Connect with us

EKONOMİ

Salgın bitmedi: Delta varyantıyla, 10 milyon işsizle, milyonlarca yoksulla devam ediyor!

Yayınlanma:

|

  • İşten çıkarma yasağı istisnaları kaldırılarak devam etmeli, ücretsiz izin uygulamasına son verilmelidir.
  • Pandemide iş ve gelir kaybına uğrayan tüm işçilere asgari ücretten az olmamak üzere gelir desteği verilmeli, işsizlik ödeneğinden yararlanma koşulları kaldırılmalıdır. 
  • Asgari ücretin tümüyle vergiden muaf tutulması ve asgari ücrete sağlanacak SGK prim desteği ile asgari ücretin brütü net olarak ödenmeli, böylece tüm işçilerin eline geçen nakit miktarı en az 750 TL artırılmalıdır.

DİSK Yönetim Kurulu adına Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu’nun 1 Temmuz 2021’de başlayacak “normalleşme süreci” ile ilgili basın açıklaması  

Hükümet 1 Temmuz 2021 tarihinden başlayarak salgınla ilgili neredeyse tüm önlemleri yürürlükten kaldırma kararı aldı. Salgın sürerken, aşılama henüz yeterli düzeye ulaşmamış ve virüsün yeni varyantları dünyada tehlike saçmaya başlamışken sadece turizmi ve ekonomiyi gözeterek normalleşme süreci başlatılıyor. Bunun yanında salgının işsizlik ve yoksulluk gibi toplumsal tahribatlarına karşı zaten oldukça yetersiz olan sosyal önlemler de 1 Temmuz’dan itibaren sona erecek.

Diğer emek ve meslek örgütleriyle birlikte salgının en başından beri savunduğumuz en az iki veya üç haftalık tam kapanma önerisine kulak asılmadı. Salgının başlamasından 1 yıl sonra, Nisan-Mayıs aylarında “tam kapanma” adı altında gündeme gelen uygulama ise çalışanların yüzde 60 ile 80’ini kapsamayan göstermelik kapanma oldu. İnsanların açık havada yürüyüş yapmaları, güneşe çıkmaları ile pandemi kurallarına dikkat ederek her türlü toplumsal, siyasal ve kültürel bir araya gelişleri engellenirken tıkış tıkış toplu taşıma araçlarında işe giderek, kapalı mekanlarda saatlerce yan yana çalışmaları zorunlu hale getirildi. Aklın ve bilimin emrettiği “Hayatı değil, çarkları durdurun” çağrısına kulak verilmedi.

Evet hepimiz sıkıldık, hepimiz evlerimiz ve işyerlerimiz arasına sıkıştırılan hayattan bunaldık. Hukuksuz/ideolojik dayatmalar ve ölçüsüz açılımlarla değil, aklın ve bilimin ışığında, toplumsal bir uzlaşmayla bu sorunlara çare bulunabilir. Ancak hükümet ısrarlı biçimde salgının sağlıkla ilgili boyutunu sağlık meslek örgütlerini, sosyal boyutunu ise sendikaları dışlayarak yürüttü. Hiçbir öneriyi tartışmadı, dikkate almadı. Salgınla mücadeleyi bilimle, akılla ve hukukla değil, ekonomik ve siyasi çıkarlara hizmet edecek şekilde kullandı. Şimdi de kontrolsüz ve ölçüsüz bir normalleşme süreci başlattı. Turizm gelirlerinin artırılması için alınan kararların sonucu olarak sonbaharda salgında yeni bir dalga ile yüz yüze kalma ihtimali oldukça yüksek.

UYARILARIMIZ DİKKATE ALINMADI, SONUÇ ORTADA!

Sadece sağlık ile ilgili değil, salgının toplumsal tahribatının çözümüne dair de hükümet diyalog yolunu hiçbir zaman seçmedi. DİSK olarak Covid-19’un Türkiye’de görülmeye başladığı Mart 2020’den bu yana salgınla mücadele için bir dizi politika önerisini gündeme getirdik. Salgının yarattığı iş ve gelir kaybına karşı hükümetin kamu kaynaklarını seferber etmesi ve salgından etkilenenlere doğrudan nakit destek verilmesi gerektiğini vurguladık. Ayrıntılı politika önerileri sunduk.

Salgının başında yurttaşların salgının yaratacağı sosyal ve ekonomik tahribattan korunması için işten çıkarmaların yasaklanmasını, iş ve gelir kaybına uğrayanlara asgari ücretten az olmamak üzere nakit destek verilmesini savunduk. Kısa çalışma ödeneği ve işsizlik sigortasından yararlanma koşullarının salgın döneminde kaldırılmasını, kayıt dışı çalışanlara ve yoksullara doğrudan nakit destek sağlanmasını talep ettik.

Tüm bu önerilerimiz dikkate alınmadığı gibi, yılda üç kez toplanması ve çalışma hayatında sorunları ele alması gereken Üçlü Danışma Kurulu, bir kez bile toplanmadı.

Salgının üzerinden 16 ay geçti. Bu 16 ay ne yazık ki bizleri ve diğer emek-meslek örgütlerinin uyarılarını doğruladı. Salgın büyük bir insani ve sosyal kayba yol açtı; açmaya devam ediyor.

BAŞARI MASALLARINI DEĞİL GERÇEKLERİ KONUŞALIM!

Türkiye salgında iş ve gelir kaybına uğrayanlara verilen doğrudan nakit desteklerde AB ve OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında son sıralarda yer aldı. Son verilere göre Türkiye, Covid-19 ile mücadelede sağlık harcamaları dahil milli gelirinin yüzde 2’sinden daha düşük nakit transferi yaptı. Dünya ortalamasında ise bu oran yüzde 10 civarında gerçekleşti. Kimi ülkelerde yüzde 20’lere yaklaştı. Doğrudan nakit destekte cimri davranan Türkiye, borç erteleme ve kredi kolaylıkları ile borçlandırma yolunu seçti. Oysa salgının yarattığı iş ve gelir kaybı için borçlandırma değil, yurttaşlara doğrudan nakit destek verilmesi büyük önem taşıyordu.

Salgının ilk günlerinden itibaren talep ettiğimiz işten çıkarma yasağı ise gecikmeli olarak 17 Nisan 2020’den itibaren uygulanmaya başlandı. Ancak bu yasak, işçiye değil işverene yarayan bir uygulamaya dönüştü. Hukuk sistemimizde olmayan zorunlu ücretsiz izin uygulaması başlatıldı. İşverenler işçileri salgın gerekçesiyle işten çıkarmadı ancak zorunlu ücretsiz izne yolladı. Zorunlu ücretsiz izne yollanan işçilere ise daha önceki ücretleri ne olursa olsun 39 TL (Ocak 2021’den sonra 50 TL) günlük nakdi ücret ödemesi yapıldı. 3 milyondan fazla işçi neredeyse bir günde 39 TL ile 50 TL’ye yaşamaya mahkûm edildi.

İşçiler işten ayrılıp kıdem tazminatlarını isteyemedi, adeta işyerlerine hapsedildi. Öte yandan işten çıkarma yasağı, getirilen istisnalar nedeniyle ihlal edildi ve kamuoyunda Kod-29 olarak bilinen 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II maddesi kapsamında “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışlar” gerekçesiyle 2020’de yaklaşık 200 bin işçi işten çıkarıldı.

Kısa Çalışma Ödeneği salgında en yoğun kullanılan mekanizma oldu. Kısa Çalışma Ödeneği’nden yararlanma koşulu son üç yılda 600 gün çalışmış olmaktan 450 gün çalışmış olmaya indirildi. Ancak hala yüksek olan bu koşul yüzünden, milyonlarca işçi Kısa Çalışma Ödeneği kapsamı dışında kaldı. 4 milyona yakın işçi kısa çalışma ödeneği alırken kısa çalışma ödeneği kapsamına giremeyen işçiler zorunlu ücretsiz izne gönderildi.

Kayıtlı işçiler için yapılan Kısa Çalışma Ödeneği ve nakdi ücret desteği salgın döneminde yapılan nakdi ödemelerin aslan payını oluşturdu. Mayıs 2021 itibarıyla Kısa Çalışma Ödeneği kapsamında işçilere İşsizlik Sigortası Fonu kaynaklarından yaklaşık 35 milyar TL ödendi. Nakdi ücret desteği ise 12,5 milyar TL’yi buldu. Böylece İŞKUR kaynaklarından kayıtlı işçilere salgın nedeniyle yapılan nakdi destekler 47,7 milyar TL seviyesine ulaştı. Bu desteklerin tümü işçilere ait İşsizlik Sigortası Fonu’ndan yapıldı. Bütçeden veya Hazine’den işçilere kaynak aktarılmadı.

Covid-19 döneminde Hazine veya bütçe katkısı olmaksızın, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan finanse edilen yetersiz İŞKUR ödenekleriyle yaşamını sürdürme mücadelesi veren milyonlarca işçinin bir başka sorunu daha var. Milyonlarca işçinin salgın döneminde çalışamadıkları süreler emeklilikte dikkate alınmayacak. Böylece hem yaşlılık aylığı hem de kıdem tazminatı açısından kayba uğrayacaklar. Ancak ülkeyi yönetenler bu sorunun çözümü için de herhangi bir adım atmış değil. Ayrıca Kısa Çalışma Ödeneği’nin işverenlerce istismar edilmesine dair de herhangi bir önlem alınmadı.

İşçilere ve işsizlere destekte oldukça cimri davranan hükümet, salgın döneminde işçinin parasıyla işverenlere yaptığı teşvik ve destek ödemelerine devam etti. Nisan 2020 ile Mayıs 2021 arası dönemde İşsizlik Sigortası Fonu’ndan doğrudan teşvik ve destekler ile işbaşı eğitim programları kapsamında işverenlere 24 milyar TL’yi aşkın kaynak aktarıldı.

İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları işverenlere aktarılırken kayıtsız çalışanlar ve yoksullar ile küçük esnaf desteklerden yararlanamadı. Sigortalı işçilere yapılan İŞKUR destekleri dışında hükümet tarafından “Sosyal Koruma Kalkanı” adı altında 8,5 milyon aileye bir defaya mahsus olmak üzere 1000 TL ödeme yapıldı. Toplam 8,5 milyar ile sınırlı desteğin 2 milyar TL’si ise “Biz Bize Yeteriz Türkiye’m” kampanyası sırasında vatandaştan ve şirketlerden toplandı.

Gerçekleri konuşalım dedik ve tümüyle resmi rakamlarla ortaya koyduğumuz gerçekler bunlar. Dolayısıyla salgında devlet ne Anayasa’nın sosyal devlet ilkesini uyguladı ne de Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun gereği olan salgın nedeniyle geçim zorluğuna düşen vatandaşının geçimini temin etti. Gerçek ortadadır: Hükümet salgınla mücadelenin hem sağlık hem de sosyal boyutunda başarısız olmuştur.

16 AYDIR SÜREN YANLIŞLARA YENİLERİNİ EKLEMEYİN!

1 Temmuz 2021 itibarıyla işten çıkarma yasağı ortadan kalkacak. Kısa Çalışma Ödeneği ve nakdi ücret desteği sona erecek. Bunun anlamı kitlesel işten çıkarmaların yaşanmasıdır.

Halen 1 milyon 177 bini kısa çalışma ödeneği ve 997 bini nakdi ücret desteği olmak üzere 2,2 milyon kişi pandemi nedeniyle İŞKUR ödeneklerinden yararlanıyor. 1 Temmuz’dan başlayarak milyonlarca işçi işten çıkarılma riski ile karşı karşıya kalacak.

Salgın döneminde geniş tanımlı işsizliğin on milyona yaklaştığı biliniyor. İşten çıkarma yasağının bitmesiyle birlikte yaygın işten çıkarmalar gündeme gelebilir. İşsizlikte sert bir tırmanış yaşanabilir.

Öte yandan bu yeni işsizlik dalgası ile yüz yüze kalacak olanların önemli bir bölümü koşulları yerine getiremediği için işsizlik ödeneğinden de yararlanamayacak.

Salgın bitmemiştir ve salgının sosyal tahribatına karşı şu sosyal önlemlerin alınması şarttır:

  • İşten çıkarma yasağı istisnaları kaldırılarak devam etmeli, ücretsiz izin uygulamasına son verilmelidir.
  • Pandemide iş ve gelir kaybına uğrayan tüm işçilere asgari ücretten az olmamak üzere gelir desteği verilmeli, işsizlik ödeneğinden yararlanmak için öngörülen ağır koşullar kaldırılmalıdır.
  • Asgari ücretin tümüyle vergiden muaf tutulması ve asgari ücrete sağlanacak SGK prim desteği ile asgari ücretin brütü net olarak ödenmeli, böylece tüm işçilerin eline geçen nakit miktarı en az 750 TL artırılmalıdır.
  • Emekli aylık ve gelirleri asgari ücret düzeyine yükseltilmelidir.
  • Kayıt dışı çalışanların gelir kaybını gidermek için sosyal güvenlik sistemi içinde bir asgari gelir desteği sağlanmalı, yoksul haneleri desteklemek için aile sigortası kolu uygulaması başlatılmalıdır.
  • Kadınların ve gençlerin salgından çok daha olumsuz etkilendiği dikkate alınarak kadın ve genç istihdamı için özel önlemler alınmalıdır.
  • Uzaktan çalışma, hak kayıpları yaratmayacak ve işçi haklarını güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Garanti BBVA CEO Baştuğ: “Kredi kartlarına sınırlama getirilmeli”

Geçen yıl krediler yüzde 50 artarken, kredi kartlarında bunun üç katına varan artışlar olduğunu dile getiren Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ, tüketimin sakinleşmesi için kredi kartlarına ilişkin adım atılması gerektiğini söyledi. Yıl sonunda enflasyonun baz etkisiyle yüzde 45’e gerileyeceğini belirten Baştuğ, asıl mücadelenin bundan sonra başlayacağını ifade etti.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ülkedeki en büyük sorunun enflasyon olduğunu söyleyen Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ, enflasyonun dizginlenmesi ve tüketimin yavaşlaması için kredi kartlarına sınırlama getirilmesi gerektiğini savundu.

Geçen yıl krediler yüzde 50 artarken, kredi kartlarında bunun üç katına varan artışlar olduğuna da değinen Garanti BBVA Genel Müdürü Recep Baştuğ, kredi kartı faizlerinin çok düşük kaldığını ve herkesin bu kanala yüklendiğini söyledi. Bu yıl ise 2023’e göre büyüme hızının yavaşladığını ancak yine de kredi kartlarıyla alakalı büyümenin önüne geçecek bir şeylerin yapılması gerektiğini belirten Baştuğ, “Geçen yılın büyümesi tüketimden geldi. Çılgınca bir tüketim yapıldı. Bunun baskılanması, düşmesi lazım. Ülke olarak tüketimle ilgili olarak sakinleşmemiz lazım, daha az tüketmemiz ve büyümeyi başka kaynaklardan elde etmemiz lazım” dedi.

Parasal sıkılaşma politikaları gereği bireysel kredilerde bankaların yüzde 2 büyüme sınırı olduğunu hatırlatan Baştuğ, “Bankalar bireysel kredilerde bu sınırı aşmaları halinde ciddi cezalar ödüyorlar, bu nedenle de aşmamaya özen gösteriyorlar. Bu yıl kredi talebi artsa bile yükselmiş faizle bu baskılanacaktır bireysel taraf için. Tüzel taraf için de benzer bir dünya var, orada da belli sınırlar var. Ortalama enflasyonun yüzde 54-55 seviyesinde biteceğini düşünürsek onun çok altında bir kredi büyümesiyle yılı tamamlarız diye düşünüyorum. Buradan herkes nasibini alacak. Ama hâlâ kredi kartlarıyla alakalı büyümenin önüne geçecek bir şeylerin yapılması gerektiği düşünüyor ve bekliyoruz” dedi.

“Kredi talebi Döviz cinsine kaydı”

Kurda öngörülebilirlik artınca kredi talebinin döviz cinsinden kredilere doğru kaydığını belirten Recep Baştuğ, “Bu talebin kayma nedenlerinden birisi de TL kredilerdeki yüksek faiz oranları. Türk bankaları döviz cinsinden kredi vermeyi, Türk şirketleri de döviz cinsinden kredi kullanmayı öğrendiler. Şu an verilen kredilerin doğru yerlere gittiğini düşünüyorum. Eskisi gibi kurun artışıyla herhangi bir sıkıntı yaratacak bir durum yok. Banka sermayeleri çok güçlü. Topladığımız para sattığımız paradan daha az. Bu trend devam ederse TL miktarı artacaktır. Bankalar kazandıkları parayla eleştirirler. Bankanın amacı kârı ile sermayesini enflasyona ezdirmemektir. Bankaların üzerindeki yük şu anda kârlılıkta kendini gösteriyor” değerlendirmesini yaptı.

20 milyar dolarlık döviz girişi oldu

Seçimden sonra dışarıdan 20 milyar doları bulan bir döviz girişi olduğunu, bireylerin yatırım tercihlerinde de artan oranda TL’leşme gözlemlediklerini söyleyen Recep Baştuğ, “Şu anda gelen paralar yatırım için gelen paralar değil. Onun biraz daha vakti var. En büyük miktar swapla gelen para, ikinci büyük para Türk eurobondlarına geldi. Sonrasında TL Hazine bonolarına ve Borsaya geldi. Rakam her geçen gün artıyor” dedi.

bloomberght

Okumaya devam et

EKONOMİ

“Kamuda tasarruf”un arkasında yatan gerçek

Yayınlanma:

|

Yazan:

Şimşek’in olmayan programının “kamuda tasarruf” kısmı bu hafta açıklandı. Orta Vadeli Plan gibi bu paket de genel olarak dilek ve temennilerden müteşekkil gözüküyor olsa da kamuda tasarruf paketinin ve genel olarak kamuda tasarruf söyleminin arkasında yatanlara bir göz atıp önümüzdeki dönemde bizi nelerin beklediğine bakmakta fayda var.

1. Kamuda tasarrufla enflasyonun ilgisi ne?

Faiz artışları ve ücretlerin baskılanması gibi kamu harcamalarının azaltılması da yüksek enflasyon oranlarının aşağı çekilmesi için gerekli bir adım olarak sunuluyor. Ancak kamu harcamalarında yapılacak bu tasarrufun enflasyonu hangi kanaldan ve ne kadar düşürmesinin beklendiğine dair somut bir plan ya da açıklama tabii ki sunulmadı.

Standart iktisat teorisine göre, eğer bir ekonomide toplam talep toplam arzın üzerinde seyrediyorsa, bu ekonomide önce girdi fiyatları ardından da mal ve hizmet fiyatları yükselişe geçer. Bu modelin temel varsayımı, ekonominin halihazırda tam istihdamda olduğu ve kapasite kullanım oranının da daha fazla artırılamayacak kadar yüksek olduğudur.

Bu temel varsayım altında kısa vadede üretim artırılamayacağından ötürü, fiyatlardaki artış eğilimini durdurmak için talebin kısılması önerilir. Yüksek faizler, talebi kısmanın bir yöntemidir. Yüksek faizler, krediyi pahalı hale getirerek krediyle yapılan tüketim ve yatırım harcamalarını azaltabilir. Aynı zamanda, bugün tasarruf yapıp yarın daha fazla tüketme imkanı sunarak gelirlerin bir kısmının harcanmamasını sağlayarak da talebi sınırlayabilir. Ekonomideki toplam talebin toplam arzla uyumlu hale gelmesiyle de fiyatların artış eğilimi kontrol altına alınabilir.

Kamu harcamalarını azaltmanın da benzer bir mantığı vardır. Kamu harcamalarını azaltmak, toplam talebi düşüreceğinden ekonomideki “aşırı talebin” dizginlenmesine yardımcı olur ve dolayısıyla da enflasyonu düşürücü bir etkide bulunabilir.

Ekonominin tam istihdamda olmadığı (yani işsizliğin yüksek olduğu) ve şirketlerin üretim kapasitelerinin tamamını kullanmadığı koşullarda “aşırı talep” kaynaklı bir enflasyondan söz etmek mümkün değildir. İthal girdi ve özellikle de ithal enerji kullanımının yüksek olduğu bir ekonomide döviz kurlarının hızla artmasıyla tetiklenen ve yüksek kâr marjlarının sürüklediği bir enflasyondan söz ediyorsak bu basit ilişkinin çalışmayacağı açıktır. Hele ki enflasyon beklentileri kalıcılaşmış, gelir ve varlık eşitsizlikleri artmışken.

En azından kamu harcamalarının ithalat yaratan kısmı azaltılıyor olsaydı Türkiye ekonomisi için döviz açığını azaltacağı için dolaylı olarak enflasyon üzerinde negatif etkide bulunabileceğini söyleyebilirdik. Ancak bu olmadığı gibi kamunun döviz (ve altın) cinsinden iç ve dış borçlanmasına dair bile herhangi bir unsur görünmüyor tasarruf paketinde.

Yüksek faiz, ücretlerin baskılanması ve kamu harcamalarının azaltılması politikalarını enflasyonun düşürülmesi adına savunan iktisatçıların bir düşünce tembelliği içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak mesele bununla sınırlı da değil. Çünkü bu politikaların hem ideolojik bir yanı hem de değer üretimi ve bölüşümü ilişkilerine doğrudan ve dolaylı müdahale eden yanları mevcut.

2. Kamu bütçesi ve vergiler: Yeniden bölüşüm

Kamunun topladığı vergiler ve yaptığı harcamalar, en basit ifadesiyle, ekonomide üretilen toplam değerin bir kısmını yeniden dağıtma işlevine sahiptir. Bu anlamda da hem vergilerin kimden ve ne kadar toplandığı hem de harcamaların hangi alanlara yapıldığı bir toplumun önceliklerini ve o toplumdaki güç dengelerini doğrudan yansıtır.

Dolayısıyla vergilendirme ve harcama kalemlerinde yapılan her değişiklik de aslında öncelikle yeniden bölüşüm ilişkilerine yapılan bir müdahaledir. Ancak, müdahale genellikle sadece yeniden bölüşüm ilişkileriyle kalmaz, doğrudan üretim ve bölüşüm ilişkilerini de etkileyecek ve değiştirecek unsurlar içerebilir.

3. “Kamuda tasarruf”un esas amacı

Kamu harcamalarının kısılması, eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinin birçoğunun özel sektöre devredilmesi ve kamu varlıklarının özelleştirilmesi 1980’lerden bu yana IMF ve Dünya Bankası programlarının asli bir unsuru olarak karşımıza çıkıyor.

Şimşek’in bu hafta açıkladığı programın da bu bağlamda 3 ana amacı olduğu söylenebilir:

1. Dış sermayeye daha fazla kaynak ayırmak: Daha önce “Şimşek “programı”nın aritmetiği”nde yazdığım gibi içerideki talebi azaltacak her adım dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılabilecek kısmı yükseltmeye yaramaktadır. Çalışanların ve emeklilerin reel gelirlerini düşürmek, onlara yönelik kamu harcamalarını kısmak, onlardan daha fazla vergi almak ve onların borçlanmasını zorlaştırıp daha pahalı hale getirmek bu kesimin elindeki harcanabilir geliri düşürmek suretiyle milli gelirden bu kesime ayrılan payın düşük tutulması, dış sermayeye yapılacak ödemeler için ayrılan kısmı artırır. Kemer sıkma politikalarını uluslararası finans için önemli kılan nedenlerin başında bu gelir. Dış sermayeye, bize döviz getirirseniz size yüksek faiz ve kâr payı ödemesi yapacağız ve bu ödemeleri yapabilmek için de kendi çalışanlarımızın boğazından kısacağız mesajı verilir. (1)

2. Krizi fırsata çevirmek: Çalışanların örgütsüz, güçsüz ve dağınık olduğu koşullarda “kamuda tasarruf” ya da “kemer sıkma” politikalarıyla sermayenin çıkarına adımların önü açılır. Ücretleri ve emekli aylıklarını düşürmek, esnek ve güvencesiz çalışmayı yaymak, kamunun sağlaması gereken temel hizmetleri giderek daha fazla özel sektöre devretmek, sosyal yardımları ve kamu hizmetlerini azaltarak çalışanları daha düşük ücretlerde çalışmaya mecbur etmek, kamuya ait varlıkları ucuza özel sektöre devretmek “kamuda tasarruf” paketinin ilerleyen dönemdeki versiyonlarından bekleyebileceğimiz gelişmelerdir. Bu haliyle de Şimşek ve “programı”nın sermayenin tüm kesimlerinin desteğini alması şaşırtıcı değildir. (2)

3. İdeoloji ve algı: Oğuz Oyan’ın oldukça yerinde tespitiyle “yoksullaşan halkın en büyük özveriyi yapması beklenirken iktidarın kamu harcamalarında da bir takım sözde tasarrufları zorunlu oldu. Dolayısıyla bu paket, programın psikolojik ve ideolojik zemininin hazırlanması, geniş halk kesimlerinin kendi aleyhlerine çalışacak bir programa razı edilebilmesi açısından da farz oldu”. (3) Açıklanan tasarruf paketi de “işte iktidar da üzerine düşeni yapıyor” algısının oluşturulması için şimdiden kullanılmaya başlandı bile.

4. Bu daha başlangıç

Aslına bakarsanız, göreve geldikten neredeyse bir sene sonra “kamuda tasarruf” paketini açıklayan Şimşek’in çalışmaya yeni başladığını söyleyebiliriz. Ücretlerin bastırılması, emeklilerin açlığa mahkum edilmesi, kamu çalışanlarının servislerinin, lojmanlarının ellerinden alınması gibi adımların hiçbiri enflasyonu tek haneli rakamlara indirecek adımlar değil.

Enflasyon, TL’nin reel değerlenmesi ve baz etkisiyle biraz inmeye başladığında “program”ın çalıştığı öne sürülecek ve enflasyonu daha fazla indirip ekonomiyi istikrara kavuşturmak için geniş kitlelerden daha fazla fedakarlık istenmekle de kalınmayacak kamunun elinde kalan varlıklar, araziler vs. yerli ve uluslararası sermayeye ucuza devredilecek. Nihayetinde Şimşek ve ekibinin bu konuda 2000’lerden oldukça fazla deneyimi var. Bu paketteki “değerli lojman ve sosyal tesisler”in sermayeye satılması maddesi bunun ilk adımı olarak görülebilir. (4) Benzer şekilde, Varlık Fonu adı altında tamamen denetim dışına çıkarılmış kamu varlıklarının akıbetinin ne olacağını da önümüzdeki dönem bize gösterecek.

5. Sonuç yerine

Esas amaç gerçekten kamuda tasarruf olsaydı yapılacak şeyler belliydi. Örneğin, “Şimşek sadece İstanbul Havalimanı’nın bir yıllık kirasını Cengiz ve Kalyon’dan alabilse, açıkladığı ‘tasarruf paketinin’ hedeflediği rakamın neredeyse yarısı kadar kaynağı bütçeye koyabilirdi.” (5) Ya da şirketlerden toplanmayan, affedilen vergiler, şirketlere tanınan çeşitli muafiyetler ve verilen teşvikler, bütçede artan faiz ödemeleri, kamu-özel işbirliği adı altında sermayenin belli kesimlerine aktarılan kaynaklar, askeri maceralar için harcanan paralar, iktidar sahiplerinin çoklu maaşları, astronomik huzur hakları vs. vs.

Ancak, yine Oyan’ın tespitiyle, kamuda gerçek bir tasarrufun ucu “sermayeye ve yolsuzluk ekonomisine dokunacağı için yasak alandır. Her durumda Şimşek’in boyunu ve meşrebini aşar.” (3)

Bu şekilde değerlendirildiğinde “kamuda tasarruf”un Şimşek “programı”nın iki hedefiyle de gayet uyumlu olduğu görülmekte. Tekrar hatırlatmak gerekirse bu iki hedef, Türkiye ekonomisinin kronik döviz açığı sorununu bir süreliğine de olsa gidermek ve Nebati programının emeğe saldırısının sonuçlarını kalıcılaştırıp daha öteye götürmek olarak belirlenmiş durumda.

Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, karşı karşıya bulunduğumuz program, nihayetinde, ülke kaynaklarının bir avuç finansal spekülatöre aktarılması ve ülkenin ücretli çalışanlar ve emekliler için bir cehenneme çevrilmesi programıdır.

Özgür Orhangaziozgurorhangazi.com

Notlar:

(1) Şimşek “program”nın aritmetiği

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/is-dunyasindan-kamuda-tasarruf-paketine-destek-haber-1691071

(3) https://haber.sol.org.tr/yazar/tasarruf-mu-dediniz-393343

(4) Özelleştirme İdaresi’nin Urla’daki taşınmaz ihalesi için hazırladığı reklam filmi, belki de önümüzdeki dönemde göreceklerimizin bir fragmanı olabilir: https://twitter.com/bahadir_ozgr/status/1790043345818968518

(5) https://www.gazeteduvar.com.tr/simsek-once-kalyon-ve-cengizden-milyar-euroluk-kirayi-alsin-makale-1691043

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

GARANTİ BBVA TÜRKİYE RAPORU

Yayınlanma:

|

Yazan:

TCMB ihtiyaç duyulduğu sürece sıkılığın korunacağı, yeni mali tedbirler ise politika bileşiminin daha koordineli olacağına işaret etmektedir. Politikaların gecikmeli etkisi göz önüne alındığında, hala sağlam olan tüketimi kontrol altına almak için ek makro ihtiyati önlemlere ihtiyaç duyulacağına inanıyoruz.

Önemli noktalar

  • TCMB, yılın ikinci enflasyon raporunda 2024 yılı ara enflasyon hedefini 2 puan yukarı yönlü revize ederek yüzde 38’e yükseltmiş, öngörülen aralığın üst sınırını değiştirmeyerek yüzde 42’de tutmuştur. Yılın ilk dört ayında enflasyonun beklenenden 4 puan daha güçlü gelmesi, Mart ayındaki ilave sıkılaştırma ile sapmayı telafi edemeyecekleri için bu revizyonu yapmalarına neden oldu.
  • TCMB, sıkılaştırmanın talep koşulları ve enflasyon beklentileri ve dolayısıyla enflasyon eğilimi üzerindeki gecikmeli etkilerini gözlemlemek istemektedir. Enflasyon eğiliminde belirgin bir bozulma olması durumunda ilave sıkılaştırma uygulanacağının sinyallerini vermeye devam etmektedirler.
  • İç talep, yüksek enflasyon beklentileri, servet etkileri ve kredi kartı harcamalarının kullanılabilirliği ile desteklenmeye devam etmektedir. Parasal aktarım mekanizmasını güçlendirmek amacıyla mevcut düzenlemeleri gevşetmek için sürdürülebilir bir yol başlatmak için finansal koşulların daha uzun süre sıkı tutulmasına ihtiyaç duyulacaktır.
  • En son açıklanan mali paket, 2024’te GSYİH’nın %0,2-0,3’ü civarında tasarruf anlamına geliyor. Önümüzdeki dönemde yeni tedbirler de alınacak ve bunların birçoğu orta vadede etkili olacaktır.
  • Enflasyon eğilimi, daha koordineli bir politika bileşimi ile yıl sonu enflasyonunun TCMB tahmin aralığının üst sınırı olan %42’nin altına düşecek bir düzeye yükselmesi durumunda, 4Ç24’te çok kademeli adımlarla gevşemeye başlamak için sınırlı bir alan olabilir. Ancak, gecikmeli mali etkiler ve perakendeci harcamaları üzerindeki makro ihtiyati politikalar, daha erken bir kesinti döngüsü olasılığını azaltıyor.

Raporun tam hali için:

https://www.bbvaresearch.com/wp-content/uploads/2024/05/Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24.pdf

Raporun tamamını okumak için buraya tıklayın

Policy-Pulse_what-to-think-about-policy-mix_May24

 

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.