Connect with us

EKONOMİ

2021 Yılı Başında Türkiye Ekonomisinin Görünümü

Yayınlanma:

|

2020 yılının bahar aylarında başlayan ve halen devam eden Covid-19 salgını bütün dünyada son derecede ağır etkiler yarattı. Bu etkiler Türkiye ekonomisinin de ivme kaybı yaşamasına yol açtı. İvme kaybı aslında 2020 yılında salgın sonrasında değil 2019 yılında yaşanmaya başlamıştı. 2019 yılına küçülmeyle giren ekonomi ilk iki çeyrekte yüksek enflasyon ve küçülme olgularını birlikte görerek slumpflasyonla karşılaştı. 2020’nin ilk çeyreğinde yaşanan toparlanmayı bu kez Covid-19 salgınıyla gelen yeni bir slumpflasyon dalgası alt üst etti.

2013 yılında 958 milyar dolara ulaşarak bütün zamanların zirvesine çıkmış olan GSYH, izleyen yıllarda sürekli gerileyerek 2019 yılında 749 milyar dolara düşmüştü. 2020 yılında gerilemenin biraz daha devam edeceğini ve 739 milyar dolar dolayında tamamlanacağını bekliyoruz. GSYH’deki gelişmeye benzer bir gelişme kişi başına gelirde görülüyor. 2013 yılında 12.489 dolarla bütün zamanların zirvesine çıkmış olan kişi başına gelir, o tarihten sonra sürekli gerileyerek 2019 yılında 9.151 dolara düştü. 2020 yılı sonunda kişi başına gelirin 8.827 dolara inmesi bekleniyor.

2020 yılında üretimde yaşanan kayıplara, maliyetlerde yaşanan artışlara ve turizm kesiminde yaşanan büyük gelir kayıplarına karşın GSYH’nin ve kişi başına gelirin nispeten az bir kayıpla karşılaşmasının temel nedeni büyük ölçüde para arzındaki artış, bütçe açığı ve cari açığın büyümesidir. Gerçekten de para arzı (M2 olarak ölçüyoruz) 2020 yılında yüzde 37 oranında arttı. 2020 yılında ortalama enflasyonun yüzde 12, tahmin edilen büyümenin de yüzde 1 olacağını hesaba katarsak para arzındaki artışın enflasyon + büyüme oranının üç misli artış gösterdiğini görürüz. 2013 yılında 2019 yılına kadar yüzde 1,5 olan ortalama bütçe açığının 2020 yılında yüzde 4,5, aynı dönemde ortalama yüzde 3,3 olan cari açığın 2020 yılında yüzde 5 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Türkiye ekonomisi, böylece her zaman var olan ama birinin daima düşük olarak gerçekleştiği ikiz açığın (bütçe açığı – cari açık ikilisi) ilk kez ikisinin de yüksek olacağı bir yılı geride bırakmış oluyor. Bu konunun önümüzdeki dönemde hem enflasyon hem de ekonomik denge açısından sıkıntı yaratacağını söylememiz mümkün.

2020 yılının son iki ayına gelene dek faizler baskı altında tutulurken bir yandan da aktif rasyosu uygulamasıyla bankaların kredileri artırması teşvik edildi. Bir yandan emisyon artışıyla bir yandan da kredi kullanımının teşvik edilmesiyle para arzında ortaya çıkan artışlara ek olarak kamu harcamalarının artması sonucu bütçe açığında görülen yükselişler ve cari açıktaki ciddi artışlarla ekonomide zorlama bir canlılık yaratıldı. GSYH’yi ve kişi başına geliri daha fazla gerilemekten kurtarmaya yönelik bu çabaların maliyeti yüksek enflasyon ve TL’nin yüksek dış değer kaybı olarak faturaya yansıdı.  

2020 yılı, 2001 krizinden sonra yüzde 10’un üzerinde gerçekleşmeye başlayan iki haneli işsizliğin bu şekilde devam ettiği bir yıl oldu. Aslında işsizlik ölçüsünün daha doğru ifadesi olan geniş işsizlik oranı yüzde 27 dolayında bulunuyor. İşten çıkarmaların engellendiği, iş başvurularının düştüğü ve çalışanlara devlet desteğinin verildiği bir dönemde ortaya çıkan bu yüksek işsizlik oranı, bunların ortadan kalkacağı önümüzdeki dönemler için beklentilerin karamsar olmasına yol açıyor. 

Enflasyon oranının 2020 yıl sonunda yüzde 15 dolayında olması bekleniyor. Yukarıda değindiğimiz para ve kredi arzındaki artışların enflasyonda ciddi bir yükselmeye yol açması kaçınılmaz bir sonuçtu. 2019 yılında yüzde 11,8 olan enflasyonda yaklaşık 3 puanlık yükseliş bu kadar para arzı artışına karşın düşük görünse de açıklanan enflasyon oranının ne kadar gerçekçi olduğu tartışmalıdır.

2020 yılında en ilginç ekonomik gelişmelerden birisi dış borç yükü (dış borç stoku / GSYH) hesabında yaşanmıştır. 2019 sonunda 435 milyar dolar olan dış borç stoku 2020 yılının üçüncü çeyreğinde 435 milyar dolarda kaldığı halde dış borç yükü yüzde 57,1’den yüzde 60,6’ya yükselmiş görünmektedir. Bu tuhaf olayın nedeni TL’nin değer kaybı nedeniyle GSYH’nin dolar cinsinden gerilemesidir (bölen sayı olan GSYH, bölünen sayı olan dış borç stokundan hızlı gerilediği için dış borç yükü artmış görünmektedir.)

Özetle söylemek gerekirse; Türkiye ekonomisi 2021 yılına düşük büyüme, GSYH ve kişi başına gelir düşüşü, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yüksek bütçe açığı, yüksek cari açık, yüksek dış borç yükü, yüksek risk primi, yüksek faiz, yüksek kurla girmiş bulunuyor. Bunlara ek olarak sosyal ve siyasal sorunlarda da önceki yıllara göre artış söz konusu. Bardağın boş tarafı böyle. Bardağın dolu tarafında ise; salgına karşın işsizlik oranının daha da artmamış olması, CDS priminin çok yüksek olmasına karşın düşmeye başlaması, yıl için ciddi değer kaybı yaşayan TL’nin toparlanmaya geçmesi ve olumsuz salgın ortamına karşın özel kesimin üretim çabasına devam etmesi yer alıyor (Ek:1.)

‘Gerçekleşmeyi değiştirmenin yolu beklentileri değiştirmekten geçer.’ 2020 yılsonunda yapılan anketler, ekonominin geleceği konusundaki beklentilerin, reel kesim beklentileri dışında, 2019 yılı sonuna göre düşüş sergilediğini gösteriyor (Ek:2.) Bu da bize beklentileri düzeltip gerçekleşmeyi olumlu şekilde etkileyebilmek için uygulamayı değiştirmemiz gerektiğini gösteriyor.

2021 Yılı Başında Türkiye Ekonomisinin Görünümü (mahfiegilmez.com)

BANKA HABERLERİ

S&P’den ikinci not artışı geldi

Yayınlanma:

|

Yazan:

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P Türkiye’nin kredi notunu bir kademe artırarak B+’dan BB-‘ye yükseltti, görünüm pozitiften durağana çekildi. S&P, böylece bu yıl ikinci kez not artırımına gitti.

Açıklamada TCMB’nin sıkı duruşunun Türk yetkililerin lirayı istikrara kavuşturmasını, enflasyonu düşürmesini, rezervleri yeniden inşa etmesini ve finansal sistemde dolarizasyonun azalmasını sağladığı belirtildi.

Açıklamada, görünümün yetkililerin halen yüksek olan enflasyonu düşürme, çalışanların ücret beklentilerini yönetme ve Türk ekonomisini yeniden dengeleme konusundaki iddialı planlarına yönelik gelecek 12 aydaki dengeli riskleri yansıtacak şekilde durağan olduğu kaydedildi.

Ücret anlaşmasının bu iki uç nokta arasında belirleneceğinin varsayıldığı aktarılan açıklamada, ancak yüzde 30dan yüksek herhangi bir artış oranının enflasyonla mücadele sürecini uzatacağı kaydedildi.

Açıklamada, ülkede 2028’e kadar planlı herhangi bir seçim olmaması nedeniyle, kademeli mali ve gelir politikası sıkılaştırması yoluyla talebi ve enflasyonu baskılamak için alan olabileceği belirtildi.

Türkiye’nin makroekonomi politikalarındaki değişimin ardından, Fitch Ratings, Moodys ve S&P , ülkenin uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notunu yükseltmişti. S&P Mayısta kredi notunu bir kademe artırırken Fitch Türkiye’nin notunu Eylül ayında “BB-“ye, Moody’s de Temmuz ayında iki kademe artışla “B3″ten “B1″e yükseltti.

Resim

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Ali Çoşkun yazdı: Firmalar çalıştığı bankaları iyi seçmeli

Yayınlanma:

|

Yazan:

Banka isimleri vermeksizin bir konuda bilgi vermek istiyorum. Firmanın kredibilitesi yüksek olsun. Firmanın portföyünde olmayan yeni bir banka ziyaret ettiğinde firma yetkililerinden şu ifadeleri çok duyuyoruz. ”Çalıştığım bankalar yeterli yeni bankaya ihtiyacımız yoktur.” Ancak firmanın portföyündeki bankalara baktığımızda birbirine benzeyen ve aynı ürünleri sunan bankalardan oluştuğunu görüyoruz.

Yatırım yaparken “yumurtaların aynı sepete koyulmaması” noktasında herkes hem fikir ise ( Bir ara hangi enstrümanlara yatırım yapmalıyız konusunda düşüncelerimi paylaşacağım.) bu durum bankalar içinde geçerlidir.

Ülkemizde 4 tür bankacılık vardır:

1. Kamu

2. Özel

3. Katılım

4. Yatırım Bankaları

Firmaların kredi büyüklüğüne göre portföyünde mutlaka ilk 3 bankadan bulunmalıdır. Yatırım Bankaları özellikli krediler verdiğinden bu konuya girmiyorum.

Hiç bir zaman “iyi banka-kötü banka” ayrımı yoktur. Bu kavramları oluşturan bankanın unvanları değil çalıştığınız Şubenin özellikle Müdürü ve Müşteri Temsilcisi’dir. En çok beğendiğiniz ve yoğun olarak çalıştığınız bir bankanın şube personeli değiştiğinde bir anda en kötü bankaya dönüşebildiği gibi, hiç sevmediğiniz bir bankanın şubesi zamanla en iyi bankanız olabilir. Burada önemli olan firmanıza sunulan ürünlerin ve hizmetin kalitesi yani firmanızın o bankadan sağladığı menfaattir.

Kamu Bankaları son yıllarda inanılmaz bir performans göstermektedir. Eskiden müşteri ziyareti nedir pek bilinmez, firmalar dosyalarını kendi elleriyle şubeye götürürdü. Şimdi ise çoğu özel bankayı geçen bir müşteri memnuniyeti yaklaşımıyla çalışıyorlar. Yüksek kredi limiti, oranları, komisyonları KGF ve özellikli diğer kredilerde ciddi avantajları olabiliyor. Mevcut kredi limiti dışında bazen ilave kredi limitleri de açabiliyorlar.

Şu anki ekonomik kriz ortamında bazı özel bankalar kredileri durdururken yada kredi limitlerinizi bloke ederken kamu bankalarının personelleri sahada yeni müşteri arayışındalar. Sürekli yeni veya mevcut firma ziyaretindeler. Bazı özel bankalar ise aktif çalıştıkları müşterileri bile ziyaret etmekten uzaklar. Bir kredi talebi gelir diye. Yada sadece piyasa bilgisi amaçlı ziyaretler yapılmaktadır.

Bir özel banka ile uzun yıllardır çalışıyorsunuz, ipoteklerinizi, müşteri çeklerinizi vermişsiniz, çalıştığınız sektör banka üst yönetimi tarafından bir anda kara listeye alındığında sektör riski nedeniyle tüm kredi limitlerinizi durdurabiliyor. Bir anda 1 kuruş kredi alamıyorsunuz. Ya da öde-kullan seçeneğini sunuyorlar. Kapattığınız kredinin mesela %80’i kadar yeni kredi. İstisnalar hariç kamu bankalarında genel olarak böyle bir yaklaşım göremezsiniz. Özellikle şu an ki gibi kriz dönemlerinde rahat uyumak istiyorsanız portföyünüzde kamu bankaları mutlaka yer almalıdır.

Kamu bankaları hakkında yazdıklarıma olumsuz yorumlar gelebilir. Bunlar benim şahsi gözlemlerim ve kamu bankaları ile olan yakın çalışmalarımın bir sonucudur.

Kredili çalıştığını bankada daha dikkatli olun!

Ülkemizde geçmiş yıllarda piyasa, sektörel, bankacılık ve küresel risk kaynaklı krizler yaşanmıştır. Her kriz döneminde bankaların yaklaşımları farklı olmuştur.

Firmalar için bankacılık açısından en önemli risklerin başında vadesi gelmeyen kredilerin erken geri çağrılmasıdır. 2008 yılında Tekstil sektöründe bugünkü krize benzer bir sıkıntı yaşanmış, piyasa yapıcı bankalar içerisindeki 2 büyük özel banka, bu sektördeki bazı firmalara kullandırdığı kredileri geri çağırmış ve pek çok firmanın batmasına sebep olmuştur. Sonraki yıllarda da bu tür olaylar yaşanmış, bunun önüne geçmek için bazı yasal düzenlemeler yapılmış ancak bankaların genel kredi sözleşmeleri (GKS) hükümleri çerçevesinde bu sorun kesin olarak çözülememiştir. Rotatif, BCH türü krediler her zaman erken çağırılabilir. Spot veya taksitli krediler için bir dönem çağırılamaz denilmesine rağmen bunu yapan özel bankaların olduğunu zamanla gördük.

Şu anda benzer bir süreçten geçiyoruz. Ancak son 2-3 yıldır yaşadığımız bu kriz geçmişte yaşanılan krizlere (1994, 1998, 2001, 2008) hiç benzememektedir. Geçmiş krizlerden çıkılması hızlı olmuş ve piyasalarda bu kadar durgunluk yaşanmamıştır. Bugün ise yurt içi ve yurt dışı kaynaklı sıkıntılar (yüksek faiz ve yüksek enflasyon, maliyet artışları, talep yetersizliği, düşük karlılık, ihracatçılar için düşük kur, resesyon, stagflasyon, navlun krizi, savaş vb) nedeniyle oldukça uzun sürmüştür. Yüksek kredi faizlerinin yanı sıra krediye erişim noktasında getirilen yasal kısıtlamalar %80-90 kredi ile faaliyetlerini sürdüren firmaların sıkıntı yaşamalarına neden olmuştur. Geçmiş yıllara göre konkordato alan, iflas eden, çekleri yazılan, kredi taksitleri geciken firma sayısında ciddi artışlar söz konusudur. Daha önce belli sektörlerde yaşanılan bu olumsuzluklar neredeyse tüm sektörlere yansımış durumdadır. Geçmişte firmalar için 3-5 adet olan riskli unsurlar bugün çok daha artmıştır. Firmalarımızın %99’nun aile şirketi olduğu, kurumsallaşmanın ve risk yönetiminin oldukça düşük olduğu bir ortamda firmalar bu kadar riskleri tek başlarına nasıl yönetebilirler?

Bu kadar zor şartlar altında firmalar hayatta kalmaya çalışırken bankaların firmalar aleyhine tek taraflı alacağı kararlar piyasaları daha da büyük sıkıntılara sokmaktadır. Piyasadaki bu olumsuzlukların en az 1 yıl daha devam etmesi beklenmektedir. Dolayısıyla herkes taşın altına elini koymalıdır.

Firmaların yapması gereken çalıştıkları bankalara dikkat etmeleri, gerektiği şekilde iletişimlerini sürdürmeleri, çalıştığı bankalar içerisinde kamu bankaları yok ise mutlaka katmalıdırlar. Firmalar iyi niyetli oldukça bankalar gerekeni yapacaklardır. Her banka en azından verdiği ana parayı geri almak ister. Bunun içinde öde-kullan, yapılandırma dahil her türlü firma lehine seçenekleri sunacaklardır.

Ali ÇOŞKUNMali Analist, Emekli Banka Müdürü, Finans Danışmanı, Konkordato Komiseri

Okumaya devam et

EKONOMİ

TEPAV: İşletmelerde Verimlilik sorunu var

Yayınlanma:

|

Yazan:

Müflis bezirgan nasıl eski defterleri karıştırırsa, verimsiz işletme sahibi de döviz kuru bugün şöyle olsaydı ben şimdi nasıl kâr ederdim diye hülyaya dalar. Nedir? Birincisi, hadise özel sektörün tamamını ilgilendirmez. İkincisi, Türkiye’de verimli çalışan işletmeler de vardır. Üçüncüsü, bu istikrar programı sürecinde her şirketin çaresi aynı değildir. Şeytan ayrıntıda gizlidir.

“Bir saattir konuşuyoruz, hiç döviz kuru demediniz”

Bundan kısa bir süre önce, İstanbul’da bir toplantıda, bir hazır giyim firmasının sahibi ile sahnede sohbet ediyoruz. Program böyle. Daha önceden hiçbir tanışıklığımız yok. Sahneye çıkmadan bir kahve içtik yalnızca, birbirimizin sesine alışalım diye.

Şirketini nasıl kurduğunu ve yönettiğini, şirket içi ARGE birimini nasıl kurduğunu, verimliliği ve katma değeri artırmaya gösterdiği özeni, yurt dışında alanındaki gelişmeleri iş dünyası destek örgütlerinin toplantıları ile nasıl yakından takip ettiğini, yapay zeka ile çeşitlenen yeni teknolojileri, yeşil ve dijital dönüşüm sürecinin olası etkilerini konuşurken bize ayrılan bir saatlik sürenin bitmek üzere olduğunu görünce, “Zamanımız bitmek üzere ama doğrusu benim merak ettiğim bir husus var” dedim. “Bir hazır giyim firmanız var, yaklaşık bir saattir konuşuyoruz ve siz hiç “döviz kuru” demediniz, liranın değerlenmesinden bahsetmediniz. Neden?”

Doğrusu ya, yokluğu ile dikkatimi çekmişti bu kez döviz kuru meselesi. Bir kere bile “biz tabii bu durumda, Mısır’a gidiyoruz” filan da demedi. Tam tersine yanlış hatırlamıyorsam galiba Erzurum’a yapmayı planladığı yeni yatırımı anlattı uzun uzun. Dikkatimi çekmişti doğrusu. Başarılı bir iş insanı, hazır giyimde üstelik ve hiç kur dememişti.

“Biz” dedi “teknolojik altyapımızı sürekli iyileştiriyoruz, verimliliğe önem veriyoruz, kurun istikrarlı olması, kurda büyük hareketler olmaması yeterli”

Doğrusu ya, bu sohbet hiç aklımdan çıkmadı. Özellikle o sohbetten beridir, “Verimsiz işletme sahibi döviz kuru hesabı yapar” diyorum. Bir nevi, “ben aynen böyle kalayım, hiç değişmeyeyim, siz hepiniz bana uyuverin işte” demek bu. Ben dünyaya uyacağıma, dünya bana uyuversin, bir nevi.

Tahayyül şöyle: İhraç ettiğiniz mallar karşısında kazandığınız Amerikan doları ile maliyetlerinizi karşılaştırıyorsunuz. Hayal öyle çeşit, çeşit. “Kur şu kadar olsa, hepsini öderdim. Kur bu kadar olsa bütün maliyeti karşılar yüzde 5’te kâr ederdim. Hele hele kur şuraya çıkarsa, kârım yüzde 15’e bile çıkardı” diye eğleniyorsunuz. Ne yapmıyorsunuz, o maliyeti azaltmak için kendi şirketinizde neye el atmak gerektiği konusuna hiç girmiyorsunuz.

Halbuki hadise ortada. Bugüne nasıl geldiğimizi hiç unutmayalım. Tamamen ideolojik ve elbette “tamamen duygusal” bir sebeple kimseyi dinlemeyip “Faiz inecek dertler bitecek” deyip, kuru patlattılar. Arada merkezin döviz rezervini de yediler. Tedbir alıyoruz diye ortaya KKM (Kur Korumalı Mevduat)’yi bir tür bubi tuzağı misali yerleştirdiler.  Türk lirası hızla değer kaybetti Amerikan doları karşısında. Kur patlayınca her zaman olduğu gibi enflasyon hortladı, geçim sıkıntısı etrafı sardı. Millet derin bir yoksunluk duygusu ile baş başa kaldı.

Şimdi enflasyon sorununu bir daha çözmek ve geçim sıkıntısı sorununu hale yola koymak için, Haziran 2023’ten beri Mehmet Şimşek ile yeni bir yoldayız. Bu yol ne kadar sürer? 2028’den önce bu misyon bitmez. Yıkmanın ne kadar kolay, yapmanın ne kadar zor olduğunu uygulamalı bir biçimde öğreniyoruz. Tuzakları tek tek halletmek gerekiyor.

2028’e kadar kafamıza kazınacak bu hüküm: “Yıkmak kolay, yapmak zordur.” Bugün çektikleriniz işte bundan. Mehmet Şimşek’ten değil ondan önceki yıkım ekibinin insafsız icraatından.

Şimdi yıkılanı yoluna koymak için bugün yapılanın eksikleri elbette var ama enflasyonu patlatan döviz kurunun istikrarı bugün başarı için birinci derecede önemli. Not edeyim, aklınızda kalsın. Kızacaksanız, ortada fol yok, yumurta yokken, bizi bugünlere getiren akıl dışı kararlara yol açanlara, müsaade edenlere kızın.

Türk sanayiinin bir verimlilik meselesi var

Ama doğrusu ya, son dönemde Türk sanayiinin bir de verimlilik meselesi hakikaten var. Aşağıdaki grafik çalışan başına katma değerin Amerikan doları cinsinden büyüme hızını 2003-2017 ile 2017-2022 dönemleri için karşılaştırıyor. Türkiye’ye benzer üst orta gelir grubundaki ülkelerde 2003-2017 döneminde yüzde 4,25 artan sanayi verimliliği, 2017-2022 döneminde yüzde 2,47 artıyor. Verimlilik artışında genel bir yavaşlama var akranlarımızla karşılaştırdığımızda.

Ama doğrusu ya, Türkiye’nin performansı dünya ortalamasının hayli gerisinde kalıyor 2017-2022 döneminde. Türk sanayiinde verimlilik artışı 2003-2017 döneminde yüzde 3,25. Bizim gibi ülkelerin az gerisinde ancak makul. Ama 2017-2022 döneminde bize bir şeyler oluyor. Türk sanayiinde verimlilik artışı değil, yüzde 0,35 verimlilik kaybı ortaya çıkıyor.

Aynı eğilim hizmetlerde yok. Orada dünya ortalamasının üzerinde bir performans söz konusu. İşte üzerine odaklanmamız gereken husus sanırım bu. Neden firmalarımız böyle? Hizmetler iyi ama sanayi kötü?

Bu hadise pandemi sonrası bir Güney Doğu Asya ülkesine benzer ihracat performansımızın yeniden sorgulanmasını da gerekli kılıyor. Kurda hızlı değer kaybı nedeniyle, hızla fiyat kırarak ihracatı artıran firmalarımız, kurda hızlı değer kaybı dönemi bitince zora giriyor sanki. Kurla gelen kurla gidiyor, işin bereketinin kaçtığını hep birlikte görüyoruz.

Şekil 1. Çalışan başına USD cinsinden sabit fiyatlarla katma değerin yıllık bileşik büyüme hızı, %

Kaynak: Dünya Bankası, ILO, TEPAV Hesaplamaları

Şirketler kesimindeki çok renkliliği dikkate almayan sihirli tek tip bir çözüm yok.

Şimdi artık sanayideki bu verimlilik kaybı hadisesine daha yakından bakmak gerekiyor. Grafikteki hesap, ortada tek bir firma türü olduğu varsayımına dayalı, ortalama eğilimi gösteriyor. Halbuki ortalama hadisenin çok renkliliğini anlamamızı zorlaştırıyor. Türkiye’de tek bir özel sektör yok. Tek bir firma türü yok. İrili ufaklı birçok firma var.

Bir yanda başlangıçta örnek verdiğim hazır giyim firması sahibi gibi olgun şirketler var. Onlar zaten kendi finansmanlarını yurt dışından temin ediyor, kendi işlerini kendileri görüyor, burada düzenlemeler maliyeti artırıyorsa faaliyetlerini başka ülkelere bile aktarabiliyorlar. Olgun, görece, Türkiye çapında, büyük firmalar, bir nevi.

Bunun dışında, KOBİ’ler var, küçük ve orta ölçekli işletmeler. Bir de mikro işletmeler var. Onlar iyice yerel. Bunların ihracat yapanları, başka firmaların tedarik zincirleri içinde yer alıyorlar. Bazıları hiç ihracatla uğraşmıyor.

Bir de bunların dışında ülkede kurulan birçok “start-up” var. Bunlar teknoloji alanında faaliyet gösteren, yatırım alan, umut vaat eden yeni kurulan işletmeler.  Çok renkli dediğim bu işte. Politika tasarlarken işte bu çok renkliliği de dikkate almak gerekiyor. Verimlilik deyince ortalama bir şirketin verimliliğine değil, her bir şirket türünün performansına ayrı ayrı bakmakta fayda var.

OECD çalışmaları bize Türkiye’de Avrupa’daki muadillerinin rekabet gücüne sahip olgun firmalarla, verimsiz KOBİ’lerin birlikte aynı ortamda faaliyet gösterdiklerini ortaya koymuştu geçmişte. Şimdi bu farklı firma tiplerinin ülkenin neresinde ne iş yaptıklarını ve ne kadar verimli çalıştıklarını haritalamak gerekiyor doğrusu. Ondan sonra hem ulusal düzeyde hem de yerel kalkınma programı çerçevesinde ne yapılması gerektiğine, politika önerilerine bakmak mümkün olabilir.

Yıkmak kolay, yapmak vakit alır demiştim. Bu çerçevede, yapısal reform tasarlamak öyle şıpın işi halledilebilecek bir iş değil doğrusu. Öncelikle farklılıkların farkına varmak gerekiyor.

Aynı mesela deprem sonrasında olduğu gibi. 1999 Gölcük depremi öncelikle olgun şirketlerimizin yoğun olduğu bir bölgeyi vurmuştu. Kurtarma çalışmalarından sonraki toparlanma sürecine şirketlerimiz kendi problemlerini kendileri çözebildiler.

Ama Kahramanmaraş daha çok KOBİ’lerin, Adıyaman mikro işletmelerin yoğun olduğu bölgelerdi. Kurtarma çalışmalarından toparlanma hızına bölgenin şirket tipi nedeniyle hadise Gölcük gibi olmadı.

Bugün “dün yediğimiz hurmalar” nedeniyle katlanmak zorunda kaldığımız enflasyonla mücadele ve toparlanma sürecinde de şirketlerimiz için tek tip çözüm yok. Kur nedeniyle ihracatta rekabet gücünü kaybetme ihtimali ile karşılaşan firmalara nasıl bir geçici destek sağlayabileceğimizi düşünebiliriz. Ama bu arada Türk sanayiinin verimlilik sorununu, yeşil dönüşüm sürecinde nasıl ele alacağımıza da bakmak durumundayız. İklim değişikliği ile ürün standartları değişirken, bu değişime uyum sağlamak için şirketlere sağlanacak desteklerin verimlilik üzerindeki etkisini süreci tasarlarken şimdiden düşünmek son derece önemli olacak.

Yoksa bakın rakamlar ortada. Amerikan doları cinsinden cari milli gelire göre ülkelerin ekonomilerini büyüklük sırasına koysak, 2022’de Türkiye dünyanın on dokuzuncu (19) büyük ekonomisi.  Ürün ve Pazar çeşitliliğinde neredeyse bir numara. Ama gelin görün ki, Dünya Bankası(*) hesaplamalarına göre ileri teknolojili ihracatın toplam ihracata oranında aynı yıl Türkiye’nin dünya sıralamasındaki yeri elli yedincilik (57). 19 nere 57 nere?

Şekil 2. Yüksek teknoloji ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı, %, 2022


Kaynak: Dünya Bankası, TEPAV hesaplamaları, TEPAV görselleştirmeleri

Not: İhracat verileri Dünya Bankası tarafından SITC rev.4 sınıflandırmasına göre hesaplanmıştır.

Tüm Türkiye, Ankara’nın performansını yakalasa, ileri teknolojili ihracatın toplam ihracat içindeki payı TÜİK hesabındaki Türkiye ortalaması gibi yüzde 2,7(**) değil de Ankara gibi yüzde 13 olsa Türkiye Meksika, Macaristan gibi ilk onda yer alabilirdi mesela.

Çok işimiz var çok. Ama unutmayın, yapmak asla yıkmak kadar kolay değildir. Zaman ister, düşünmek gerektirir.

********************

(*)Dış ticaret verileri Dünya Bankası tarafından SITC rev.4 sınıflandırılması kullanılarak hesaplanmıştır.

(**)Dış ticaret verileri TÜİK tarafından SITC rev.3 sınıflandırılması kullanılarak hesaplanmıştır.

Güven Sak-Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.