Erden Armağan Er
Türk Lirası’na dönüş zamanı geldi mi?
Yayınlanma:
5 yıl önce|
Yazan:
Erden Armağan ErBilindiği üzere, 2019 Temmuz ayından bu yana TCMB şubat ayı da dahil olmak üzere 1325 baz puanlık faiz indirimine gitti. Son PPK Toplantısında gerçekleşen indirim her ne kadar 50 baz puanla sınırlı kalsa da Cumhurbaşkanı ve Hazine-Maliye Bakanından gelen söylemler kısa vadeli faizlerde indirimlerin devam edeceğine işaret etmektedir.
Piyasalar ve analistler, TCMB ’ye yapılan son başkan atamasının ardından, yüzlerini daha çok Cumhurbaşkanı ve Hazine-Maliye Bakanına çevirmiş. TCMB’nin ne söylediği ile pek de fazla ilgilenmemektedir.
Faiz İndirimlerine Neden Devam Edilecek?
Faiz indirimlerine devam edileceğine ilişkin görüşümüzün temel nedeni, çok daha önce Ocak ayı enflasyonunun açıklanmasını müteakip TÜİK’ten enflasyon sepetinde yer alan ürünlerin ağırlıklarının değiştirildiğine ilişkin açıklamada yatıyor.
Elbette TÜİK bu kararı alırken, sayın Cumhurbaşkanı ve Hazine-Maliye Bakanı’nın arzu ettiği faiz indirimlerinin devamına yönelik alt yapıyı hazırlama kaygısını ön plana almış olmalı diye tahmin ediyoruz.
Bilindiği gibi 2019 yıl sonu ile enflasyonda yaşanan “baz etkisi” kaynaklı düşüşün sona ereceğini ve Aralık-19/Ocak-20 ayı ile tekrar yükseliş yönüne döneceğine önceki yazılarımızda değinmiştik. Nitekim Ocak 2020 aylık enflasyon rakamı beklentilerin üzerinde %1,35 düzeyinde geldi ve yıllık enflasyonu %12,15 seviyesine çıkarttı.
Görünen o ki, yılın ilk çeyreğinin sonuna kadar da düşüşe ilişkin bir eğilim de göstermemektedir. Fakat son dönemde faiz düşüşüne rağmen imalat sanayii, konut satışları vb. gelişmeler belli bir canlanmaya işaret ediyor olsa da sürekli bir iyileşmeden çok uzak görünüyor.
Ocak ayında 58,8 olarak açıklanan Tüketici Güven Endeksi 57,3’e gerilemiş görünüyor, aynı şekilde İşsizlik rakamlarında da her türlü hesap değişikliklerine karşın %13,3 seviyesindeki yüksek seyir devam etmektedir. Bir fikir vermesi bakımından tarihimizin en büyük krizi olan 2001 Yılı İşsizlik Oranı %10,6 idi. Her ne kadar Konut Satışlarında Aralık-19’ da faiz indirimleri ile 200 bin rakamını aşan bir miktarda (202,047) artış sağlansa da ocak ayında satışların hızının azaldığı 113,615 adet olarak gerçekleştiği gözleniyor. Yani faiz indirimleri ile İpotekli Konut Satışlarında istenen ivmenin tam olarak yakalanamadığı ortada.
Cari Denge Yine Açık Vermeye Başladı
Ücretlerde sağlanan sınırlı artışlar nedeniyle, tüketimden ziyade temel ihtiyaç maddelerine yönelişin olduğu bunun da bir kısmının tüketici kredileri ile finanse edildiği, dayanıklı tüketim mallarına pek de yansımadığı gözlemlenmektedir. (Tüketici Kredilerinin artışının da büyük bölümü yeniden yapılandırma olsa gerek.) Unutmadan hatırlatmalıyız ki, 2019 Yılında yavaşlayan büyüme nedeniyle “Fazla” ya dönüşen Cari İşlemler Dengesi, faizlerdeki hızlı gerilemeyle birlikte canlanan tüketim eğilimi ile tekrar “Açık” üretmeye başlamıştır. BDDK tarafından Tüketici kredilerine getirilen sınırlamadan da anlaşılacağı üzere, “Cari Denge” de ortaya çıkan “açık” büyümeye geçişin yine tüketim bacaklı olduğunu gösteriyor. Fakat detaylara baktığımızda Özel Tüketim yerine Kamu Tüketim artışı Cari Açık üretiyor.
Reel Faiz Mi? Negatif ise Evet…
Ocak rakamları ile birlikte enflasyon %12,15, TCMB haftalık repo faizi ise son indirimle birlikte %10,75 düzeylerindedir. Pozitif Reel Faizden söz etmek bir yana aksine negatif bölgeye geçmiş olduğunu görebiliyoruz. Yani tasarruflarını TL’de değerlendirenlerin, mevduata uygulanan %15 lik stopajın da dikkate alındığı durumda enflasyonun 3 puan altında gelir elde edeceği ortaya çıkmaktadır. Bu durumda tasarruf sahiplerinin tercihlerini dövizden yana kullanmalarına şaşırmamak gerekir. Zira, enflasyonda düşüş trendi son iki ayda tersine döndüğü halde, TCMB’nin kısa vadeli faizlerde 125 baz puanlık indirime gitmesi uygulanan ekonomi politikalarına zaten olmayan güveni daha da azaltmaktadır. Bu gözlemimizi de mevduatların dağılımından TL(%45-47) DTH (%55-53) çıkartabiliyoruz.
Yurt Dışı Etkiler ve Jeopolitik Riskler
Yazılarımızı takip eden okurlarımız hatırlayacaklardır. Yurt dışında gelişmiş merkez bankalarının uyguladıkları genişleyici para politikaları sayesinde ortaya çıkan iyimserliğin sonuna yaklaştığımızı ve özellikle uluslararası ödemeler sistemine ilişkin risklerin gerçekleşmesi durumunda, bu piyasalarda gerçekleşecek satışların ülkemizde daha sert hissedileceğine ilişkin uyarılarımızı yakın zamana kadar yapmıştık. Geçtiğimiz haftalarda başlayan ve Çin’de yayılan Korona Virüs” endişeleri bahsettiğimiz risklerin gerçekleşmesine neden olan bir “tetikleyici” olarak görevini yapmış gibi görünmektedir. Çin Ekonomisi üzerinde yarattığı hasarların ortaya çıkmasından sonra, Dünya Ekonomisi ’ne olası etkilerinin netleşmesi piyasalardaki satış sürecinin mevcut arızaları da eklediğimizde devamını getirebilir. Nitekim şimdilik AB de zayıf ekonomik veriler nedeniyle ABD Doları ve özelde Altın güvenli liman arayışları ile yükseliyor. Fakat bir süre sonra “Altın” bu arayışlarda yalnız kalabilir. Ons Altın ilk etapta kısa vadeli hedefi olan 1,650 usd/ons seviyesine kadar yükselebilir ki, neredeyse bugün itibariyle (1646 usd/ons) gerçekleşmiş de diyebiliriz. Uzun vadede yükselişine devam etmesi ise büyük olasılıkla düzeltmelerin ardından mümkün görünmektedir.
Yurt dışından gelen bahsettiğimiz etkilerin dışında, Suriye’de yaşadığımız İdlib krizi, dış piyasa etkileri ile birlikte ülkemiz piyasalarında daha sert satışları beraberinde getirmektedir. Makalemizin başında bahsettiğimiz ekonomik politikalarda güvensizlik yaratan uygulamalara bir de, jeopolitik belirsizlikler eklenince TL varlıklardaki kayıpların daha da büyümesi kaçınılmaz olmaktadır.
TL’ye Dönüş Zamanı Geldi Mi?
Ancak olası risklerle ilgili uyarıları dikkate alan yatırımcılar için, pozisyon değiştirmek henüz erken gibi durmaktadır. Önümüzdeki süreçte yaşanacak enflasyon yükseliş eğilimi, hazinenin gerçekleştireceği yüklü borçlanmaları da göz önünde bulundurduğumuzda, özellikle faizler üzerinde baskı yaratacakmış gibi durmaktadır. Sanırız, ekonomik aktivitede son bir iki ayda gerçekleşen canlanma da geçici olacak izlenimi yaratmaktadır. Yani özetlemek gerekirse hem iç hem de dış piyasalarda iyimser düşünmek için oldukça erken bir süreçte olduğumuz görülmektedir.
Bist-100 de Fırsatı Kaçırdığını Düşünenler İçin Hatırlatma
Faizlerde yaşanan hızlı indirimlerin ardından yüksek getiri arayan yatırımcılar için, Bist-100 Hisse Senetleri Piyasası’nda yaşanan yükselişin kaçırılmış bir fırsat olduğu düşünülüyorsa, kanımızca yanılmaktadırlar. Zira TL dışında özellikle de altın ve diğer değerli metallere yatırım da önemli bir seçenek teşkil etmiş durumdadır. Hisse Senedi bazında çok yüksek değer artışları yaşanmış olsa da genelde kıyaslama yapmak açısından Bist-100 ile, Gram Altında meydana gelen artışları bir değerlendirelim; örneğin Bist-100 Endeksi’nin 20 Mayıs 2019 tarihi itibariyle Endeks Değeri 86,771, Ons Altın 1,277 usd, gram altın 247,6 TL imiş. Bu akşam kapanışı itibariyle ise, Endeks Değeri: 116,829, Ons altın 1.645 Usd ve Gram Altın 323 TL seviyelerindedir. Sırasıyla Endeks Getirisi TL bazında %34,6, Ons Altının Getirisi Usd Bazında %31,91, Gram Altının Getirisi TL Bazında %30,45 olarak gerçekleşmiştir. Görüldüğü üzere, TL enstrümanlarda özellikle de “Hisse Senedi “gibi riski yüksek bir varlıkta gerçekleşen getiri ile, güvenilir liman algısı yüksek “Altın” da elde edilen getiri arasında ortaya çıkan fark “Kaçmış Fırsat” gibi durmamaktadır. Elbette, bu karşılaştırmayı başka bir zaman diliminde ve farklı seviyeleri baz alarak yaptığımızda farklı sonuçlar elde etmek mümkün olabilir. Amacımız risk tercihi yüksek olmayan temkinli yatırımcıların diğer yatırımcılara oranla herhangi bir getiri kaybına uğramadıklarını göstermek olduğundan o tür kıyaslamayı çok da tercih etmemekteyiz. Dolayısı ile görülüyor ki, öyle kaçan çok büyük fırsatların olmadığı, temkinli hareket etmenin getirisinin de oldukça tatmin edici düzeyde olduğu gayet açıktır.
Erden Armağan ER- 21.02.2020
[email protected]
İlginizi Çekebilir
Erden Armağan Er
Erden Armağan ER yazdı: GIDA SEKTÖRÜ-Zeytinyağı örneği
Yayınlanma:
4 ay önce|
19/08/2024Yazan:
Erden Armağan Er50’li yaşların üzerinde olan hemen herkesin bildiği ve yaşadığı bir efsanedir; “Türkiye Dünyada gıda alanında kendi kendine yeten 7 ülkeden biridir.” Zira, hepimiz ilkokul ortaokul çağlarında “Yerli Malı” haftalarında etkinliklere katılmış ve yerli olarak ülkemizde üretilen ürün olarak portakalından üzümüne, incirinden Ayçiçek çekirdeğine o günlerde ütebildiğimiz yerli ürünlerin tadına doya doya bakmışızdır. Ancak günümüzde çocuklarımız ve gençlerimizin, bizim şimdi şans olarak gördüğümüz bu tarım ürünü gıdaların bir çoğunun menşeinin hangi ülke olduğu konusunda bile fikirleri mevcut değil. Zira ülkemizde son 40 yıldır uygulanan Neoliberal Siyaset ve ekonomi politikaları nedeniyle hızla kendimize yeterli olmak statüsünden uzaklaştık ve şimdi bir çok tarım ürününü yurtdışından ithal eder duruma geldik. Bahis konusu politikalar nedeniyle ekilebilir tarım arazilerimizin önemli bir kısmını ekmekten vaz geçtik, bir kısmını da inşaat ve ranta kurban verdik.
Gıda Güvenliği ve Temiz Gıda’ya erişimin engelleri neler?
Giriş kısmında bahsettiğim hususlar bu yazının ana konusunu teşkil etmekle birlikte, spesifik olarak irdelemek istediğim konunun dağılmasına neden olacağını düşündüğüm için çok da rakamlara girmek istemiyorum. Asıl dikkat çekmek istediğim konu “Gıda Güvenliği ve Temiz Gıda’ya erişim”. Her ne kadar son 20-30 yıldır tarımsal ürün çeşitliliğimiz ve miktarımız azalsa da, hala ekilebilir tarım arazilerimiz bakımından dünyanın en büyük 12. ülkesi olduğumuz bir gerçektir. Lakin bu zenginliğimizi geçmiş on yıllar boyunca ve günümüzde de hovardaca harcamaya devam ediyoruz ve ulusumuzun gıda güvenliği ve temiz gıdaya erişimi fırsatını kaçırmayı sürdürüyoruz. Elbette bu söylediklerimizden genelde hükümet özelde de Tarım Bakanlığı ve çiftçilerimiz sorumludur. Bilindiği üzere tüm dünyada “gıda endüstrisi” diye bir endüstri mevcuttur. Bu kavramın içine tarım ilacı üreticilerinden tutun, kimyasal gübre üreticilerine, un fabrikalarından bisküvi üreticilerine kadar (örnekleri yüzlere binlere kadar arttırmak olası) çeşitli aktörleri eklemek mümkündür. Ama elbette en önemli aktörler hükümet ve sermaye çevreleridir. Çiftçiler bu zincirde yer alan belki de en masum sayılabilecek, çaresiz ve mahkum figüranlar olarak yer almakla birlikte, sorumluluklarını (her ne kadar diğerlerine oranla daha az olsa da) göz ardı etmek elbette mümkün değildir.
Denetimde sorumluluk kimde, yeterli mi?
Açmaya çalışayım, gelişmiş batı ülkelerinde büyük tarım arazilerinde devasa bitkisel ve hayvansal üretimler yapıldığı herkesin malumudur. Bu ürünlerin doğal olarak saklama süreleri ve raf ömürleri kısadır ve üretimden pazara ulaşana kadar geçen sürede bozulmamaları için çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Bu yöntemlerin neler olacağına dair kurallar ve diğer hususlar Tarım Bakanlığı ve ABD de FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi ), AB’de ise EFA tarafından denetlenmektedir. Türkiye’de ise bu denetim görevi Tarım ve Orman Bakanlığı’ndadır. Her ne kadar ABD ve AB de ilgili kurumlar üzerlerine düşen denetim görevini layıkıyla yapsalar da Gıda ve Tarım Endüstrisi’nin lobi faaliyetleri Gıda Mevzuatının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Ülkemizde de Gıda Endüstrisinin hem mevzuatın oluşumunda hem de ABD ve AB den farklı olarak denetim mekanizmaları üzerinde çok önemli bir gücü olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Bu güç öylesine yozlaşmış bir hale gelmiştir ki, Tarım Bakanlığı gelişmiş batı ülkelerinde kullanımı yasaklanmış tarım ilacı, gıda katkı maddesi vb.lerinin tarımsal üretimde ve Türk Gıda Kodeksinde yer almasına göz yummuş ya da yummakta, üstüne üstlük denetim görevini de savsaklamaktadır. Öyle ki bazı gıda firmalarının kapısından içeri denetim elemanlarının girmediğine dair önemli şüpheler ve şayialar mevcuttur. Özetlemek gerekirse, dünyada ve ülkemizde sağlıklı ve temiz gıdaya erişim açısından çok önemli sorunlar ve engeller yer almaktadır. Bu durum istisnasız tüm tarım hayvancılık ve işlenmiş gıda ürünlerinde vardır ve önüne geçmek hususunda devletlerin kısa, orta ve uzun vadede harekete geçmeleri hususunda her hangi bir emare bulunmamaktadır.
Temiz ve Güvenilir Gıdaya Erişmek Mümkün Değil mi?
Her ne kadar yukarıda bahsettiğim olumsuz tablo mevcut ve hakim durumdaysa da, Temiz ve Güvenli Gıda üreticileri de hiç yok değildir. Gıda konusunda her ne kadar büyük oranda “Gıda Endüstrisinin” hegemonyası olsa da, hammaddeden (bitkisel ve hayvansal) işlenmiş gıdaya kadar titiz ve sağlıklı gıda üretimi yapan üreticiler de mevcuttur. Bu tip üreticilere ve ürünlerine erişmek ise ülkemizde maalesef tüketicilerin araştırmasına ve bilinçli olmasına bağlı durumdadır. Zira bu üreticiler genellikle yerel ölçekte ve sınırlı miktarda sermayeye ve üretim kapasitesine sahip üreticilerdir. Pazarlama ve reklama ayıracak bütçeleri çok fazla olmadığı için tanıtım konusunda elleri büyük sermaye gruplarına karşı oldukça zayıftır. Bu sebeple onlara ulaşmak biraz da tüketicinin çabasına bağlıdır.
Yol üstünde alınan ürünler ne kadar güvenli?
Temiz ve Güvenli gıdaya erişmek konusunda yapılan en büyük hatalardan birisi de markasız ve yol üstünde bulunan üreticilerden yapılan ürün alışverişleridir. Toplumumuzda genellikle seyahatlerde yol üstünde bulunan “yerel çiftçi, köylü” vb satıcılardan alınan ürünlerin güvenilir olduğuna dair yanlış bir kanaat mevcuttur. Bu ürünler her ne kadar yöresel ve geleneksel adı altında satılsalar da, işin iç yüzü hiç de düşündüğünüz gibi olmayabilir. Bu ürünler ve üretici satıcılar yetersizliğini eleştirdiğimiz denetim sisteminin dahi dışında olup hiçbir kontrole tabi değillerdir. Aslında konumuzun dışında yer alan ve ülkemiz gıda güvenliği sorunlarının başında gelen “TAĞŞİŞ”in en fazla görülme riski taşıyan ürünler de bu ürünlerdir. Zira üzerlerinde ne marka, ne işletme ruhsatı, ne de ürün içeriğine ait hiçbir bilgi bulunmadığı gibi, nerede ve hangi şartlarda üretildiği de belli değildir. Satın aldığınız bir üründen memnun kalmadığınızda ya da ürünü iade etmek istediğinizde karşınızda muhatap bulamayacağınız bulsanız da sonuç alamayacağınız bir durumla karşılaşmanız çok olası bir durumdur. Bu yol üstü köylü satıcıları ile ilgili şahit olunan bazı durumlardan bahsetmek gerekirse; zeytinyağlarının içine genellikle Ayçiçek ya da pamuk yağı karıştırıldığı, marketten satın alınan yumurtaların pisliğe bulaştırılarak köy yumurtası izleniminin verildiği, fabrikasyon salçaların kavanozlara doldurularak köy salçası diye satıldığı, gıda boyası ve aroma verici maddeler katılarak soğuk içeceklerin doğal ürünlermiş gibi satıldığı oldukça yaygın bir olgudur.
Temiz Gıda üretimi yapanlara idealist üreticilere ulaşmak zor değil!
Temiz Gıda üretimi yapan yerel ölçekte ve kısıtlı sermaye ile kısıtlı miktarda kapasitesi olan üreticilerden kastımız, tescilli markası olan, kalite üretim standartlarına uyan, genellikle kendi sahip oldukları bitkisel ve hayvansal üretimlerini kendileri işleyip ambalajlayıp satan firmalardır. Söz konusu bu firmalar yasal prosedürlerin yanı sıra kendi üretim geleneklerini geliştirmiş titiz üreticilerdir. Genellikle ekolojik olmayan ya da konvansiyonel olarak da tabir edebileceğimiz bu üreticilerin dışında bir diğer Çiftçi-Üretici Grubu da Ekolojik-Organik üretim yapan üreticilerdir. Bu tür üreticilerin sayısı ülkemizde oldukça az olmakla birlikte, sayıları yavaş da olsa artış eğilimindedir. Kendi ürününü yetiştiren, işleyip satan bu üreticiler, tarımsal üretimlerinde tarım ilacı ve kimyasal gübre kullanmadan ve hatta “ATA TOHUMU” kullanarak hammadde üretmekte ve bu hammaddeleri hiçbir katkı ve koruyucu zararlı madde kullanmadan işlemekte, ambalajlamakta ve satışa sunmaktadırlar. Çocuklarının ve kendi sağlıklarının öneminin farkında olan tüketiciler, günümüzde daha da gelişen internet ve uzaktan satış kanalları ile bu üreticilere belki biraz daha fazla ücret ödeyerek ama gönül rahatlığı içinde ulaşabileceklerdir.
Yanlış Ekonomi Politika Gıdayı da vurdu
Genellikle Para ve Sermaye Piyasaları ile Makro Ekonomik Analizler içeren yazılar yazdığım hepinizin malumudur. 2 yılı aşkın zamandır bu konularda da yazmadığım aşikardır. Ne oldu da bunca zaman sonra üstelik hiç de uzmanı sayılmayacağım gıda konusunda bir yazı kaleme aldım. (Hoş ülkemizde bırakın herhangi bir uzmanlığa sahip olmayı, hiçbir vasfı olmaksızın her konuda fikir serdeden öyle çok şahıs var ki, sanırım benim naçizane gıda konusunda birkaç satır yazı yazmamın kimseye bir zararı dokunmayacaktır diye düşünerek şimdiden affınıza sığınıyorum.) Ayrıca her ne kadar eski bir bankacı olsam da son 7 yılını zeytin yetiştiriciliği ve kaliteli zeytinyağı üretmek için didinen taze çiftçi olarak geçirmiş biri olarak, gıdada yaşanan ve bazı yayın organlarında abartılı olarak algılanabilecek “Terör” tanımına uyan bizzat şahidi olduğum olayları da gözümün önüne getirdiğimde edindiğim bilgileri paylaşmanın doğru olacağına inanmaktayım. Geçmiş yazılarımı okuyanlar hatırlayacaklardır, hükümetin izlediği politikaların ülkemizi getireceği noktanın Orta Gelir Tuzağına düşmüş, yüksek enflasyona sahip, gelir dağılımı bozuk ve vatandaşların fakirleşeceği bir nokta olacağına bundan epeyce zaman önce dikkat çeken yazılardı ve maalesef ekonominin şu an geldiği yer tam da burası. Peki bu hususların zeytinyağı ile ilişkisini merak edenler için lafı daha fazla uzatmadan konuya girelim. Enflasyonun hızla yükseldiği ama ücret ve maaşlarla geçinenlerin satın alma gücünün aynı oranda artmadığı bizim gibi ülkelerde olan ve olacak ilk şey ahlaki çöküntü ya da ahlaki zafiyettir. Buna İngilizce’de “Moral Hazard” denir. Fiyatların hızla artması durumunda üreticiler ilk olarak ürettikleri malların kalitesini ve miktarını düşürme eğilimine girerler. Sayın Mahfi Eğilmez bu eğilimlere bir yazısında değinmişti. Shrinkflasyon ve skimflasyon terimlerini yazarsam hatırlayacaksınız. Yüksek enflasyonla birlikte ortaya çıkan bu eğilimlerin hayatımızdaki yansımalarının en önemlisi ise tükettiğimiz gıdalarda yaşanmaktadır. Özellikle hammadde ve ara mamul temininde oluşan maliyet artışları üreticileri hızla (gelirlerini muhafaza altına almak için) düşük kaliteli ve düşük miktarlı ürünleri aynı fiyata ve ya daha yüksek fiyata satmaya yöneltir. Daha önce Gıda Endüstrisinin lobi gücünden bahsettiğimizi hatırlarsınız. Böyle zamanlarda bu Gıda Lobisi hem büyümesini sürdürmek hem de karlılığını devam ettirebilmek adına mevcut ekonomik ortamı fırsata çevirmek üzere daha düşük kaliteli hammaddelere yönelerek nihai ürünlerinde de kaliteyi aşağı çeker.
Sofralık Zeytin ve Zeytinyağı Üretiminde Temiz ve Kaliteli Ürün Nasıl Elde Edilir?
Sözü geçen davranışlara en uygun temel gıda maddesi de benim de içinde son 7 yıldır yer aldığım Zeytin Yetiştiriciliği ve Zeytinyağı üretiminde rastlanmaktadır. Bilindiği gibi zeytinyağı zeytinden elde edilir. Kaliteli bir zeytinyağı üretimi için öncelikle kaliteli zeytinler yetiştirilmelidir. Elbette kaliteli zeytinyağı üretmenin tek koşulu iyi hammadde yetiştirmek değildir. Zeytinyağı üretimi ülkemizde artık Kontinü Sistem denilen üretim kapasitesi yüksek makinelerle yapılmaktadır. Türkiye’de kurulu zeytinyağı fabrikalarının sayısı Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi verilerine göre 1,200 adettir. Günde 60 ton zeytin sıkılabilen makinelerle büyük ölçekli üretimler yapılabilmektedir. Bildiğimiz bir çok zeytinyağı markasının binlerce tonluk üretimleri de sadece kendi tesislerinde yapılmamaktadır. Söz konusu markalar da zeytin yetiştiricilerinin başka sıkım tesislerinde sıkılan zeytinyağlarını satın alarak kendi markaları altında satmaktadırlar Türkiye’de zeytin üretiminin yaklaşık % 10’u zeytinyağı üretiminin ise %1’i organik olarak gerçekleşmektedir. Zeytin üretiminin %6’sı iyi tarım uygulamaları kapsamında üretilmektedir. Bu istatistikten de anlaşılacağı üzere zeytinyağında gerçekleşen üretimin %95’lik kısmı “TEMİZ GIDA” sınıfına girmemektedir. Dolayısıyla “Yetişkinlerin anne sütü” olarak değerlendirilen ve ancak üretimde yapılan yanlışlar nedeniyle, zeytin ve zeytinyağının insan sağlığına faydalı olmasının önünde çok önemli engeller mevcuttur. Zeytin meyvesinin üretiminde kullanılan zararlılarla mücadele ilaçları ve topraklarımızın tuzlanması ve organik madde miktarının azalmasına sebep olan verim arttırıcı kimyasal gübrelerin kullanımı ile başlayan, zeytinin yağ fabrikalarında uygun olmayan koşullarla sıkılmasına kadar varan bu hatalı üretim zinciri bu temel besin kaynağının güvenilirliğini tehdit etmektedir. Hem çiftçilikte hem de sanayii bacağındaki üretim yanlışları sebebiyle, Temiz ve Güvenli sayılabilecek nitelikteki sofralık zeytin miktarı 120 bin ton (2022 yılı verilerine göre zeytin üretimi 1,200 bin ton/yıl), zeytinyağı üretimi ise 6,500 ton (2022 yılı verilerine göre zeytinyağı üretimi 650 bin ton/yıl.)
Sonuç olarak, zeytinde güvenilir temiz gıda sınıfına giren kısım toplam üretimin %10’u kadar, zeytinyağında ise daha da kötü olarak %1 kadardır. Spesifik olarak zeytin ve zeytinyağı üretiminde yaşanan bu karamsar tabloyu üç aşağı beş yukarı bütün tarımsal üretime endekslemek mümkündür. Dolayısıyla dediğim gibi iş dönüp dolaşıp ödediği ücretin karşılığını almak isteyen tüketicinin maharetine ve üreticinin vicdanına sıkışıp kalmış durumdadır.
Ülkemizde her alanda yaşanan sorunlar yumağı ve çözümsüzlüklerin en önemli sebebi olarak başta ekonomide yaşanan sorunlar gösterilmektedir. Halbuki ekonomide yaşanan sorunlar kanımca bir sonuçtur. Sorunlarımızın temel kaynağı “Yönetim ve Zihniyet Zafiyetidir”. Ülke iyi yönetilmedikçe ki yönetilmediği aşikardır, bunun sebebi de zihniyet sorunudur. Zihniyet değişmedikçe ne sağlıklı gıdaya ulaşabiliriz ne de sağlıklı nesiller yetiştirebiliriz. Elbette umutsuz olmamak gereklidir, zira hala daha ülkesini ve insanını seven önemli bir kesim vardır ve olacaktır, önemli olan şey bu insanlarımızın fırsat bulabilmesindedir.
Erden Armağan ER 19.08.2024-Ayvalık-Balıkesir
e-posta: [email protected]
www.bankavitrini.com
*************
EK OKUMALAR:
GIDADA FAHİŞ FİYAT MI YOKSA TARIM POLİTİKALARININ İFLASI MI?
ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA
DÜNYA EKONOMİSİ TÜRBÜLANSA MI GİRİYOR? YA TÜRKİYE EKONOMİSİ NE DURUMDA?
Yayınlanma:
1 yıl önce|
09/10/2023Yazan:
Erden Armağan ErSaygı değer bankavitrini.com okurları, her ne kadar uzun aralıklarla sizlerle buluşuyor olsak da, aslına bakarsanız bu aralarda Dünya ve Türkiye Ekonomisi ana trendlerde çok da fazla bir değişiklik gözlenmediğinden çok fazla da fırsat kaçırıldığını düşünmenizi arzu etmeyiz.
Zira, neredeyse seçimden bu yana 4 aya yakın bir süre geçse de, manşetler değişse de, konu başlıkları pek değişmiyor. Seçim öncesi ve sonrasında da ‘enflasyon, cari açık, Merkez Bankası döviz rezervleri‘ konuşuyorduk; şimdi de ‘Dünyada da FED faizi arttıracak mı, arttıracaksa bu son artış mı değil minin’ ötesine geçmeyen ve herhangi bir trend değişimine yol açmayan minör tartışmalar etrafında döndük durduk. Esasında Türkiye Ekonomisi için de son yazımızdan bu yana değişen pek bir şey olmadı. Neticede hızla bir Dış Ödemeler Dengesi Krizi ve Dış Borçların Ödenememesi demek olan “Moratoryum”a doğru hızı yavaşlatılmaya çalışılan bir süreç içinde yuvarlanıp duruyoruz.
Dünya Ekonomisi Ne Durumda?
ABD ve AB ülkelerinde faiz arttırımları ile birlikte her ne kadar enflasyonda bir yavaşlama gözlense de, özellikle petrol fiyatlarında yaşanan hızlı yükselişle birlikte enflasyonun yavaşlamasının da bittiği bir sürece girmiş durumdayız. FED’in hedef enflasyonu olan %2’nin oldukça uzağında bir patikada seyrediyoruz. Ha keza FED de bunun farkında ki bir türlü faiz arttırımlarının sonuna yaklaşıldığını ifade edecek cümleler kuramıyor. Çok sert bir resesyonun içine girilmesinin arefesinde olunmasına karşın bunu itiraf etmekten imtina ediyor. AB ve İngiltere Merkez Bankaları da aynı durumda. Her ne kadar Çin’de de bir takım kriz emareleri ortaya çıksa da en azından batı ekonomilerinden farklı sorunlar yaşadığından Çin, kendi sert önlemlerini almaktan çekinmiyor. Dev emlak firmalarının ödeme güçlüğü içine girmesine karşın en azından bu firmaların iç piyasadaki yükümlülüklerini telafi edecek adımlar atmaya muktedir görünüyor. Ancak birbirine entegre olmuş dünya finans piyasalarında iç problemlerine deva önlemleri almaktan kaçınmayan Çin Yönetimi, aynı hassasiyeti sözkonusu firmaların dış yükümlülükleri için göstermekten oldukça uzak. Bu durum, özellikle başta Batı olmak üzere dünyanın geri kalan finans piyasaları için de ekstra bir risk olarak karşımıza çıkıyor.
Başta ABD olmak üzere (her ne kadar iç borçlanma tavanı 45 günlüğüne uzatılmış olsa da), gelişmiş batı ekonomileri hızla sert bir resesyona doğru doludizgin kanat açmış durumda. Olası bu krizlerin bir başka emaresi de dün itibarıyla ortaya çıkan jeopolitik gelişmeler. 30 Yıla yaklaşan ekonomi ve piyasa tecrübemiz, bu ikisinin birbirinden ayrı değerlendirilemeyeceğine ilişkin önemli veri biriktirmiş durumda hafızamızda. Dolayısıyla, popülist ve beceriksiz siyasetçilerin sıkça başvurduğu “bölgesel savaşlar” stratejisinin bir başka ayağı İsrail-Filistin gerilimiyle ortaya çıkmış durumda. Nereye evrileceğini kestiremediğimiz bu gerginliğin, diğer başka bir bacağının neresi olacağı ise meçhul olmakla birlikte, olacağından neredeyse emin gibiyiz. Popülist politikaların gelişmiş batı ülkelerini getirdiği nokta maalesef burası. Beceriksizliklerini perdelemek için de bildikleri tek yol jeopolitik ayak oyunları. Bir sonraki adım da herhalde 3.Dünya Savaşı olsa gerek. Ancak bu savaş topyekün kitlesel ölümlere mi yol açar yoksa başka bir şekle mi evrilir orası muamma. Fakat bundan sonrasının ABD’nin hegamon güç olduğu “Tek Kutuplu Dünya Düzeni” olmayacağı, Dünya Ticaretinde kullanılan tek rezerv paranın ABD Doları olmayacağı da neredeyse kesin. Bu yargımızın doğruluğu ya da yanlışlığını teyit edebilecek tek somut delil de, aslında kendisi soyut bir kavram olan “ZAMAN”. Hep birlikte izleyip göreceğiz.
Tekrar konumuza dönecek olursak, yukarıda bahsettiğimiz olayların tek bir sebebi var; içinden çıkılmaz devasa ülke ve şirket borçları ve bu borçların alacaklılarının nasıl davranacağı? “BİG RESET” kavramını duymuşsunuzdur. Türkçe’ye “Yeni Bir Beyaz Sayfa Açmak” olarak uyarlayabiliriz sanırım. Dünya ekonomisinde ortaya çıkan bu ödenemeyecek büyüklükteki borçların alacaklıları ile nasıl uzlaşacağı çözümün kilit noktası. ABD GSYİH’nın %100’ünden, Japonya %130’undan, İsviçre %120’sinden fazla borçlu durumda. Diğer devletlerin de az çok bunlardan fakı yok. Şimdi bazı ekonomistlerin “ama Türkiye’nin Borcu 450 milyar dolar ve GSYİH’nın %50’si düzeyinde” dediğini duyar gibiyim. Ancak şu var ki, bizim borcumuz ABD Doları cinsinden ve bahsettiğimiz ülkelerin borcu kendi para birimleri üzerinden. Bu ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerek. Ayrıca bu uyanık arkadaşlara da sormak lazım madem sizin dediğiniz gibi, neden Türkiye’nin enflasyon rakamları bahis konusu ülkelerinkinden 10-20 kat daha yüksek? Yanıt basit elbette, TCMB’nın basmakla yetkili olduğu para birimi TL, dolar basabilseydi, ülkedeki fiyatların genel düzeyi elbette o zaman adı geçen ülkeler düzeyinde olabilirdi.
Dış Alem Kriz Eşiğindeyken Türk Ekonomisi
Elbette ki berbat durumda. Aksini söyleyenlerin akıl sağlıklarının yerindeliği test edilmelidir. Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyon rakamlarına ulaşıldığı (TÜİK hariç), TCMB Rezervlerinin, 70 Cent’e muhtaç olunan zamanların da ötesine geçtiği, sığınmacı göçmen sorununun kontrolsüz biçimde genişlediği, eğitimli kalifiye genç nüfusun ülkeyi terk etmeye çalıştığı, insanların bırakın yoksulluk sınırının altında açlık sınırın dahi altında ücretlerle hayatta kalmaya çalıştığı, barınma krizinin gitgide büyüdüğü, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerinin aksadığı, gelir dağılımının sermaye lehine hızla değiştiği bir Türkiye Ekonomisi’nin, -hele de Dünya bir durgunluk arefesindeyken- iyi olacağını ummak, zikretmek, varsaymak mümkün müdür? Yaklaşan durgunluğun Türkiye’yi pas geçeceğini, şirketlerin istihdam arttıracağını varsaymak mümkün müdür?
Faizler, Bist-100- Dolar-Altın-Gümüş
Hatırlarsanız Temmuz-Ağustos-Eylül aylarının toplam enflasyonu yaklaşık (TÜİK’E göre) %25 civarında geldi. Peki TCMB bu aylarda % kaç faiz arttırdı? 12,5 puan yani enflasyonun yarısı kadar bir faiz arttırımı oldu. Peki döviz kurları düştü mü? El cevap: hayır! KKM azaldı mı? El cevap:Hayır, Mevduat Faizleri yükseldi mi: Evet, Peki Bist-100? Yükseldi. Halbu ki faizlerin arttığı bir ortamda şirket hisselerinin karlılıkları azalacağı var sayılır ve satış gelmesi beklenirdi değil mi? Ama hayır öyle olmadı, neden ? Çünkü malları yüksek fiyattan devredebilecekleri yeni 7,5-8 milyon yatırımcı geldi.
Hatırlıyoruz 1994, 1998, 2001, 2008 krizlerinde de benzer süreçler yaşanmıştı. Elbette piyasaya yeni giren bir çok yatırımcının yaşı bu krizleri bilmeye yetmez. Ama sadece yaşları değil finansal okur yazarlıkları da yetmez, belli ki onlar da hayata birkaç sıfır yenik başlayacaklar. Biz hiç olmazsa 0-0 berabere başlamıştık. Kimi zaman gol yeyip geriye düştüğümüz de oldu, ama yediğimiz gollerden ders çıkartmayı hep öğendik. Şimdikilerden epey şüpheliyiz.
Özetlemek gerekirse, dünya tek egemen güç ve tek geçerli para biriminden hızla çift kutba ve olası yeni bir rezerv paraya evriliyorken, yaşanan ve yaşanacak belirsizliklerden korunabilmenin en garanti yolu değerli metallerdir. Tarih boyunca bu bu şekilde ola gelmiştir. Buna sadece ilave olarak, teknolojinin de gelişmiş olması sebebiyle “kripto varlıklar”ı ekleyebiliriz. Hala tereddütler taşımakla birlikte sadece sınırlı sayıda üretilmeleri sebebiyle bu varlıkların da “güvenli liman” olarak algılanabileceği bir sürecin kıyısında olduğumuzu ifade etmek isteriz. Elbette altın-gümüş fiziki, kripto varlıklar da “soğuk cüzdan”larda olmak kaydıyla.
Esen Kalın….
Erden Armağan ER, 08.10.2023
Erden Armağan Er
ÖDEMELER DENGESİ KRİZİ VE MORATORYUM YAŞANIR MI?
Yayınlanma:
1 yıl önce|
21/08/2023Yazan:
Erden Armağan ErÖdemeler Dengesi Ne Demek?
Bir ülkenin dış alemden almış olduğu mal ve hizmetler karşılığı yaptığı ödemeler (ithalat, turizm, navlun v.s.) ile dış aleme yapılan mal ve hizmet satışlarından elde edilen gelirlerin muhasebeleştirilmesi sonucu ortaya çıkan dengeye “Ödemeler Dengesi” denir. Bu denge birincisi lehine ( ithalat, turizm giderleri, navlun giderleri) fazla veriyorsa “Cari Açık” (Türkiye de olduğu gibi), ikincisi yani yurtdışından elde edilen gelirlerin yurtdışına yapılan ödemelerden fazla olması durumunda ise “Cari Fazla” olarak tanımlanmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere, Ödemeler Dengesi bir eşitliktir ve eğer bir dengesizlik söz konusuysa ki cari açık bir dengesizlik durumudur; uluslararası muhasebe standartları gereği bu dengesizlik mutlaka giderilmek zorundadır. Söz konusu dengesizliğin giderilebilmesi için cari açık veren ülkenin çeşitli alternatifleri mevcuttur.
1) Dış Borçlanma (Hükümetlerarası ya da IMF DB gibi)
2) Portföy Yatırımları( Uluslararası Finans Piyasalarından borçlanma gibi)
3) Doğrudan Yatırımlar. (Yabancı sermayenin fabrika vb yatırım yapması)
Bir ülkenin Ödemeler Dengesi Krizi yaşaması için ilk şart “Cari Açık” veren bir ülke olması, ikinci şart da cari açığı finanse edememesidir. Bir ülkenin genellikle bir ödemeler dengesi krizi yaşaması olasılığının yükselmesi için cari açık miktarının GSYH’nın %5-5,5 seviyesini aşması beklenir. Bu durumda ilgili ülkenin olası bir ödemeler dengesi krizi riski yükseleceği için borç verenler ya daha yüksek faizle borç verecektir ya da borç vermekten imtina edeceklerdir. Dışardan borçlanma gerçekleştirilemezse finansman (2019 yılından bu yana olduğu gibi), MB rezervlerinden karşılanacaktır. Bu durum, serbest döviz kuru uygulanan ekonomilerde hızla rezerv kaybına neden olacak ve ulusal paranın değer kaybı hızlanacaktır. Cari açık üreten ekonomik yapı değişmediği ve mevcut para politikalarından geri dönüş sağlanmadığı takdirde ödemeler dengesi krizi yaşanma riski hızla yükselecektir. Dolayısıyla Türkiye gibi kronik “cari açık” veren ülkeler için bir ödemeler dengesi krizi yaşanması riski her zaman vardır. Yaşanmaması izlenecek olan doğru para ve maliye politikalarına bağlıdır.
Temel Dış Ticaret Göstergeleri (Milyon Dolar)
Kaynak: SBB(Strateji ve Bütçe Başkanlığı)
Tablodan da görüleceği üzere son 12 aylık Cari Açık 56,5 milyar USD seviyesindedir. 2023 Yılı GSYH’nın 850 milyar USD olacağı tahmin edilecek olursa, CariAçık/GSYİH oranının %6-6,5 seviyelerinde olması muhtemeldir.
Türkiye’nin Cari Açık Problemi ve Para Politikası
Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizin ekonomik yapısı cari açık üretir ve biz de her yıl bu cari açığı dış finansmanla kapatırız. İşin püf noktası şu ki, dış finansmanı çekmek için doğru para politikası izlemek elzemdir. Son 5 yıldır olduğu gibi epistemolojik kopuşlarla savrulan bir para politikası ile faiz düşük tutulacak olursa, enflasyon patlatılır ,döviz kuru fırlar, döviz kurlarını tutabilmek için rezervler harcanır; o da yetmediğinde ‘makro ihtiyati tedbir‘ adı altında kumanda ekonomilerinde olduğu gibi uygulamalar getirilir. Kısacası bir ekonomide ulusal paranın fiyatını belirleyen “faiz” yanlış yerde belirlendiğinde neler olabilecekse hepsi olur ve ekonomi batar. Aslında bu işin teorisi yaklaşık 300 yıl içerisinde yazılmış olmakla birlikte, nedense bizim”EKONOMİST”lerimiz olacakları bizzat görmek isteyecek kadar ekonomist olduklarından olsa gerek, son 5 yıldır halkımızın %90’ı fakirleşmesine göz yummuştur.
İşin garip tarafı aynı halk, kendisini fakirleştiren partiyi ve yönetimini tekrar iş başına getirmiştir. Sosyo-politik tartışmalar bir yana, bu tercih dahi göstermektedir ki, Türk Halkı yöneticisinden en fakir bireyine kadar rasyonaliteden kopmuş durumdadır. Hatta durum daha traji-komik bir hal almış, irrasyonel davranan Türk Halkı, yeniden seçtiği iktidar partisinden rasyonaliteye geri dönmesini ekonomide güvenin yeniden tesisini istemiştir.Bu nedenle “piyasa dostu” bir isim olan Sn Mehmet Şimşek “ekonomi” nin başına getirilmiş ve görevi devralırken sarf ettiği cümle ise; “Türkiye’nin artık rasyonel politikalara dönmekten başka çaresi kalmamıştır” olmuştur. Ancak durum o kadar vahimdir ki, seçimin ardından 3 ay geçmesine karşın atılan Heterodoks(!) Politika adımlarından bir türlü geri adım atılamamaktadır. Faizi yükseltmekle başlanacak adımlar bir türlü atılmamakta, zaman geçtikçe önlem alma şansı iyiden iyiye yitirilmektedir.
Belli ki iktidar CB’nın kendisine seçim kazandıran taktiğini yerel seçimlere kadar sürdürmek istemektedir. Lakin bu arzu dışarıdan (Batı Piyasaları ya da Körfez Ülkeleri) döviz girişi olmadıkça (olmadığı gözleniyor ve olmayacak da) ekonominin saplandığı bataktan kurtulma şansını da yok etmektedir. Haydi diyelim ki, bu politikalar ile yerel seçime kadar ulaşıldı. Sonrasında ne olacak dersiniz? “TUFAN”… Kaçınılmaz olarak… Sertleşen iktidar, bireysel tasarrufların kullanımının sınırlandırılmasına kadar varabilecek önlemler alabilir mi dersiniz? Herkesin malumu olduğu üzere “Hissedilen Enflasyon” üç haneli rakamlara ulaşmış durumdadır. Aynı tablo resmi enflasyona da yansıyacaktır. TL’nin değerindeki kaybın da doğal olarak üç haneli olması muhtemeldir. Kur Korumalı Mevduatta bekleyen bugünkü kurdan yaklaşık 124 milyar doları da yabancı para mevduattan saydığımızda, TL’nin toplam tasarruflar içindeki payı %32’dir. Bu durum ülkenin ulusal parasına güvenin ne kadar düşük olduğunu gösterir. Dolayısıyla hükümete güvenin de. Ama buna rağmen yine de ekonomiyi bu hükümetin düzeltebileceğini ummaktadır.
Sonuç olarak, mevcut Ortodoks politikalardan epistemolojik bir kopuşla heterodoks politikalara yönelen Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisini daha da fakirleştirecek bir süreç bizi bekliyor. Turizmden beklenen gelir de yaz dönemi boyunca TCMB’nın döviz satışı yapmasına mani olamadıysa sonbahar ayları ile dış ticaret açığının ve cari açığın büyümeye devam etmesi ile birlikte yeniden bir döviz kuru kaynaklı olmak kaydıyla ama bu kez “Ödemeler Dengesi Krizi” yaşanması riskini de oldukça yükselmiş görünmektedir.
Sonu moratoryuma kadar varabilecek gelişmelere hazırlıklı olmak lazım olduğu açıktır.
Türkiye Moratoryum İlan Eder Mi?
Moratoryum demişken, iç ve dış borçlarını ödeyemeyen ülkelerin düştüğü durumu kastediyoruz elbette. Genellikle CDS (Credit Default Swap) Risk Primi 300 Baz puanın üzerinde seyreden ülkelerin moratoryum ilan etmeleri daha olası kabul edilmektedir. Türkiye’nin de uzun zamandır 400 baz puanın üzerinde seyreden CDS’lerinin ülkeyi moratoryumun eşiğine getirdiği aşikardır. Seçimden önce bir ara 700 baz puana kadar çıktığını da hatırlatalım. Peki Türkiye bir borç ödeyememe durumu ile karşılaşır mı? İç borçlarla ilgili bir risk için şimdilik bir öngörüde bulunmak için erken olsa da, dış borçların ödenmesi konusunda aynı şeyi söylemek pek mümkün görünmemektedir. Kısa Vadede 200 milyar dolar, toplamda da 450 milyar doların üzerinde dış borcu olan ülkemizin olası bir ödemeler dengesi krizinin ardından borç ödeyememe krizine girmesi de kaçınılmaz olabilir. Üstelik yakın zamanda Botaş’ın Rusya’ya yapması gereken 20 milyar dolar civarındaki doğalgaz borcunun, seçim döneminde ötelenmiş olmasını da göz ardı etmemek lazım gelir. Durum o kadar iç karartıcı cinstendir.
Erden Armağan ER– Ekonomist, 21.08.2023
FARK YARATANLAR
FARK YARATANLAR
KATEGORİ
- ALTIN – DÖVİZ – KRIPTO PARA (719)
- BANKA ANALİZLERİ (140)
- BANKA HABERLERİ (2.847)
- BASINDA BİZ (55)
- BORSA (377)
- CEO PERFORMANSLARI (27)
- EKONOMİ (2.689)
- GÜNCEL (2.404)
- GÜNDEM (2.969)
- RÖPORTAJLAR (45)
- SİGORTA (122)
- ŞİRKETLER (1.865)
- SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK (378)
- VİDEO Vitrini (19)
- YAZARLAR (763)
- Arif Öztan (7)
- Ayşe Muzaffer Sunguroğlu (5)
- Dr. Abbas Karakaya (56)
- Erden Armağan Er (45)
- Erol Taşdelen (426)
- Gizem Taşdelen (4)
- Gülbeyaz Gergün (41)
- Kemal Emirhan Mendi (1)
- Murat Şenol (25)
- Mustafa Akpınar (19)
- Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz (71)
- Serhat Can (6)
- Süleyman Çembertaş (12)
- Tungay Dere (17)
- Uğur Durak (33)
YAZARLAR
ABD TÜFE beklentilere paralel. Hava ılımlı. Gözler ECB faiz toplantısında
İŞBANK EZBER BOZDU: ŞUBE MÜDÜRÜNÜ GMY YAPIYOR
HGS ve Anadolu Sigorta saldırısında kişisel veriler çalındı mı?
Ripple, sabit kripto parası için onay aldı: XRP hızlı toparlandı
DİSK-AR: “Dijitalleşme, Emek, Gelecek ve Türkiye” kitabı yayımlandı!
Rusya’dan Türk şirketlere yatırım çağrısı
Gözler FED’in faiz kararına ışık tutacak enflasyon verisinde
Suriye’nin yeniden inşası: Türkiye’nin rolü ve beklentiler
ŞEKERBANK takip alacak sattı
Daniel Lacalle: KAMU HARCAMALARI AZALTMADAN ENFLASYON DÜŞMEZ
Ünlü ton balığı markalarında yasaklı madde bulundu
Erol TAŞDELEN yazdı: AKBANK, GARANTİ BBVA, İŞBANK, YKB 2024 SON ÇEYREĞİNE NASIL GİRDİ
Garanti BBVA’nın üst yönetiminde değişiklik gerçekleşti
DENİZBANK’TA HAKAN ATEŞ DÖNEMİ BİTİYOR
Esnaf ve Vatandaşın elektrik faturası 2 katına çıkacak
TOKSİT ÇALIŞANLAR İŞLETMELERE NASIL ZARAR VERİR?
Medya Para ilişkisi TOKSİT FİNANS MEDYA’yı yarattı
BDDK BANKA CEO VE GMY’LERİ ATAMA VE GÖREVDEN ALMA KRİTERLERİ NELER?
Tüketim toplumu Doomspender Sendromuna mı dönüştü?
Ali COŞKUN yazdı: FİRMA KREDİ LİMİTLERİ NASIL BELİRLENİR?
- FİNANSMANA ERİŞİM KOLAYLAŞTIRILACAK | Yurt dışı lojistik ağ, fuar yapımı projelerine destek 11/12/2024
- Son dakika: Bugünkü Sayısal Loto çekilişi sonuçları belli oldu! 11 Aralık 2024 Sayısal Loto bilet sonucu sorgulama ekranı! 11/12/2024
- Ticaret Bakanı Bolat, Türkiye-İran İş Forumu’na katıldı 11/12/2024
- Son dakika: Bugünkü Şans Topu çekilişi sonuçları belli oldu! 11 Aralık 2024 Şans Topu bilet sonucu sorgulama ekranı! 11/12/2024
- ASGARİ ÜCRETTE ZAM PAZARLIĞI BAŞLADI | Süreç nasıl ilerleyecek? 11/12/2024
- Resmi Gazete'de bugün (12.12.2024) 11/12/2024
- IIF: Küresel ekonomik büyüme 2025'te yavaşlayacak 11/12/2024
- Tesla hisseleri rekor yüksek seviyeye çıktı 11/12/2024
- ABD bütçesi Kasım'da 367 milyar dolarlık açık verdi 11/12/2024
- Gübretaş'tan Söğüt Altın Madenine 70 milyon euroluk yatırım 11/12/2024
- Yellen: ABD kur manipülasyonuna sert tepki verir 11/12/2024
ALTIN – DÖVİZ
BORSA
KRIPTO PARA PİYASASI
Popüler
-
GÜNDEM4 yıl önce
Sedat Peker’in bahsettiği otel: Günlüğü 106 bin TL
-
GÜNCEL2 yıl önce
Zara Ve Mango’ya Üretim Yapın Tekstil Devi Konkordato Talep Etti
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
TCMB Başkanı için ismi geçen GAYE ERKAN First Republic Bank’tan ayrılma süreci
-
BANKA HABERLERİ3 yıl önce
AKBANK çöktü : Dijital Bankacılık sorumlusu GMY CİVELEK ortada yok!
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
HSBC terbiyesizliği : “Sabancı alana “AKBANK bedava”
-
BANKA ANALİZLERİ2 yıl önce
YILIN İLK YARISINDA İŞBANK RAKİPSİZ LİDER AKBANK SONUNCU SIRADAN KURTULAMIYOR
-
GÜNDEM12 ay önce
Bankacılığı bırakıp eskortluk yapmaya başladı: Haftalık kazancı dudak uçuklattı
-
BANKA HABERLERİ4 yıl önce
AKBANK : Tekaüt Sandığı Vakfı (Sandık) SGK devri için hazırlıklar tamam
-
BANKA HABERLERİ2 yıl önce
AKBANK ÖZEL FİRMAYA 22.000 LİRA MAAŞ PROMOSYONU VERDİ
-
GÜNCEL2 yıl önce
Eskişehir’de zimmetine 9 milyon lira geçiren banka müdürü tutuklandı