk sanayisini daha modern hale getirdi. 2003-2023 döneminde 166 milyar dolarlık AR-GE yatırımı Türk sanayi firmalarını teknoloji merkezli dönüştürdü ve dünyayla daha entegre yaptı. Dünyanın en büyük 13. sanayisini inşa eden ve 80 binden fazla üretim tesisiyle ürün çeşitliliğine sahip Türkiye’nin potansiyel taşıdığı ve daha fazla yatırımcı çekmesi beklenebilir. Sonuç itibariyle Ocak-Nisan 2024 dönemi mevcut potansiyel ve yatırım ivmesinin önemli bir göstergesi olarak okunabilir.

Deniz İSTİKBAL-WorldofTürkiye

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.