Tarımda çiftçi olarak kalmak giderek zorlaşıyor. Ama bu durum iktidar koalisyonunun ve tarım bakanlarının ne kadar umurunda? Neredeyse hiç umurlarında olmadığı söylenebilir. Türkiye’de 2000 yılında başlayan bir IMF-Dünya Bankası (DB) programı oldu. Bu programın en önemli dönüştürücü düzenlemeleri tarım alanında ve tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi/tasfiyesi alanında oldu. “Tarımda Reform Uygulama Projesi” (TRUP) DB’nin damgasını taşıyordu. IMF programı resmen Mayıs 2008’de sona erdi. Resmen sona erdi ama Kasım 2008’de TBMM Genel Kurulunda 2009 yılı Bütçesi görüşülürken tarımsal desteklerin yüzde 10 düşürülmesi kararını son dakikada müdahalesiyle Meclis’e dayatan IMF/DB çevreleri olabiliyordu.
Türkiye’de IMF programının gayri-resmi uygulaması 2015 yılına kadar sürdü. Fakat tarım programının önemli esaslarının uygulanması halen daha yürürlükte bulunuyor. AKP’nin dışa bağımlı bir iktidar türü olduğunu anlamak için yalnızca tarım politikalarına bakmak yeterlidir. Nitekim 2009’da olduğu gibi TBMM Genel Kurul aşamasında bütçe verilerinin değiştirilmesi görülmüş şey değildir, bazı bakanlar bu müdahale üzerine ağlamaklı konuşmalar da yapmıştır, ama teslimiyetçilik yapıya işlemişse bakanlara söz hakkı bile düşmeyecektir.
Zaten tarım bakanlarının AKP-IMF programları altında Hazine ve Maliye Bakanları kadar bile değerleri olmamıştır. 2018 sonrasında ise bakan olarak dahi hükümleri kalmamıştır, yüksek bürokrat/devlet sekreteri olarak görev yapmaktadırlar. Tepelerinde sadece Saray, sadece Cumhurbaşkanlığı’nın Strateji ve Bütçe Başkanlığı ve Hazine ve Maliye Bakanlığı yoktur, onların da tepesinde IMF programının görünmez eli bulunmaktadır. Buna rağmen hâlâ bakanlardan medet uman, buradaki konumuz itibariyle tarım sektörü veya çiftçi kesimi açısından, sanki tarım bakanları önemli düzeltmeler yapabileceklermiş/yapabilirlermiş gibi onların kapısını çalanları hayretle karşılamamak mümkün değil.
Tarımsal üretici sürekli aldatılıyor
Tarım ve Orman Bakanlarına bırakılan oyun alanı, Tarım Kanunu hükmü sınırları yani GSYH’nın yüzde 1’i içinde dahi değildir. Bu pay yıllardır binde 3’ün altında, son yıllarda da binde 2 düzeylerindedir. Nitekim 2024 yılında tarım desteği için ayrılan ödenek 91,5 milyar TL olup aynı yılın GSYH gerçekleşme tahminini yüzde 0,21’inden ibarettir. 2025 yılı Bütçesinde tarımsal desteklere ayrılan kaynak 135 milyar TL’dir ve öngörülen GSYH büyüklüğüne oranla yüzde 0,22’dir! Buna ilişkin siyasi eleştirilere iktidarın ve bakanlarının tepkileri ya tam bir duyarsızlık ya da tam bir çarpıtma gösterisi biçiminde olmaktadır.
Çarpıtma iki türlü yapılmaktadır: Birincisi, AKP öncesinde örneğin 2002 yılında tarımsal desteklerin mutlak rakamı alınmakta (bu 1,8 milyar TL’dir) sonra bu sayı enflasyondan arındırılmadan en son tarihli verilerle karşılaştırılmakta ve buradan iktidar lehine bir gelişme tablosu çıkarılmaktadır. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Ekim 2019’da “İddialar ve Gerçekler” (“Kamuoyunda Gündeme Gelen Asılsız İddialar ve Gerçekler”) raporu tam da bu çarpıtmanın (2002-2019 desteklerini karşılaştırarak yapılan) yazılı bir kanıtıdır. İkincisi, Tarım Bakanlığının personel ödenekleri de dahil tüm bütçesi alınarak sanki tümü desteklemeyle ilgiliymiş gibi destek/milli gelire oranı şişirilmektedir. Bu da yeterli görülmezse, Ziraat Bankası’nın tarımsal kredilerinde “faiz sübvansiyonu var” denilerek bunlar da hesaba dahil edilmektedir. 2000 yılı IMF programını başlatan Niyet Mektubu’nda başvurulan çarpıtmalardan biri de buydu. (Üstelik Ziraat Bankası üzerinden dallandırılan başka çarpıtma örnekleriyle!).
Tarım ve Orman Bakanlığı, ciddi olmak ve çiftçiyi yanıltmamak istiyorsa, öncelikle tarımsal destek ödeneğini GSYH’ya oranla vererek karşılaştırma yapar. Bu açıdan bakıldığında uzun AKP döneminde tarımsal desteklerin nasıl eridiği ortaya çıkardı. Elbette bunu bilmiyor değiller ve bu nedenle de gerçeklerin ortaya çıkmaması için bunca uğraşı içine giriyorlar. Aslında tarımın ne denli desteksiz bırakıldığını göstermek için bunun da bir adım ötesine geçmek gerekiyor: tarımsal desteklerin göreli önemi, uluslararası karşılaştırmaya da daha uygun bir biçimde gösterilmek istenirse “tarımsal desteklerin tarımsal katma değere oranı” alınmalıdır. Üstelik bu veriler XII. Beş Yıllık Kalkınma Planında da (bkz. s.104) verilmektedir, yani Tarım Bakanlığı hazırladığı raporlara oradan da katkı alabilir. Kalkınma Planına göre, 2018-2021 döneminde tarımsal desteklerin tarımsal katma değer içindeki payı yıllara göre yüzde 6’larda gezinmektedir; 2022-2023 yıllarında bu pay ortalama yüzde 4,2 düzeyine gerilemiştir. XII. Planın son yılında ise ancak yüzde 5’e çıkması öngörülmektedir. Bu, Türkiye tarımı açısından çok zavallı bir tablodur. Çünkü gelişmiş AB ülkelerinde bu oran yüzde 50’nin altına pek inmemektedir; başka deyişle tarımsal katma değerin yarısı boyutunda tarıma destek verilmektedir!
Üstelik Türkiye’de tarımsal girdi fiyatları çok yüksek seyretmekte çiftçilik yapmak o açıdan da giderek olanaksızlaşmaktadır. Buna rağmen tarım ve gıda fiyatlarındaki yüksekliği çiftçiye fatura eden ve tüketiciyi korumak için çiftçiye görev düştüğünü söyleyenler, sadece sorumluluktan kaçmamakta aynı zamanda çifte haksızlık ve çarpıtma yapmış olmaktadırlar.
Çiftçiye yüklenmeler bunlarla sınırlı değildir. 2005 tarihli ve 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu”na 23.3.2023’te yapılan eklemeler ve 22.8.2024 tarihinde buna dair çıkarılan “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” çiftçiye yeni tuzaklar kurmaktadır. (Bununla ilgili ayrıntılı bir değerlendirmemiz 27 Ağustos 2024 tarihli soL Haber yazımızda bulunabilir). TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, bunun yanısıra 14 ve 15 Eylül 2023 tarihlerinde yayımlanan “Tarımsal Üretimin Planlanması Hakkında Yönetmelik” ile “Sözleşmeli Üretimin Usül ve Esasları Hakkında Yönetmelik”in de Türkiye’nin tarımsal verileri bilinmeden “bilimsel ve doğru hükümleri içeremeyeceğine” dikkati çekmektedir. (ZMO 49. Dönem I. Danışma Kurulu Sonuç Bildirgesi, 7 Aralık 2024). Gerçekten de, Tarım Bakanlığı en azından bu verileri üretme görevini savsaklamadan yerine getirebilmeliydi. Yasal yükümlülüğe göre Türkiye’de 10 yılda bir yapılması gereken Genel Tarım Sayımları 2001 yılından bu tarafa yapılmamıştır. Şimdi bu sayımın 2025’te tamamlanacağı duyurulmuştur; umarız bu defa görev yerine getirilir.
Tarımsal üretici sahipsizdir
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), kâğıt üzerinde çiftçinin en yaygın örgütüdür ama çiftçinin haklarını korumak adına AKP döneminde (başlangıç yılları dışında) hiçbir eylemlilik içinde olmamıştır. İki nedenle: Bir, yöneticiler koltuklarını koruma derdindedir, bu nedenle kolayca gitmeyeceğini gördükleri AKP’ye yanaşma çabası içinde olmuşlardır; iki, AKP’nin sopası giderek uzamıştır. Kooperatiflerin de gücü kırıldığı için oradan da çiftçiye anlamlı bir fayda gelmemektedir. Siyasi baskı kanallarını da kullanabilen eski güçlü kooperatif birliklerinden eser yoktur artık.
Geriye en etkin kuruluşlar olarak TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası ile Türkiye Ziraatçılar Derneği kalmaktadır. Onlar da teknik meslek örgütleri olmanın kısıtlarına rağmen ellerinden geleni yapmaya çalışmaktadır. TMMOB ZMO çok daha örgütlü bir yapı olmanın sorumluluğuyla oldukça ön planda bir mücadele yürütmektedir. Ama iktidarın TMMOB ve bağlı odaları üzerindeki baskıları da buna koşut olarak yoğunlaşmaktadır. Dünya çapındaki çiftçi örgütü La Via Campesina ile bağlantılı olan Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) de bu çerçevede etkisini arttırma potansiyeline sahip olabilir.
Çiftçilerin, başta aile işletmesi düzeyinde üretim yapan ve büyük sayılara ulaşan küçük-orta boy çiftçilerin örgütlü güçlerini göstermelerinin zamanı gelmiştir. Hindistan ve Avrupa ülkelerinde görülen demokratik çiftçi eylemleri, hak arama mücadeleleriyle sonuç alabilmenin o kadar da olanaksız olmadığını göstermiştir.
Türkiye’de 10 yıl sonra hâlâ tarımda üretim yapacak çiftçi bulmak isteniyorsa, yükselen taleplere kulak kabartmanın zamanı geçmek üzeredir.
Oğuz Oyan-haber.sol.org.tr