Connect with us

GÜNDEM

Motivasyon Dipte mi? Tükenmişlik Sendromuna Karşı 3 Adım

Yayınlanma:

|

Başarıya giden yol dikenlerle dolu mu? Yoğun iş yükü, performans kaygısı, iş-yaşam dengesizliği… Hepsi başarı yolunda engel teşkil edebilir. Peki ya size, bu engellerin arkasında daha büyük bir tehdit olduğunu söylesem? Bu tehdit, tükenmişlik sendromu.

Tükenmişlik sendromu, son yıllarda iş dünyasında sessizce yükselen bir tehdit. Fiziksel ve duygusal tükenmişlik, motivasyon kaybı ve iş tatminsizliği gibi belirtilerle kendini gösteren bu sendrom, sadece çalışanları değil, şirketleri de doğrudan etkiliyor. Verimlilik, performans ve itibar zedelenirken, geri dönüşü zor bir yola giriliyor.

Tükenmişlik kavramı, H.J. Freudenberger tarafından 1974 yılında ilk kez tanımlanmış. Freudenberger, bu durumu, yoğun bir ilgi ve enerji harcamanın ardından güç ve kaynakların tükendiği bir tükenme hali olarak açıklar. Tükenmişlik, sadece tek bir boyuttan ibaret değil, farklı alt boyutlara sahip karmaşık bir kavram aslında.

Christina Maslach, tükenmişliği daha ayrıntılı olarak inceleyerek üç temel boyuttan oluşan bir model geliştirmiş. Bu modele göre, tükenmişlik, işle ilgili kronik stresin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve hem bireyin kendisini hem de çevresindekileri algılayış şeklini etkileyen bir durum. Maslach, tükenmişliği duygusal tükenme, kişisel yabancılaşma ve kişisel başarıda azalma olmak üzere üç ana boyutta tanımlayıp ve bu durumun genellikle insanlarla yoğun etkileşim gerektiren mesleklerde daha sık görüldüğünü belirtiyor.

Duygusal Tükenme: Bireyin duygusal olarak kendisine çok fazla yüklenildiğini ve duygusal kaynaklarının tükenmiş olduğunu hissetmesi durumu. Aşırı iş yükü ve iş yerindeki kişisel çatışmalar bu durumun ana nedenlerinden.

Kişisel Yabancılaşma: Bireyin, giderek artan duygusal tükenmeye tepki olarak diğer insanlara karşı olumsuz, soğuk veya duygusal olarak mesafeli davranması. Bu durum, bireyin diğer insanlardan duygusal olarak uzaklaşmasına ve hatta insanlardan kaçınma eğilimine yol açabilir.

Kişisel Başarıda Azalma: Bireyin iş becerisi ve verimliliği konusundaki olumlu algısının azalması. Bireysel yeterlilik duygusunun düşmesi ve iş ile ilgili zorluklarla başa çıkmada yetersiz kalındığı hissine neden olabilir. Bu durum, sosyal destek eksikliği ve mesleki gelişim fırsatlarının azlığı ile daha da kötüleşebilir.

Maslach’ın bu modeli, tükenmişlikle mücadelede bireysel ve kurumsal stratejiler geliştirmek için önemli bir çerçeve sunuyor. Toparlamak gerekirse tükenmişlik sendromunun belirtilerini ve nedenlerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Belirtileri

  1. Duygusal Tükenme: Sürekli yorgunluk, bitkinlik ve enerji eksikliği hissi.
  2. Depersonalizasyon: İşe ve meslektaşlara karşı duyarsızlaşma, sinizm.
  3. Düşük Kişisel Başarı: İşteki başarılarınızı değersiz görme, düşük özsaygı.
  4. Fiziksel Belirtiler: Uyku bozuklukları, baş ağrısı, sindirim sorunları gibi sağlık problemleri.
  5. Mental Sağlık Sorunları: Depresyon, anksiyete, stres.

Nedenler

  1. Aşırı İş Yükü: Makul olmayan iş yükleri ve sürekli artan iş talepleri.
  2. Kontrol Eksikliği: İş süreçleri ve kararlar üzerinde yetersiz kontrol hissi.
  3. Ödül Yetersizliği: Maaş, takdir veya iş tatmini gibi ödüllerin eksikliği.
  4. Topluluk İçindeki Sorunlar: İşyeri ilişkilerindeki çatışmalar, yetersiz sosyal destek.
  5. Adil Olmayan İş Ortamı: Adaletsizlik hissi, eşitsiz iş dağılımı, kayırmacılık.
  6. Değer Çatışması: Kişisel değerleriniz ile iş yerinizin değerleri arasındaki uyuşmazlık.

Araştırmalar, tükenmişliğin her meslek grubundan insanı etkileyebileceğini, ancak bazı sektörlerde, özellikle sağlık ve sosyal hizmetler, eğitim, finans ve IT gibi yüksek stresli işlerde daha yaygın olduğunu gösteriyor. Cinsiyet açısından bakıldığında da, kadınların tükenmişlik yaşama olasılığının erkeklere göre biraz daha yüksek olduğu belirtiliyor.

Tabii konu tüm sektörler için önemli. McKinsey Global Institute tarafından yapılan bir araştırmaya göre, tükenmişlik sendromu her yıl global ekonomiye 2 trilyon dolarlık bir maliyet oluşturuyor. Rakamlar konunun önemini iyice ortaya koyarken asıl konu, bu konuda nasıl kalıcı ve etkili çözümler üretebileceğimize geliyor.
Özellikle kalıcı çözümler sunmak istiyorsak gözümüzü şirket kültürüne çevirmemiz gerekiyor. Kültür elle tutulmayan, gözle görülmeyen bir kavram. Dolayısıyla üst yönetim ile çalışanların farklı görme durumları da olabiliyor. İşte burada, söylenenle uygulamanın örtüşmesi gerçeği ortaya çıkıyor. Atalarımızın da güzel ifade ettiği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.” Kurumlar, icraatları ve tutarlı olmaları ile ancak gelişen, geliştiren bir kültür yaratabilirler. Konu uygulamaya gelince, organizasyonların bu kültürel dönüşüm süreçlerinde hem bazı metodolojilerden hem de artık teknolojiden yararlanmaları daha etkili ve kapsamlı bir dönüşüm için gerekli oluyor. Bugün dünyada şeffaflık, adil değerlendirme ve sorumluluk alınmasını destekleyen bunu da geri bildirimle güçlendirmeye çalışan bakış açısı OKR metodolojisi olarak karşımıza çıkıyor. O yüzden vizyoner, büyüme hedefleyen, inovasyonla gelişen ve sürekli değişeme adapte olmaya çalışan tüm şirketler OKR metodolojisinden yararlanıyor.  OKR şirketlerin daha esnek, uyumlu ve hedef odaklı bir çalışma ortamı oluşturmasına yardımcı oluyor. Bu yaklaşım, belirsizliği azaltıp, çalışanların net hedeflere odaklanmasını sağlarken  iş stresini ve tükenmişlik riskini de düşürüyor. Bütün bu yoğun tempoda çalışanların yaptıklarının görünür olması ile de takdire imkan verip, motivasyonu yukarda tutacak bir ortam yaratıyor.

Tükenmişlik Sendromu ile Mücadelede OKR’nin Önemi ve Faydaları

  • Hedef Odaklılık: OKR, şirketin genel hedefleriyle bireysel hedefler arasında uyum sağlar, net ve ölçülebilir hedefler belirler. Aynı yöne bakan çalışanlar, bilmedikleri ya da aniden karşılarına çıkan sorumluluklarla karşılaşmadıklarından daha verimli ve az stresli olurlar.
  • Şeffaflık: Tüm ekip üyeleri ne üzerinde çalışıldığını ve neden önemli olduğunu görür, kendi çalışmalarının da görüldüğünü bilir. Bu da motivasyonu ve işbirliğini artırır.
  • Esneklik ve Uyum: OKR, hızlı değişikliklere ve piyasa koşullarına uyum sağlamayı kolaylaştırır, belirsizliği azaltır. Belirsizlik en büyük stres unsurlarından olduğu için, iyi yönetilmesi hem performansı yükseltir, hem de kaygıyı azaltır.
  • Sürekli Gelişim: Düzenli değerlendirmeler ve geri bildirimler, sürekli gelişim için bir yol haritası sunar. Güçlü iletişim ve destek ortamı, erken müdahele ile riskleri azaltırken, ekip ruhu yaratarak, sorumluluk alan ve destek gören çalışanlarla başarıyı tetikler.

OKR metodolojisinin uygulandığı şirketlerde sendromunun oluşması ve yayılması büyük ölçüde engellenir. Tabii yine doğru şekilde uygulamak ve kalıcı olarak çözümler oluşturmak için liderlere sorumluluk düşüyor. Liderler ve şirketler tarafından uygulanabilecek stratejiler:

Liderler Neler Yapabilir?

  1. Net Hedefler Belirlemek: Liderler, OKR kullanarak net ve ulaşılabilir hedefler belirleyebilir. Bu, çalışanların neye odaklanacaklarını ve neyi başarmaya çalıştıklarını açıkça anlamalarını sağlar.
  2. Düzenli Takip ve Geri Bildirim: Hedeflere ulaşma sürecinde düzenli takip ve geri bildirim, çalışanların motivasyonunu artırır ve onlara yol gösterir.
  3. Ekip Çalışmasını Teşvik Etmek: OKR, takım çalışmasını ve işbirliğini teşvik ederek, çalışanların birlikte hedeflere ulaşmalarını sağlar.

Şirketler Kalıcı Çözüm Amaçlı Neler Yapabilir?

  1. OKR Eğitimi: Çalışanlara ve yöneticilere OKR metodolojisi konusunda eğitim vermek, bu sistemden en iyi şekilde yararlanmalarını sağlar.
  2. Kültürü Değiştirmek: OKR, performans yönetiminde bir araçtan daha fazlasıdır; aynı zamanda bir şirket kültürü değişimidir. Şirketler, açıklık, şeffaflık ve sürekli iyileştirme kültürünü benimseyerek kalıcı değişiklikler yapabilir.
  3. Esneklik ve Uyarlanabilirlik: Pazar koşulları ve şirket ihtiyaçları değiştikçe OKR‘ları esnek bir şekilde güncelleyerek, şirketlerin değişime hızlıca uyum sağlamasını sağlar. Yolunda ilerleyebilen yapılarda, çalışanlar da değişimle daha uyumlu ilerler, streslerini kontrol altında tutabilirler.

Başarıya giden yolun tek bir sırrı yok. Performansı yükseltmek, bu yolun önemli bir sonucu olsa da, asıl önemli olan bu sonuca nasıl ulaşıldığıdır. Süreklilik ve destekleyici bir ortam ile çalışanların potansiyellerini en üst seviyeye çıkarabilmek, hem çalışanlar hem de kurumlar için en iyi sonuçları getirir.

Bu hedefe ulaşmak için insan odaklı bir kültür oluşturmak şart. Tükenmişlik sendromu ile mücadelede, çalışanların refahını ve katılımını ön planda tutmak, şeffaflık ve açık iletişime dayalı bir ortam oluşturmak ve teknolojiden faydalanmak gibi adımlar atılmalı. OKR metodolojisi gibi hedef odaklı yaklaşımlar ve Twiser platformu gibi araçlar da bu süreçte yardımcı olabilir.

Unutmamalıyız ki, insan odaklı bir yaklaşım, hem çalışanlar hem de kurumlar için en sürdürülebilir başarı yoludur.

Ongun Demirler -HBR

Okumaya devam et

GÜNCEL

İran’ın İsrail’e Yönelik Saldırılarında Hedef Alınan Noktalar

Yayınlanma:

|

Yazan:

2025 yılının Haziran ayında Orta Doğu’daki jeopolitik tansiyonun yeniden tırmanmasına neden olan bir gelişme yaşandı: İran, İsrail’e yönelik kapsamlı füze saldırıları düzenledi. Bu saldırılar hem askeri hem de sivil hedefleri kapsayarak bölgede ciddi bir güvenlik krizi doğurdu.

Hedef Alınan Stratejik Noktalar

1. Be’er Sheva: İsrail İstihbarat ve Askeri tesisleri

İran’ın balistik füzelerinden biri, Be’er Sheva’daki İsrail İstihbarat ve Askeri tesisleriydi’ni doğrudan hedef aldı. Ancak saldırıda Soroka Tıp Merkezi fiziki yapısında hasara yol açtı ve yaklaşık 50 sivil yaralandı.

2. Tel Aviv: Kirya Karargâhı ve Askerî İstihbarat Okulu

Tel Aviv’deki Kirya isimli IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) karargâhı ve Askerî İstihbarat Okulu İran füzelerinin bir diğer hedefi oldu. Bu bölge, İsrail’in askeri komuta ve kontrol merkezlerinden biri olarak biliniyor. Tel Aviv çevresine düşen füzeler, büyük bir tehdit algısı yarattı.

3. Haifa: İçişleri Bakanlığı ve Kamu Binaları

Haifa şehrinde bulunan İçişleri Bakanlığı ofis binası da saldırılardan etkilendi. Roket saldırılarında devlet binaları hedef alınırken, şehir merkezinde çeşitli binalar zarar gördü ve en az 17 kişi yaralandı.

4. Negev ve Diğer Yerleşim Alanları

Negev bölgesi, Tel Aviv ve Holon gibi şehirlerle birlikte hedef alınan diğer yerleşim alanları arasında yer aldı. Bu bölgelere isabet eden füzeler sivil altyapılara zarar verdi. Patlamalar sonucu çok sayıda evde cam kırıkları ve yapısal hasarlar oluştu.

5. ABD Diplomatik Tesisi – Tel Aviv

İran’ın füzelerinden biri, ABD’ye ait diplomatik bir ofisin yakınlarına isabet etti. Diplomatik kaynaklar, saldırının doğrudan ofisi hedef almadığını ancak yakınında gerçekleştiğini belirtti. Herhangi bir can kaybı yaşanmadı.

Özet Tablosu

Hedef Bölge Hedef Alınan Yapılar Sonuç
Be’er Sheva İstihbarat ve Askeri tesisler hakat Soroka Hastanesi de hasar gördü 50 yaralı
Tel Aviv Kirya Karargâhı, İstihbarat Okulu, ABD diplomatik ofisi Yapısal hasar, panik
Haifa İçişleri Bakanlığı ofisi, kamu binaları 17 yaralı
Negev, Holon Sivil yapılar ve mahalleler Şarapnel hasarları, maddi kayıplar

Değerlendirme

İran’ın bu saldırıları, sadece askeri değil, aynı zamanda sembolik ve psikolojik etki yaratmayı hedefleyen bir stratejiyi yansıtıyor. Sivil alanların da zarar gördüğü bu saldırılar karşısında uluslararası kamuoyunda İran’a yönelik kınamaları artırırken Gazze’de yapılan saldırılara yapılan eleştirilerin de haklılığını ortaya koydu. İsrail’in olası karşılık planları bölgede yeni bir sıcak çatışma riskini doğuruyor.

Saldırıların hem insanî hem de siyasi etkileri önümüzdeki süreçte daha net hissedilecek. Bölgedeki dengeleri kökten değiştirecek bu tür gelişmeler, uluslararası diplomasinin ve güvenlik mekanizmalarının yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılıyor.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

Türkiye’de Ekmek Üretimi: Katkı Maddeleri, Genetik Müdahaleler ve Kimyasal İşlemler

Yayınlanma:

|

Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.

1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?

Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.

  • Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.

  • Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.

  • Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.

  • Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.

Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.

2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?

Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.

Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.

3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler

Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:

  • Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.

  • Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.

  • Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.

  • Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.

4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler

  • Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.

  • Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.

  • Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.

5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler

  • Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.

  • Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.

  • Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.

  • Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.

Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

Eşler Arasında Finansal İhanet: Aileyi Sessizce Yıkan Tehlike

Yayınlanma:

|

Aile içinde güven sadece duygusal sadakate değil, maddi şeffaflığa da dayanır. Ancak bazı çiftler arasında, dışarıdan görünmeyen ama ilişkinin temelini sarsan bir ihanet türü yaşanır: Finansal ihanet.

Bu yazıda finansal ihanetin ne olduğu, hangi biçimlerde ortaya çıktığı, aile üzerinde nasıl etkiler yarattığı ve nasıl önlenebileceği üzerinde duracağız.

Finansal İhanet Nedir?

Finansal ihanet, eşlerden birinin diğerinden gelir, borç, harcama ya da yatırım bilgilerini saklaması, mali kararlarda tek taraflı ve gizli hareket etmesi anlamına gelir. Bu davranış biçimi, evlilikteki güven bağını derinden sarsar ve duygusal sadakatsizlik kadar yıkıcı sonuçlar doğurabilir.

Finansal İhanetin Biçimleri

Finansal ihanet farklı şekillerde kendini gösterebilir:

  • Gizli kredi kartları: Eşten habersiz alınan ve yüksek harcamalara neden olan kartlar.

  • Gizli gelirler: Ek gelirlerin ya da primlerin gizlenmesi.

  • Gizli borçlar: Krediler, kefaletler ya da riskli borçların saklanması.

  • Kontrol dışı harcamalar: Pahalı alışverişlerin, kumar veya bağımlılık harcamalarının gizlenmesi.

  • Varlık saklama: Altın, döviz, borsa yatırımları gibi varlıkların eşten gizlenmesi.

Neden Yapılır?

Finansal ihanetin arkasında genellikle şu motivasyonlar yatar:

  • Güvensizlik: Eşin para yönetme becerisine güvenmeme.

  • Kontrol arzusu: Ekonomik gücü elinde tutma isteği.

  • Bireysel özgürlük arayışı: Bağımsız maddi hareket alanı oluşturma çabası.

  • Kötü alışkanlıklar: Kumar, alışveriş bağımlılığı gibi bağımlılıklar.

  • İletişim eksikliği: Maddi konularda yeterince konuşmama ve ortak dil kuramama.

Aile Üzerindeki Etkileri

Finansal ihanet sadece iki eş arasında değil, tüm aile üzerinde olumsuz etkilere neden olur:

1. Güven Krizi

Eşlerin birbirine olan güveni zedelenir. Duygusal uzaklaşma başlar.

2. Sürekli Tartışmalar

Harcamalar ve borçlar üzerine bitmeyen tartışmalar ortaya çıkar. İletişim bozulur.

3. Ekonomik Sarsıntı

Gizli borçlar ya da savurgan harcamalar aile bütçesini çökertir. Kredi notları düşebilir, icra süreçleri başlayabilir.

4. Çocukların Psikolojisi

Evdeki stresli ortam çocuklara da yansır. Güvensizlik ve kaygı gelişebilir.

5. Boşanma Riski

Finansal ihanet birçok boşanma davasında gerekçe olarak gösterilir. Özellikle tekrar eden vakalar ilişkiyi kurtarılamaz hale getirebilir.

Nasıl Önlenir?

✅ Şeffaf Finansal İletişim Kurun

Harcamalar, gelirler ve borçlar hakkında açık konuşulmalı. Aile bütçesi birlikte yapılmalı.

✅ Ortak Hesap ve Bilgilendirme

Erişimi her iki tarafın da sağladığı ortak hesaplar kullanılmalı. Gizli işlem yapılmamalı.

✅ Finansal Danışmanlık

Profesyonel destekle aile bütçesi yeniden düzenlenebilir.

✅ Evlilik Terapisi

Güven kaybı büyükse, ilişkisel destek alınmalı.

✅ Finansal Eğitim

İki taraf da bütçe yapmayı, tasarrufu ve yatırım bilincini geliştirmeli.

Finansal ihanet, evliliklerde görünmeyen ama en yıkıcı krizlerden biridir. Güveni ve ekonomik düzeni sarsarak aile birliğini tehdit eder. Bu nedenle çiftler, maddi konularda dürüstlük ve açıklık ilkesini temel prensip haline getirmelidir.

Unutulmamalı ki, bir evliliği sadece aşk değil; ekonomik sadakat de ayakta tutar.

www.bankavitrini.com

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.