Connect with us

EKONOMİ

Sonbahar zorlu geçecek

Ağustos-aralık döneminde Hazine, bankacılık ve banka dışı sektörün 22-23 milyar dolar seviyesinde dış borç itfası bulunuyor. Bankacılık sektöründe yenileme oranları %90’larda seyrederken tüm borcun yeniden çevrilmesi 5-6 milyar dolarlık ek maliyet yaratabilir. Ancak yenilenmemesi de döviz girişinde sıkıntıya neden olabilir.

Yayınlanma:

|

Türkiye’nin 5 yıllık iflas risk primi CDS’leri 880 puanlardan 730’lara gerilese de dolar/TL 17.95 lira üzerindeki seyrini koruyor. Döviz cinsi borçlanma maliyetleri ise geçen yıldan bu yana en iyi oranda ikiye katlamış durumda. Bu arada ise başta bankalar olmak üzere Hazine ve bankacılık dışı sektörün ağustos-aralık aylarını kapsayan dönemde itfa veya çevirmesi gereken 22-23 milyar dolarlık dış borç bulunuyor.

Dünya Gazetesin’nden Şebnem Turhan’ın haberine göre; Bankalardan Garanti birkaç ay önce Yapı Kredi ise geçen hafta yüksek maliyetler nedeniyle eurobond yenilemesi yapmayacağını duyurdu. Ancak bu 22-23 milyar doların yüzde 100 çevrilmesi bile 5-6 milyar dolarlık finansman açığı yaratıyor.

Bu kadar paranın dışarı ödenmesi gerekiyor. Ama bankalar gibi opsiyon kullanılmadığı ve daha az çevrildiği durumda ise içeriye getirilen dolar ve bankaların Merkez Bankası ile swap miktarı azalacak. Bu da Merkez Bankası’nın da etkilenmesi sonucunu doğuracak.

Maliyetler çok yükseldi

Bankacılık sektöründen edinilen bilgiye göre vadeye doğru kısa vadelerde dolar borçlanma maliyeti yüzde 9,5-10 seviyelerindeyken 7-8 senelik uzun vadelerde ise yüzde 10-13 arasında değişiyor. Son 12 aylık dönemde ise 50 milyar doları bulan bir dış finansman yükü var. Kaynakların verdiği bilgiye göre bankaların borç çevirme rasyosu yüzde 90’larda ve yatay seyrediyor.

Banka dışı sektörün yüzde 128’lerde ancak yüzde 150’lerden aşağıya gelmeye başladı. Ağustos 2020 pandemi döneminde yüzde 70’lerin altına gelmişti.

Önümüzdeki dönemde 22-23 milyar doların yüzde 100 çevrilmesinin bile yaklaşık 5-6 milyar dolarlık finansman açığı yarattığını bir bu kadar daha paranın dışarıya ödenmesi gerektiğini vurgulayan kaynaklar, Hazine’nin ise yaklaşık 3 milyar dolarlık eylülde bir itfası bulunduğunu dile getirdi. Kaynaklar, bunun yeni bir borçlanmadan mı yoksa başka kaynaklardan mı karşılanacağının ise belirsiz olduğunu kaydetti.

Geçen hafta ise Yapı Kredi Bankası’nın Aralık 2022’de vadesi dolacak 1 milyar dolarlık sermaye benzeri tahvilini yenilemeyebileceği, koşulların yeni ihraç için elverişli olmadığını haberi geldi. Bankaların bu yolu seçebileceğini belirten bankacılık kaynakları bu durumun ise içeriye yeni döviz girişini aksatma ihtimali taşıdığına işaret etti.

Yüzde 100 oranında yenilenme finansman ihtiyacı ortaya çıkarırken yenilenmeme de içeriye döviz girişini etkileyecek. Bankaların ve reel sektörün yüksek maliyetler nedeniyle itfa yolunu tercih edip borçları çevirmemesi durumunda Merkez Bankası ile bankacılık sektörü arasındaki swap işlemlerinin azalacağını dile getiren kaynaklar, dolar/TL’yi tutmanın daha da zorlaşabileceğini söyledi.

Öte yandan Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın dünkü TL cinsinden 5 yıl (1.764 gün) vadeli sabit kuponlu tahvil ihalesinde net 8 milyar 160,9 milyon TL satış yaptı. İhale öncesi yapılan 9 milyar TL rekabetçi olmayan tekliflerle satışla birlikte toplam satış tutarı 17 milyar 160,9 milyon TL’ye ulaştı. 6 ayda bir yüzde 10,10 kupon ödemeli tahvilin bileşik faizi en düşük yüzde 16,70, ortalama yüzde 17,51, en yüksek yüzde 17,79 seviyesinde oluştu.

Kurumsal döviz talebini de etkiler

Tera Yatırım Baş Ekonomisti Enver Erkan da şunları söyledi: “TCMB’nin yayınladığı en güncel Mayıs 2022 kısa vadeli borç istatistiklerine baktığımızda, Türkiye’nin kamu + özel sektör olarak 182,3 milyar dolar kısa vadeli dış borcu bulunmaktadır. Bu rakamlar vadesine bir yıl ve daha kısa kalan dış borçları göstermektedir. Bunun borçlu bazında kırılımlarına bakıldığında, 118.3 milyar dolarlık kısım özel sektör üzerindedir. Bankaların 54.3 milyar dolar, reel sektörün 61.1 milyar dolar kısa vadeli dış borcu bulunmaktadır. Bu borçların vadesi Mayıs 2023’e kadar gelmiş olacak. Aslında kısa vade için en sıkıntı yaratan konu çevrilecek borçların karşılığına dair, döviz kurlarının ne olacağının belli olmaması.

Artı olarak, Türkiye’de kamu ve özel sektörün yeni borç alırken güncellenen risk maliyetlerine katlanması gerek. Türkiye’nin geçen yıl 300-400’lerde seyreden CDS’i şu anda 700-800’lerde seyrediyor. Yani ikiye katlanmış bir risk maliyeti var. Geçen yıl bu zamanlarda yüzde 5,09 olan 5 yıllık Eurobond faizimiz bugün yüzde 9,36 seviyesinde. Kısa vadelerde bu fark oransal olarak artıyor. 1 yıllık tenorda mesela dolar bazlı Eurobond faizinde 08.21 – 08.22 dönemleri arasında yüzde 1,75’ten yüzde 5,33’e bir değişim var. CDS’deki bu durum da mesela eylül-ekim sendikasyonlarında ve dış piyasadan edinilen finansmanda gerçek etkisini gösterir. Borç itfalarında döviz kurundaki değişim, sendikasyon ve dış borç yenilemelerinde CDS ve faiz devreye girerek borç çevirme maliyetini yükseltecektir. Borçların çevrilmesinin finansman açığı kurumsal döviz talebini de etkiler.”

Bu sefer stres daha fazla

Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu da borç ödeme takviminin finans piyasalarının her zaman yakından izlediği bir veri olduğuna dikkat çekti. Sonbahar aylarında böyle yeni bir döneme gidildiğini kaydeden Aslanoğlu, şunları söyledi: “Bu sefer stres daha fazla. Bunun birkaç nedeni var. Birincisi borçlanma maliyetini etkileyen küresel faizler ve CDS’ler geçmişe göre çok yüksek. Uzun süredir küresel faizler çok düşük olduğu için borçlanma maliyetimizi sadece CDS artışları etkiliyordu. Şimdi hem CDS’ler daha yüksek hem de faizler. Ülkemizin döviz cinsinden borçlanma maliyetleri tarihi yüksek seviyelere ulaştı. Üstelik küresel ekonomi resesyona gidiyor. Bu çerçevede dış borçları çevirme maliyeti yanında bunun kullandırılması sonucu kredi riskleri de artmaya başlıyor. Bu nedenle borçları çevirmeden kapatmak önemli bir alternatif olmaya başladı. Bu yola gidecek kurumların olduğunu görüyoruz. Borcu çevirmek hem içeride kredi maliyetlerini hem de gelecekte ödeme yükünü arttıracak. Her iki durumda döviz kurlarında stres yaratıyor. Dış kaynak ihtiyacı olan bir ekonomi olarak zor bir tablo çıkıyor. Dışarıdaki faizler ve resesyon için yapabileceğimiz birşey yok. Fakat CDS’simizin yüksekliği bizden kaynaklanıyor ve en önemli nedenlerinden birisi uyguladığımız para politikası ve yaşadığımız enflasyon. Para politikamızın yönünü tekrar tekrar düşünmekte fayda var.”

Bankalar yenilememe yöntemini seçebilir

TOBB ETÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Atılım Murat eylül-aralık döneminde tüm kesimlerin yüklü dış borç yenilemesi olduğunu hatırlatarak şöyle konuştu: “Dolar maliyeti ise oldukça yüksek ve bu reel kesimin bankaların itfa yapmasına borçları yeniden çevirmemesine yol açabilir. Bankaların da kredi mevduat oranları yüzde 100’ün altında bulunuyor. Bankaların bu nedenle döviz kredisi verme ihtiyacı yok. Döviz kredisi vermeyeceklerse de sendikasyon yenilemeye ihtiyaçları olmayacak. 22-23 milyar dolar ciddi bir rakam ve önümüzdeki 12 ay içinse 50 milyar doları bulan bir dış finansman yükü ortaya çıkabilir. Merkez Bankası rezervleri ise bu konuda yetersiz kalıyor. Önümüzde muazzam bir dış borç yenilemesi var. Şu an piyasada içeriye para girişi konusunda spekülasyonlar dolanıyor. Ancak söylenilen miktarlarda giriş olmazsa kur üzerinde baskı artabilir. Türkiye’nin iki büyük bankası da riskleri gördükleri için borçlarını yenilemiyorlar ve eylül aralık döneminde risk priminin daha da artacağını düşünüyorlar. Bunun yanı sıra eylül-aralıkta enerji maliyetlerinin inanılmaz olacağını düşünüyorum. Ciddi ekstra bir finansman yükü baskısı olacak.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

DİSK-AR: Geniş Tanımlı İşsizlikte Artış Sürüyor

TÜİK’in Şubat 2024 işsizlik verilerini değerlendiren DİSK-AR, geniş tanımlı işsiz sayısının son bir yılda 811 bin, zamana bağlı eksik istihdamın da 611 kişi arttığını; geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 24,5, geniş tanımlı kadın işsizliğinin yüzde 32,9 oranlarına dayandığını belirtti.

Yayınlanma:

|

Yazan:

TÜİK’in bugün yayınlanan Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) araştırma sonuçlarına göre mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranının yüzde 8,7, mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranının (âtıl işgücü) ise yüzde 24,5 seviyesinde gerçekleştiği belirtilmişti. TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2024 Şubat ayında 3 milyon 78 bin oldu.

1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin kişi arttı

DİSK-AR tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı ise Şubat 2024’te 9 milyon 634 bin kişi olarak gerçekleşti. TÜİK’e göre pandemi öncesinde, 2020 Şubat’ta yüzde 12,6 olan dar tanımlı işsizlik Şubat 2024’te yüzde 8,7 olarak gerçekleşti. Ancak aynı dönemde geniş tanımlı işsizlik yüzde 20,6’dan yüzde 24,5’e yükseldi. Son 1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 811 bin artarak 8,8 milyondan 9,6 milyona yükseldi. Covid-19 salgını sonrası geniş tanımlı işsizlik oranı 3,9 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2 milyon 553 bin kişi arttı.

Geniş tanımlı işsizlikte patlama yaşandı!

TÜİK tarafından yayımlanan HİA verilerine göre Şubat 2024’te geniş tanımlı işsizlikte (âtıl işgücü) patlama yaşandı. Geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 811 bin, son 10 yılda (2014-2024 arası) ise 4 milyon 80 bin kişi arttı. Böylece son 10 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 1,7 katına çıktı. Şubat 2014’te 5,6 milyon olan geniş tanımlı işsiz sayısı Şubat 2023’te 8,8 milyon ve Şubat 2024’te ise 9,6 milyon olarak gerçekleşti. Geniş tanımlı işsiz sayısındaki artışın sebebi zamana bağlı eksik istihdam ve ümitsiz işsizler ile iş aramayıp çalışmaya hazır olanları, iş arayan ancak hemen çalışmaya başlayamayacak olanları kapsayan potansiyel işgücü sayısındaki artıştır. Âtıl işgücündeki yükselişin temel sebebi ise zamana bağlı eksik istihdam edilenlerin sayısında devasa artıştır.

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.