Connect with us

GÜNCEL

Türkiye’de Tüketici Boykotları ve Espressolab Örneği

Yayınlanma:

|

LC Waikiki Deneyiminden Öğrenmek

Yıllar önce LC Waikiki’de çalışırken markanın terör örgütleriyle bağlantılı olduğuna ve o dönemin siyasetçilerinden Leyla Zana’nın markaya ortak olduğuna dair asılsız bir iddia kamuoyuna yansımıştı. İşte o sabah firmanın genel merkezinde neler yaşandığını birebir şahitlik etmiştim. Gerek çalışanların, gerek firma sahiplerinin gerekse sorumlu yöneticilerin neler hissettiğini, herkese nasip olmayacak bir olayı “orada” deneyimlemiştim.

İşte son dönemde Starbucks, Coca-Cola, Espressolab gibi markaların bu tarz boykot durumlarıyla karşılaştığını görünce nedense bende yüksek seviyede empati oluşuyor gibi bir duygu hissediyorum.

Evet LC Waikiki, böyle bir boykot olayı yaşadı ama bu kriz karşısında sessiz kalmadı. Aksine, gazetelerin manşetlerinden kamuoyuna hitap eden güçlü açıklamalarla bir karşı anlatı oluşturdu. Profesyonellikten ödün vermeden medya kanallarını aktif ve başarılı bir biçimde kullanarak ortaya koyduğu stratejik duruşla, marka imajını korumakla kalmadı; kamuoyundaki güveni de pekiştirdi. Diğer yandan markanın sahipleri yaşanan bu süreci bir öğrenme süreci veya “bir tür ders” olarak algıladı, evrensel “şeffaflık” ilkesinden hareketlekurumsal iletişim sistemlerine çok önemli seviyede yatırım yaptı.

Boykotun Sosyolojik Mantığı: Duygudan Kolektif Eyleme

Türkiye gibi kolektivist ve duygusal refleksleri güçlü toplumlarda boykot, sadece bir tüketim kararı değil; bir duruş, bir kimlik göstergesi haline gelir. Kollektif bilince sahip toplumlarda, toplum bireyden önce gelir düşüncesi hakimdir. Bu da etkili insanlar üzerinden yayılan çağrılar, bireylerin düşünmeden katıldığı kitlesel reflekslere dönüşür. Türkiye’de boykot davranışları genelde dindarlık ve milliyetçilik gibi etnosentrik değerlerle doğrudan ilişkili olur.

Kriz zamanlarında genellikle Türk toplumunun duygusal refleksleri hızla harekete geçer ve tüketim davranışları bu tepkilerle şekillenir. Bunu bilen siyasetçiler, örgütler veya rakipler de kendi amaç ve çıkarları için yeri ve zamanı geldiğinde toplumun “bu düğmesine basmayı” bir yönetim şekli olarak kullanırlar.

Markalar Duygu Taşır mı, Yoksa Sadece Beton mu?

Fransız antropolog Marc Augé, modern dünyada insanların sıklıkla bulunduğu ama hiçbir aidiyet hissetmediği yerlere “yersiz mekânlar” adını verir. Havalimanları, zincir mağazalar ya da zincir kahve dükkanları gibi yerler bu kategoriye girer. Her yerde vardırlar ama insanlara kendini “bir yere ait” hissettirmezler. Espressolab veya son dönemde mantar gibi çoğalan Coffee konseptinde çoğalan zincir veya tekil kahveciler de bu tanıma girer. Aynı dekor, aynı menü, aynı düzen… Göz tanır ama kalp bağ kurmaz.

Gerçek markalar ise, yalnızca ürün değil, aidiyet hissi, deneyim ve duygusal bağ sunar. Starbucks bu konuda dünyada başarılı bir örnektir. Starbucks, sadece kahve içilen bir yer değil, aynı zamanda insanların kendini özgür, modern veya genç hissettikleri bir sosyal kimlik alanı olarak bilinç altına yer etmiş durumda. İşte bu yüzden marka olmak yalnızca ün kazanmak değil, tüketiciyle duygusal bağ kurmak markalaşmanın gerçek ölçüsüdür.

Şuraya bir beylik bir cümle çizelim:)) “Müşteriler bir kriz anında hâlâ sizi savunuyorsa, artık siz bir dükkân değil, gerçek bir markasınız.”

Michael Porter Amca Gene İmdadımıza Yetişti

Porter’ın Beş Güç Modeli’ne göre bir sektörde müşteri pazarlık gücü ve ikame tehdidi yüksekse, markalar daha savunmasız olur. Kahve sektörü tam da böyle bir sektördür. Zincir kahvecilerin karşısında butik kahveciler, yerel markalar ve market ürünleri gibi pek çok alternatif vardır. Espressolab boykotunda görüldüğü üzere, tüketiciler kolayca başka kahvecilere yönelmiştir. Çünkü bu tarz markaların doğası buna çok müsaittir. Arada güçlü bir bağlılık değil, geçici bir tercih ilişkisi vardır. İşte bu yüzden bilinenin aksine marka olmak, “tanınmak” değil, “vazgeçilmez olmak” demektir.

Peki Boykottan Sonra Ne Olur?

Türkiye’de boykot refleksi yalnızca yerli markalara değil, küresel markalara da yönelebiliyor. 2023’te Gazze merkezli gelişmeler sonrası Coca-Cola’ya yönelik boykot, sosyal medyada büyük ses getirdi. Coca-Cola ve Starbucks, Türkiye’de yoğun şekilde hedef alındı. Coca-Cola, sosyal medyada yayılan “İsrail’e destek veriyor” algısıyla kısa sürede satış kaybı yaşadı. Ancak markalaşmada usta olan bir firmanın yetkilileri “karşı anlatı veya antitez” geliştirmedi. Bu durum da tüketiciyle arasındaki güven açığını büyüttü. Benzer boykota maruz kalan Starbucks ise benzer tepkiye rağmen, yıllar içinde oluşturduğu yaşam tarzı ve duygusal bağ sayesinde daha az zarar gördü. Çünkü tüketici, markayı sadece kahve değil, bir kimlik sembolü olarak görüyordu.

Bu örneklerden anlamamız gereken ise; Espressolab gibi kahve zincirleri, hem ürün kalitesi hem de mekânsal deneyim yoluyla tüketicide alışkanlık oluşturur. Bu alışkanlık, “güven duygusu” ile birleştiğinde bağlılık yaratabilir. Ancak güven zedelenirse, bu dönüş süreci gecikir. Bağlılık olmadan sadakat sürdürülebilir olmaz.

Bu İş Kime Yarar?

Boykotlar yalnızca hedef alınan markaya zarar vermez, aynı zamanda rakipler için de çeşitli fırsatlar yaratır. Coca-Cola boykotunda Cola Turka’nın, Sarıyer Cola’nın güçlenmesi örneğinde olduğu gibi bu gibi krizlerde markalar ister istemez rakiplerinin değirmenine su taşımış olur. Ancak bu boşluğun doldurulması öyle kendiliğinden olmaz. Rakiplerin bu krizleri fırsata çevirecek strateji, markalaşma veya yönetim konularında profesyonel bakış açısına sahip olması ve “fırsat kapılarını çaldığında” hazırlıklı olmaları gerekir.

Tabi esnaf kafalı patronların yönettiği bazı firmalar, bunu “kısa günün karı” gibi düşünme tuzağına düşebilir. Fakat bu kazançlarını sürdürülebilir kılmak için yalnızca boşluk doldurma taktikleriyle yetinmemeli bu krizi fırsata çevirecek kurumsal yönetim ve markalaşma stratejilerini hayata geçirmelidir.

Firmanın Savunması: Türk Usulu Marka İletişimi

Markalar, kriz anlarında sessiz kalmakla suçlu görünmek arasında ince bir çizgide yürür. LC Waikiki örneğinde olduğu gibi, kamuoyuna açık ve güçlü bir mesajla çıkmak, algıyı yönetmenin en etkili yol iken, Espressolab’ın kamuoyunu “olayları tiye alan” bir sosyal medya post paylaşımıyla ikna edeceğine inanmış olduğunu görüyoruz. Buradaki dikkat çeken yaman çelişki ise; Espressolab’ın “bizim siyasi bağlantımız yok” açıklamasından hemen sonra bir pariye ait siyasetçilerin, belediye başkanlarının hatta bakanların markanın mekanına ziyarette bulunup sosyal medyada paylaşımlar yapması bence tarihe geçecek vakalardan birisi.

Bu da bize bu kriz sürecinin kurumsal yönetim veya marka iletişimi stratejisinden uzak, sosyolojik dinamikler ışığında “Türk Usulu” bir yöntem ile yönetilmeye çalıştığını gösterdi. Espressolab bu noktadan sonra ister istemez tüketici safını belirlemiş, hatta saflarını biraz da olsa sıklaştırmış oldu. Halbuki marka, Tüm medya araçları aktif kullanılmayı, açıklamalarında sade, samimi ve değer odaklı olmayı, tüketicisine güven veren sözcüler ve içerikler veya anti-tezlerlerle ön plana çıkmayı merkeze koysaydı, bizim gibi stratejistlerin kullandığı kavram olan “trade offs”larla bu kadar keskin bir şekilde karşılaşmamış olurdu.

Sadede Gelelim: Marka Olabilmek Zor Zanaat!

Coca Cola, Starbucks, Espressolab gibi boykotlar, Türkiye’de markaların sadece ekonomik aktörler değil, aynı zamanda kültürel ve politik semboller haline gelebileceğini göstermiştir. Bu nedenle, Türkiye gibi duygusal ve tepkisel dinamiklerin yoğun yaşandığı ülkelerde “marka olmak” yalnızca görünür olmak veya iyi yerlerde dükkan açmak değil, tüketicisiyle bağ kurmanın hatta bu “işin ilmini bilmenin” ne denli önemli olduğunu hatırlatıyor.

Her türlü marka veya firmanın bu tarz krizlerle karşı karşıya kalma ihtimali her zaman vardır. Burada alınması gereken mesaj; “krizlerde hâlâ yanında olan bir müşteri kitlesi varsa, artık o işletme bir dükkân değil, gerçek bir marka olmuş demektir.

Bana göre LC Waikiki’nin yaşadığı vakadan öğrendiği gibi, başta Espressolab olmak üzere yerli markalarımız da bu tarz vakalardan ders alarak krizleri fırsata çevrilebilmeyi ve kurumsal yönetim hatta “kurumsal yönetişim” yapılarını güçlendirmeyi öğrenmelidir.

Bunun için de firma sahipleri bir zahmet dükkanlara ödedikleri mimarı bedellerin, şerefiyelerin veya hava paralarının bir kısmını bu alana kanalize ederek “gerçek konu uzmanlarından” destek almalıdır.

Ne yani! Sizleri bu kadar aydınlatan hocalar, danışmanlar, marka uzmanları taş mı yesin:))

Değer katması dileğimle.

Sevgiler.

Dr. Kamil BAYAR-Yönetim Danışmanı / Yönetim Bilimleri Uzmanı

www.kamilbayar.com

Okumaya devam et

Gülbeyaz Gergün

Soğuk Savaş’tan sonra ilk: Almanya askerleri Litfanya’ya konuşlandı

Yayınlanma:

|

Almanya, 2024 yılı içinde Litvanya’ya kalıcı bir askeri birlik göndermeye başladı.

Özetle:

  • Almanya, NATO’nun Doğu Avrupa’daki caydırıcılığını artırma stratejisi kapsamında Litvanya’ya yaklaşık 4.800 Alman askeri konuşlandırıyor.

  • Buna ek olarak 200’e yakın sivil destek personeli de görev yapacak.

  • Almanya’nın Litvanya’daki bu askeri varlığı kalıcı bir tugay şeklinde olacak. (Tugay, yaklaşık 4.000-5.000 kişiden oluşan büyük bir askeri birliktir.)

  • Bu kararın ana nedeni, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından sonra NATO’nun doğu kanadını güçlendirme ihtiyacı.

  • Litvanya zaten uzun süredir Almanya’dan böyle bir adım bekliyordu. Çünkü Rusya’ya çok yakın ve kendini tehdit altında hissediyor.

  • Almanya ayrıca bu tugayın üslenmesi için Litvanya’da büyük bir altyapı yatırımı da yapıyor: yeni kışlalar, eğitim alanları, lojistik merkezleri kuruluyor.

Bu adım, Almanya için çok önemli çünkü Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez ülke dışında kalıcı bir askeri birlik konuşlandırmış oluyor.

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

Liyakatsız terfi sonuçları ne olur?

Yayınlanma:

|

İşyerinde yanlış kişilerin terfi etmesi ya da liyakatsızlık (yani bilgi, yetenek ve deneyim yerine kişisel ilişkiler veya başka uygunsuz kriterlerle seçim yapılması) çok ciddi olumsuz sonuçlar doğurur. En önemli sonuçları şöyle özetleyebiliriz:

1. Çalışan Motivasyonunun Düşmesi

  • Yetkin kişilerin yerine liyakatsiz kişilerin terfi ettirilmesi, çalışanlar arasında adalet duygusunun zedelenmesine neden olur.

  • Çalışanlar, performanslarının ödüllendirilmeyeceğine inanmaya başlar, bu da motivasyon kaybına yol açar.

2. Verimlilik ve Performans Kaybı

  • Yetkin olmayan yöneticiler, ekipleri doğru şekilde yönetemez.

  • Stratejik kararlar hatalı alınır, iş süreçlerinde verimsizlik ve hatalar artar.

3. Yetenekli Çalışanların İşten Ayrılması (Beyin Göçü)

  • Gerçek anlamda başarılı, bilgi ve tecrübe sahibi çalışanlar kendilerini değersiz hissettiklerinde başka firmalara geçerler.

  • Şirket, yetişmiş insan kaynağını kaybeder, sürekli yeni personel aramak zorunda kalır (yüksek devir oranı).

4. Kurumsal İtibarın Zedelenmesi

  • İçeride yaşanan liyakatsizlik zamanla dışarıya da yansır: müşterilere, iş ortaklarına ve sektöre.

  • Şirketin piyasa itibarı zarar görür, güven kaybı yaşanır.

5. Karar Kalitesinin Düşmesi

  • Liyakatsiz yöneticiler, vizyonsuz ve kısa vadeli bakış açısıyla kararlar alır.

  • Uzun vadede şirketin rekabet gücü zayıflar, hatta piyasadan silinme riski doğar.

6. İş Yeri Kültürünün Bozulması

  • Torpil, adam kayırma, dedikodu, klikleşme gibi toksik kültürler oluşur.

  • Ekip çalışması ve iş birliği yerine güvensizlik, çekişme ve kutuplaşma hakim olur.

7. Yaratıcılığın ve Yeniliğin Engellenmesi

  • Yetkin olmayan yöneticiler, genellikle kendilerinden üstün yetenekleri tehdit olarak görür ve yenilikçi fikirlerin önünü keser.

  • Şirketin inovasyon kabiliyeti azalır, zamanla geride kalır.

Okumaya devam et

GÜNCEL

TAKTİKTEN STRATEJİYE: BİM ÖRNEĞİ

Yayınlanma:

|

Yazan:

Strateji ve taktik konusunda daha önce de yazmıştım. Genel kanı stratejinin önce belirlenmesi ve sonra taktiklere geçilmesi yönündedir. Ancak ilk defa J.Trout ve A.Ries buna karşı çıkarak önce taktiğin ve sonra stratejinin belirlenmesi gerektiğini önerirler.
Ries ve Trout’a göre taktik rekabette avantaj sağlayan bir fikir, yaklaşımdır. Bu fikir bir defa bulundu mu bunu stratejiye dönüştürülmesini tavsiye ederler.
Bunu BİM örneği ile gösterdim. BİM, düşük fiyatlı bir markettir. Düşük fiyat fikri etrafında büyük bir marketler zinciri inşa ederek markalaşmıştır. Vaat düşük fiyattır ama bunu sürekli yapmak için A’dan Z’e çözümler geliştirilmeliydi. BİM bunu bütünlüklü bir strateji ile başaran ilk markadır.

Aşağıda strateji çarkında bunun adımlarını gösterdim. Mağaza ve ürün çeşitliliği bilinir ama BİM’in tedarikçi ilişkileri pek bilinmez. Danışmanlık projelerim sırasında fark ettiğim bir şey vardı. BİM tedarikçileri ile uzun vadeli ilişkiler kuruyordu. Taahhütlerine sadıktı. Düşük fiyat avantajını yaratabilmenin yolu tedarikçilerine uzun vadeli ve yüksek alım garantisi vermesinden geçiyor. Yani tedarikçisi için öngörülebilir bir müşteri olmalıydı. Tedarikçi yönetiminde izlediği politikalar ile düşük fiyat stratejisini beslemiştir.
Özetle düşük fiyat bir taktiktir, düşük fiyatlı bir market markası yaratmak ise stratejidir. BİM, daha sonra A101 ve ŞOK bunun başarılı örnekleridir.

Faruk ŞENER

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.