Connect with us

EKONOMİ

Güldem Atabay: Şu “cari fazlayla fiyat istikrarı” iddiasını biraz deşelim mi?

Yayınlanma:

|

Aslında bu bir evrim süreci.

Her şey yurtiçi tüketimle yüksek büyüme yaratma fantezisi içinde dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın Mayıs 2020’den öteye ilginçleşen içtihatlarıyla başladı.  O zamanki söylem faizi düşürerek de TL’nin değer kazanacağı, düşen faizin kredileri patlamasıyla başta konut olmak üzere talebin Türkiye ekonomisinin bilmem kaçıncı kez şahlandıracağı yönündeydi.

Albayrak’ın dedikleri gerçekleşir gibi oldu.  Saadet dolu birkaç ayın ardından merkez bankasının döviz rezervlerinden 128 milyar doların piyasadan gizlenmeye çalışılarak TL’yi yapay olarak baskılamak için kamu bankaları marifetiyle satıldığı ortaya çıkıverdi. Swaplar hariç net fx rezervler banka tarihinde görülmemiş şekilde -57 milyar dolara inmişti. TL’nin değer kaybının hızlandığı bu süreçte Bakan Albayrak affını isteyerek sahneden çekilmek zorunda kaldı.  Biatla para politikası yönetmeye çalışan dönemin merkez bankası başkanı Uysal da eş zamanlı olarak koltuğundan oldu.

Ancak hemen öncesinde Albayrak Ahmet Hakan’la CNNTürk’te hafızalardan silinemeyecek bir söyleşiye imza attı.  Albayrak röportajında daha fazla satacak döviz rezerv kalmaması üzerine, rekabetçi kur kavramını ileriye sürdü.

“Önemli olan kurun seviyesi değil rekabetçi olup olmamasıdır. Türkiye tarihinde ilk defa rekabetçi bir kur düzeyiyle, ekonomisini dönüştürecek bir yapıya da kavuştu.

Biz tam tersine diyoruz ki, turizmin gelmesi için, ihracatçı için benim para birimim daha cazip, daha rekabetçi olsun. O dönemler bitti. Bir ara ‘bir lira, bir dolarcılar’ vardı. Matematiğe aykırıdır. Bugün bu eleştirileri yapanların birçoğu reel iktisat noktasında bu eleştirilerin hiçbirini de yapmayan insanlar.”

Ahmet Hakan’ın soru sorma yetkisi olmadığı için, o söyleşide Sayın Bakan’a “o zaman neden döviz rezervlerini dibine kadar satıp hatta eksiye geçirerek TL’yi 6,80 civarı tutmaya çalıştınız?” diyemedi.  Bu soruyu soran ekonomistler ise ne Albayrak’tan ne de sonrasında görev alanlardan gerçek bir cevap alamadı.

Ardından TCMB’deki Ağbal dönemi, doğru işlerle TL’nin değer kazandığı , bu sayede vaat ettiği reformları yapması için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a zaman kazandırdığı ve muhtemelen yükselme eğilimindeki enflasyonu 2021 ikinci yarısında sakinleştirecek bir dönem olacaktı ki…  Yine Erdoğan’ın müdahalesi ile sona erdirildi. Ne hukuk reformu geldi ne ekonomi reformu.  Zaten gelmemeleri de sürpriz değildi.

Devrimcilik iddialarının çokomelle karıştığı işte bu Albayrak-Hakan söyleşi, bugün faiz indirmek için göreve getirilen merkez bankası başkanı Kavcıoğlu’nun “cari fazla ile fiyat istikrarı yakalamak” temalı altı boş söylemine evrildi.

Evrilmek zorunda kaldı çünkü artık yanlış ekonomi politikaları ile tüketilen rezervlerden sonra elde geriye kalan tek gerçek aşırı zayıf TL idi.  Bundan bir başarı öyküsü çıkartırken faizlerin seçimlere doğru yüksek seyretmesinin de önü kesilmeliydi.

Bu zihni-sinir projeye destek verenlerin aklına tabi Ağbal dönemini doğru adımlarla desteklemek, böylece hem enflasyonu hem faizleri beraber düşürmek, bol para dönemi devam ederken tam da pandemi çıkışı heyecanında doğru iş yaparak sermaye için cazibe merkezi olmak gibi bir yol gelmedi. Geldiyse de tercih edilmedi.  Albayrak’ın o unutulmaz söyleşisinde söylediği gibi “aykırı çocuk” olmanın ergenlere özgü hazzı sonuçları ne olursa olsun devam ettirildi.

2021’in ikinci ve üçüncü çeyrekleri para politikasında Kavcıoğlu’nun Ağbal’ın icraatları sayesinde zaman kazanarak spotlar altından uzak kalmayı başardığı bir dönem olsa da enflasyon halen yükselme eğilimindeyken “emir demiri keser” yaklaşımıyla faiz indirme telaşı bugün TL/doları 10,00 seviyesine taşıdı. Çünkü dünyada hızla artan enflasyona merkez bankaları para politikasını sıkılaştırma adımları ile cevap verirken, %20 resmi enflasyona rapmen politika faizini %16’ya indiren TCMB üç maymunu oynamayı kullanışlı bulmakta.

Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Elvan’ın daha bugün “Piyasa faizlerinde, varlık fiyatlarında, döviz kurunda ve beklentilerde yaşanan hareketliliğin farkındayız. Dövizin “kasıtlı” olarak yükseltildiği, ihracatı desteklemek amacıyla, yüksek döviz kuru hedeflediğimiz doğru değil” sözleri ise sadece bir tebessüm yaratmaktan öteye geçmedi.

Keza son enflasyon raporu sunumunda Kavcıoğlu baklayı ağzından çıkarıp “Kalıcı fiyat istikrarı cari fazla verilince sağlanacaktır; cari denge ile kur da dengeye gelecektir” deyivermişti.

Dün açıklanan eylül ödemeler dengesi içinden birkaç kalemi ön plana çıkaralım o zaman.

Bir tanesi elbette ağustos ve eylül aylarında toplam 2,5 milyar dolar cari fazla verilmesine rağmen söz konusu iki ayda TL’nin dolara karşı %6 değer kaybetmiş olması.  TL’deki değer kaybı Ağustos’tan bu yanaysa %18,3.

Bir diğer vurgulanması gereken de son 12 ayda cari açık seviyesinin 28,8 milyar dolardan 18,4 milyar dolara küçülmesine rağmen, TL’nin dolara karşı sene başından bu yana değer kaybının %33,6 oluşu.

Cari açığın 12 aylık seviyede yavaşladığı, son iki ay artıya döndüğü bu süreçte TL’nin değer kaybı artmış kısacası. İki ayda verilen cari fazla TL’nin durulmasına yol açmadığı gibi, değer kaybının devam etmesini yavaşlatamamış bile.

Cari denge içinde eksiden fazlaya dönüşün hikayesi de önemli.

Düzelmenin içinde turizm sektör gelirlerinin 2020 Eylül’deki 11,9 milyar dolardan normalleşmeye doğru gidildikçe 16,8 milyar dolara çıkması ve 4,6 milyar dolar artması bunun önemli kısmı.  Geçen seneye kıyasla cari açığı daraltan önemli bir etken elbette. Fakat turist sayısı 2019’un toplamının ancak yarısını biraz geçmiş durumda ilk 9 aylık veri içinde.  Düşük TL turist akımı yaratmamış; ancak bunu halen pandemi ile ilişkilendirmek daha doğru.

İhracat artışının payı da yadsınamaz.  Fakat, ihracatta ilk 9 ayda elde edilen %36 büyümeye karşılık ithalat artışının %23’te kalmasının, parasal olmayan altın ithalatının aynı dönemde %74 daralmasının katkısı dikkat çekici. Bu kalemde son yıllarda izlenen artış kadar azalmanın da arkası, Türkiye’nin dış politikası ile ilgili oldukça karmaşık bir konu. Özellikle ABD’deki Halkbank davası düşünüldüğünde.

Diğer yandan, Türkiye pandemi döneminde ihracat açısından Avrupa pazarına yakınlığı ile Çin kaynaklı tedarik sorunlarının kazananlarından oldu.  TL’deki değer kaybı ve eriyen işgücü maliyetleri de bu ivmenin arkasındaki nedenler.  Fakat, bir yandan asgari ücrette düzeltme gereği ve çalışmaları, bir yandan muhtemelen Çin kaynaklı tedarik sorunlarının 2022 ötesinde büyük ölçüde aşılacağı beklentisi; Türkiye’nin parlayan ihracat performansının sürdürülebilirliği hakkında herkesi düşündürmeli. Çünkü ihracat “ivmesinin” ardında ne verimlilik artışı yatmakta ne de inovatif bir değişim.

Öte yandan TÜİK’in bu hafta açıkladığı dış ticaret hadlerinin hikayesi de çok önemli. Eylül ayında ihracat birim değer endeksi %11,8, ihracat miktar endeksi ise %16,3 ararken, ithalat birim değer endeksi %23,4 artmasına karşın ithalat miktar endeksi % 9,2 azalmış durumda.  Bu verilere göre de Türkiye’nin “dış ticaret hadleri” 88,4’e gerilemiş oluyor.  Kısaca, yurtdışına daha fazla mal satıyoruz ama mallarımızı daha ucuza satıyoruz; yurtdışından daha az mal alıyoruz ve bunda daha çok döviz ödüyoruz. Güzel bir birleşim değil.

Son olarak da yılın ilk 9 ayında kaydedilen cari işlemler açığı olan 11,7 milyar dolara karşılık finansman tarafı içinde “net hata ve noksan” kaleminden (kaynağı belirsiz döviz) girişlerin 13,5 milyar dolar gibi inanılmaz bir seviyede oluşu dikkat çekmeyecek gibi değil.  Son 12 ayda oluşan 18,4 milyar dolar cari açığın 16,7 milyar doları net hata ve noksan kaleminden finanse edilmiş.  Bu anormal bir duruma işaret ediyor.

Tüm bunlara bakınca kalitesiz finansmanla kapanan cari açığın cari fazlaya dönmesi döviz biriktirerek TL’yi istikrara kavuşturmadığı gibi, fiyat istikrarı ile konunun uzaktan yakından bir bağı olmadığı gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Eski Bakan Albayrak’ın rekabetçi kurun ihracat ve turizmi coşturacağı söylemi, TCMB Başkanı Kavcıoğlu’nun cari fazla ile fiyat istikrarına ulaşacağı hayalleri, yeni Bakan Elvan’ın zayıf kur hedefi olmadığını söylediği gün TL/dolar’ın 9,99’a ulaşması…

Bu sözler havada bile iz bırakmadan uçuşurken, gerçek, güvenilir ve omurgası olan bir ekonomi politikası aramaya devam ediyoruz.

paraanaliz.com

Okumaya devam et

EKONOMİ

HÜRMÜZ BOĞAZI KAPANIRSA NE OLUR?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Dünya enerji güvenliğinin kalbinde yer alan Hürmüz Boğazı, küresel ticaretin ve petrol taşımacılığının en kritik geçitlerinden biridir. Ancak bu boğazın geçici dahi olsa kapanması, sadece bölgeyi değil, tüm dünya ekonomisini derinden etkileyebilecek bir kriz senaryosudur. Bu yazıda, Hürmüz Boğazı’nın önemi ve kapanmasının olası sonuçları detaylı bir şekilde incelenmektedir.

HÜRMÜZ BOĞAZI’NIN STRATEJİK ÖNEMİ

Hürmüz Boğazı, İran ile Umman arasında yer alır ve Basra Körfezi’ni Umman Denizi’ne bağlar.
Bu dar geçit, dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt, İran, BAE ve Katar’ın deniz yoluyla petrol ve doğalgaz ihracatında tek çıkış kapısı niteliğindedir.

  • Günlük yaklaşık 17-20 milyon varil petrol bu boğazdan taşınmaktadır.

  • Bu miktar, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’sine denk gelir.

  • Ayrıca Katar’ın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ihracatının da büyük bölümü bu yoldan geçer.

ENERJİ VE EKONOMİK SONUÇLARI

1. Petrol Fiyatlarında Şok Artış

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, arz şokuna yol açar.

  • Petrol fiyatları birkaç gün içinde 150-200 dolar/varil seviyelerine çıkabilir.

  • Enerji ithalatçısı ülkelerde enflasyonist baskılar oluşur.

  • Üretim maliyetleri artar, ekonomiler yavaşlar, stagflasyon riski doğar.

2. Küresel Tedarik Zincirinin Bozulması

  • Asya, Avrupa ve ABD’ye enerji taşıyan petrol tankerleri seferlerini durdurmak zorunda kalır.

  • Enerjiye bağımlı endüstriler (otomotiv, plastik, gübre vb.) ağır darbe alır.

  • Alternatif boru hatları kapasite olarak yetersizdir.

JEOPOLİTİK VE ASKERİ SONUÇLARI

1. ABD-İran Gerilimi Zirveye Çıkar

İran’ın boğazı kapatma tehdidi veya fiilî kapatma girişimi, ABD ve müttefiklerinin askerî karşılık verme ihtimalini doğurur.
Bölgedeki ABD Donanması’nın varlığı bu senaryo için hazırdır.

2. İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri Tetikte Olur

İran’ın bu hamlesi bölge ülkeleri tarafından ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirilir.
Silahlanma hızlanır, bölgesel çatışma riski artar.

3. Askerî Müdahale ve Savaş Riski

Deniz yolunun açık tutulması için ABD önderliğinde çok uluslu bir askerî müdahale gündeme gelebilir.
Bu durum petrol bölgelerinde bombalamalara, deniz trafiğinin askıya alınmasına neden olabilir.

Irak Dışişleri Bakanı'ndan “Hürmüz Boğazı kapanırsa küresel enerji  piyasasında kriz çıkar” uyarısı

ALTERNATİF ENERJİ ROTALARI VAR MI?

  • Suudi Arabistan ve BAE, bazı petrolünü Hürmüz dışındaki boru hatlarıyla taşıyabilir.
    Ancak bu yolların kapasitesi sınırlı ve tüm ihracatı karşılamaktan uzaktır.

  • Katar LNG’si içinse alternatif güzergâh neredeyse yoktur.

TÜRKİYE’YE ETKİSİ NE OLUR?

  • Türkiye enerji ithalatının büyük kısmını bu bölgelerden sağlamaktadır.

  • Fiyatlar arttığında Türkiye’nin enerji faturası büyür → cari açık artar.

  • Bu durum TL üzerinde baskı oluşturur, enflasyon hızlanır.

Hürmüz Boğazı’nın kapanması, sadece bölgesel değil, küresel bir kriz anlamına gelir. Petrol ve gaz piyasasında arz şoku yaratır, küresel ekonomiyi durma noktasına getirebilir. Jeopolitik gerilimlerin zirveye çıktığı bir ortamda bu boğazın güvenliği, dünya düzeni açısından kırılma noktasıdır.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.