Connect with us

GÜNCEL

Sinan Alper: Kaybedilmiş Seçimin Sosyal Psikolojik Otopsisi

Yayınlanma:

|

Seçim dönemi kapandı. Birçok insan için sonuçlar sürprizdi ama herkes bunun aslında son derece öngörülebilir olduğunu, nasıl da aylar önce Kılıçdaroğlu’nun kesinlikle kaybedeceğini öngördüklerini anlatmakla meşgul. Bir olayı olduktan sonra, post-hoc açıklamak kolaydır, millet olarak da en sevdiğimiz aktivitelerden biridir. Ancak bu tarz açıklamaların sorunu, öne sürdüğümüz açıklamanın gözlemlediğimiz sonucun (seçim sonucunun) gerçek sebebini açıklayıp açıklamadığından hiçbir zaman emin olamamamızdır. O yüzden açıklamanızın daha güvenilir olması için, sonucu olaydan önce, a priori öne sürmeniz; bir şeyleri henüz yaşanmadan tahmin etmeniz gerekir. Ben, yazının sonunda değineceğim bir sebeple, sonucu öngöremedim. Kılıçdaroğlu’nun ilk turda kazanamayabileceğini ama kesinlikle önde bitireceğini düşünüyordum; birçok anket firması da bana katılıyordu. Ancak yine de aşağıda vereceğim açıklamaların güvenilir olduğu konusunda sizi ikna edebilecek bir ayrıntım var:

Biz 2020 yılında bunun kitabını yazmıştık.

SAĞCILIĞIN VE SOLCULUĞUN PSİKOLOJİSİ: Farklı Dünyaların İnsanları

Sağcılığa ve solculuğa sosyal psikolojik bir bakış açısı sunan bu kitapta, yaşanılan çevrenin tehditkârlığı ve…

www.nobelyayin.com

Doç. Dr. Onurcan Yılmaz’la beraber yazdığımız, “Sağcılığın ve Solculuğun Psikolojisi: Farklı Dünyaların İnsanları” isimli kitabımız 2020 Mart ayında çıktı. Daha henüz pandeminin bile tam olarak farkında değildik ilk çıktığında. Üzerinden epey zaman geçti, kitap dördüncü baskısında. Ancak anlattıkları günümüzle yakından ilişkili. Kitabı iki cümleyle şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Sağcılar, solculara kıyasla, dünyayı daha tehlikeli ve öngörülemez bir yer olarak algılarlar.
  • Gelenekçilik, otoriteye itaat, korku ve kaygı duymaya meyilli olmak, farklı insan gruplarına karşı mesafeli olmak gibi muhafazakarlıkla ilişkili özellikler, gerçekten tehlikeli olan bir dünyada işe yarayacak özelliklerdir.
  • Dolayısıyla, tehlike ve öngörülemezlik arttıkça sağcılık artar, artması da kendi içinde mantıklıdır; zira tehlikeli bir dünyada hayatta kalmayı sağlayacak adaptif tepkiler geliştirmenizi sağlar.

Korkmayın, bu yazıda kitabı anlatmayacağım. Bu seçime özel, bağımsız bir akış sunacağım. Ama anlatacağım şeylerin çoğunun ana teması, kitabın ruhuyla önemli ölçüde örtüşüyor.

Şimdi geçelim sosyal psikolojik otopsiye. Bu seçim niye kaybedildi, sosyal psikoloji kuramlarıyla açıklamaya çalışacağım. İlginç bir örnekten başlayayım.

  1. “Bunlar LGBT’ci…”

28 Mayıs akşamı, seçim sonuçları netleştikten sonra Recep Tayyip Erdoğan, Kısıklı’da halkın karşısına çıktı. Unutmayın, henüz daha balkon konuşması bile yapılmamış; kazanılmış seçimden sonra yapılan ilk konuşmadan bahsediyoruz. Erdoğan, konuşmasında şu sözleri kullandı:

Bu CHP LGBT’ci midir, bu HDP LGBT’ci midir, bu İyi Parti LGBT’ci midir, yanındaki o bazı ufaklıklar var onlar da LGBT’ci midir? Peki AK Parti’ye LGBT sızabilir mi? Cumhur İttifakı’nın diğer üyelerine sızabilir mi? Bizde aile kutsaldır.

Ne alaka, değil mi? Neden ilk bahsedilen şeylerden biri bu olsun? Üstelik bu partilerin hiçbiri seçim sürecinde LGBT’ye dair bir şey gündeme getirmedi.

Tabii bu tekil bir vaka değildi. Tüm seçim dönemi boyunca AKP’li siyasetçiler LGBT konusunu defalarca gündeme taşıdılar. Sanki bu toplumda tartışılan sıcak konulardan biriymiş gibi, konuyu ısrarla buraya çektiler.

Lafı uzatmayacağım. Buradaki taktik belli. Toplumun önemli kısmı eşcinselliğe soğuk yaklaştığından, muhalefeti LGBT ile ilişkilendirerek bir çeşit karalama kampanyası yürütüldü. Özellikle bu konunun seçilmesi de tesadüf değil. Eşcinsellik, maalesef toplumun önemli bir kısmının gözünde bir çeşit ahlaksızlık. Konunun cinsellikle alakalı olması ise ahlaksızlığı turbo moduna geçiriyor. Nitekim, bazı araştırmacılara göre, dinlerin başarılı olarak yayılmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri, cinsel hayata sınırlamalar getirmeleri. Cinsellikle ilgili normların dışına çıkan bir iddiada bulunduğunuzda akan suların durması garip değil yani. Evrimsel bir geçmişi var.

Lafı uzatmayacağım dedim ama yine uzadı. Özetin özeti: Karşı taraf ahlaksız ve bu yüzden onların hiçbir dediğine güvenemezsiniz demek istiyorlar. Evrimden devam edelim ve bu konunun neden son derece önemli olduğundan bahsedelim.

Sosyal psikolojide Kalıpyargı İçerik Modeli isimli bir kuramsal model var. Buna göre, insanlar kalıpyargılarını (belli gruplara dair genelleştirilmiş inançlarını) iki farklı boyutta kurgularlar: Sevecenlik ve yetkinlik. Sevecenlik boyutu, bir insanın (veya grubun) ne kadar güvenilir, uyumlu, dürüst, iyi niyetli olduğuna dairdir. Yetkinlik ise becerikli, çalışkan, zeki olmaya dairdir. Bu modele göre, evrimsel geçmişimiz boyunca, bu iki boyuta dikkat etmek bizim oldukça işimize yaramıştır. İlk defa karşılaştığımız insanların sevecenliğine bakarak o kişilerin bize zarar verip vermeyeceğini; niyetlerinin iyi mi kötü mü olduğunu anlamaya çalışırız. Yetkinlik boyutu ise, niyetlerini uygulamaya geçirme potansiyelleri hakkında bize bilgi verir. Biri iyi niyetli ama oldukça beceriksizse işimize yaramayacaktır. Hem kötü niyetli hem de becerikliyse yandık demektir.

İki boyut var ama biri diğerinden daha önemli. Sevecenliğin önceliği var, çünkü yetkinlik değerlendirmemiz tamamen sevecenlik algımıza bağlı. Eğer birini soğuk bulduysak, o kişinin çok zeki ve becerikli olması bizim için tehdit olacatır. Ama eğer sıcak bulduysak, kendimize çok güvenilir ve işe yarar bir müttefik bulduk demektir. Dolayısıyla en baştaki sevecenlik algımız, tüm süreci etkilemektedir.

Dönelim Kılıçdaroğlu’na. Kılıçdaroğlu, kampanya boyunca yetkinliğini ispatlamak için oldukça uğraştı. Bilim, eğitim, ekonomi, dış ilişkiler gibi birçok konuya hakim olduğunu göstermek için çok sayıda içerik üretti, projelerini paylaştı.

Peki karşı taraf ne yaptı?

Kılıçdaroğlu’na LGBT’ci dediler. Daha da önemlisi ve hepimizin malumu olduğu üzere, PKK’lı dediler. Bu iki anahtar sözcük, herhalde Türkiye halkının çok çok büyük bir çoğunluğunu tetiklemeye yetiyordur. Özellikle PKK’yla sizi ilişkilendiren ithamlar üzerinize yapıştıktan sonra artık iyi bir insan (“sevecen”) olduğunuza dair insanları ikna etmeniz oldukça zor. Ekonomiyi de düzeltseniz, bizi uzaya da çıkarsanız insanlar artık sizi dinlemeyecektir. Yetkin biri olsanız bile, bu yetkinliğinizi şeytani amaçlar için kullanacaksınız demektir çünkü.

Tabii bu noktada hassas bir konuya daha değinmemiz gerekiyor. Kılıçdaroğlu’na yöneltilen ithamların toplumun bir kesimince çok kolay kabul edilebiliyor olmasının önemli sebeplerinden biri muhtemelen Alevi olmasıydı. Alevilere yönelik önyargı ve ayrımcılığın bu topraklarda yüzlerce yıllık tarihi var. Nispeten yakın tarihler olarak sayılabilecek 1978 Maraş Katliamı, 1993 Sivas Katliamı gibi bu ayrımcılığın vahşete dönüştüğü örnekleri yaşadık. Alevilere yönelik bu tutumun bittiğini söylemek ise oldukça güç. Sivas Katliamı’nda insanların yakılarak öldürüldüğünü hatırlayarak, seçim döneminde atılmış ve binlerce beğeni almış şu tweet’e tekrar bakın:

Alevilerin “dinsiz” olduğuna ve bu sebeple de hiçbir ahlaki pusulaları olmadığına dair inanç, maalesef korkunç olduğu kadar yaygın da. Dindar birinin gözünde “dinsiz” biri yukarıda bahsettiğimiz “sevecenlik” değerlendirmesine -100 puanla başlıyor. Ne yaparsa yapsın haksız oluyor ve yaptığı şeyi kötücül bir amaçla yapmış oluyor. Ne demek istediğimi anlamak için, 30 saniyenizi ayırarak şu videoyu izleyin:

Tabii mesele Kılıçdaroğlu’ndan ibaret de değil. CHP’ye oy vermenin “günah” olduğunu düşünen hatırı sayılır sayıda insan var ülkemizde. 2016 yılında Yeni Akit’te yazdığı yazıda İbrahim Bektaş, CHP’ye oy vermiş kişileri “tövbe etmeye” çağırıyor ve CHP’deki Alevilerden ve bu kişilerin, kendi iddiasına göre, “Allah’tan korkmuyor” olmasından şu şekilde şikayet ediyordu:

“Geçen ay yapılan kongreden sonra da tamamen Alevilerin güdümüne girdiler.

En son ankette kendi seçmenlerinin % 66’sı partilerinin Alevi partisi olduğunu onayladı.

Bütün bunların üstüne, Ermeni kökenli bir milletvekilleri ‘biz Allah’tan değil, hukuktan ve bu ülkenin elden gitmesinden korkuyoruz” diyerek açıkça küfre daldıklarını ilan etti.

Ne yazık ki CHP’li vekilin ifadesindeki “Biz” kelimesi CHP’lileri kapsıyor ve onlardan da bu yazının kaleme alındığı tarihe kadar “Hayır, biz Allah’tan korkuyoruz” türünden herhangi bir açıklama gelmedi.”

“Allah korkusu” evrimsel açıdan önemli bir kavram. Kalıntıları günümüz Şanlıurfa’sında bulunan 12.000 yıllık Göbekli Tepe bir çeşit tapınaktır ve en önemli işlevlerinden birinin “tanrı korkusu” yaratmak olduğu düşünülmektedir. Buna göre, insanların küçük kabilelerinin sınırlarından çıkıp geniş çaplı işbirliğine girebilmesi ve büyük işler başarabilmesi için, aralarındaki ilişkiyi gözleyecek ve kuralları çiğneyenleri cezalandıracak bir sisteme ihtiyaçları vardı. Her şeyi görebilen ve her şeye gücü yeten “Büyük Tanrı(lar)” inancı bu ihtiyacı tam olarak karşılıyordu. Aklınızdan geçirdiğiniz şeyi bile bilebilen ve sizi çok ağır cezalara çarptırabilecek bir tanrının varlığına inanan insanlar, birbirlerine kazık atmadan büyük işler başarabiliyordu. İnsanlığın yerleşik hayata geçmesinin ve günümüzde bildiğimiz anlamda medeniyeti kurmasının öncüllerinden birinin, bahsettiğim işlevi sebebiyle, “Allah korkusu” olduğu düşünülüyor.

Günümüzde yapılan sosyal psikoloji çalışmaları da, ateistlere yönelik önyargının temelinde, bir tanrı tarafından izlendiklerini düşünmediklerinden ahlaklı davranamayacaklarına dair kabulün yattığını göstermektedir. Dolayısıyla, birisini “dinsiz” görmenin getirdiği negatif tutum, aslında bu güven eksikliğinden dolayıdır.

Kılıçdaroğlu bu meselelere hiç girmedi diyemeyiz. “Alevi.” başlıklı videosu Twitter’da 115 milyondan fazla izlendi ve Türkiye siyasi tarihi açısından oldukça önemli ve anlamlı bir olaydı.

Kimliği haricinde, Kılıçdaroğlu kişilik yapısı olarak da oldukça “sevecen” bir insan olduğunu göstermek için çalışmadı dersek yalan olur. Kampanya boyunca güleryüzlü olmaya çalıştı, kavgacı bir tutum göstermedi, eliyle yaptığı kalp işaretini kampanyanın merkezine taşıdı.

Rakipleri ise onun ahlaki karakterini karalamakla meşguldü. Resmi ağızlardan doğrudan Alevilik meselesine girilmedi belki ama sosyal medyada bolca konuşuldu. Ayrıca ahlaki açıdan güvenilir bir insan olmadığını göstermek için Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirildiğini gördük. Peki neden Kılıçdaroğlu’nun değil de, iktidarın kampanyası tuttu?

Bu sorunun tabii ki önemli tarihsel cevapları var. Ancak ben taktiksel boyutta kalacağım. Öyle bir taktiksel hata yapıldı ki, etkisi sadece bu konuya dair değildi ve muhtemelen kampanyanın her parçasını ekledi.

(Sonraki bölüme geçmeden önce bir parantez açmalıyım: “Kılıçdaroğlu Alevi olduğu için aday olmamalıydı” gibi bir şey söylemeye asla çalışmıyorum. Toplumun en gerici kesimlerinin haksız önyargılarına göre kendimize sınırlar çekersek, toplum hiçbir zaman ilerleyemez. İlerletebilmek için bu önyargıları kırmak gerekir. Ancak bir şeyi kırmak için var gücünüzle vurmanız gerekir, üfleyerek kıramazsınız. Anlatmaya çalıştığım ve sonraki bölümlerde biraz daha ayrıntılandıracağım şey tam olarak bu.)

Seçimin ikinci turundan önce, Kemal Kılıçdaroğlu ünlü YouTube kanalı BaBaLa TV’ye çıktı. Dört saatlik yayının en başlarında, Kılıçdaroğlu’nun seyirciye hitaben yaptığı konuşmada ilk söylediği şeylerden biri şu oldu:

“Goebbels diye bir adam var, duyanınız var mı?”

Joseph Goebbels, Nazi Almanyası’nda propaganda bakanlığı yapmış bir isim. Kendisine atfedilen en ünlü sözlerden biri şu şekilde:

Bu sadece Goebbels’in şahsi fikri olsaydı, hasta bir adamın neyse ki doğru olmayan sayıklamaları olarak görülebilirdi. Ancak maalesef tespitinde haklı. Sosyal psikoloji çalışmaları, bir mesajı ne kadar çok tekrar ederseniz, karşı tarafı o kadar çok inandıracağınızı göstermektedir.

Bir şeyi çok fazla duyduğumuzda, hafızamızda yer ediyor ve bir noktadan sonra onu doğruluğu ispatlı, kesin bir şeymiş gibi düşünmeye başlıyoruz. İddiayı ilk nerede duyduk, kimden duyduk, bize nasıl bir kanıt gösterildi, hepsini unutuyoruz; ama sık tekrar edilmiş mesajın içeriği aklımızda kalıyor. O mesajın güvenilir olup olmadığına dair bütün ayrıntıları unutup, sadece mesajın içeriğini hatırladığımızda da, ne kadar saçma bir iddia olursa olsun inanma olasılığımız artıyor. Kılıçdaroğlu karşıtı kampanyanın da ana stratejisi tam olarak buydu.

Bıkmadan, usanmadan, her gün ısrarla tekrarlayarak Kılıçdaroğlu’nun PKK’yla anlaştığını söylediler (araya garnitür olarak “LGBT’cilik” de sıkıştırdılar). Bu iddiaları siyasetçiler o kadar çok tekrarladı ki; televizyonlarda, gazetelerde bu eksende o kadar çok haber çıktı ki, emin olun birçok insan konunun tam olarak nasıl başladığını bile hatırlamıyordur. 2022’nin sonlarında, ana gündemimiz ekonomik krizdi. Şubat 2023’te depremler oldu ve binlerce insanımızı kaybettik. Büyük İstanbul depreminin yaklaştığını hatırladık. Bu arada ekonomi daha da kötüye gitti. Ancak ne olduysa, birkaç ay içinde, seçim sürecini PKK tartışması domine etti. Birden fazla sebepten bahsedebilirsiniz ama bana göre en önemli faktör “tekrar”dı. O kadar çok tekrar edildi ki, herkes bir numaralı gündemin bu olması gerektiğine inandı.

Her ne kadar Goebbels’ten haberdar olduğu anlaşılsa da, Kılıçdaroğlu’nun tekrarın gücünü içselleştiremediğini ve uygulamaya dökemediğini düşünüyorum. Bu noktada, birbiriyle ilişkili iki ana yanlış yapıldı:

  • Kılıçdaroğlu, çok fazla sayıda konudan bahsetti. Birçok insan bunun iyi bir şey olduğunu düşünebilir, “Ne güzel işte, Türkiye’nin her sorununa bir çözüm getiriyorlar.” diyebilir ama ben katılmıyorum. Zaman sınırsız değil ve bu durum size iki seçenek sunuyor: (1) Fazla konu, az tekrar; (2) Az konu, fazla tekrar.

Hem fazla konu hem de fazla tekrar yapamazsınız, çünkü öyle bir zamanınız yok. Eğer Kılıçdaroğlu kilit 2–3 mesaj belirleyip, sabah akşam bunlardan bahsetseydi, şansı muhtemelen daha yüksek olacaktı. Bu söylediğim, ikinci tur kampanyası sürecinde yapılmaya çalışıldı. Suriyeliler meselesi ön plana çıkarıldı ve bu tek mesaj üzerinden çok fazla tekrar yapıldı. Ama seçime birkaç gün kalmışken başlamak yeterince etki etmemişe benziyor. İşe yarayacağı düşünülen taktiğe üç ay önceden de başlanabilirdi. CHP’nin “dinsiz” olduğuna dair propaganda on yıllardır devam ediyor, örneğin.

  • Karşı taraf, sizinle ilgili bir iddiayı çok kez tekrar ettiğinde, sizin yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri kendi mesajınızı daha da fazla tekrar etmektir. Kılıçdaroğlu’nun Alevi videosu önemliydi, evet, ama tek bir videoydu. Yüzlerce yıllık geçmişi olan bir önyargıyı tek bir videoyla kıramazsınız. Karşı taraf sizin için her gün PKK’lı diyorken, siz konunun aslını tek bir kez açıklayıp, insanların da bu açıklamayla ikna olmasını bekleyemezsiniz. İki ay boyunca Kılıçdaroğlu’nun Kandil’le anlaştığına dair haberler izleyen bir vatandaş, bunu yalanlayan tek bir açıklamaya denk geldi diye bir anda mucizevi şekilde Kandil iddiasının yalan olduğuna ikna olmayacaktır.

Hitap ettiğiniz kitleyi tanımak, sadece o kişilerin değerlerini, dertlerini bilmek değildir. Aynı zamanda neyi nasıl anlatırsanız anlaşılacağını bilmektir. Türkiye nüfusunun neredeyse %40’ı, okuduğunu anlama, basit problem çözme gibi becerilerden yoksun.

Bu becerilerin siyasi görüşe göre ayrıştığı gibi bir iddiada bulunmaya çalışmıyorum. Muhtemelen toplumun her kesimi bu dertten muzdarip. Eğitim eksikliği sebebiyle, kendi dilinde okuduğunu anlama konusunda bile zorlanan bir kitleye 20 farklı konudan bahsettiğinizde ve her konuyu birer videoyla geçtiğinizde, muhtemelen hiçbir tesiri olmamaktadır. Basit, vurucu ve çok tekrarlı mesajlar çok daha işlevsel olacaktır.

4) Erken Kalkan Yol Alır

Tekrar önemli. Önemli olan bir başka konu ise zamanlama.

Seçim dönemi dezenformasyon festivali gibiydi. Asılsız iddiaları, çarpıtmaları, montajları gördük.

Peki bir yanlış bilgiyle nasıl mücadele edersiniz? Onun doğrusunu anlatarak, yanlış bilgiyi çürüterek mi? Bunu da yapabilirsiniz tabii ama yapabileceğiniz daha iyi bir şey var: Önceden çürütme (prebunking).

Sander van der Linden, son kitabı Foolproof’ta önceden çürütmeye dair güncel literatürü özetlemektedir. Kitap boyunca da “virüs” benzetmesi kullanmaktadır. Aynı benzetmeyi kullanarak anlatmaya çalışayım.

Yanlış bilgiyi bir virüs gibi düşünün. Bu virüsle mücadele etmenin en etkin yollarından biri, COVID-19 pandemisinde gördüğümüz gibi, aşıdır. Aşı sayesinde, virüs henüz vücudumuza girmeden bağışıklık sistemimizi hazırlarız. Böylece virüs gerçekten geldiğinde hazır oluruz ve virüs bizi hasta edemez. Önceden çürütme tekniği de tam olarak bunu önermektedir. Buna göre, insanları daha yanlış bilgiye maruz kalmadan önce hazırlamalıyız ki, yanlış bilgiye maruz kaldıklarında buna inanmasınlar. Bu hazırlama aşamasında insanlara gelecekte maruz kalabilecekleri yanlış bilgiden bahsedilir ve bunun neden yanlış olduğu anlatılır. Böylece gerçekten yanlış bilgiye maruz kaldıklarında o bilgiye nasıl karşı çıkacaklarını bilirler, “bünyelerine” kabul etmezler ve o yanlış bilgi virüsüyle “enfekte” olmazlar.

Kılıçdaroğlu’nun kampanyası üzerinden örneklendirelim. Henüz Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşmemişken ve HDP’nin kendi adayını çıkarıp çıkarmayacağı belli değilken, Kılıçdaroğlu veya İmamoğlu gibi bir isim aday gösterilirse, HDP’nin bu adayı destekleyebileceği konuşuluyordu. Sonrasında Kılıçdaroğlu’nu desteklemeleri çok sürpriz bir gelişme olmadı.

İşte henüz bu aşamadayken, HDP’nin Altılı Masa’nın adayını desteklemesi durumunda, Cumhur İttifakı’ndan nasıl bir karşı hamle gelebileceği az buçuk belliydi. Erdoğan çok uzun yıllardır HDP’ye tüm kapıları kapatmış durumda. En büyük müttefiki MHP ile beraber HDP’ye sempatiyle yaklaşmayacakları ve sert bir saldırıya geçecekleri öngörülebilir bir şeydi. Kılıçdaroğlu ekibinin, daha henüz karşı taraftan buna dair hiçbir şey gelmemişken, halkı konuya dair “aşılaması” gerekirdi. HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi durumunun nasıl eleştirilebileceğine dair simülasyonlar geliştirip, bütün bu eleştirileri çürüten bilgilerle beraber ellerinden geldiğince halka duyurmalı, böylece karşı taraf bu eleştirileri gerçekten öne sürmeye başladığında, “aşılanmış” kitlelerin bu argümanları yeterince ikna edici bulmamasını sağlamalıydılar. Eğer siz bu önceden çürütmeyi etkin şekilde yaparsanız, örneğin, HDP’nin de Altılı Masa’nın ortağı olduğuna dair bir iddiayı gördüğünüzde, zihninizde bu iddiaya nasıl cevap vereceğinizi de bilirsiniz. Böylece iddiaya inanma olasılığınız azalır. Ancak daha önceden uyarılmamışsanız ve bir anda böyle bir iddiayla karşılaşırsanız, inandırıcı bulma olasılığınız çok daha yüksektir. Çünkü elinizde kullanabileceğiniz karşı-argüman yoktur. Aşılanmış olsaydınız, bu karşı-argümanları daha ilk saniyeden kolayca üretebilecektiniz.

Önceden çürütme veya aşılama tekniğinin iki farklı çeşidi var. Birincisi “olgu bazlı” (fact-based) aşılama. Burada insanlara gerekli bilgileri veriyorsunuz. Mesela diyorsunuz ki:

“HDP’nin de Altılı Masa’da olduğuna dair iddialar duyabilirsiniz. Birileri size Kılıçdaroğlu’nun HDP’ye çeşitli vaatlerde bulunduğunu söyleyebilir. Ancak bu iddialar tamamen yanlıştır. Altılı Masa’nın bileşenleri CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Part, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’dir. Bu partiler dışında hiçbir oluşum yoktur. Bu partilerle beraber bir mutabakat metni imzaladık. Metinde halkımıza şunları şunları vaat ettik. Buna katılan herkes bize oy verebilir. Oy verene vermeyin diyemeyiz. Ama hiçbir partiye özel vaatte bulunmayacağız. Biz olduğumuz yerde duracağız, olduğumuz yeri beğenen oy versin.”

(Küçük bir not: Altılı Masa’nın mutabakat metni aşırı uzundu. Onu kim okuyacak? En fazla 3–5 çok temel prensip olmalı ve bunlar sürekli her yerde tekrar edilmeli, insanların kafasına kazınmalıydı.)

İkinci aşılama tekniği ise “teknik bazlı” (technique-based) aşılama. Burada bilgi vermekten ziyade, karşı tarafın dezenformasyon süreçlerinde kullanabilecekleri yöntemlere dair insanları uyarırsınız. Kılıçdaroğlu’nun attığı şu tweet aslında teknik bazlı bir aşılamadır. Çünkü olası bir dezenformasyon girişimini, kullacağı teknikle beraber (“Cambridge Analytica’cılık) önceden duyurmaktadır.

Ancak buradaki sorun, okuyan herkesin anlayacağı şekilde konunun açıklanmamasıdır. “Cambridge Analytica”nın ne olduğunu Türkiye’de kaç vatadandaş bilmektedir? Benzeri manipülasyon girişimlerini Türkiye’de gördüklerinde nasıl tanıyacaklardır, nasıl maruz kaldıkları anda teşhisi koyup savunmaya geçebileceklerdir? Konunun çok daha basit, somut ve örneklerle anlatılması gerekirdi. Ve de 2 Mayıs’tan çok çok daha önce bu konu açılmalıydı. Halk o kadar antrenmanlı olmalıydı ki, montaj bir videoyu gördüğü anda şak diye tanımalıydı.

PKK ile ilgili tartışmaların seçim gündemini domine etmesi, sosyal psikolojik açıdan oldukça anlaşılabilir. Çünkü tehlike, kurulu düzenin destekçisidir. Kurulu düzen bize güvenlik ve öngörülebilirlik sağladığından, tehlikeyi gördüğümüz anda kurulu düzene daha sıkı sıkıya sarılırız.

Sistemi Meşrulaştırma Kuramı tam da bu konuyla ilgilidir. Kurama dair verilen en popüler örnekle, 11 Eylül Saldırıları’yla başlayalım.

Kaynak: https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Dosya:George_W_Bush_approval_ratings_with_events.svg

Yukarıdaki grafik, George W. Bush’un “görev onay oranını” (yani bir başkan olarak performansından halkın ne kadar memnun olduğunu) gösteriyor. Eylül 2001 civarında oran %52’yken, Ekim başında bir anda %90’a fırlıyor. Neden? Çünkü 11 Eylül Saldırıları. Aynı gün içinde olan terör saldırıları sebebiyle halk paniğe kapılıyor ve iki konudan endişe duymaya başlıyor:

  • Belirsizlik: Halk, “Bildiğimiz anlamda Amerikan hayatı bitti mi; artık ne zaman nerenin patlayacağını bilmediğimiz bir kaosun içinde mi yaşayacağız?” diye düşünmeye başlamıştır. Yarın ne olacağının bilindiği, standart hayatın dışına çıkılmış gibi hissedilmektedir.
  • Güvenlik: İnsanlar güvende olmak, hayatta kalmak isterler. Ancak canlarına kast eden bir düşman olduğunda, bunu garanti görmek oldukça güçtür.

Eylül 2001’e kadar milyonlarca Amerikalı’nın Bush’a dair eleştirileri vardı belki. Ama standart Amerikan hayatının alternatifi olarak El Kaide’yi gördüklerinde, ellerindeki kurulu düzenin aslında ne kadar iyi olduğunu “fark ettiler” ve Bush’a olan destekleri arttı. İlgili kuram tam olarak bunu öngörmektedir. Kurulu düzen bizi güvende tutar ve belirsizlikten kurtarır. O yüzden de tehlike anında kurulu düzenin “değerini anlarız”.

Benzeri bir süreç aslında Türkiye’de de yaşandı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde, AKP %40.9 oy almış ancak tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkaramamıştır.

Kaynak: https://twitter.com/evrenselgzt/status/986602577545527296

Ancak takip eden yaz günleri, oldukça çatışmalı ve kanlı geçmiştir. Suruç Saldırısı, “hendek operasyonları”, Ankara Garı Saldırısı gibi olaylar seçimden sonraki aylarda terörü bir numaralı gündem haline getirmiştir. 1Kasım 2015’te yapılan seçimde AKP oylarını bir anda yaklaşık 8.5 puan arttırmış ve tek başına yeniden iktidar olmuştur. Bush ve 11 Eylül örneğinden çok farklı değildir yani.

2023 seçimlerinde, neyse ki, bu kadar çok ölüm yaşamadık. Ancak bir numaralı gündemin terör olması gerektiğine halkın önemli bir kısmı katıldı. Bu da, benzeri bir seçim sonucunu görmemize sebep oldu.

Peki, böyle durumlarda muhalefet partisi ne yapabilir? İnsanlar tehlike anında kurulu düzene sarılıyorlarsa, o zaman kurulu düzeni değiştirmek imkansız mıdır?

Bu sorunun cevabını vermek için yukarıda bahsettiğim iki faktöre, güvenlik ve belirsizliğe geri dönmeliyiz. Eğer sistemi değiştirmek istiyorsanız, var olan sistemin artık güvende tutamadığına ve onlara öngörülebilir, düzenli bir gelecek sunamadığına dair insanları ikna etmelisiniz. Ancak Kılıçdaroğlu’nun kampanyası bu konuda yeterince başarılı olamadı. İkinci tura kadar, şu anki sistemin nasıl çökmüş olduğuna ve tehlikelere zemin hazırladığına dair argümanları çok fazla göremedik.

Özellikle “belirsizlik” faktörünün hakkının yeterince verildiğini düşünmüyorum. 21 senelik AKP iktidarını bitirmeyi vaat ediyorsanız, bu bildiğimiz anlamda hayatın sonu demektir. Birçok insan için büyük bir belirsizliktir. Bunu vaat eden liderin, belirsizliği mümkün olduğunca ortadan kaldırması gerekir. Seçilirse olacak olanları o kadar somut anlatmalıdır ki, ertesi gün uyandığımızda ne olacağını kesin olarak bilelim.

Bununla bağlantılı olarak, kabinede görev alacak kişilerin tamamen sürpriz olmasının da son derece kötü bir tercih olduğunu söylemeliyim. Bu belirsizliği kurulu düzenin temsilcisi olarak Erdoğan kaldırabilir ama bir muhalefet lideri çok daha “az sürprizli” olmak zorundadır. Örneğin, terörle mücadelede deneyimli ve güvenilir eski bir generalin ismi milli savunma bakanı olarak duyurulsaydı, Kılıçdaroğlu’nun bu konudaki eleştirilere cevap vermede eli oldukça rahatlardı; birçok insanın da aklında bir soru işareti, belirsizlik kalmazdı.

Bahsedeceğim son şey, değişimin bir “hikayesinin” olmaması. Benlik algısına dair yapılan psikoloji çalışmaları göstermektedir ki, biz kim olduğumuzu anlarken aslında kendimize bir çeşit hikaye anlatırız. Hayatımızın farklı dönemlerinde çelişkili davranabiliriz, bir gün sevdiğimizi başka gün sevmeyebiliriz, ama bütün bu akışı açıklayan bir hayat hikayemiz olursa, kendimizle çelişiyormuş gibi hissetmeyiz.

Bir film karakteri düşünün. Başta son derece sıradan olan karakterin hikayesi yeterince iyi anlatılırsa, o karakterin filmin sonuna doğru bir yerleri havaya uçurması veya silahsız birini öldürmesi bile son derece makul algılanabilir. Çünkü olayların sebebi vardır ve hikayeyi içselleştirdiğiniz zaman bütün bu değişim size son derece anlaşılır gelmektedir.

İşte biz kendimizle ilgili de böyle hikayeler anlatırız. Bazı olayları senaryomuza dahil etmez, bazı şeyleri çarpıtır, bazılarını abartırız belki; ama her şeyi öyle bir sırayla ve akışla bir hikayeye dönüştürürüz ki, ne yaparsak yapalım haklıyızdır ve kendimizle çelişmiyoruzdur.

Bu konunun siyasette tartışıldığını sanırım hiç görmedim ama oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Eğer bunca zamandır Erdoğan’a oy vermiş bir vatandaş bir anda Kılıçdaroğlu’na oy verecekse, kendisine anlatması gereken bir hikaye var. O zaman neden Erdoğan’a vermişti, şu an neden Kılıçdaroğlu’na verecek oyunu? Nasıl oluyor da bu iki oyu veren kişi aynı kişi olabiliyor? Nasıl bir hikaye, bu iki farklı tercihi aynı kişinin hayatında birleştirebiliyor?

Ben bir muhalefet lideri olsam, seçim kampanyama ilk önce buna dair bir anlatıyı geliştirmekle başlarım. Öyle bir geçiş hikayesi sunarım ki, bunca yıldır rakibime oy vermiş vatandaşlar bana oy verirken kendilerini asla bir ikiyüzlü veya dönek gibi hissetmezler. Siyasi fikirlerini değiştirmelerine rağmen özsaygılarını koruyacakları bir anlatı oluşturmaları için onlara elimden geldiğince yardım ederim.

Altılı Masa’daki liderlerin ikisinin (Babacan ve Davutoğlu) AKP’de bakanlık ve hatta başbakanlık yapmış isimler olduğunu düşündüğümüzde, bu stratejinin yeterince kullanılmamış olmasını oldukça şaşırtıcı buluyorum. Geçiş hikayesini yaratmak için daha ideal kimi bulabilirsiniz ki?

Yazının en başına dönerek bitireyim. “Madem bu kadar her şeyi biliyordun, seçim sonucunu nasıl tahmin edemedin?” diye soracak olabilirsiniz. İnsanların dünyayı algılama biçimlerinin onların psikolojilerini nasıl etkileyeceğini biliyordum ama bu kadar çok insanın dünyayı bu şekilde algılayacağını tahmin etmemiştim. Halkın en önemli gündeminin ekonomik sorunlar olacağını düşünmüştüm. Televizyon izlemiyor olmam da bu hatayı yapmamda katkı sahibi olmuş olabilir.

Gelin bir anlaşma yapalım: Ben biraz daha fazla televizyon izleyeyim, siz de siyasi politikaları belirlerken veya talep ederken sosyal psikolojiden yararlanmaya başlayın.

Kaynak: Kaybedilmiş Seçimin Sosyal Psikolojik Otopsisi | by Sinan Alper | Jun, 2023 | Medium

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

AKBANK’TA ŞOK AYRILIK, ING’YE GEÇİYOR

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKBANK’ta şok ayrılık:

Banka “Bireysel Bankacılık ve Dijital Çözümler İş Birimi’nden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Burcu Civelek Yüce, bu görevinden, 04.07.2025 tarihinden geçerli olmak üzere ayrılacaktır” açıklaması yaptı.

Burcu Civelek YÜCE, bankanın Dijitalleşme sürecinde ekibi ile dizayn etmiş ana yönetici konumundaydı. Banka sistemlerinin sık sık çökmesinde eleştirilerin hedefinde olan isimlerin başında yer alıyordu.

ING BANK’a geçiyor

ING BANK Burcu Civelek Yüce’nin kendi bünyelerinde geçeceğini duyurdu. Uzun yıllar AKBANK’ta görev yapan ve mental olarak yıpranan Yüce bu şekilde kendini yeniden kanıtlama fırsatı da yakalamış olacak.

 

 

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

Türkiye ile Çin Arasında Yeni Dönem: ICBC Turkey, Resmi RMB Takas Bankası Oldu

Yayınlanma:

|

Yazan: Erol TAŞDELEN | bankavitrini.com

Türkiye ile Çin arasındaki ekonomik iş birliği, önemli bir finansal adımla daha da derinleşti. Çin Halk Bankası (People’s Bank of China – PBoC), ICBC Turkey Bank Anonim Şirketi’ni Türkiye’deki resmi Renminbi (RMB – Çin Yuanı) Takas Bankası olarak yetkilendirdiğini resmen duyurdu. Bu karar, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ile Çin Halk Bankası arasında imzalanan İş Birliği Mutabakat Muhtırası kapsamında hayata geçirildi.

Gelişme, Çin’in devlet televizyonu CCTV ile birlikte Hong Kong özerk bölgesinde yayın yapan Phoenix Channel tarafından da geniş şekilde duyuruldu. Bu durum, sadece Türkiye için değil, Çin için de stratejik öneme sahip bir açılım olarak görülüyor.

Kararın Ekonomik ve Stratejik Önemi

Türkiye, dış ticaretinde Çin ile olan parasal işlemlerde artık Çin Yuanı (RMB) kullanımını kolaylaştıracak bir altyapıya kavuşmuş oldu. ICBC Turkey üzerinden yürütülecek takas işlemleri sayesinde; bankacılık sisteminde Çin Yuanı cinsinden hesap açılması, ödeme yapılması ve finansal işlemlerin doğrudan gerçekleştirilmesi mümkün hale gelecek.

Bu durum, hem firmaların döviz kuru riskini azaltacak hem de dolar gibi üçüncü para birimlerine olan bağımlılığı ortadan kaldıracak.

Neler Değişecek?

  • Dış Ticaret Kolaylaşacak: Türkiye ile Çin arasında yapılan ithalat ve ihracatta, doğrudan Yuan kullanımı devreye girecek. Bu da işlemlerde zaman ve maliyet avantajı sağlayacak.

  • Kur Riski Azalacak: İşletmeler, dolar ya da euro üzerinden kur farkı riskine maruz kalmadan RMB üzerinden işlem yapabilecek.

  • Bankacılıkta Yeni Dönem: Türk bankacılık sektörü için Çin finans sistemiyle daha entegre bir yapı oluşacak. RMB cinsinden kredi, mevduat ve yatırım ürünleri sunulabilecek.

  • TCMB’nin Rezerv Çeşitlenmesi: TCMB’nin rezervlerinde Çin Yuanı’nın daha aktif kullanımı söz konusu olabilecek.

Türkiye’nin Çok Kutuplu Ekonomik Politikalarına Uyumlu Adım

Türkiye’nin son yıllarda sürdürdüğü çok yönlü dış ticaret ve para politikası kapsamında, dolar ve euro dışında alternatif rezerv para birimleriyle işlem yapabilme kapasitesi önemli bir hedef olarak öne çıkıyor. Bu gelişme, Çin’in “Kuşak ve Yol” (Belt and Road) projesiyle uyumlu şekilde, Türkiye’yi Asya merkezli finansal sistemlere daha yakın konuma getiriyor.

Tablo: Bu Adımın Türkiye’ye Etkileri

Etki Alanı Olası Sonuçlar
Dış Ticaret Yuan ile ödeme imkânı, daha düşük işlem maliyetleri
Bankacılık RMB bazlı finansal ürünlerin önü açıldı
Kur Riski Üçüncü para birimi riskleri azalıyor
Rezerv Politikası TCMB’nin rezerv çeşitliliği artabilir
Strateji Çin ile ekonomik yakınlaşma güçleniyor

Sadece Bankacılık Adımı Değil, Jeoekonomik Pozisyon

ICBC Turkey’nin resmi takas bankası olarak yetkilendirilmesi, sadece teknik bir bankacılık kararı değil; aynı zamanda jeoekonomik bir tercih olarak da okunmalıdır. Türkiye’nin, Batı finans sisteminin dışında Çin gibi alternatif sistemlerle iş birliğini artırması, küresel ekonomik sistemdeki denge arayışının bir parçasıdır.

Bu gelişme, yalnızca dış ticaretin kolaylaşmasına değil, aynı zamanda Çin ile stratejik iş birliğinin yeni bir seviyeye taşınmasına da olanak sağlayacaktır.

📌 Yayın Notu:
Bu makale bankavitrini.com için hazırlanmıştır. Tüm hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

GÜNCEL

Faizde geri sayım: Rezervler güçleniyor, TL ilgisi artarken gözler TÜFE’de

Yayınlanma:

|

Yazan:

Türk mali piyasalarında CHP davası sonrası olumlu hava dün de korundu. TL ve TL cinsi finansal varlıkların büyük bir kısmı, Türkiye’de siyasi iklimin değiştiği 19 Mart öncesi döneme geri döndü. Borsa İstanbul haftanın ilk üç gününde %8,4 yükselirken, iki yıl vadeli gösterge tahvilin bileşik faizi de %39,3 seviyesine kadar geriledi. TCMB’nin yaklaşık iki hafta sonra düzenleyeceği olağan PPK toplantısında anlamlı bir faiz indirimine soyunacağı yönünde beklenti -bizler 350 baz puan indirimle politika faizinin %42,50 seviyesine geleceğini ve koridorun daha simetrik bir görünüm kazanacağını düşünüyoruz- hisse senetlerine de alım getirdi. Faizin gerilemesinin sanıldığının aksine bankacılık sektörü için iyi bir şey olmasının da yardımı ile, Borsa İstanbul bankacılık endeksi geride bıraktığımız haftayı da dikkate alırsak %20 yükseldi.

Türkiye’nin yabancı indinde risklerini yansıtan CDS primi 285 baz puan ile 20 Mart’tan bu yana en düşük seviyeye gerilerken, USDTRY kuru da dün 39,80 seviyesinin altına gerileyerek TL ilgisini teyit etti. Her ne kadar siyasi cepheden gelen kafa karıştırıcı minvalde haberler gündemde yer tutsa da, genel hatları ile yurt içi siyasi risklerin azalmaya meyil tutması ile TCMB’nin de net yabancı para pozisyonu ciddi anlamda iyileşti. Sayıların dili ile konuşursak, 1 Temmuz valörlü işlemlerde, net yabancı para pozisyonu 7,6 milyar dolar artarken, manşet rakam da 28,1 milyar dolar seviyesine yükselerek son dönemlerin zirvesini test etti. Hatırlanacağı üzere, 19 Mart’tan hemen önce 61 milyar doları aşan manşet rakam, 28 Nisan tarihinde, TL’den uzaklaşan yatırımcıların döviz talebi ile 7,6 milyar dolar seviyesine kadar gerilemişti. TCMB’nin döviz rezervlerini güçlendirmesini, tıpkı bir ordunun silah envanterini güçlendirmesi olarak yorumlayabiliriz. Pazartesi günü TCMB’nin olumlu hava ile birlikte döviz alımına aniden başlaması, piyasada TL fazlalığına da sebebiyet verdi. Bankalar bir hafta vadeli %46 faizle repoya yüklendikleri bir ortamda, döviz satışı sonrasında ellerinde fazla TL kalınca, TL REF geçici de olsa %46 seviyesinin altına indi!

Büyük resmi konuşmak gerekirse, her ne kadar siyasi cephede belirsizlikler hâkim olsa da, 8 Eylül tarihine kadar önümüzde yaz dönemi ve büyük bir zaman dilimi olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. TCMB’den yıl sonuna kadar düzenlenecek dört olağan toplantıdan beklenen 1100 baz puan faiz indirimi, enflasyonun %30 seviyesinin hemen altına inme ihtimali, TL tahvillere yönelik alım iştahını desteklerken, uzun bir süredir oldukça negatif ayrışan hisse senetlerine de alım getirdi. Türk Lirası faizin (USDTRY kuru ile karşılaştırıldığında) yatırımcısına reel getiri sunmaya yaz ayları boyunca devam edeceğini düşünüyoruz. Lâkin, dün Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı öncü verilere göre, Haziran ayında dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre %38,8 artarak 8,2 milyar dolar oldu. Bu bozulmada yaşanan jeopolitik gelişmelerin enerji fiyatları üzerinden rol oynadığını düşünüyoruz. Reel değerlenme politikası ile dezenflasyon sürecine destek verilmek istense de, son üç ayın ortalaması 9 milyar dolar açığa işaret ederek rekabet gücünde ciddi bir aşınma yaratarak dış ticaret açığını da anlamlı düzeyde artırdığını göz ardı etmemek gerekiyor!

TL ve TL cinsi varlıklara yönelik olumlu tonumuzu yine de korumaya devam ediyoruz. Hisse senetlerinde pozisyon artırılabileceğini düşünüyoruz. Bankacılık hisseleri ve inşaat sektörü ile ilintili hisselere alıcı gözle bakılması gerektiğini düşünüyoruz. CHP davası sonrası olumlu havanın yarattığı iyimserliğe dem vurarak salı günü bültenimizin manşetini  “Ankara’dan abim geldi evde bir ‘bayram’ havası” diyerek hisse senetlerinde var olan coşkuya işaret etmek suretiyle piyasaların Ankara’yı yani TCMB’ye beklediğinin altını çizmiştik. Bugün TL faizlerin geleceğine yönelik önemli bir veriyi birazdan hep birlikte göreceğiz. TÜİK, saat 10.00’da Haziran ayı enflasyon oranları açıklanacak. Piyasaların medyan tahmini TÜFE’nin aylık bazda %1,6 artış kaydetmesi, yıllık rakamın da %35,4 seviyelerinde yatay kalması yönünde. Olumlu bir sürpriz ihtimalini de göz ardı etmiyoruz.

Dönelim yurt dışına… ABD Başkanı Trump, 9 Temmuz tarihinde tarifelerin devreye girmesinden önce Vietnam ile ticaret anlaşması yapıldığını duyurarak, Vietnam menşeli birçok ürüne uygulanacak gümrüğü %46 yerine %20 olarak belirledi. Çin menşeli ürünlerin Vietnam üzerinden geçişi ise %40 vergiye tabi tutulacak. Anlaşma kapsamında ABD, Vietnam’a sıfır gümrükle ihracat yapabilecek ve özellikle büyük motorlu araçlara öncelik tanınacak. Ancak detaylar belirsizliğini koruyor. Bu adımın Vietnam’ın Çin’e karşı denge arayışında ABD ile ilişkilerini sürdürme stratejisine de katkı sağladığını düşünüyoruz.

Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler, Trump’ın kapsamlı vergi indirimi ve harcama paketini 4 Temmuz’a kadar yasalaştırmak amacıyla son oylamaya yaklaşıyor. Yaklaşık 3,4 trilyon dolarlık maliyetiyle borcu büyütecek yasa tasarısı, Cumhuriyetçiler içindeki bazı muhafazakâr isimlerin itirazlarına rağmen, Trump’ın baskısıyla kritik önemdeki prosedürel oylama 220-212 ile geçti. Yasa tasarısı, Trump’ın 2017’de başlattığı vergi indirimlerini uzatıyor, göçmenlik denetimlerini sıkılaştırıyor ve yeşil enerji teşviklerini kaldırıyor. Tasarının geçmesi Trump için büyük bir iç politika zaferi anlamına gelecek.

Trump ile Elon Musk arasında kılıçların yeniden çekilmesi sonrasında, dün Tesla’nın ikinci çeyrek sonuçların farklı bir gözle takip edildi. Teslimatlarının %13,5 düşerek analist beklentilerinin altında kaldığını ve şirketin üst üste ikinci yılda da satış düşüşü yaşama ihtimalini artırdığını gördük. Yılın ikinci yarısında büyüme hedefini tutturmak için 1 milyondan fazla araç teslim etmesi gereken Tesla, Çin’de yenilenen Model Y ile toparlanma sinyalleri verse de, Trump’ın vergi reformu kapsamında elektrikli araç teşviklerinin kaldırılması riski ve Elon Musk’ın sağ eğilimli siyasi duruşu, özellikle ABD ve Avrupa’daki talebi olumsuz etkiliyor. Hisseler yılbaşından bu yana %20 düşüş kaydetti.

Trump politikaları nedeniyle doların değer kaybı özellikle EUR’ya karşı devam ederken, dün İngiltere Maliye Bakanı Reeves’in parlamento oturumunda gözyaşlarını tutamaması, kraliyet aslanı Sterlin üzerinde baskı yarattı. Başbakan Starmer, Reeves’e tam destek verirken, Reeves’in duygusal tepkisi, bir gün önce hükûmetin sosyal yardım reformlarında geri adım atmasıyla bütçede oluşan açık nedeniyle yaşanan siyasi gerilimin ardından geldi. Piyasalar, Reeves’in görevden alınabileceği endişesiyle sterlini ve tahvilleri sert şekilde sattı. Bir önceki gün dolar karşısında 1,38 seviyesine dayanarak son dört yılın zirvesini test eden GBPUSD paritesi, 1,36 seviyesinin altına gerilerken, uzun vadeli tahviller sert sayılabilecek bir satış baskısı ile karşı karşıya kaldı. Mali disiplin vurgusuyla tanınan Reeves, bütçedeki açığın alternatif vergi artışı veya harcama kesintileriyle kapatılmak zorunda kalabileceği eleştirileriyle karşı karşıya kalırken, Reeves’in görevine devam edeceği vurguladı. İngiltere Maliye Bakanı Liz Truss benzeri yaşanan dünkü gelişmeleri yakından takip edeceğiz. GBPUSD paritesinde sert geri çekilme ile GBPTRY kuru da dün 54 seviyesinin hemen altını test etti.

ABD borsaları geceyi yükselişle tamamlarken, yeni günün veri takvimi oldukça yoğun görünüyor. ABD piyasalarının yarın tatil nedeniyle kapalı konumda olmasına paralel, her ayın ilk cuması açıklanan ve ABD ekonomisinin gidişatı hakkında en önemli bilgileri sunduğuna inanılan tarım dışı istihdam verisi bugün KKTC saati ile 15.30’da açıklanacak. Öncesinde dün açıklanan özel sektör istihdamı pandemiden sonra sonra ilk kez azalma kaydetti! FED’in görev tanımında fiyat istikrarının yanı sıra tam istihdam görevi de olduğunu düşünürsek, bugün açıklanacak verinin önem arz edeceğini düşünüyoruz. Vadeli kontratlara göre, yıl sonuna kadar FED’den beklenen faiz indirimi 67 baz puan. FED’in bu ay faiz indirimi yapma ihtimali piyasa fiyatlamalarında %25 seviyesinde kalırken, zayıf bir istihdam verisi ile bu oran hızla yükselebilir!

ABD istihdam raporunun yanı sıra, gözler yukarıda da değindiğim üzere Trump’ın büyük vergi indirimi ve harcama paketinin Temsilciler Meclisinden geçip geçmeyeceğinde olacak. Çin’in hizmet sektörü aktivitesi, Haziran ayında zayıflayan talep ve ihracat siparişlerindeki düşüşle birlikte son dokuz ayın en yavaş büyümesini kaydetti. ABD ile geçici ticaret ateşkesi sürse de yüksek tarifelerin Çin’in ihracat baskısını artırdığını ve iç talep yetersizliğinin büyüme üzerinde temel bir engel olmaya devam ettiğini görüyoruz. Asya borsaları da yoğun gündem nedeniyle bu sabah karışık bir seyir izliyor. Hong Kong borsası zayıf verilerin gölgesinde %1 gerilerken, YEN’in değer kazanıma paralel Tokyo borsası Nikkei önemli bir değişim kaydedemedi. Altının ons fiyatı 3,350 dolar seviyelerinde yatay bir seyir izlerken, gümüş 36,50 dolar seviyesine toparlandı. Direnişin parası bitcoin ise yeniden 109bin dolar seviyesine yaklaştığını görüyoruz. Bitcoin cephesinde ilk nazarda 109bin dolar üzerinde haftalık kapanış, akabinde de 113bin doların aşılması ile asıl hareketin başlayacağını düşünüyoruz. Fiat para sistemine yönelik güven bunalımı ile arzı sabit fiziki enstrümanlara yönelik olumlu tonumuzu koruyoruz.

Emre Değirmencioğlu

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.