Connect with us

EKONOMİ

Prof. Dr. İzzettin ÖNDER : Faiz-döviz sarmalı

Merkez Bankası emme-basma tulumba gibi çalışarak, toplumun bir kesimini, diğer aleyhine, zenginleştirmektedir. Üstelik de Banka bu işlemleri çok ciddi varlık kaybı pahasına yapmaktadır. Sizce bu sürçte bir mantık var mıdır? Evet, vardır: birileri (kimler!) zenginleştirilmek istenmektedir, hem de ülke derin bir krize sürüklenirken.

Yayınlanma:

|

Ters yönde hareket eden faiz ve döviz hareketliliği toplumu yoksullaştırırken, bu yapılanma üzerine siyasi çevrenin farklı ve gizemli bir trapez oyunu kurduğu düşünülebilir, aksi halde Merkez Bankası’na faizleri baskılama emri verilmez ve döviz kurları belirli bir düzeyde tutulabilirdi. Bu durum, yaşanan sürecin bir tür siyasi manevra olduğu gibi bir izlenim bırakıyor. O halde, görünür haliyle anlaşılabilir olmayan sürecin önce görünür yüzünü kısaca görelim, ikinci aşamada da görünmeyen yüzü hakkında, kimi çevrelerden komplo yapılıyor suçlamalarına rağmen, bazı şeyler söylemeye çalışayım.

Uygulanan politikanın görünen yüzü, maalesef, hiçbir teoriye uymadığı gibi, akılcı bir yanı da yoktur. Şöyle ki, ülkelerin daimi olarak borçla değil de, ihracat gelirleri ile cari dengesini sağlamaya çalışması çok doğru bir politikadır. Bu politikayı ilk kez dillendiren Özal olmuştur. Ne var ki, Özal ihracatın gerektiği kadar yükseltilemediğini gördükten sonra ünlü sıcak para operasyonunun yolunu açmaya mecbur kalmıştır. Sıcak para öylesine afyon bağışıklığı yapar ki, hemen hiçbir iktidar sorunsuz olarak bu bağışıklıktan ekonomiyi kurtaramaz. Bu açıdan baktığımızda AKP’nin son politikasını, söylem bazında alkışlayabiliriz. Ancak, bu yola girmeye çalıştığı görülen AKP, geçtiğimiz ondokuz yılı faizcilerin ekmeğine hem de an kalınından kaymak sürme politikasını uygulamıştır. Merkez Bankası’nın kaybolan dövizlerine ilaveten, halen Banka’nın varlığı eksilerde seyrederken, faiz indirimi, yangına körükle gitmekten farksızdır. Üstelik böyle bir politikanın başarı şansı çok uzun süre ve ısrarlı şekilde ekonomin alt yapısının güçlendirilmiş olmasını ve politika esnasında mağdur olacakların da sosyal korumaya alınması önlemlerinin geliştirilmesini gerektirir. Bunların hiçbirine başvurulmadan, bir gecede uygulamaya koyulan bir politikanın ekonomiyi sıcak para afyonundan kurtarma gibi bir ulvi amacı olmadan, ekonomiyi buralara sürükleyeceği çok açıktı. O zaman meseleyi biraz deşelim ve hiç çekinmeden komplo yapalım.

Madem komplo yapıyoruz, bu durumda tek senaryo üzerinde durmayıp, birkaç senaryo alanında gezinmemiz gerekiyor. Birinci senaryomuz, AKP iktidarının erken seçim yoluyla beka sorununu çözmeye çalışmasıdır. Bu senaryonun şu şekilde çalıştırılacağı düşünülebilir. Merkez Bankası’nın faiz indiriminin sonucunda kurlar yükselecektir. Yükselen kurlar, ihracat ürünlerinin girdi maliyetlerini yükseltmekle beraber, bir miktar ihracata destek sağlayabilir. Ancak, yükselen ihracat teknoloji ağırlıklı olmayacağı gibi, gerekli ithalatın yapılamaması ya da yüksek kurdan yapılması nedeniyle ağırlıklı olarak tekstil, seramik vb gibi geleneksel ve pahada hafif yükte ağır ürünlere yönelebilir. Bu durum geçici olarak cari açığın azalmasına, hatta kapatılmasına dahi yol açıyor olmakla beraber, olumlu olarak görülebilecek bu durum ekonomin yapısı itibariyle fazla sağlık göstergesi olarak alınamaz. Ne var ki, halkın geneli ihracat patolojisini algılayamayacağı gibi, trollerin yayınlarıyla politikayı bu yönü ile başarılı olarak görebilir. Diğer yandan, ülkede genel yoksullaşma yaşanırken, pandemi nedeniyle yaşanan genel işsizlik ve işten çıkarmalar yanında yeni politikalarla yaşananlar fazla keskin algılanmaz, diye düşünülmüş olabilir. Böyle bir politika uzun süre sürdürülemez. Zaten sürdürülmesi de, bence, düşünülmemektedir. Zira amaç gerçekçi ve kalıcı bir politika üretmek olmayıp, halka kadar indirilmesi başarılmış “erken seçim” söyleminin üstünün kapatılması ya da anketlerin olumlu görüldüğü koşulda baskın seçime gidilmesi olabilir. Seçimden sonra hangi parti işbaşına gelirse duruma bakılır düşüncesi burada başat oldu gibi gözüküyor.

Ancak bu politika gerçekleşir ya da gerçekleşmez, fakat unutulmamalıdır ki, kesinlikle şu sonuç oluşur. Karşı çıkılan faiz lobisi de bu süreçte kendi payına düşen rolü oynamakta ve ülke kaybetmektedir. Faiz lobisi yüksek faizi dayatırken yüksek gelir elde etme amacını güdüyordu. Uygulanan politika ile bu yol kapandı ise, fiyatlar yükselirken varlıkların sermaye değerleri geriler ve ucuz değerle el değişimine konu olabilir. Bir zamanlar özelleştirme ile değerli varlıklarımız yerli ve yabancı sermayeye yok pahasına devredilirken, şimdi de ucuzlamış varlık değerleri ile kuruluşlarımız yabancılaştırılmakta ya da sermaye devri gerçekleştirilmektedir. Yabancı sermaye yanında hangi yerli sermayenin yer alacağı da, herhalde her şeyi denetim altına alma çabası içindeki AKP denetiminden ve gözetiminden uzak olmayacaktır. Oyunun her aşamasının merkezin denetiminden geçtiği bir siyaset sisteminde piyasanın kendi kuralı ile işlemesi beklenmemelidir. Kısacası, faiz yolu ile yüksek gelir elde edemeyen faiz lobisi niçin öteden beri göz koydukları değerli kuruluşlara ortak olarak girmesin ki! Böylece, her alanda altını tahkim etmeyi amaçlamış AKP, sermayenin el değiştirmesi yoluyla mevcut yandaş sermaye alt-yapısına yenilerini katmakla daha güçlü olmuş olmaz mı? Halkın yoksullaşması, ya da bir yanda azalan sayıda multimilyonerler, diğer yanda da giderek kabaran sayıda yoksullaşan halk kesimi karşısında nasıl bir politika izlenmelidir konusu ise, siyaset-diyanet işbirliği içinde götürülebilir. Siyaset-diyanet işbirliğine ilaveten, her ne kadar reel gelir düzeyi 380 dolardan 275 dolara düşüldü ise de, yüzde elli olarak dillendirilen ve bizzat Cumhurbaşkanı ağzı ile ifade dilen asgari ücret, hele de üzerindeki gelir vergisi ve damga resminin kaldırılması, bazı çevreler tarafından bir tür sevinç kaynağı oluşturmaz mı? Belki de, yakın gelecekte EYT gurubuna ve benzer diğer guruplara da bir parmak bal ya da vaatle ikna yoluna gidilir, anketler de biraz yüzlere gülerse, örgütün bekasını sağlayacak seçim hiç uzak olmayabilir.

Bu süreçler yaşanırken dikkat edilirse, Merkez Bankası durmadan dövize müdahale ediyor, fakat ne hikmetse döviz bir düşüyor, fakat iki kalkıyor. İktisat kuralına hiçbir yerde uyulmadığı gibi, burada da ne hikmetse uyulmuyor. İktisatçılar çok iyi bilir ki, al-sat sahtekârlığı ile mevduat mevduatınıza bağlı olarak oldukça kazançlı olabilirsiniz. Burada Merkez Bankası’nın uyması gereken kural şudur: eğer kurlar bazı geçici sebeplerden dolayı yükselmiş ise, piyasaya döviz sürülerek denge fiyatının oluşturulmasına çalışılır. Fakat eğer kur yükselişi ani ve tempolu ise, Merkez Bankası’nın müdahale sonucu geçici olur ve Banka ciddi rezerv kaybına uğrar. Şimdi, değerli dostlar, ne oluyor: Banka müdahale ediyor, kur biraz düşüyor, ama derhal yine çıkıyor. Bu arada Merkez Bankası, zaten kendisine ait olmayan kaynaklarda ciddi kayba uğruyor. Şimdi, diyelim ki çok iyi bir oyuncusunuz ya da içeriden bilgi alabiliyorsunuz, Merkez Bankası müdahale öncesi yabancı paranızı liraya çevirip, kur gerilediğinde derhal düşük kurdan döviz aldıktan sonra kur yükselirken zenginleşmez misiniz? Bu oyunu yüksek miktar paralarla yaparsanız belki de saatler içinde milyonlarınıza milyon katabilirsiniz. En basit makro ya da para kitabında yer alan bu süreci bu işleri yöneten yüksek âlimler(!) bilmiyor olabilir mi? Bu şu demektir: Merkez Bankası emme-basma tulumba gibi çalışarak, toplumun bir kesimini, diğer aleyhine, zenginleştirmektedir. Üstelik de Banka bu işlemleri çok ciddi varlık kaybı pahasına yapmaktadır. Sizce bu sürçte bir mantık var mıdır? Evet, vardır: birileri (kimler!) zenginleştirilmek istenmektedir, hem de ülke derin bir krize sürüklenirken.

Değerli dostlar, emek sömürüldüğünü idrak edip, siyasi kararlarını ona göre vermedikçe, asgari ücret de erir, ülke de krizden krize sürüklenirken, birileri servetine servet katar, emperyalistler de varlıklarımızı ele geçirerek, başta İstanbul olmak üzere, ikametgâhları ile ülkemizi işgal eder. İşgaller her zaman asker ve silahla olmaz, fark edilemez şekilde, ticaretle, yap-işlet-devret ya da kamu–özel ortaklığıyla, yani teknik ve kibar(!) adıyla “yönetişim” sistemi uygulamalarıyla önce ülke soyulur, ikinci aşamada da fiilen işgal edilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

İsrail-İran Savaşının Türkiye’ye Etkileri

Yayınlanma:

|

İsrail ile İran arasında çıkabilecek uzun süreli bir savaş, sadece çatışmanın merkezindeki ülkeleri değil, çevre ülkeleri ve küresel sistemi de etkileme potansiyeline sahiptir. Türkiye, jeopolitik konumu, enerji bağımlılığı, ekonomik yapısı ve diplomatik ağı nedeniyle bu savaşın en çok etkilenecek ülkelerinden biri olacaktır.

Bu analiz, savaşın Türkiye’ye olası etkilerini altı temel başlık altında ele almaktadır:

1. 🛢️ Enerji ve Ekonomi Üzerindeki Etkiler

İran’ın enerji üretimi ve Hürmüz Boğazı’nın kontrolü, küresel petrol ve doğal gaz arzı için kritik önemdedir. Savaşın bu hattı etkilemesi durumunda:

  • Enerji fiyatlarında sert artış yaşanacaktır. Türkiye’nin petrol ve doğal gazda yüksek dışa bağımlılığı, enerji ithalat faturasını şişirecek, cari açık büyüyecektir.

  • Enflasyonist baskı artar. Akaryakıt ve üretim maliyetlerinin yükselmesi, gıda ve temel tüketim ürünlerinde zincirleme fiyat artışına neden olur.

  • Sanayi ve ulaşım sektörlerinde maliyet artışıyla birlikte tüketici harcamalarında daralma görülebilir.

2. ⚖️ Jeopolitik Denge ve Dış Politika Baskısı

Türkiye, Batı bloku (NATO-ABD) ile İslam dünyası arasında denge kurmaya çalışan bir dış politika izlemektedir. Savaş derinleşirse:

  • Çift yönlü baskı oluşur. ABD, Türkiye’den İsrail lehine daha net bir pozisyon almasını bekleyebilirken; iç kamuoyu ve İslam ülkeleri Filistin-İran eksenine daha yakın bir tavır talep edebilir.

  • Denge politikası zorlaşır. Türkiye, arabulucu rolünü korumak isterken tarafsızlığını da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.

3. 🤝 Diplomasi ve Göç Yönetimi

Savaş bölgesine yakın olan Türkiye, bölgedeki göç hareketlerinden doğrudan etkilenebilir.

  • Yeni mülteci dalgası riski doğar. İran, Irak ve Suriye’deki çatışma ve insani krizler nedeniyle Türkiye sınırlarına yeni göç baskıları oluşabilir.

  • İç politikada göç tartışmaları artar. Halihazırda Suriyeli göçmenler konusunda hassas olan kamuoyunda yeni bir göç dalgası sosyal ve siyasi gerilimlere yol açabilir.

4. 🛡️ Güvenlik ve Askeri Riskler

Savaş, bölgedeki tüm askeri dengeleri etkileyebilir ve Türkiye’nin güvenlik ortamını doğrudan sarsabilir.

  • Sınır ötesi gerginlikler: Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki operasyon bölgelerinde İran yanlısı milis gruplarla sıcak temas ihtimali artar.

  • Terör riski ve iç güvenlik tehditleri: İran destekli yapıların Türkiye içinde veya sınır hattında provokatif eylemlere yönelmesi riski oluşur.

5. 📉 Finansal Piyasalara Etkisi

Savaş ortamı, küresel finansal piyasalarda risk algısını artırır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bu dalgalanmalardan doğrudan etkilenir.

  • Borsa İstanbul’da dalgalanma görülür. Yabancı yatırımcıların riskten kaçışı, Borsa İstanbul’da satış baskısını artırabilir.

  • Döviz kurları ve altın fiyatları artabilir. TL üzerindeki baskı artar; bireyler ve yatırımcılar güvenli liman olarak döviz ve altına yönelir.

6. 🚢 Ticaret ve Sanayiye Etkisi

Türkiye’nin Orta Doğu ve Orta Asya’ya olan ticareti, savaş nedeniyle sekteye uğrayabilir.

  • Dış ticaret yollarında sorun: İran ve Irak güzergâhlarında güvenlik riskleri, lojistik maliyetleri artırır.

  • İhracatçı üreticiler zarar görür. Özellikle makine, inşaat, tekstil ve otomotiv yan sanayi sektörleri sipariş iptalleri ve pazar kaybı riskiyle karşı karşıya kalır.

Sonuç: Türkiye Çok Boyutlu Riskle Karşı Karşıya

İsrail-İran savaşının uzun sürmesi; ekonomi, dış politika, güvenlik, diplomasi ve toplumsal alanlarda zincirleme etkiler yaratır. Türkiye bu süreci, enerji stratejilerini gözden geçirerek, iç güvenlik politikalarını güçlendirerek ve diplomatik dengesini koruyarak yönetmek zorunda kalacaktır.

www.bankavitrini.com


Yayın Notu: Bu analiz www.bankavitrini.com için hazırlanmıştır.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Kriz Yönetiminde Yeni Yöntemler: Dijital Çağın Dinamikleriyle Uyumlu Stratejiler

Yayınlanma:

|

Kriz, bir şirketin itibarını, finansal yapısını ve operasyonel devamlılığını tehdit eden olağanüstü bir durumdur. Ancak artık krizler sadece doğal afet, ürün hatası ya da skandallardan ibaret değil; dijital linçler, sosyal medya kampanyaları ve siber saldırılar da modern kriz tanımının bir parçası haline gelmiştir.

Bu bağlamda kriz yönetimi, geleneksel yöntemlerin ötesine geçerek çok boyutlu, hızlı ve veri odaklı bir yapıya dönüşmüştür. İşte yeni nesil kriz yönetimi yaklaşımları:

1. Gerçek Zamanlı İzleme ve Erken Uyarı Sistemleri

Artık krizleri tahmin etmek ve erken müdahale etmek mümkündür. Sosyal medya dinleme araçları sayesinde olası bir krizin sinyalleri önceden yakalanabilir. Bu araçlar kullanıcı şikayetlerini, anahtar kelimeleri ve duygu analizlerini anlık olarak takip ederek alarm verir.

2. Senaryo Tabanlı Simülasyonlar ile Hazırlık

Başarılı kurumlar, olası kriz senaryolarını önceden simüle ederek kriz anında hangi adımları atacaklarını netleştiriyor. Ürün geri çağırma, siber saldırı veya itibar krizleri gibi olaylara karşı önceden denenmiş çözümler hazır tutuluyor.

3. Çok Paydaşlı İletişim Yönetimi

Krizler yalnızca kamuoyu ile değil, çalışanlar, yatırımcılar, müşteriler ve resmi kurumlar gibi çok sayıda paydaşla da doğru iletişimi gerektirir. Her paydaş grubu için özel mesajlar, farklı iletişim kanallarıyla sunulmalıdır.

4. Veri Odaklı Karar Verme Süreçleri

Kriz anında refleksle değil, veriye dayalı stratejiyle hareket etmek hayati önem taşır. Sosyal medya verileri, müşteri geri bildirimleri, kriz yayılma analitiği gibi göstergelerle doğru adımlar belirlenebilir.

5. Dijital Kriz Müdahale Ekipleri

Geleneksel kriz masaları yerini artık dijital kriz ekiplerine bırakıyor. Özellikle sosyal medya krizlerinde, deneyimli ekipler anında devreye girerek içerik üretimi, yorum yönetimi ve doğru bilgilendirme ile süreci kontrol altında tutuyor.

6. Şeffaflık ve Samimi İletişim Dili

Geleneksel kriz iletişimi genellikle soğuk, resmi bir dille yürütülürdü. Ancak günümüzde tüketici daha empatik, samimi ve içten bir yaklaşım bekliyor. CEO açıklamaları, kısa videolar ve açıklayıcı infografikler daha fazla etki yaratıyor.

7. Kurum İçi Kriz Eğitimleri

Kriz yönetimi sadece yönetime değil, tüm çalışanlara aittir. Bu nedenle özellikle ön cephede görev yapan çalışanlara kriz anında nasıl davranmaları gerektiği eğitilmelidir. Kriz bilinci, kurum kültürünün bir parçası haline getirilmelidir.

8. Kriz Sonrası Rehabilitasyon Planları

Kriz atlansa bile etkisi devam eder. İtibar kaybı, müşteri güveni ve çalışan motivasyonu gibi konularda kriz sonrası rehabilitasyon süreci başlatılmalı; iletişim kampanyaları, itibar onarma projeleri ve iç iletişim aksiyonları devreye alınmalıdır.

9. Siber Güvenlik Odağında Kriz Hazırlığı

Dijitalleşmenin getirdiği en büyük risklerden biri de siber saldırılardır. Kurumlar, sadece BT birimlerinin değil tüm organizasyonun siber krizlere hazırlıklı olması için yeni stratejiler geliştiriyor.

10. Kurumsal Hafıza ve Öğrenen Organizasyon Yaklaşımı

Her kriz, gelecekteki krizler için bir öğrenme fırsatıdır. Kriz sonrasında detaylı analiz yapılmalı, neyin işe yaradığı ve neyin işe yaramadığı kayıt altına alınmalı ve bu bilgiler kurumsal hafızaya entegre edilmelidir.

Krizler Kaçınılmaz, Yönetim Şekli Tercih Meselesidir

Krizlerin ne zaman çıkacağını kestirmek zor olabilir; ancak nasıl yönetileceği tamamen kurumsal hazırlıkla ilgilidir. Yeni nesil kriz yönetimi; çevik, şeffaf, veri temelli ve insan merkezli bir yaklaşımla ilerlemektedir. Bu yöntemleri benimseyen kurumlar, sadece krizleri aşmakla kalmaz, aynı zamanda krizlerden güçlenerek çıkar.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.