Connect with us

GÜNDEM

Küresel mali piyasalarda tepki iyimserliği; Türkiye’de ise CDS paniği

Yayınlanma:

|

  • Türk mali piyasaları Cuma günü resmî tatil nedeniyle kapalı konumda idi. Geride bıraktığımız haftanın sığ gündeminde, Türkiye’nin amansız bir şekilde yükselen CDS risk primi hemen hemen herkesin ortak mevzusu haline geldi. Yabancı indinde Türkiye’nin 5 yıl vadeli risklerini yansıtan risk primi 900 baz puan seviyesini de aştı.
  • Bu ne demek? En basit hâli ile, ABD’de 5 yıl vadeli devlet tahvil faizi %3, Türkiye’nin de risk primi 900 puan (yani %9) ise, ABD Doları cinsinden (5 yıl vadede) borçlanma maliyeti %12 seviyesine tekabül ediyor. İçeride, zamanın ruhunun aksine izlenen para politikası ve rezervlerin gelmiş olduğu seviye büyük bir kırılganlık yaratırken, CDS risk priminin gelmiş olduğu seviye, temerrüt riskinin de arttığına işaret ediyor.
  • Rakamların dili ile konuşursak, TCMB’nin geçen hafta açıkladığı son verilere göre, 13 Temmuz haftasında swap hariç rezervler (eksi) 64,2 milyar dolar seviyesine açıldı. TCMB’nin agresif faiz indirimleri sonrası kur üzerinde yaşanan baskıyı hafifletmek amacıyla kamunun süregelen desteğinin de devam ettiğini görüyoruz. IMF tanımlı net uluslararası rezervler 8 Temmuz itibariyle 6,1 milyar dolar ile yaklaşık 20 yılın dibine gerilemiş durumda. TCMB’nin altın hariç brüt döviz rezervleri 59,8 milyar dolar düzeyinde. Bu brüt rakamların içerisinden, kullanılmayan yabancı merkez bankaları ile swap, Hazine dövizi ve IMF SDR rakamlarını çıkarırsak, kalan net rakamın dış ticaret rakamlarını karşılamada yetersiz kaldığını hesaplıyoruz! Bu da beraberinde CDS rakamlarını yükselmesine neden oluyor.
  • Küresel mali piyasalarda ise ana tema değişmese de, Cuma günü açıklanan veriler, gönüllere âdeta su serperek bir miktar rahatlamayı da beraberinde getirdi. Resesyon kaygılarını azaltan verilerin yanı sıra, uzun vadeli enflasyon beklentilerinin de gevşemesi, doların değer kaybetmesine neden oldu. Doların piyasa kuru olan DXY 109’lu seviyelerden 107’li seviyelere gerilerken, EUR bir miktar nefeslenme şansı yakalayarak 1,01 seviyesine yaklaştı. EUR’da aşağı yönlü riskleri korunduğunu düşünmeye devam ediyoruz.
  • ABD Başkanı Biden Suudi Arabistan ziyareti sonrası ise gözler petrol fiyatlarına çevrildi. Bu arada, The Economist dergisinin 16 Temmuz sayılı kapağında, Avrupa’nın enerji krizine kırmızı başlıklı kız ve kurt teması ile dikkat çekilmiş! Brent cinsi petrolün varil fiyatı 102 dolar seviyesinin kıyısında işlem görürken, Henry Hub doğalgaz fiyatlarında son zamanlarda etkili olan düşme eğiliminin de son bulduğunu görüyoruz. Not edelim ki, Kuzey Akım 1’de yapılan bakım işlemlerinin 21 Temmuz tarihinde (Rusya’dan Avrupa’ya gaz akışı sağlayan boru hattı) bitiyor.
  • ABD borsaları Cuma gününü, uzun vadeli enflasyon verilerinin bir nebze de olsun gerilemesi ile %2 civarında yükselişle tamamladı. Yeni gün başlangıcında iyimserlik Asya piyasalarının genelinde de hissediliyor. Önemli bir haftaya başladığımızı not etmemiz gerekiyor: Perşembe günü Avrupa Merkez Bankası’nın uzun bir zamandan sonra faiz oranını 25 baz puan artırması beklenirken, aynı gün sonuçlanacak olağan TCMB PPK toplantısında ise faizlerin sabit tutulacağı tahmin ediliyor.
  • Küresel mali piyasalarda tepki bağlamında da olsa iyimserliği gün boyu egemen olmasını bekliyoruz. Riskli varlık sınıfına giren hisse senetleri ve kripto paralarda yükseliş, emtia fiyatlarında hafif de olsa yukarı yönlü kıpırdanma, güvenli liman dolarda ise hafif çaplı gerileme görülebileceğini düşünüyoruz. Ethereum da yükseliş dikkatimizden kaçmadı! Bitcoin’de ise anlamlı cümleler kurabilmemiz için 21,500 dolar seviyesinin üzerinde gecelik kapanış görmemiz gerekiyor. USDTRY kuru haftaya ilk işlemlerde 17,47 seviyesinden başladıktan sonra, 17,43 seviyelerinde salınıyor.
  • ABD’de bilanço açıklayan büyük bankalar bir miktar hayal kırıklığı yaratırken, bugün Goldman ve Bank of America rakamlarına bakacağız. Bugün veri takviminde ise Türkiye’de bütçe dengesi rakamları takip edilecek.

>IMF tanımlı net uluslararası rezervler

8 Temmuz itibariyle, 6,1 milyar dolar seviyesine gerileyerek son 20 yılın dibinde!

1658121324a8a4932015fc34bb74647a55d85cfcd0_1_1200.jpg

>Swap hariç net rezervler

TCMB’nin altın hariç brüt döviz rezervleri 59,8 milyar dolar düzeyinde. Bu brüt rakamların içerisinden, kullanılmayan yabancı merkez bankaları ile swap, Hazine dövizi ve IMF SDR rakamlarını çıkarırsak, kalan net rakamın dış ticaret rakamlarını karşılamada yetersiz kaldığını hesaplıyoruz!

1658121324d77cc76d377ea0daa4aba3bca0283737_2_1200.jpg
İKTİSATBANK

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

RİSK YÖNETİMİ YENİDEN TANIMLANIYOR

Yapay zekâ, sigorta sektöründe sadece bir trend değil, devrim niteliğindeki dönüşümün anahtarı oluyor. Opinion AI’ın yapay zeka çözümleri ile sağlık sigortacılığında hız, doğruluk ve verimlilik yeni boyutlara ulaşıyor.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Günümüzün belirsizliklerle dolu dünyasında, sigorta sektörü geleneksel risk yönetimi yaklaşımlarını radikal bir şekilde dönüştürmek zorunda olduğu bir dönem yaşıyor. Artık sadece geçmiş verilere bakmak yeterli değil; geleceği öngörme ve proaktif adımlar atma yeteneği, sektörün hayatta kalması ve büyümesi için vazgeçilmez hale geldi. Bu noktada, yapay zekâ teknolojileri devreye girerek sigorta şirketlerinin risk yönetimi stratejilerine yepyeni bir boyut kazandırıyor.

İş Yapış Biçimleri Temelden Değişiyor

Sigorta sektöründe yapay zekâ teknolojisi ile yenilikçi çözümler sunan Opinion AI’ın Kurucu Ortağı Elif Elkin, konuyla ilgili şunları söyledi: “Yapay zekâ, sigorta sektörüne sunduğu derinlemesine analiz yetenekleri ve otomasyon gücüyle, risk yönetimini sadece bir maliyet merkezi olmaktan çıkarıp, stratejik bir rekabet avantajına dönüştürüyor. Geleneksel yöntemlerle haftalar süren analizler, yapay zekâ sayesinde saniyeler içinde tamamlanabiliyor, bu da karar alma süreçlerinde eşi benzeri görülmemiş bir hız ve doğruluk sağlıyor.

Yapay zekâ, sigorta sektöründe sadece bir teknolojik gelişme değil, aynı zamanda iş yapış biçimlerini temelden değiştiren stratejik bir zorunluluktur. Riskleri daha iyi anlamak, müşterilere daha hızlı, adil hizmet sunmak ve sektörü geleceğin belirsizliklerine karşı dirençli hale getirmek için yapay zekâya yapılan yatırımlar kritik öneme sahip.

Sigorta şirketleri, yapay zekâyı risk yönetimi süreçlerine entegre ederek, sadece operasyonel verimliliklerini artırmakla kalmıyor, aynı zamanda müşteri deneyimini iyileştiriyor, finansal performanslarını güçlendiriyor ve geleceğin zorluklarına karşı çok daha donanımlı hale geliyor.”

Yapay Zekânın Sigorta Risk Yönetiminde Yarattığı Dönüşüm Alanları

Elif Elkin, özellikle risk yönetimi konusunda yapay zekanın büyük bir dönüşüm sağlama potansiyeli olduğunun altını çizdi ve dönüşüm alanlarını şöyle anlattı:

Hassas Risk Değerlendirmesi ve Kişiselleştirilmiş Fiyatlandırma: Yapay zekâ algoritmaları, demografik bilgiler, sağlık kayıtları, davranışsal veriler, çevresel faktörler gibi muazzam veri setlerini analiz ederek, her bir müşterinin risk profilini çok daha detaylı ve kişiselleştirilmiş bir şekilde ortaya koyuyor. Bu sayede sigorta şirketleri, poliçe fiyatlandırmalarını daha adil ve rekabetçi hale getirirken, potansiyel zararları en aza indirecek şekilde optimize edebiliyor. Artık, her birey için risk düzeyi neyse, primler de o kadar doğru belirleniyor.

Proaktif Suistimal Tespiti ve Önleme: Sigorta sektörünün kanayan yarası olan suistimal, yapay zekâ sayesinde çok daha etkili bir şekilde tespit ediliyor ve önleniyor. Yapay zekâ sistemleri, anomali tespiti ve ileri analitik yetenekleriyle şüpheli kalıpları, tutarsız talepleri veya olağandışı davranışları erken evrede belirliyor. Bu, uygunsuz ödemelerin önüne geçerek sigorta şirketlerine milyarlarca dolarlık finansal tasarruf sağlarken sektörün güvenilirliğini artırıyor.

Geleceğe Yönelik Risk Tahmini ve Stratejik Planlama: Yapay zekâ, sadece mevcut riskleri değil, gelecekteki potansiyel risk eğilimlerini de öngörebilme yeteneğine sahip. Geçmiş verilerdeki kalıpları ve iklim değişikliği, ekonomik dalgalanmalar, salgınlar gibi dış faktörleri analiz ederek şirketlerin proaktif stratejiler geliştirmesini sağlıyor. Bu sayede sigorta şirketleri, piyasa değişikliklerine ve yeni risklere karşı daha hazırlıklı bir duruma geliyor, portföylerini geleceğe göre şekillendirebiliyor.

Operasyonel Verimlilik ve Maliyet Tasarrufu: Manuel süreçlerin otomasyonu, hata oranlarının düşürülmesi ve suistimallerin önlenmesi, sigorta şirketlerine önemli operasyonel verimlilik ve maliyet tasarrufu sağlayabilir. Kaynaklar daha etkin kullanılırken, insan kaynakları daha stratejik ve yüksek değerli görevlere odaklanabilir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Bütçe açıkları dizginlenebilir mi?

Bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak

Yayınlanma:

|

Mayıs ayına ait merkezi yönetim bütçe gerçekleşmelerine göre bütçe fazlası 235,2 milyar TL, kümülatif (Ocak-Mayıs) bütçe açığı da 650,3 milyar TL oldu. Mayıs ayı bütçe fazlası, giderlerdeki önemli bir azalış kaynaklı değil, tersine kurumlar vergisi hasılatının beklendiği gibi mayıs ayında vergi gelirlerini beslemesiyle gerçekleşti.

Rakamla ifade etmek gerekirse; nisan ayına göre mayıs ayında bütçe giderlerinde 43 milyar TL’lik azalışa karşılık bütçe gelirleri 368 milyar TL arttı. Bu artışın hemen hemen tamamı kurumlar vergisi hasılatı kaynaklı.

Önce vergi hasılatındaki değişime bakalım, ardından bütçe giderlerinde azalış olmuş mu, ona bakarız:

Kurumlar vergisi yıllık beyana tabi bir vergi. Aynı zamanda cari vergilendirme döneminin kurumlar vergisine mahsup edilmek üzere, GVK’da belirtilen esaslara göre ve cari dönemin kurumlar vergisi oranında geçici vergi ödenir. Ocak – Şubat – Mart geçici vergi dönemi beyanname verilme ve ödeme günü 17 mayıs’tı. Ayrıca Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Nisan’a kadar verilecek kurumlar vergisi beyannameleri ve bunlara tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerini 5 Mayıs’a kadar uzattı.

Böylelikle nisan ayında 29,7 milyar olan kurumlar vergisi tahsilatı da mayıs ayında 470,1 milyar TL’ye yükseldi. Hatta mayıs ayında kurumlar vergisi hasılatı vergi gelirleri içindeki payı yüzde 39,4’e ulaştı ki bu oran KDV gibi dolaylı bir verginin payından da yüksekti. Sonuçta bu hasılat bütçede bir rahatlama yarattı.

Mayıs ayında kurumlar vergisi tahsilatı bütçenin imdadına yetişmiş oldu ama yukarıda anlattığım gibi “geçici vergi dönemiydi, geldi ve geçti”.

Bütçenin gelir tarafını temmuz ayında gelir vergisi ikinci taksiti ile ağustos ve kasım aylarında geçici vergi taksitleri bir miktar rahatlatabilir. Ancak aylık olarak artmaya devam eden enflasyon, sıkı para politikasıyla kredi imkanları kısıtlanan firmalar ve artan konkordatolar, hedeflenen vergi gelirlerinden uzaklaşılmasına neden olacak ana faktörler. Ayrıca bütçenin gelir tarafının, borç faizleriyle büyüyen bütçenin gider tarafını telafi etmesi zor görünüyor. O nedenle bütçe açığını dizginlemek hiç de kolay olmayacak.

Bütçe giderlerine şimdi kamuda tasarruf üzerinden bakalım:

Tüm kamu kurumlarının kendi bütçelerindeki kaynaklardan yapacakları harcamalar için tasarruf tedbirlerine uymaları uzun zamandır merakla bekleniyor.

Aşağıdaki hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın mayıs aylarında tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

Tabloda görüldüğü gibi bir yıl içinde taşıt alım giderleri yaklaşık 2 katına çıkmışHaberleşme ve enerji giderleri de enflasyon oranına yakın bir artış göstermiş. Kırtasiye-baskı giderleri ile temsil-tanıtma giderlerinde ise bir yılda kısmen frene basılmış gibi.

Ancak temsil-tanıtma giderleri bu yılın ilk dört ayında ortalama 65 milyon TL civarındayken, mayıs ayında birden yaklaşık beş katına (316 milyon TL) çıkmış. Yine de bu haliyle geçen yılın mayıs ayındaki 418 milyon TL’nin oldukça altında kalıyor. Umarım ülkemiz en iyi şekilde temsil ediliyordur. 2024’te bu alanda daha fazla gider yapılıyordu, yoksa geçen yıl daha mı iyi temsil ediliyordu?

Bütçe giderlerinde sorunlu kalem: borç faiz giderleri:

Borç faiz giderleri bütçede büyümeye devam ediyor. Özellikle iç borçlanmanın maliyeti bütçeye yansıyor.

Mayıs ayında borç faiz giderleri 111,2 milyar TL, kümülatif olarak 835,8 milyar TL’ye ulaştı. Dahası Haziran ayında yaklaşık 240 milyar TL’lik borç faiz gideri gerçekleştirilecek.

2025 yılı bütçesi için borç faiz giderlerinin bütçe giderlerine oranının yüzde 13,2 ve vergi gelirlerine oranının da yüzde 17,5 olması hedeflenmişti. Bugünkü görünümde borç faiz giderleri/bütçe giderleri oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 20,9’a yükselmiş durumda. Bu göstergeler ile bütçe hedeflerinden uzaklaşıldığı anlaşılıyor.

Bütçe açıklarını kontrol altında tutmak, pek çok alanda katkı sağlayacak. Öncelikle devletten beklenen görevlerin ve kamu hizmetlerinin hem kalitesinin artmasına hem de zamanında sunulmasına katkı sağlayacak.

Aksine bütçe açığı ve mali disiplinsizlik önemli bir risk göstergesi olduğundan finanse edilmesi aşaması da sorun yaratacak. Bir yandan iç ya da dış borçlanmayla açık finansmanının kendine has riskleri artarken, bir yandan da bütçe açığının doğrudan ya da dolaylı maliyeti topluma yansıyacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

GÜNCEL

Prof. Dr. BORATAV: ABD-Çin ilişkileri: Bir gezinti

Geçmişe uzanarak ABD-Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ilişkilerinin elli yıllık dalgalı gelişimi üzerinde panoramik bir gezinti yapalım.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Amerikalı uzmandan itiraf: ‘Ekonomik savaşı Çin kazandı’

Donald Trump’ın 2 Nisan 2025’de gümrük tarifelerini yükselterek başlattığı Ticaret Savaşı’nın gerçek hedefinin Çin olduğu ve ilk sonuçların ABD aleyhine seyrettiği bu köşede vurgulandı, tartışıldı (soL, 18 Nisan ve 23 Mayıs 2025).

Benzer sonuca ulaşan Michael Froman, ABD-Çin ilişkilerine katkı yapmış iddialı bir uzman. ABD’nin etkili, prestijli düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations başkanı. ABD-Çin ekonomik ilişkilerini değerlendiren bir yazısı, başkanı olduğu Konsey’in dergisinde yayımlandı.1 Yazının dipnottaki uzun başlığını “Çin uluslararası sistemi şimdiden biçimlendirdi: Dünya Beijing’in oyun kurallarına ayak uydurdu” olarak çevirelim.

Başlıktaki genel değerlendirmeyi, yazının sonunda yer alan şu ifadeler tamamlıyor: “Temel bir gerçeği algılamak önemlidir: ABD, Çin ile ilişkilerinde… milliyetçi bir devlet kapitalizmi ile karşı karşıya geldi. Bu savaş şimdilik son buldu: Çin kazandı.” 

Bu güncel tespitten geçmişe uzanarak ABD-Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ilişkilerinin elli yıllık dalgalı gelişimi üzerinde panoramik bir gezinti yapalım.

Piyasaya açılma; ABD beklentileri…

Mao’nun ölümünden üç yıl sonra (1979’da) Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP’nin) yeni lideri Deng Şiaoping, ekonomi politikalarında niteliksel bir dönüşümü “reform ve açılma” başlığı altında başlattı. Piyasa ilişkilerinin yaygınlaşması ve yabancı sermayeye açılma, dönüşümün iki dayanağını oluşturuyordu.

Bu dönüşüm, ABD iktidar çevrelerinde Çin’de sistem değişikliği beklentilerini yaygınlaştırdı. Beklenti, mekanik materyalist bir öngörüye dayanıyordu: Ekonomik liberalizm siyasal üstyapıya kendiliğinden aynı doğrultuda yansıyacaktır… 

Bu senaryo Çin’de değil; ekonomik reformlarla meta üretimine sürüklenmiş olan SSCB’de on yıl sonra gerçekleşecektir; ama “kendiliğinden” değil, ABD’nin etkili müdahaleleriyle… Sosyalizm bunalıma girmiştir. Sistem değişikliğinin kritik adımı, Marksist-Leninist (“komünist”) parti iktidarının son bulmasıdır. 

İlk aşama, siyasal iktidar için yarışan çok partili bir siyasal sisteme geçiştir. Reel sosyalizmin halk demokrasisi, temsilî demokrasi ile yer değiştirecektir. 

İktidarın sınıfsal içeriği ABD kaynaklarıyla beslenerek oluşturuldu. İşbirlikçi Yeltsin seçimleri kazandı; SSCB, Rusya Federasyonu’na dönüştü.

ÇHC-SSCB farklılığı

Deng Şiaoping, Gorbaçov ve Yeltsin’den farklıydı. 20 yaşında ÇKP üyesi olmuş, Mao’un yakın yoldaşı, Marksist-Leninist öğretiyi özümsemiş bir devrimciydi. Marx’ın iyi bilinen tezini Çin sosyalizmine uyguluyordu: Üretim güçlerini geliştiremeyen bir sistem ayakta duramaz. 

Radikal reformların ÇKP öncülüğü korunarak uygulanmasında kararlıydı. Bu nedenle 1989’da Tienanmen’de patlak veren protestolar ÇKP iktidarını tehdit eden bir nitelik ve boyut kazandığında ordu birliklerini devreye soktu; bastırdı. Aynı tarihte SSCB’ye son vermekte olan senaryonun Çin’e taşınmasını önledi.

Sonraki dönemlerde reformlar sürdürüldü; meta üretimi ve kapitalist ilişkiler Çin’de yaygınlaştı. Ama Rusya’dakini andıran bir karşı-devrim Çin’de gündeme gelmedi. Temel neden, ÇKP’nin toplumdaki öncü rolünün sürdürülmesi ve halk demokrasisi ilişkilerinin canlılığıdır. 

Bugünkü lider Şi, ÇKP öncülüğüne ayrıca özen gösterdi. Güçlü özel şirketlerin iktidarı paylaşma, etkileme girişimlerini durdurdu. Parti saflarında bürokratik yozlaşmayı sistematik ayıklamalarla frenledi.

ABD-Çin ilişkilerinin normalleşmesi

Piyasaya ve dış dünyaya açılmanın Çin’de “rejim değiştirici” işlevi üzerinde ABD’nin “iyimser” beklentileri öncesinde (1972’de) Başkan Nixon Çin’i ziyaret etmişti. İki ülke arasında diplomatik ilişkiler de o tarihte başladı.

Dahası, Çin devletinin BM’de (ve daimî üye olarak Güvenlik Konseyi’nde) Taiwan yerine ÇHC tarafından temsil edilmesi de ABD’nin onayı ile 1979’da gerçekleşti.

Çin’de “reform ve açılma” programının bir uzantısı, ÇHC’nin 2001’de Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) üyeliği için başvurması oldu. ABD itiraz etmedi; Çin’in üyeliği kabul edildi. 1972-2001 yılları da ABD-ÇHC ilişkilerinin adım adım normalleşerek iyileştiği dönemdir.

Sonraki yıllarda Çin iktisadının dinamizmi, ülkeyi ABD’nin ekonomik rakibi konumuna taşıyacaktır.

ABD saldırganlaşıyor; Çin gündem dışı…

George W. Bush’un 2001-2009 başkanlık yılları, Suudi vatandaşı Usama bin Ladin liderliğindeki El Kaide’nin İkiz Kuleler saldırısı ile başlar. Bu saldırının türevi olan “Teröre Karşı Savaş”, sonraki dönemde ABD dış siyasetinin saldırganlaşmasının bir gerekçesi olur. İkinci bir gerekçe de icat edildi: Bush yönetiminde yer alan neo-con yobazlar, 2001’i ABD hegemonyasını yerleştirecek Amerikan Yüzyılı’nın başlangıcı ilan ettiler.

Emperyalist saldırganlık, Bush yönetiminin “kitle imha silahları üreten, El Kaide destekçisi terörist rejim” yalanları ile suçladığı Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi hedefleyen Irak işgali ile başlar. Sonrasında Orta Doğu ve ötesinde milyonlarca ölüme yol açan kıyımlar, bunları dahi aşan göçmen akımları tırmanacak; Gazze soykırımı ile günümüze ulaşacaktır. Çin, bu gündemin dışındadır.

İşin ilginci, Yes, we can… sloganıyla simgeleşen liberal bir reform platformu ile; ayrıca da 2009 finansal krizinin tetiklediği Wall Street’i İşgal… eylem dalgasından da yararlanarak seçimi kazanan Barack Obama dahi Bush’un başlattığı saldırganlığı Orta Doğu ve ötesinde sürdürdü.

Bu yörünge kaymasının milyonlarca ölüm ve göçmen akımları ile sonuçlanan kanlı, trajik bilançosuna burada girmeyelim. Bush ve Obama’nın 16 yıllık başkanlık dönemlerinde ABD’nin hedeflediği liderlerin tek tek öldürülmelerinin kayıtlarını TV’lerde gözledik: Saddam Hüseyin (2006), Usama bin Ladin (Mayıs 2011), Mohammed Kaddafi (Ekim 2011). Gazze soykırımını da günü gününe izlemekteyiz.

ABD-Çin ilişkilerinde sertleşme: Başlatan Obama…

Obama’nın başkanlık sicilinin bir başka özelliği de var: Çin’e karşı ABD dış politikasını hasmane bir yörüngeye oturtacaktır.

Obama liderliğinde tasarlanan Trans Pacific Partnership (TPP), Pasifik’te kıyısı olan tüm ülkeleri hedefleyen, ticaret, yatırım ve diğer ekonomik bağlantıları tümüyle içeren iddialı bir ortaklık programıydı. Çin peşinen dışlanmıştır.

TPP ana sözleşmesi ABD gözetiminde uluslararası sermaye temsilcileri tarafından hazırlandı; ABD Kongresi’nde 2016’da acil ve gizli bir gündemle görüşüldü. Sözleşmenin uygulanmasında da devletlerin rolü hemen hemen sıfırlanacaktır. Sistem tümüyle şirketler tarafından yönetilir. Şirket-hükümet ve şirketler-arası uzlaşmazlıklar da ulusal yargı organlarınca değil, dev şirketlerin temsil edildiği Tahkim Kurulları’nca çözülecektir.

Devletlerin külliyen dışlandığı, sadece sermaye grupları, şirketler tarafından yönetilen, düzenlenen, denetlenen bir uluslararası ekonomik sistem… Bu tasarımı o tarihlerde bir mutlak kapitalizm modeli olarak adlandırmıştım. Ne var ki Trump 2017’de ABD’yi anlaşmadan çekti; tüm üyelerce onaylanmadığı için TPP yürürlüğe geçmedi.

Obama yönetimi, Amerika’nın ekonomik hegemonyasını tehdit eden temel ekonomik güç olarak algıladığı Çin’i TPP’den dışlamıştı. Bu algılamayı sonraki ABD yönetimlerine de aktardı. Çin-karşıtı ekonomik önlemlerin çeşitlenmesini bugüne kadar izledik. Bunları ÇKP’yi hedef alan anti-komünizm platformuna önce Trump taşıdı; gümrük tarifelerine dayalı ticaret savaşını tetikledi. Biden, gümrük savaşını sürdürdü; bunları, sermaye, hatta işgücü hareketlerini kapsayan teknolojik baltalama yöntemleriyle zenginleştirdi.

Bu uygulamalara daha “olgun” bir perspektiften bakan Michael Froman, yazısında şu genellemeyi yapıyor: “Beijing’i yırtıcı iktisat politikalarından vaz geçiremeyen ve Çin’i dengelemek için TPP gibi bir ticaret blokunu da başlatamayan Washington sadece tek bir seçenekle karşı karşıyadır: ABD, Çin’e daha fazla benzemelidir.” 

Biden, Güvenlik Danışmanı Sullivan’ın benzer önerilerini izlemiş; teşviklere dayanan IRA ve Çip yasaları ile bu doğrultuda adımlar atmıştı. Beklenen sonucu alamadı.

Froman, beyhude fazlasını umuyor. Çin’e öykünmenin sınırlarına ulaşılmıştır.

1 “China Has Already Remade the International System: How the World Adopted Beijing’s Economic Playbook”, Foreign Affairs, 25.III.2025

Prof. Dr. Korkut BORATAV– sol.org.tr

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.