Banka kayıtları o hale geldi ki şu an bankasında ne kadar sorunlu kredi var bilen CEO var ise elini öpeceğim. Kredi Takipler azalıyor ama sorunlu krediler için karşılıklar artıyor, potansiyel takipler kaba tabir ile halı altına süpürülüyor demektir bu. O zaman sorgulamaya devam edelim, soru şu : Her şey yolundaysa, Karşılıklar niçin artıyor?
Vatandaşın bankalara kredi borcu 2002 yılında sadece 6,3 milyar TL idi. 2007 yılına geldiğinde bu borç 94 milyar TL oldu. 2016 yılına gelindiğinde 420 milyar TL’yi geçen kredi borcu son dört yılda iki katından fazla artış ile 2020 sonunu 821 milyar TL düzeyinde kapadı. 2021 ilk çeyreğinde 846 milyar TL’ye yükselmiş durumda.
2021 yılı üç ayda Vatandaş 25 milyar TL daha borçlandı
2021 yılı ilk üç ay faizlerin yükselmesine rağmen 25 milyar TL daha borç artmış durumda. 2021 yılının ilk üç ayında Konut kredileri yavaşlaması ve taksit ödemeleri ile 278,3 milyar TL krediler 2,4 milyar TL düşerek 276,9 milyar TL’ye gerilerdi. 2021 yılında Pandemi nedeni ile Taşıtlarda fiyatların anormal artması Taşıt Kredilerini de hareketlendirdi. 2020 sonunda 11,8 milyar TL olan Taşıt Kredileri Nisan başında 13,6 milyar TL’ye yükseldi. Faizlerin yükselmesine rağmen İhtiyaç Kredi kullanımı devam ettiği görüldü. 2020 sonunu 385,8 milyar TL hacim ile kapanan İhtiyaç Kredileri 2021 ilk üç ayında 15,4 milyar TL artarak 401,2 milyar TL düzeyine ulaştı. Toplam Tüketici Kredisi de ilk üç ayda 675,9 milyar TL’den 15,8 milyar TL artarak 691,7 milyar TL düzeyine ulaştı. 2020 sonunu 145,1 milyar TL hacimde kapatan Kredi Kart borçları 9,6 milyar TL artış ile 154,7 milyar TL düzeyine ulaşmış durumda. Tüketici Kredileri ve Kredi Kart borçları da üç ayda 821 milyar TL’den 25,4 milyar TL artışla 846,4 milyar TL hacme ulaştı. 2018 sonunda Toplam Borç 505 milyar TL iken % 67,6 artarak 846,4 milyar TL düzeyine ulaşmış durumda. 2019 sonuna göre ise borçlanma % 45,9 artmış durumda. Kısaca vatandaş borcu borç ile kapatarak borç sarmalına girmiş durumda.
Takipler azalıyor ama Kredi Karşılıkları artıyor!
Banka kayıtları o hale geldi ki şu an bankasında ne kadar reel sorunlu kredi var bilen CEO var ise elini öpeceğim. Normalde olması gereken Kredi Takip oranları artarken Bankaların karşılık oranlarının da artması şeklindedir. Oysa, son yıllarda bu göstergelerde bir anormallik var. Örneğin; 2020 yıl sonunda 150,9 milyar TL olan Takipteki Kredi alacaklar 2021 Nisan başında % -1,2 gerileme ile 149,1 milyar TL’ye düşerken; Takipteki Alacak Karşılıkları 108,6 milyar TL’den %5,8 artarak 114,9 milyar TL düzeyine çıktı. Üstelik, İŞ BANKASI Mart ayı içinde 745 milyon TL Takipteki Alacaklarından satıp sektörün takip toplamından çıkarılmışken oldu bu karşılık artışı. Bu ne demek? Bu, Takipler azalıyor ama sorunlu krediler artıyor, potansiyel takipler kaba tabir ile halı altına süpürülüyor demek. Üstelik, bankaların karşılıklar ile ilgili yumuşama ve iyileştirmeler yapılmış olmasına rağmen Karşılıklarda artış var. O zaman sorgulamaya devam edelim, soru şu : Karşılıklar niçin artıyor?
Karşılıklar niçin artıyor?
Karşılıkların artmasında çeşitli etkenler var. Öyle ya Takipler azalırken karşılıklar arttığına göre demek ki sadece takiplere bağlı bir şey değil. Ana etkenleri sıralayalım o zaman.
Birincisi; sorunlu krediler sık sık ödemesiz dönemler konularak yapılandırılıyor. Bu şekilde takibe gitmesi gereken krediler yüzdürülerek daha doğrusu şimdilik halı altına alınarak takipler ertelenmiş oluyor. Türk Telekom gibi başka bir firma üzerine aktarılıp kredileri o firma üzerinde gösterip banka bilanço dışına çıkarmak gibi tali yollara girmeyeyim çıkamayız. TÜRKİYE BANKALAR BİRLİĞİ – TBB 2019 Ekim ile 2021 Şubat arasında 35 milyar TL Kredi yapılandırdığın açıkladı. Aslında bu 35 milyar TL Potansiyel takip dosyaları aynı zamanda. Takip oranları düşüyor ne güzel diyenler ufak ayrıntıları kaçıranlardır. Kamu Bankalarında takip oranları özel yerli yabancı bankaların yarısı kadar, bunun kamu banka kredilerin daha sağlıklı olduğundan kaynaklandığını düşünüyorsanız “sektörü hiç bilmiyorsunuz” derim.
İkincisi Dört büyükler ( GS, FB, BJK, TS ) Bankalara iyi bir gol attı. Dört büyüklerin 8,5 milyar TL’lık kredileri 2 yıl ana para ödemesiz 9 yıla kadar yapılandırıldı. Oldu mu sana sorunlu krediler canlı kredi.
Üçüncüsü; sorunlu kredilerin önemli bir kısmı KGF Kefaletine alındı, karşılık oranları dolaylı yoldan düşürülmüş oldu. Öyle ki Ticari kredilerde %9’luk bölüm KGF şemsiyesi altına alındı. Yetmedi, öğreniyoruz ki 2020 yazında verilen kamu pandemi bireysel krediler de KGF Kefaleti ile verilmiş. KGF Kefaletinin Bireysel Kredilerde oranı, %10,1’e çıkmış durumda. Bankalar takip potansiyeli olan potansiyel sorunlu kredileri KGF can suyu ile canlı kredilerde göstermiş midir? Hiç kuşkunuz olmasın evet.
Takipler konusunu ayrıca başka yazıda ele alacağız. Takip oranları düşerken Karşılıkların arttığı dönem olsa olsa halı altında pislik biriktirmektik biline! ‘Halıya sakın vurayım’ demeyin ortalık toz duman olur!
Orta Doğu’da uzun süredir devam eden gerilimin adı haline gelen İsrail ve İran arasındaki çatışma, son dönemlerde doğrudan askeri karşılaşmalara evrilecek kadar tehlikeli bir boyut kazandı. Şam’daki İran diplomatik temsilciliğine düzenlenen İsrail saldırısı ve ardından İran’ın doğrudan misillemesiyle taraflar ilk kez bu kadar açık şekilde birbirini hedef aldı. Bu makalede, tarafların öne sürdüğü tezler, uyguladıkları stratejiler, bu çatışmalardan çıkarılması gereken dersler ve uluslararası kurumların bu süreçteki performansı değerlendirilmektedir.
1. Tarafların Tezleri
İsrail’in Tezleri
Meşru Müdafaa Hakkı: İsrail, İran’ın vekil unsurlar (Hizbullah, Hamas, Husiler) aracılığıyla İsrail’e saldırdığını savunmakta ve buna karşı doğrudan İran hedeflerine müdahaleyi meşru görüyor.
Nükleer Tehdit: İran’ın nükleer silah elde etme çabası, İsrail açısından kırmızı çizgi olarak görülüyor.
Bölgesel Kuşatma Algısı: İran’ın Suriye, Lübnan ve Gazze üzerinden İsrail’i kuşatma stratejisine karşı refleks geliştirildiği belirtiliyor.
İran’ın Tezleri
Filistin’e Destek: İsrail’in Filistin topraklarındaki uygulamalarını “işgal” olarak niteleyen İran, direniş hareketlerini desteklemenin meşru bir hak olduğunu savunuyor.
Bölgesel Savunma: İsrail ve ABD’nin kendisine karşı ittifaklar kurduğunu, bu durumun İran’ı savunmaya ittiğini öne sürüyor.
Diplomatik Saldırıya Misilleme: Şam’daki konsolosluğun vurulmasını doğrudan İran’a savaş ilanı olarak kabul ederek, misilleme hakkını kullandığını iddia etti.
2. Uygulanan Stratejiler
İsrail’in Stratejisi
Hedef Odaklı Operasyonlar: Vekil aktörler yerine İran’ın askeri ve nükleer altyapısına nokta operasyonlar yapıldı.
İstihbarat Gücü: Mossad ve askeri istihbaratla hedef tespiti konusunda üstünlük sağlandı.
ABD ile Koordinasyon: ABD’nin koşulsuz desteği ile uluslararası arenada yalnız kalmama stratejisi benimsendi.
İran’ın Stratejisi
Kontrollü Misilleme: 300’e yakın füze ve İHA ile doğrudan saldırı yapılmasına rağmen, geniş çaplı savaştan kaçınıldı.
Vekil Güçler Üzerinden Baskı: Hizbullah, Hamas ve Husiler vasıtasıyla İsrail’in farklı cephelerde meşgul edilmesi sağlandı.
Uluslararası Mesaj Verme: Sınırlı saldırıyla, caydırıcılık oluşturulmaya çalışıldı; ancak kriz büyümesin diye ölçülü kalındı.
3. Alınacak Dersler
Askeri ve Teknolojik Perspektiften
Hibrit Savaş Gerçekliği: Modern savaşlar, doğrudan değil, vekil aktörler ve teknolojik araçlar üzerinden yürütülüyor.
İHA ve Füze Savaşları: İran’ın İHA kullanımı, İsrail hava savunmasının sınırlarını gösterdi.
Caydırıcılığın Yeni Ölçütleri: Artık caydırıcılık sadece askeri üstünlükle değil, teknolojik ve diplomatik uyumla sağlanıyor.
Bölgesel ve Küresel Perspektiften
İttifaklar Yeni Döneme Giriyor: Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeler açık pozisyon almaktan kaçındı, bu da bölgesel kartların yeniden karıldığını gösteriyor.
Enerji Güvenliği Riski: Hürmüz Boğazı gibi stratejik geçişlerin riski, küresel enerji piyasasını etkiledi.
Nükleer Tehdit Gündemde: İran’ın nükleer programı, yeniden diplomatik ve askeri çözüm arayışlarını tetikledi.
4. Uluslararası Kurumların Rolü
Birleşmiş Milletler (BM)
Yetersiz Kaldı. Güvenlik Konseyi tarafları sadece itidale çağırabildi; bağlayıcı adımlar atılamadı. ABD’nin vetosu İsrail lehine oldu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)
Sessizliğe Büründü. Konsolosluk saldırısı ve sivil kayıplar gibi ciddi meselelerde somut bir inceleme başlatılmadı.
Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları
Raporlar Yayınlandı ama Etkisizdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Af Örgütü gibi kurumlar çağrılar yaptı ancak diplomatik etki oluşturamadı.
İsrail ile İran arasındaki bu çatışma, klasik savaş paradigmasının dışına çıkan, hibrit ve vekil unsurlarla örülmüş yeni nesil çatışmalara örnek teşkil etmektedir. Teknolojinin, istihbaratın ve diplomatik koordinasyonun öne çıktığı bu yeni dönemde, uluslararası kurumlar mevcut refleksleriyle yetersiz kalmaktadır. Bu kriz, sadece İsrail ve İran için değil, tüm bölge ve dünya barışı açısından çok yönlü derslerle doludur.
Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.
1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?
Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.
Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.
Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.
Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.
Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.
Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.
2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?
Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.
Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.
3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler
Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:
Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.
Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.
Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.
Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.
4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler
Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.
Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.
Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.
5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler
Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.
Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.
Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.
Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.
Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.
Aile içinde güven sadece duygusal sadakate değil, maddi şeffaflığa da dayanır. Ancak bazı çiftler arasında, dışarıdan görünmeyen ama ilişkinin temelini sarsan bir ihanet türü yaşanır: Finansal ihanet.
Bu yazıda finansal ihanetin ne olduğu, hangi biçimlerde ortaya çıktığı, aile üzerinde nasıl etkiler yarattığı ve nasıl önlenebileceği üzerinde duracağız.
Finansal İhanet Nedir?
Finansal ihanet, eşlerden birinin diğerinden gelir, borç, harcama ya da yatırım bilgilerini saklaması, mali kararlarda tek taraflı ve gizli hareket etmesi anlamına gelir. Bu davranış biçimi, evlilikteki güven bağını derinden sarsar ve duygusal sadakatsizlik kadar yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Finansal İhanetin Biçimleri
Finansal ihanet farklı şekillerde kendini gösterebilir:
Gizli kredi kartları: Eşten habersiz alınan ve yüksek harcamalara neden olan kartlar.
Gizli gelirler: Ek gelirlerin ya da primlerin gizlenmesi.
Gizli borçlar: Krediler, kefaletler ya da riskli borçların saklanması.
Kontrol dışı harcamalar: Pahalı alışverişlerin, kumar veya bağımlılık harcamalarının gizlenmesi.
Varlık saklama: Altın, döviz, borsa yatırımları gibi varlıkların eşten gizlenmesi.
Neden Yapılır?
Finansal ihanetin arkasında genellikle şu motivasyonlar yatar:
Güvensizlik: Eşin para yönetme becerisine güvenmeme.
Kontrol arzusu: Ekonomik gücü elinde tutma isteği.
Bireysel özgürlük arayışı: Bağımsız maddi hareket alanı oluşturma çabası.
Kötü alışkanlıklar: Kumar, alışveriş bağımlılığı gibi bağımlılıklar.
İletişim eksikliği: Maddi konularda yeterince konuşmama ve ortak dil kuramama.
Aile Üzerindeki Etkileri
Finansal ihanet sadece iki eş arasında değil, tüm aile üzerinde olumsuz etkilere neden olur:
1. Güven Krizi
Eşlerin birbirine olan güveni zedelenir. Duygusal uzaklaşma başlar.
2. Sürekli Tartışmalar
Harcamalar ve borçlar üzerine bitmeyen tartışmalar ortaya çıkar. İletişim bozulur.
3. Ekonomik Sarsıntı
Gizli borçlar ya da savurgan harcamalar aile bütçesini çökertir. Kredi notları düşebilir, icra süreçleri başlayabilir.
4. Çocukların Psikolojisi
Evdeki stresli ortam çocuklara da yansır. Güvensizlik ve kaygı gelişebilir.
5. Boşanma Riski
Finansal ihanet birçok boşanma davasında gerekçe olarak gösterilir. Özellikle tekrar eden vakalar ilişkiyi kurtarılamaz hale getirebilir.
Nasıl Önlenir?
✅ Şeffaf Finansal İletişim Kurun
Harcamalar, gelirler ve borçlar hakkında açık konuşulmalı. Aile bütçesi birlikte yapılmalı.
✅ Ortak Hesap ve Bilgilendirme
Erişimi her iki tarafın da sağladığı ortak hesaplar kullanılmalı. Gizli işlem yapılmamalı.
✅ Finansal Danışmanlık
Profesyonel destekle aile bütçesi yeniden düzenlenebilir.
✅ Evlilik Terapisi
Güven kaybı büyükse, ilişkisel destek alınmalı.
✅ Finansal Eğitim
İki taraf da bütçe yapmayı, tasarrufu ve yatırım bilincini geliştirmeli.
Finansal ihanet, evliliklerde görünmeyen ama en yıkıcı krizlerden biridir. Güveni ve ekonomik düzeni sarsarak aile birliğini tehdit eder. Bu nedenle çiftler, maddi konularda dürüstlük ve açıklık ilkesini temel prensip haline getirmelidir.
Unutulmamalı ki, bir evliliği sadece aşk değil; ekonomik sadakat de ayakta tutar.