Connect with us

BANKA HABERLERİ

2022 İktisat Nobeli: Bankalar ve patolojileri

Yayınlanma:

|

2022 İktisat Nobel Ödülünü Ben Bernanke, Douglas Diamond ve Philip Dybvig kazandılar. Bu iktisatçıları birleştiren ortak konu mali aracılık, özellikle de bankacılık çalışıyor olmaları.

Banka diye bir kurum neden var? Neden köftecilik krizinden bahsetmiyoruz da bankacılık krizi herkesin aşina olduğu bir korku? Bankacılık krizi neden bankalardan başkalarını, sadece bankada mevduatı olanları değil bankadan borç alanları da ilgilendiriyor? Ödül, Bernanke, Diamond ve Dybvig’e bu sorulara verdikleri cevaplar için verildi.

Bankaların ekonomideki işlevini anlamak kolay değil

Mali aracılık, üzerine düşünmesi kolay bir konu değil. Genel olarak aracılık, bir kolaylaştırıcı olmaktan öte işlev taşıyor mu? Menajerler olmasa futbolcular ile kulüpler birbirlerini bulamayacaklar mı? Bankaların bundan öte bir işlevi var mı? Mali piyasalar ne işe yarıyor? Şirketlerin bankadan kredi almak, hisse senedi satmak, patronun cebinden finanse olmak gibi değişik finansman yöntemlerinden hangisini seçtikleri fark ediyor mu?

Bu son sorunun makroiktisat ve finans yazınının başına bela olmuş çok önemli bir cevabını Modigliani-Miller teoremi veriyor. 1950’lerde başladıkları bir seri makale ile Modigliani ve Miller standart bazı varsayımlar altında bir şirketin değerinin, şirketin nasıl finanse edildiğinden bağımsız olduğunu gösteriyorlar. Modigliani ve Miller’in daha sonra ayrı ayrı Nobel aldıkları[1] bu fikir finansman sorunu, bankacılık krizi gibi meselelerin standart modellerde sorun olarak görülemeyeceğini gösteriyor. Banka yoksa ve banka kredisi alınamıyorsa şirketler kendilerini hisse senedi satarak ya da tahvil ihraç ederek finanse edebilirler, şirket değeri ve dolayısıyla şirket davranışı için fark etmez. Şirket davranışı için fark etmiyorsa makroiktisadi sonuçları da olmaz. Dolayısıyla mali krizlerin reel ekonomiye, gelire, işsizliğe, enflasyona etkisi olmaması gerekir. (Bankalar eliyle yaratılan para arzı değişiklikleri ayrı bir kanal, burada bahsedilen finansman etkisi.)

Bir yandan iktisatçıların mutat olarak kullandıkları modellerin finans tezahürünü en temiz şekliyle ortaya koyarak bu konunun temelini oluşturduğu için çok önemli olan Modigliani-Miller teoremi (Bernanke’nin derste anlatışıyla, pastanın boyunun nasıl dilimlendiğinden bağımsız olması) diğer yandan gördüğümüz dünyayı anlamayı da çok zor hale getiriyor. Mali sektör krizlerinin reel sektörü etkilememesi mümkün olabilir mi? Böyle bir çerçeve ile Büyük Buhran’ı nasıl anlayabiliriz?

Modigliani ve Miller’ın çalışmalarından sonra uzun zaman şirket bilançolarının reel etkileri, mali sistemin sağlığının makroekonomik önemi gibi konular “…ama Modigliani-Miller…” duvarına çarptılar. Buradaki önemli sorulardan biri bankaların ne iş yaptıkları ve neden önemli olduklarıydı. Modigliani-Miller bankaların önemli olmadıklarını söylüyordu ama yaptıkları iş ne ki önemli olmadığını düşünelim, önemli değillerse de neden bankacılık krizleri tarih boyunca bu kadar yaygın gibi sorular cevapsızdı.

Kendisi de daha sonra Nobel almış olan Fama[2]  önemli bir makalesinde bankalar ne iş yaparlar sorusuna, özetle, defter tutarak insanların hayatlarını kolaylaştırırlar ama çok da özel bir iş yapmazlar cevabını veriyor.  Bu da bankaların neden krize bu kadar yatkın olduklarını ve bankacılık krizlerini neden dert ettiğimizi iyice anlaşılmaz hale getiren bir cevap.

Diamond ve Dybvig, bankaların önemli bir işlevini tanımlayıp krizler için önlem öneriyor

Diamond ve Dybvig’in kendilerine Nobel getiren ortak çalışmaları bankaların ne iş yaptıkları üzerine. (Burada banka dense de anlatılan mekanizma başka bazı mali aracılık türleri için de geçerli.) Makalelerinin[3] ana fikri insanların tasarruflarına ne zaman ihtiyaç duyacaklarını bilmedikleri için likit kalmak—kaynaklarını her an ulaşılabilir tutmak—istemeleri; ancak yatırımların tamamlanması vakit aldığı için yatırım yapacak müteşebbislerin uzun vadeli borç almak istemeleri uyumsuzluğunu bir aracının çözebilecek olması. Bu aracının avantajı kimin tasarrufuna ihtiyacı olacağını bilmese de herkesin birden ihtiyaç duymayacağını bilmesi ve buna göre bir miktar likit rezerv tutup toplam tasarrufun geri kalanını yatırıma yönlendirebilecek olması. Aracı, tasarruf sahiplerine ihtiyacınız olduğunda gelip bendeki varlığınızı alabilirsiniz deyip yatırımcılara uzun vadeli kredi veriyor. Bu aracı, banka.

Diamond ve Dybvig’e göre bankanın yaptığı temel işlerden biri bu vade dönüşümü, bankanın kısa vadeli yükümlülükler ile uzun vadeli varlıkları fonlaması. Aynı vade dönüşümü, bankanın kendisini likidite sorunu yaşar hale getiriyor. Diamond ve Dybvig bankaların olduğu bu ekonomide iki denge olduğunu gösteriyorlar. Biri, yatırım dönemi bitmeden sadece gerçekten likidite ihtiyacı olanların bankaya gidip mevduatlarını çektikleri iyi denge. Bu durumda herkes memnun, bankanın rezervleri erken gelenleri tatmin edecek düzeyde, bekleyenler de yatırımın getirisini paylaşıyorlar (faiz geliri elde ediyorlar).

Ancak bir denge daha var. Eğer insanlar, başkalarının likidite ihtiyacı olsun olmasın, ne olur ne olmaz diyerek kendi mevduatlarını çekeceklerinden endişe ederlerse, bankanın rezervlerinin herkesin mevduatını erken çekmesine yetmeyeceğini bildikleri için, sırada önde olmak için bankaya koşarak gidecekler. Bu bankaya hücum edildiği, bankanın işini iyi yapmadığı için değil, yaptığı işin bir yan etkisi olarak battığı denge. Bu hücumun bir sonucu henüz bitmemiş olan yatırımın devam etmemesi, bankanın mümkün olduğunca fazla ödeme yapmak için müteşebbisleri yarı tamamlanmış yatırımları hızla satmaya zorlaması ve bunların tamamlandıklarında sahip olacakları değerlerden çok düşüğe satılmaları. Diamond ve Dybvig bu kötü dengenin engellenmesi için bankalara likidite desteği sağlanmasının (gerektiğinde sağlıklı bankalara rezerv sağlayacak olan bir merkez bankası olmasının) ve mevduat sigortasının önemine dikkat çekiyorlar.

Türkiye’de 2001 krizinin tetiklenmesini Diamond ve Dybvig’in kötü dengesine geçiş olarak görmek mümkün. Ecevit’in “devlet krizi” sözleri insanları zaten sağlıksız olduğunu bildikleri bankacılık sisteminden mevduatlarını çekmeye, bunu başkalarından önce yapmak için bankalara hücum etmeye yöneltti. Devlet krizinin bankacılık krizinden çok farklı bir şey olması burada önemli değil; insanların, başkalarının bu sözleri bankaya hücum için sinyal olarak düşüneceklerini düşünmeleri yeterli.

Bernanke ve Büyük Buhran’dan iktisat öğrenmek

Bernanke’nin katkısı ise Büyük Buhran’ı çalışarak, uygulamada banka krizlerinin reel etkileri olduğunu göstermiş olması. (Bernanke’nin, özellikle Mark Gertler ile birlikte, mali hızlandırıcı fikrini geliştirdiği çok önemli teorik katkıları da var ancak Nobel komitesi ödülü Büyük Buhran çalışması için verdiğini vurguladı.) Bu Modigliani-Miller teoreminin uygulamada geçerli olmadığını gösteriyor ve teoriye, anlayışa yol gösteren uygulamalı çalışma olarak çok önemli.[4]

Elbette baktığımızda banka kredilerinin azaldığı dönemlerde iktisadi faaliyetin de azaldığını görüyoruz. Ancak bu, nedensellik ile ilgili bir şey söylemiyor. Kötü zamanlarda iş yapmayan şirketler kredi aramadıkları için de kredi talebi azalıyor olabilir. Bernanke zarif bir gözlem ile, ABD’de Büyük Buhran sırasında bankaların batışlarıyla iktisadi küçülme arasında, ilk defa, kredi arzından kaynaklanan nedensel bir bağ buluyor. Dolayısıyla bankaların sadece para arzı üzerinden değil, kredi arzı üzerinden iktisadi faaliyeti etkilemiş olduğunu gösteriyor.

Makro-finans araştırmalarında çığır açan bu çalışma, finans tarafının makroekonomiye sadece tepki vermediğini, etki de ettiğini gösterip bunun neden böyle olduğunu anlamaya çalışan büyük bir akademik yazının önünü açıyor. Buradaki teorik işin epey bir kısmında da birlikte çalıştığı iktisatçılarla birlikte Bernanke’nin katkısı var.

2008-09 krizi sırasında bu uzmanlığa sahip Bernanke’nin ABD Merkez Bankası Fed’in başkanı olması para politikası tepkisini belirledi ve bu dönemdeki mali sektör desteği ve likidite sağlama mekanizmaları ikinci bir Büyük Buhran yaşanmasının önüne geçti. Öte yandan Bernanke’nin de dahil olduğu karar alıcıların önemli bir yatırım bankası olan Lehman Brothers’ın batmasını önlemeyerek krize davetiye çıkardıkları, miktarsal genişleme ile Fed bilançosunu fazla büyüttükleri eleştirileri de devam ediyor. Bunlar da, akademik yazın bir karara varırsa, bu yeni krizden çıkardığımız dersler olacak.

2022 İktisat Nobel ödüllerinin, ilk bakışta açık, özelliksiz gibi görünen bazı vakıanın neden aslında açık da özelliksiz de olmadığını gören, daha sonra bunlara zarif açıklamalar getiren iktisatçılara verildiğini ve ödül alan çalışmaların iktisat politikasına kuvvetle etki etmiş olduklarını görüyoruz. Türkiye de, maalesef, finans sektörünün bazen yeterince denetlenip düzenlenmemesi, bazen de fazla cendere altına alınması nedeniyle büyük makroekonomik sorunlar yaşamış ve yaşayan bir ülke. Dolayısıyla bu çalışmaların ülkemizde ve bizlerin hayatında da karşılıkları var. Kısmen böyle olduğu için de bu konularda yerli çalışmalar mevcut. Bilkent Üniversitesi’nde meslektaşlarım Hakan Kara, Burçin Kısacıkoğlu, Sang Seok Lee, Koç Üniversitesi’nde Kamil Yılmaz, Yale Üniversitesi’nde Türkiye üzerine de çalışan Alp Şimşek ve birçok başka kıymetli hocamız benzer konularda dünya çapında önemli çalışmalar yapmaya devam ediyorlar.

Refet Gürkaynak
Bilim Akademisi üyesi, Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü 

Notlar/Kaynaklar

Notlar/Kaynaklar
1 Franco Modigliani 1985’te, Merton H. Miller ise 1990’da Nobel Ekonomi Ödülüne layık görüldü.
2 Eugene F. Fama, 2013 Nobel Ekonomi Ödülü, https://www.nobelprize.org/prizes/economic-sciences/2013/press-release/
3 Diamond, D.W. ve Dybvig, P.H. (1983) Bank runs, deposit insurance, and liquidity, Journal of Political Economy 91, 401–419.
4 Bernanke, B.S. (1983) Nonmonetary effects of the financial crisis in the propagation of the Great Depression, American Economic Review 73, 257–276.

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Garanti BBVA’dan 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman taahhüdü

Garanti BBVA belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını yeni hedefinin ise 2029 yılının sonuna kadar 3,5 milyar dolar olarak açıkladı.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Garanti BBVA, 2018–2025 dönemi için belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını açıkladı. Bu başarının ardından banka, 2018–2029 yıllarını kapsayan yeni hedefini 3,5 trilyon TL olarak paylaştı.

Garanti BBVA bu taahhütle; iklim değişikliğiyle mücadele, doğal sermayenin korunması, döngüsel ekonomi, sosyal kalkınma ve finansal kapsayıcılık alanlarında güçlü etki yaratmayı amaçlıyor.

Bu rakam, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar arasında en yüksek sürdürülebilir finans taahhüdü oldu.

Garanti BBVA, 2029 yıl sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğini taahhüt ediyor

Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten, bu performansta, sürdürülebilirliği stratejik öncelik haline getirmelerinin önemli bir rol oynadığını vurguladı. Akten, yeşil/sosyal kredilerden çevreci taşıt kredilerine, sürdürülebilir tahvillerden, çevresel ve sosyal yatırımlarda aktif danışmanlık hizmetlerine ve su verimliliğiyle ilgili projelere yönelik “mavi finans” gibi sürdürülebilir finansman ürünü sunduklarını söyledi.

Mahmut Akten, yeni hedefi ise şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi, bu başarıyı daha ileri taşıyarak 2029 yılı sonuna kadar 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman sağlamayı taahhüt ediyoruz. Bu yeni hedef, yalnızca hacim açısından değil, sürdürülebilir finansman hızımız açısından da çarpıcı bir sıçrama anlamına geliyor. 2025’in ikinci yarısından 2029 sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğiz. Bu taahhüdün büyüklüğü, Türkiye’nin düşük karbonlu ve kapsayıcı bir geleceğe geçişinde Garanti BBVA’nın giderek daha da etkin bir rol üstleneceğini gösteriyor.”

BBVA Grubu’nun küresel taahhüdü 1 trilyon euro

Garanti BBVA’nın ana hissedarı BBVA Grubu, 2018-2025 yılları için ilk etapta 100 milyar euro sürdürülebilir finansman hedefi koymuştu. Hedef önce 300 milyar euroya çıkarıldı ve 2024 yılı sonunda tamamlandı. Grup şimdi, 2025–2029 dönemi için 700 milyar euroluk yeni taahhütle toplam hedefini 1 trilyon euroya yükseltti.

BBVA’da Türkiye’nin Payı yüzde 9’a yükseldi

2025’in ilk dört ayında BBVA Grubu’nun sağladığı toplam sürdürülebilir finansmanın yaklaşık 140 milyar TL’si Garanti BBVA tarafından sağlandı. Bu rakamla Türkiye’nin BBVA Grubu içindeki payı sürdürülebilir finansman rakamların raporlanmaya başlandığı 2018 yıllarındaki yüzde 3 seviyesinden bugün yüzde 9’a yükselmiş durumda.

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Tahvil Yerine Kredi: Türk Şirketlerinin Finansman Kaderi

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türkiye’de reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamak için en çok başvurduğu yöntem banka kredileridir. Oysa gelişmiş finansal sistemlerde şirketler, uzun vadeli ve daha uygun maliyetli fon sağlamak için sermaye piyasalarında borçlanma araçlarına, özellikle tahvil ihraçlarına yönelmektedir. Peki Türkiye’de reel sektör neden bu imkândan yeterince yararlanamıyor?

Tahvil İhracının Önündeki Ekonomik Engeller

Tahvil piyasasının gelişmesi; makroekonomik istikrar, faiz oranlarının öngörülebilirliği, düşük enflasyon, istikrarlı döviz kuru, düşük kamu borçlanma ihtiyacı ve yüksek kredi notu gibi birçok değişkene bağlıdır. Ancak:

  • Türkiye’nin ülke kredi notu düşüktür ve bu doğrudan özel sektörün notunu da sınırlamaktadır.

  • Yüksek enflasyon ve faiz oranları, borçlanma maliyetlerini tahvil piyasasında da yükseltmektedir.

  • Kamu kesiminin sürekli yüksek borçlanma ihtiyacı, özel sektörün tahvil ihraçlarını piyasadan dışlama etkisi (crowding out) ile sınırlamaktadır.

Hukuki ve Kurumsal Güven Eksikliği

Sadece ekonomik değil, hukuki ve politik güvensizlik de yabancı ve yerli yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgi göstermemesine yol açıyor. Güçlü bir ikinci el tahvil piyasası oluşmadığı için yatırımcılar uzun vadeli bağlayıcı enstrümanlara mesafeli durmaktadır.

Banka Kredilerine Bağımlılığın Sonuçları

Bu nedenlerle reel sektör, finansmana erişimde tek kanal olarak bankaları kullanmak zorunda kalıyor:

  • Yüksek maliyetli ve kısa vadeli kaynaklara mahkûm olunuyor.

  • Kredi sınırlamaları, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işletmeleri zorluyor.

  • Kredi vadelerinin kısalığı ve esneklik eksikliği, uzun vadeli yatırım planlarını zorlaştırıyor.

Finansman Araçlarında Çeşitlilik Şart

Türkiye’de reel sektörün daha güçlü, sağlıklı ve uzun vadeli kaynaklara erişebilmesi için:

  • Makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi,

  • Sermaye piyasalarının derinleştirilmesi,

  • Hukuki güven ortamının sağlanması,

  • Tahvil piyasası için ikincil piyasa likiditesinin artırılması büyük önem taşımaktadır.

Onur ÇELİK-CFO/YMM

 

Okumaya devam et

Ali Coşkun

YÜKSEK BANKA KREDİLERİ

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.

Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.

Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.

Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.

Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.

Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.

Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.

Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.

Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.

Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.

İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.

Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.

Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.

Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.

Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.

Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?

Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.

Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.

Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.

Ali COŞKUN-Finans Danışmanı
0 530 787 84 39
[email protected]

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.