Connect with us

EKONOMİ

Mahfi Eğilmez : Şangay İşbirliği Örgütüne Üyelik

Yayınlanma:

|

Şangay İşbirliği Örgütünün Kuruluşu ve Amaçları

Şangay Paktı adı altında 1996 yılında Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından kurulan ve Şangay Beşlisi olarak da anılan örgüt, 2001 yılında Özbekistan’ın katılımından sonra Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) adını aldı. Merkezi Pekin’de (Çin) olan ŞİÖ’ye 2017’de Hindistan ve Pakistan, 2021’de de İran üye oldu ve böylece üye ülke sayısı dokuza çıktı. Afganistan, Moğolistan ve Belarus gözlemci ülke, Türkiye, Azerbaycan, Sri Lanka, Ermenistan, Kamboçya, Nepal, Suudi Arabistan, Mısır ve Katar diyalog ortağı konumunda bulunuyor. ŞİÖ, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN), Bağımsız Ülkeler Topluluğu (CIS) ve İslami İşbirliği Örgütü ile de ilişkiler kurmuş bulunuyor.

İlk kuruluşta örgütün amaçları; üye ülkelerin sınır güvenliğini sağlamak, daha çok bölgeye yönelik terör, ayrılıkçılık ve aşırılıklarla mücadele etmek, örgüt üyeleri arasında ekonomik ve kültürel işbirliğini gerçekleştirmek olarak belirlenmişti. Bugün gelinen aşamada amaçlar biraz daha genişlemiş ve değişmiş görünüyor.

Üye ülkeler, ortak askeri manevralar düzenleseler de örgüt şimdilik Nato ve eski Varşova Paktı gibi resmi bir savunma birliği ya da Avrupa Birliği gibi bir ekonomik birlik gibi bir görünüm sergilemiyor. Buna karşılık 2007 yılında Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te yapılan zirvede Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yaptığı “tek kutuplu dünya kabul edilemez” açıklaması ileride örgütün amacının ABD önderliğinde oluşan batı blokuna karşı ayrı bir blok oluşturmaya doğru evrim geçirmeye açık olduğunu ortaya koyuyor.

15 – 16 Eylül 2022 tarihlerinde Semerkant’ta (Özbekistan) yapılan toplantı özellikle Rusya ve İran gibi batının ambargosu altında olan iki ŞİÖ üyesi ülkeye verilen desteğin sergilenmesi açısından dikkat çekici bir toplantı oldu. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Putin, İran Devlet Başkanı Raisi’nin yanı sıra toplantıya Nato üyesi olan ve batı blokunun bir parçası olarak kabul edilen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan düzeyindeki katılımı batı blokunun teyakkuza geçmesine yol açtı.

Örgütün Yapısı

Şangay İşbirliği Örgütünün en üst karar organı Devlet Başkanları Konseyidir. Bu konsey yılda bir kez yapılan Şangay İşbirliği Örgütü zirvesinde bir araya gelir ve kararları alır. Söz konusu zirve her yıl başka bir üye ülkenin başkentinde yapılmaktadır.

Örgütün ikinci önemli organı Hükümet Başkanları (Başbakanlar) Konseyidir. Bu konsey de yılda bir kez yine aynı zirvede toplanır. Konseyin görevi karşılıklı işbirliğinin durumunu ve gelişimini görüşmek ve gerekli kararları almaktır. Bu konsey ayrıca örgütün yıllık bütçesini onaylar.

Dışişleri Bakanları Konseyi, mevcut uluslararası durumu değerlendirmek ve Şangay İşbirliği Örgütü’nün diğer uluslararası örgütlerle karşılıklı etkileşimini görüşmek üzere toplanır. Ulusal Koordinatörler Konseyi, örgüte üye ülkelerin örgüt ana sözleşmesi çerçevesi içindeki işbirliğini koordine etmekle görevlidir.

Örgütün önemli faaliyetlerinden birisini yürüten Bölgesel Anti Terör Ajansı (RATS) Özbekistan’ın başkenti Taşkent’tedir. Bu ajansın görevi üye ülkeler arasında terör, ayrılıkçılık ve aşırılık eğilimlileriyle mücadelede işbirliğini sağlayarak alınacak ortak önlemleri belirlemektir. RATS Başkanı üç yıl için seçilmektedir. Her üye ülkenin bu ajansta daimi bir temsilcisi bulunmaktadır.

Şangay İşbirliği Örgütü’nün temel yönetim organı Sekreteryadır. Bir Genel Sekreterin başkanlığındaki Sekreterya, örgüt kararlarını uygulamak, bildiri ve ajanda tekliflerini hazırlamak, örgütün faaliyetlerinin hazırlıklarını yapmak gibi görevlerle yükümlüdür.

Örgütün Ekonomik Gücü

Aşağıdaki tabloda Şangay İşbirliği Örgütü üyesi 9 üye ülkenin verilerini gelişmiş batı bloku ülkeleri toplam verileriyle karşılaştırmalı olarak sunuyorum (kaynak: IMF, World Economic Outlook, April, 2022.) Tabloda GSYH ve kişi başına gelir 2021 gerçekleşme sonuçlarıyla diğer veriler ise 2022 yılı güncel sonuçlarıyla alınmıştır. Gelişmiş batı ülkeleri ABD, AB, Japonya, Birleşik Krallık, Kanada ve diğer gelişmiş batı bloku ülkeleri toplamını göstermektedir.

Tabloya göre ŞİÖ üyesi ülkelerin toplam GSYH’si gelişmiş batı bloku ekonomilerinin toplam GSYH’sinin yüzde 40’ına eşit görünüyor. ŞİÖ’yü dokuz ülke oluşturmasına karşılık gelişmiş batı blokunda 37 ülkenin bulunduğunu dikkate alırsak ŞİÖ’nün oldukça zengin bir topluluk olduğunu görebiliriz. ŞİÖ üyesi ülkeler dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını barındırıyor. Nüfusun yüksekliği kişi başına gelirin ortalama 5.245 dolarda kalmasına yol açmış görünüyor. Buna göre ŞİÖ ülkelerinin kişi başına ortalama geliri gelişmiş batı bloku kişi başına ortalama gelirinin onda biri kadar görünüyor. Çin, Rusya, Kazakistan ve bir yere kadar da İran dışındaki ülkelerde kişi başına gelirler çok düşük bir düzeyde olduğu için ortalamayı da aşağıya çekiyor. İşsizlik ŞİÖ ülkelerinde daha yüksek görünmekle birlikte kabul edilebilir oranlarda bulunuyor. Enflasyon ŞİÖ ülkelerinde oldukça yüksek bir düzeyde görünüyor. Enflasyonun kabul edilebilir düzeyde olduğu iki ülke var: Çin ve Hindistan. Cari fazla veren Çin, Rusya, İran ve Tacikistan dışındakiler cari açık veriyorlar. Kamu borç yükü açısından Pakistan dışındaki ülkelerin durumu iyi görünüyor. Ayrıca ŞİÖ ülkelerinin kamu borç yükü ortalaması gelişmiş batı bloku ülkelerinin kamu borç yükü oranıyla karşılaştırılamayacak kadar iyi durumda.

Türkiye’nin Konumu

Türkiye, 2012 yılında başlayan bir süreç sonucunda 2017 yılında ŞİÖ’nün diyalog ortağı konumuna geçmiştir. 2008 Duşanbe Zirvesi’nde, ŞİÖ ile irtibat kurmak isteyen ve gözlemci konumunda olmayan üçüncü ülke ve uluslararası kuruluşlarla ilişkilerin kurumsal bir çerçeveye oturtulması amacıyla yaratılan diyalog ortaklığı statüsü, gözlemci statüsüne sahip olmayan ülkelerin örgütle belirli alanlarda sınırlı işbirliği yapmalarına olanak sağlayan bir statüdür. Bu statü gereğince ŞİÖ ve Türkiye arasında bölgesel güvenlik, terörle mücadele, uyuşturucu kaçakçılığıyla savaş, organize suçların önlenmesi ve ekonomik ve kültürel alanlar başta olmak üzere işbirliğinin geliştirmesi öngörülmüş olmaktadır.

Aşağıdaki tablo 2021 yılı itibarıyla Türkiye’nin 9 ŞİÖ üyesi ülke ve batılı 9 ülke ile (G7 ülkeleri + İspanya ve Hollanda) ile olan dış ticaret ilişkilerini gösteriyor (tablo, TÜİK Dış ticaret istatistikleri kullanılarak tarafımdan derlenmiştir. Batılı ülkelerden 9’unun tabloya alınması ŞİÖ üye ülke sayısıyla denge sağlamak için yapılmış bir tercihtir.)

Tabloya göre Türkiye’nin ŞİÖ üyesi ülkelerle olan dış ticaret hacmi yaklaşık 95 milyar dolar buna karşılık batılı 9 ülkeyle olan dış ticaret hacmi 163 milyar dolardır. Türkiye’nin dış ticaretinde batılı 9 ülkenin ağırlığı ŞİÖ üyesi ülkelerle olan dış ticaretinin iki katına yakın görünüyor. Türkiye, batılı 9 ülkeyle olan dış ticaretinde yaklaşık 11 milyar dolar fazla verirken ŞİÖ üyesi ülkelerle olan dış ticaretinde 57 milyar dolar açık veriyor.

Türkiye, hem Nato üyesi hem de ŞİÖ’de diyalog ortağı olan tek ülke konumundadır. Aslında her iki taraf ile de ilişkilerini belirli bir düzeyde tutmaya çalışmak yanlış bir şey değil ve hatta Atatürk’ün ‘yurtta sulh cihanda sulh’ ilkesine de uygun görünüyor. Ne var ki ŞİÖ’ye de üye olunabileceği şeklindeki söylemler olayı biraz daha farklı bir yere taşıyor. Bu noktada dışarıdan bakıldığında Türkiye, II. Abdülhamid’in farklı devletleri idare etme yöntemini anımsatır biçimde, iki tarafı da birbirine karşı kullanma eğiliminde olan bir ülke görünümü verdiği için batı bloku nezdinde risklerinin artacağı bir duruma gebe görünüyor.

Şimdilik tam olarak öyle görünmemesine özen gösterseler de Çin’in, Rusya’nın ve İran’ın batı blokuyla yaşadığı ciddi sorunlar ister istemez ŞİÖ’yü batı karşıtı bir blok konumuna itiyor. Bu gidiş hızlandıkça Putin’in 2007 konuşmasında vurguladığı gibi dünya iki kutuplu konumuna geri dönecek. Bu da küreselleşmeyi kendisine yontmak isteyen ABD ve batı bloku için ciddi bir tehdit oluşturacak. Son toplantıya Cumhurbaşkanı düzeyindeki katılmak suretiyle Türkiye’nin, ‘biz iki tarafta da yer alan bir denge devletiyiz’ mesajı vermeye yönelmiş görünmesine karşılık gerçekte batı blokuna ‘alternatifimiz var’ mesajı vermek istediğini anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Bu yaklaşım, bir mesajdan öteye gidecekse, Türkiye için, yalnızca dış politika açısından değil her alanda hayati bir karar niteliğinde olacaktır ve geleceğimizi etkileyecektir. İki yüz yıllık batı blokunda yer alma politikasının bu kadar hızlı bir dönüşle değiştirilmesi ne kadar doğrudur ve neler kaybettirir bunları uzun uzun düşünmek ve tartışmak gerekir. Konu yalnızca ekonomik bir blok üyeliğinden ötede bir konudur. ŞİÖ üyesi ülkelerin hiçbiri gelişmiş ülke değildir, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, medya özgürlüğü, akademik özgürlük gibi gelişmişlik göstergelerinde örnek alınacak ülkeler değildir.

Önce konuşup sonra düşünmek her zaman sıkıntı yaratır. Önce düşünüp sonra konuşmak gerekir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Yayınlanma:

|

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı iştiraklerde çalışan yaklaşık 23 bin temizlik işçisi “eşit işe eşit ücret” taleplerinin yerine gerilmediği gerekçe gösterilerek Sekdikanın kararı ile greve gitmesi ile birlikte “eşit işe eşit ücret” talebini sorgulama gerekçesi de kendiliğinden tekrar gündeme geldi.

Eşit İşe Eşit Ücret: Adalet mi, Safsata mı?

Eşit işe eşit ücret” ilkesi, uzun süredir özellikle sendikal söylemlerde, insan hakları belgelerinde ve politik manifestolarda sıkça yer bulan bir kavram. İlk bakışta son derece adil ve insani bir uygulama gibi görünse de, uygulamaya döküldüğünde birçok sakıncayı beraberinde getirebilir. Bu yazıda bu ilkenin artılarını, eksilerini ve çalışanlar üzerindeki etkilerini objektif bir şekilde ele alacağız.

“Eşit İşe Eşit Ücret” Ne Anlama Geliyor?

Bu ilkeye göre, aynı işi yapan kişilere –cinsiyet, yaş, etnik köken, inanç gibi unsurlara bakılmaksızın– aynı ücretin verilmesi gerekir. Amaç, ayrımcılığı önlemek ve çalışma hayatında fırsat eşitliğini güçlendirmektir.

Ancak “aynı iş” tanımı, yüzeyde benzer olsa da çoğu zaman içerik, sorumluluk, nitelik, performans ve katkı açısından farklılıklar gösterir. Bu noktada “eşit ücret” anlayışı, yüzeysel bir adalet anlayışına dönüşebilir.

Sakıncalar ve Uygulamadaki Zorluklar

1. Performansın Göz Ardı Edilmesi

Aynı pozisyonda çalışan iki kişi düşünün: Biri sorumluluk alıyor, inisiyatif kullanıyor, üretken ve çözüm odaklı; diğeri ise sadece görev tanımı kadar çalışıyor. Ancak ikisine de aynı ücret veriliyor. Bu durum, yüksek performanslı çalışanı demotive eder.

2. Vasatlık Teşviki

Ücretlendirme performansa dayalı değilse, çalışanlar “fazla çalışsam da maaşım değişmeyecek” düşüncesiyle vasat bir çizgiye razı olur. Zamanla iş yerinde genel verimlilik düşer.

3. Yetenekli Çalışanları Kaybetme Riski

Kendini geliştiren, daha fazla katkı sunan çalışanlar, farklılıklarının karşılık bulmadığını fark ettiğinde kuruma olan bağlılıkları zayıflar. Bu da yetenekli çalışanların başka firmalara geçmesine neden olabilir.

4. Adalet Algısının Bozulması

Eşitlik, her zaman adaletle eş anlamlı değildir. Aynı işi yapan kişiler, katkı açısından eşit olmayabilir. Katkıya değil de sadece iş tanımına dayalı ücretlendirme, çalışanlar arasında huzursuzluk yaratır.

Çalışan Üzerinde Psikolojik Etkiler

  • Motivasyon Kaybı: Başarılı çalışan kendini değersiz hisseder.

  • Aidiyet Zayıflar: Kuruma bağlılık azalır.

  • Gizli Tepkiler: Çalışanlar “nasıl olsa bir şey değişmeyecek” düşüncesiyle üretkenliğini bilinçli olarak düşürebilir.

Pozitif  Yanı Var mı?

Elbette var. Özellikle işe yeni başlayanlar veya dezavantajlı gruplar için “eşit işe eşit ücret” ilkesi koruyucu bir çerçeve oluşturabilir. Ancak bu ilke sabit ve katı bir kural haline gelirse, zamanla faydadan çok zarar doğurur.

Alternatif  Yaklaşım: Eşit Fırsat + Adil Ücret

Çözüm, “eşit işe eşit ücret” yerine “eşit fırsat, adil ücret” anlayışında yatıyor. Yani işe alımda, terfide ve gelişimde herkes için fırsat eşitliği sağlanmalı; ancak ücretlendirme nitelik, performans, deneyim, katkı ve sorumluluk gibi kriterlere göre şekillenmeli.

Eşitlik mi, Adalet mi?

“Eşit işe eşit ücret” ilkesi, kulağa hoş gelen bir slogandan ibaret olabilir. Çünkü aynı unvana sahip olmak, aynı katkıyı sağladığınız anlamına gelmez. Gerçek adalet, herkesin katkısı kadar karşılık bulduğu bir sistemle mümkündür.

Bu nedenle şirketler, adalet duygusunu zedelemeyecek şekilde; şeffaf, ölçülebilir ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri kurmalıdır.

Erol TAŞDELEN-Ekonomist    www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Mevcut Enflasyon ve Faiz Oranlarıyla Yatırımcı Yeni Yatırım Yapar mı?

Yayınlanma:

|

Yazan:

Yüksek enflasyon oranının getirdiği yüksek faiz politikası haliyle başta ticari krediler olmak üzere tüm kredi türlerinde de faiz oranlarının artmasına neden oluyor.Şu an kredibilitesi yüksek ve ekonomik olarak büyük hacimlere sahip şirketler dahi piyasadan % 50 TL faiz oranları ile borçlanabiliyor. KOBİ vb. gibi diğer işletmelerin kullanabildikleri kredilerin faiz oranları ise % 60 bandını aşmış durumda.

Peki kredi piyasası açısından tek kötü haber faiz oranlarının yükselmiş olması mı? Maalesef hayır, bankaların kredi verme iştahı da azalmış durumda ve haliyle eskiye nazaran parasal olarak da verilen kredilerin büyüme hızında da ciddi bir yavaşlama görülmekte.Nitekim kredilerin mevduata oranı (KMO)% 80-90 bandına gerilemiş durumda..

Yeterince kredi bulunsa dahi mevcut faiz oranları düşünüldüğünde yatırımcının yatırım yapması da sanıldığı kadar kolay görünmemekte. Malumunuz yatırımcının işletmesine koyduğu sermayenin getirisi asgari olarak risksiz faiz oranı olan hazine kağıtlarının ya da banka mevduat getirisinden fazla olmalı ki yatırımcı risk alarak yatırım yapsın. Üstelik gelir kaybı nedeniyle tüketici talebinin azaldığı hem de yüksek işsizlik sebebiyle kişilerin gelecekte elde etmeyi umdukları gelirleri elde edip edemeyeceklerinden emin olmamaları da onları harcama bakımından daha da muhafazakar hale getirmişken bunu başarmak gerçekten daha da zorlaşıyor.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

Okumaya devam et

EKONOMİ

Geleceğin Uzun Tarihi: Hayaller, Teknoloji ve Gerçeklik Arasında Bir Yolculuk

Yayınlanma:

|

İnsanlık tarihi, geçmişin izlerini taşırken geleceğe dair umutlar, korkular ve öngörülerle şekillenmiştir. Teknoloji ilerledikçe bu gelecek tahayyülleri daha somut, daha ulaşılabilir ve bir o kadar da kontrol edilebilir hale geldi. Nicole Kobie’nin kaleme aldığı The Long History of the Future” (Geleceğin Uzun Tarihi), tam da bu noktada devreye giriyor: Geleceğin ne olduğuna, kim tarafından kurgulandığına ve nasıl yönlendirildiğine ışık tutuyor.

Gelecek Fikri Yeni Değil, Ama Daha Güçlü

Kobie, geleceğe dair düşünmenin yeni bir refleks olmadığını vurguluyor. Antik çağlardan bugüne kehanetler, ütopyalar, distopyalar ve bilimkurgu eserleri aracılığıyla insanlar kendi zamanlarını aşan kurgular üretmişlerdir. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu kurguların bireylerin değil; hükümetlerin, şirketlerin ve teknoloji elitlerinin elinde birer araç haline gelmesidir.

Silikon Vadisi’nin “Geleceği” Satın Alması

Günümüzde geleceği tanımlayan en güçlü aktörler teknoloji şirketleri. Silikon Vadisi merkezli bu yapılar, yalnızca yeni teknolojiler üretmekle kalmıyor; bu teknolojilerin hayal ettirdiği geleceği de pazarlıyor. Nicole Kobie’ye göre bu “gelecek satışı”, kapitalist sistemin en sofistike manipülasyonlarından biri. Çünkü artık insanlar, daha iyi bir geleceği hayal etmek yerine, sunulan vizyonlara razı olmayı tercih ediyor.

Bilimkurgu ve Politik Gerçeklik

Kobie, bilimkurgu edebiyatının ve filmlerinin yalnızca eğlence değil, politik bir arka plana sahip olduğunu savunuyor. 1984, Brave New World, Black Mirror gibi eserler birer uyarı değil, zamanla “olası senaryolara” dönüşüyor. Bu da gelecek tahayyüllerinin aslında günümüz karar vericileri tarafından birer araç olarak nasıl kullanıldığını ortaya koyuyor.

Teknoloji Tarafsız Değildir

Yazar, teknolojinin asla tarafsız olmadığını açıkça ifade ediyor. Hangi teknolojinin geliştirileceği, kimler için geliştirileceği ve hangi ihtiyaçlara cevap vereceği tamamen ideolojik kararlarla belirleniyor. Yapay zeka, gözetim sistemleri, uzay yolculukları veya dijital ekonomi: Hepsi birer gelecek inşasıdır. Ancak bu gelecek, herkes için eşit derecede ulaşılabilir değil.

Hayal Edilen Gelecek mi, Dayatılan Gelecek mi?

Kitabın temel sorusu şu: Gelecek gerçekten insanlığın ortak aklıyla mı belirleniyor, yoksa güçlülerin çıkarına göre mi kurgulanıyor?

Nicole Kobie’nin cevabı net: Bugün bize “ilerleme” adı altında sunulan çoğu şey, belirli çevrelerin çıkarlarına hizmet eden bir gelecek tasarımıdır. Bu tasarım, medya yoluyla yaygınlaştırılır, teknolojiyle pazarlanır ve politikalarla meşrulaştırılır.

Nicole Kobie The Long History of the Future – Narrative Species

Geleceği Kimin İçin Tasarlıyoruz?

“Geleceğin Uzun Tarihi”, sadece teknolojiye veya inovasyona değil, bu olguların arkasındaki güç ilişkilerine dikkat çeken önemli bir eser. Nicole Kobie, okura şu çağrıyı yapıyor:

“Geleceği başkalarının kurgulamasına izin vermeyin.”

Çünkü bir toplumun geleceği, ancak kolektif akıl ve etik bir vizyonla kurgulandığında adil ve sürdürülebilir olabilir. Aksi halde geleceğimiz, geçmişin hatalarına benzeyen ama daha sofistike bir kabusa dönüşebilir.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.