Connect with us

Dr. Abbas Karakaya

“Taşıran Damlanın Cesareti”

Yayınlanma:

|

DOĞAYI KUCAKLAYAN VE SAVAŞ KARŞITI ŞİİRLERİYLE ABBAS KARAKAYA
“Taşıran Damlanın Cesareti”

“İTHAF

Küçük karabalıklara
Tarçın ve kekiğe
Kendilerine tırmanan dağlara

Şiir sanatının önemli yanı yaşadığı çağı bütünlüğü içinde çelişkileriyle gösterebilmesidir. Sanatın kalıcılığı ve sanatçının toplumsal bağ kurması için yaşadığı çağın sorunlarını hissettirme arasında diyalektik bir bağ vardır. Bir diğeri ise sanat eserinin ileride kalması ve gelecek yüzyılda da etkili olmasıdır. Sanat eserinin bilinç taşıması hele tarihsel bilinç bu olgularla iç içedir. Üretilen bir sanat eserinin estetik nesne olarak önemi o eserin tartıştırdığı toplumsal bilinç ve kalıcılığını sağlayan tarihsel bilinçtir. Sanatçının büyüklüğü bu sorunsallıkla ilgilidir. Bu sorun sanatçının özne olarak toplumsal bağ kurmasıyla ilgilidir. Bütün bu söylediklerim Abbas Karakaya’nın şiirindeki özelliklerden dolayıdır. Karakaya’nın şiirinde iki tema öne çıkar. Savaş karşıtlığı teması ve doğaya yabancılaşma. Bu iki tema şiir geleneği içinde şimdiye kadar çok az işlenmiştir. Günümüzün bu toplumsal gerçekliğini şiirleriyle önümüze taşır Karakaya.
Şimdi doğaya yabancılaşmayı gösteren şiirlerine bakalım.                                                 

PAZAR GÜNÜ

Sokaklar tenha
Dükkânlar kapalı
Bankalar, borsalar
Kapalı Pazar günleri

Ağaçlar kapalı değil
Deniz kapalı değil
Pazar günleri
Yüzüyor balıklarıyla

Bu kısa şiir doğaya hissetmenin veya doğaya yönelmenin küçük bir nüvesi olarak görülebilir. Oysa Karakaya’nın insan doğa çelişkisi üzerinden devam eder. İnsanın doğaya yabancılaşmasını ve insanla doğa arasındaki mesafeyi gösterir Karakaya.

AKSAZ’da
Dağlar, dağlara tutunmuş
Çalılar, ağaçlar bir yaz günü
Bir başına demlenen deniz
Sessizliklerine aldılar beni de

Nasıl oldu bilemedim
Parmağımı derin çizdi bıçak
Fışkırdı kanım göle
Nilüferlerin üstüne

Karanlık denizin derinliğinde
Ağzıma saplanan zıpkın
Gözlerimden boşalan ateş
Gölü, nilüferleri de örttü sis

Yeni doğmuş, yavru bir arının
Sesi kadar duydu mu beni?
Doğanın haşin, sonsuz belleği
Bastırırken otları parmağıma

Bu şiiri üstteki çağrı özelliği taşıyan şiirle koparmamak lazım. Doğayla insan arasındaki ilişkiyi göstermesi açısından güzel bir şiir. Fakat bu şiire insan merkezli bakışın dışına çıkarak doğa merkezli bir şiir olarak görürüz. Doğaya dair ise onun bir canı, ruhu olduğunu gösterir bize bu şiir. Doğa insanın bir parçası doğa varlığımızın nedeni, doğanın varlığı bizim varlığımız olur böylece. Akan kan doğanın kanıdır.  Bu diyalektik bakış Karakaya’nın doğa algısını gösterir. Sabaha Doğru şiirinde şöyle diyor.
Sabaha yürü
Pürenlerin salınışı içine
İlk öpüşün hatırasını düşürecek
Ayak bileklerinden tanıdığın
Senden hoşlanan kız gelecek aklına

Bu şiir doğayla hafıza arasındaki ilişkiyi gösterir. Şiir geleneği içinde bu tarz bir imgelem pek göremeyiz.  İnsanın bir özelliğini önümüze sererken, sanatın içerik olarak genişlemesi de diyebiliriz. Hafıza sorununu sadece insanın doğaya yabancılaşması olarak görmek yetmez. Aynı zamanda insan doğa uyumunu da gösterir. Bu şiirle içselleştiremediğimiz bir olgu önümüze çıkar; doğa belleği diriltir, insanın hafızasını canlı tutar olay ve olgulara derinlikli bakmasını sağlar. Bellekle doğa arasındaki ilişki milyonlarca yıl içinde oluşmuş ilişkidir. İnsanın kendi benliğini hissetmesi kendi ve doğasıyla ve dış doğayla uyumuyla ilgilidir. Kentleşme ve sanayi toplumu bu uyuma darbe vurmuştur. Belleğin oluşması doğanın değiştirip dönüştürülmesi süreciyle ilgilidir. Gerçekten insan doğadan uzaklaştıkça, doğa içinden edindiği belleğinden uzaklaşır. Bu şiiri yeniden insanı yabancılaşmasını aşması için güzel bir gerekçedir.  İnsanlığın evrensel bir sorununu doğaya yabancılaşmanın farklı bir nüansını, hem de hiç irdelenmemiş bir nüansını görürüz.

SINIR TANIMAYAN LEYLEKLER

Göğü güzelleştiren siz
Sınır tanımayan leylekler
Uçtukça genişletiyorsunuz
Yeryüzünü hepimiz için

Hepimizin başlangıcı su
Bağlıyız geceyle gündüze
Kemik, kas, sinir ve kan
Derimizin altı da aynı

Kurşuna bağışıklığı
Yok hiçbir canlının
Çok şeyimiz ortak
Çok şeyimiz tanıdık

Utanç duvarları
Mayın tarlaları
Dikenli teller
Kalekollar kim için

Acıyla bakıyorlar bize
Sınır tanımayan leylekler
Süzülüp geçerken mezarsız
Yoksul ölülerin üstünden

Gerçekten de kendine düşman kendi doğasına düşman insan dışında başka canlı var mıdır? Diğer canlılar ne kendi doğasına düşman ne doğaya. Onlar doğayla uyum içinde yaşarken bu uyumu insan paramparça eder. Bu leyleğin bilinci olsa insanın doğaya yabancılaşmasını anlayamaz. Kimin için bu Kalekollar, Dikenli teller. Çalınan Park şiirinde şöyle diyor. “Söktüler parkın ağaçlarını/ Orman içi villalarda yaşıyor/ Ağaçları söktürenler” Kapitalizmin doğayı bir meta, kar nesnesi olarak görür. Karakaya şiirinde kapitalizmin doğa tahribatını gösterdiği güzel dizeler bunlar.

İşte bu doğa sorgulanması, doğa tahribatını gösterilmesi Karakaya’nın şiirinde uç veren şiirler. Aynı zamanda çağın içinde yaşamanın, çağın sorunlarını anlamanın getirdiği bir sonuç bu. Şiirlerinde doğaya yabancılaşmanın ve kapitalizmin yarattığı doğa tahribatının öne çıkma nedeni, doğa sorununu doğru algılanmasından dolayıdır. Bu sorun günümüzün evrensel sorunudur. Bu sorunun şiir alanında fazla öne çıkmamasının nedeni, bu sorunun yakıcı olarak yeni görülmeye başlanması ve postmodern sanatın veya burjuva edebiyatın toplumsal sorunları dışlamasıyla ilgilidir. Sanatın toplumdan uzaklaşması, siyasallığını kaybetmesi toplumsal sorunları sahiplenen gerçekçi edebiyatın yeterli gücü olmamasıyla ilgilidir.

Bunun dışında günümüzün bir başka evrensel sorununu tema olarak işler Karakaya. Bu tema savaş temasıdır. Karakaya’nın şiiri içinde savaşla doğa arasındaki ilişkiyi gösteren şiirler de var. Savaşın doğada yarattığı tahribat günümüzde daha çok görülüyor. Doğaya yabancılaşma ile savaş arasındaki ilişki pek irdelenmemiştir. Bunun dışında savaş ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi şiirlerinde gösterir Karakaya.

GİTMİYORLAR SAVAŞA

Kuzey’i askere çağırıyorlar
Kulak asmıyor çağrıya Rıfat Ilgaz
Hamsiler de karşı savaşa
Sırtlarını dönüyorlar sese

Güney’i itiyorlar savaşa
“Fakirin kanını satacaklar yine”
Diyor Orhan Kemal
Hürü Ana, İnce Memed
Onlar da karşı savaşa

Akdeniz’in sedir ormanları
Bütün katlarıyla Toroslar
Asi nehri ve kolları
Gitmiyorlar, gitmiyorlar savaşa

Diyarbakır’da Tahir Elçi
Dilinden düşürmedi savaşı
Vazgeçmedi, eğilmedi
Dicle’de atıyor nabzı şimdi

Babasız büyüyen çocuklar
En iyi onlar bilir
Babalarını göndermiyorlar savaşa.

Savaşın olumsuzluklarını ve kapitalizmin kendi varlığını devam ettirmenin bir yolunun savaş olduğunu şiirlerinde gösteriyor Karakaya. Savaş karşı olmanın yolunu şiirleriyle önümüze seriyor. Bu hümanist tutum şiirlerinde genelleşmiştir diyebiliriz. Savaş kültürünün yarattığı militarist tutuma da karşıdır diyebiliriz. Bu militarist tutum ile faşizm arasında ilişkiyi gören hisseden biridir. Karakaya’nın şiiri savaş karşıtlığıyla, az da olsa savaşma güdüsünden uzaklaşılacağına dair inanç vardır. Bu inanç ve düşünce günümüz şiirinde yoğun işlenmeli bence. Bu bakış aynı savaş ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi gösterir. Bu anlamda kapitalizmin sürekli hale getirdiği savaş ideolojisinin görünür hale getirir Karakaya’nın şiiri. Abbas Karakaya’nın şiiri, sanatın toplumsal sorgu özelliğini nasıl yitirildiğini gösterir. Postmodern  sanat, sanatın temel işlevi olan sahicilik duygusunun yitimini sağlamıştır. Sanatla toplumsal mücadele arasındaki ilişkiyi tarumar etmiştir. Savaşın yarattığı tahribatı, insanın insana yabancılaşmasını, kapitalizmin insanda, doğada yarattığı tahribatı göstermeyen şiir, ne işe yarar. Bu anlamda Karakaya’nın şiiri, sanatla toplumsallığı ve toplumsal bağı yeniden kurar.

Karakaya’nın bu kitabı aynı zamanda 2017 2020 arasındaki olguları, sınıf savaşımını gösteren bir çeşit kılavuzdur. Toplumcu gerçekçi şiir içinde yaygın bir gelenektir bu. Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Korkmazgil’de bu durum çok öne çıkar. Yaşadığın anı kavrayarak o anın psikolojisini şiire taşımaya görev edinmek, toplumcu gerçekçi bir tavırdır. Bir anlamda kitaptaki şiirlerin çeşitliliği bu tutumu karşılar. Bu anlamda sanat sanat için yapılmaz bir toplumsal sorumluluk üzerinde yapılır. Kapitalist sanat ister istemez sanatı, toplumsal sorumluluğun dışına atarak sanatı sanat için uygulayan bir alana dönüştürür. Bu sanatta toplumsal sorumluluk bulunmaz, sanat bir tekniğe dönüşür. Vicdandan, sorumluluktan uzaklaşır, sanatçı ve sanat eseri bir kapitalist kar marjı olur.

Abbas Karakaya’nın şiiri soru sordurma daha doğrusu insanı düşündürme üzerine şekillenir. Nesnelliği kavramanın yolu insanda merak dürtüsü ile ortaya çıkan soru sorma yani düşündürme pratiğiyle ilgilidir. Günümüz topluma soru sormayan, fazla düşünmeyen tüketici bir toplumdur. Şiirin böyle bir eğitme yanını işaret ederken, ortaya koyduğu şiir didaktik bir şiir değildir. Bu sorular sorarak dünyayı anlama biçimi genel şiir geleneğinin sorgulanması üzerinden ortaya çıkarılmıştır.

Şiirlerinde bir çocuksuluk varken, kendi çocuğunu da şiirine katar. Buradaki anlam farklı bir şekilde çocuksulluğu geniş tutmakla ilgilidir. Genel olarak sanatçının yaratma güdüsünü tetikleyen çocuksuluğun yarattığı oyun güdüsüdür. Şiire can katan katharsis duygusunu ortaya çıkartan bu çocuksu oyun güdüsüdür.

Karakaya şiirinde ironiyi geniş bir şekilde kullanıyor. Bu durum şiirine tatlı bir hale kazandırırken. Sorularla hayatı kavrama, ironi, çocuksuluk ve oyun güdüsü şiirlerinde rahatça girmemizi sağlıyor. Sağladığı haz dönüşüp değişmemizi sağlıyor.
Son olarak Karakaya’nın Vasiyet şiirine bakalım.

VASİYET
Ağaçlara özenirdi desinler
Yaprakların fısıltısını duymaya çalıştı
Razı gelirse dalı olayım bir ağacın
Su taşıyayım köklerinden en tepeye
Çayıra uzanayım yorulduğumda
Cırcır böceği de olabilirim çalılarda

* Bu şiirinde varlığının nedeni doğaya dair büyük saygıyı görürüz. Ben de Abbas Karakaya’nın şiirine ‘ithaf’ şiiriyle başladım ‘Vasiyet’ şiiriyle bitirdim.

İsmail Alıcı – nicin.biz

Dr. Abbas Karakaya

ÇOCUKLAR/BÜYÜKLER İÇİN YAZ OKUMALARI-1

Yayınlanma:

|

Kitap sevgi ve umut demektir. Kitap okunan yerde hala sevgi ve umut var demektir. Yedi yaş ve üzeri çocukların okuyabileceği birkaç kitap tavsiye edebilirim. İyi bir çocuk kitabını yetişkinlerin de zevkle okuyabileceğini düşündüğümden başlığı öyle attım. İlk kitabımız bir şiir kitabı olsun. Şiir öğretilen bir şeydir. Öbür sanatlar gibi doğuştan gelmez. Mesela, müzik, resim yeteneği gibi değildir.

Şiiri sevdirecek müthiş bir kitap size: Şiir Gemisi; Ayla Çınaroğlu.

Bu kitaba MUK ile geçen yaz başladık. Kitap elimizde yıprandı. Alıp okuduğunuzda çocuk ya da torunlarınızla aynı heyecanı duyacağınıza bahse girebilirim. Kitaptaki sade, yalın resimler de Ayla Hanım’a ait.

İşte oradan bir şiir:

YAZ GELDİ

Sonunda yaz geldi işte
Şimdi her yerde güneş var
Havada, toprakta, suda
Gözlerimde güneş var

Uzun yolların tozunda
Kırların kokusunda
Denizlerin tuzunda
Yosununda güneş var

Suların şıpırtısında
Arının vızıltısında
Otların hışırtısında
Soluğumda güneş var

Gölgeye serilen kilimde
Karpuz çekirdeğinde
Kirazda, dutta, incirde
Şimdi her şeyde güneş var.

Ayla Çınaroğlu; Şiir Gemisi: sayfa 60

Abbas Karakaya-Akademisyen, Şair

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

HOLLANDA’DA NE GÖRDÜK, NE DUYDUK? : GEZİ NOTLARI…

Yayınlanma:

|

Karımın iş ziyaretini oğlanın dönem arası tatiliyle çakıştırıp uçtuk Hollanda’ya. 28 Mart- 5 Nisan arası oğlana ve bana dokuz gün tatil. Üç saatlik uçak yolculuğu ile beş asır ileriye gittik. (En azından) şehircilik pratikleri bakımından. Dönüş uçağını beklerken kendi kendime sordum: Bu ziyaretten ne öğrendin? Çok geri bir ülkede yaşadığımızı (bir kez daha) anladım.  Evler, yollar, sokaklar bu kadar düzenli, temiz ve bakımlı mı olur! Sanırsın legodan yapılma kentler. Kartpostallardaki resimler gibi yapılar, sokaklar.  Bu yorumum ne taraflı ne de sadece bana ait. Gidip gören her gözün kolayca yapabileceği tespitler. Ve dönüp kendimize baktığımızda, “çok kalitesiz bir hayatı çok pahalıya yaşamak” da bizim payımıza düşen.

HAYRANLIK UYANDIRAN ŞEHİRCİLİK

İmrendirici kentler kurmuş Hollandalılar. Kanallar ve bisikletliler ülkesi. Bisiklet bir eğlenme ya da spor aracı değil. Arazisinin dümdüz olması hasebiyle günlük hayatın bir parçası; yaşlı, genç, çocuk, kadın, erkek herkesin en yaygın ulaşım aracı. Araba yollarının iki yanında bisiklet yolu ve yaya kaldırımlar var. Sokaklar, kaldırımlar sadece sağlam insan için değil, engellileri de sokağa çağıran bir biçimde. Bisiklet kullanamayacak kadar yaşlı insanlar tekerlekli yürüteçlerle sokaklardalar. Parklar park, imara açılmamış. Sadece bank ve çöp tenekeleri var. Çocuklar için oyun donatıları. Genel olarak yapılar kaldırımlara sıfır yapılmıyor. Kaçak kat yok. Önlerinde boş alan ya da yeşil alan var. Yapı herhangi bir sebeple yıkıldığında yıkıntılar yolları kapatmasın diye. Oysa deprem ülkesi de değil Hollanda. Yeraltından geçen atık su sistemlerine, yeraltına döşenmiş kablolara vb. erişim için yapılmış kapaklar öyle özenli yerleştirilmişler ki yolla hemzemin olmuşlar. Var mı, yok mu belli değiller. Türkiye’dekiler nasıl?

Elli bir yıldır Hollanda’da yaşayan bir arkadaşımızın apartman dairesinde kaldık. Dairesinin iç tasarımı ve kimi ayrıntıları dikkatimi çekti. Kaldığımız dairenin bulunduğu dört katlı apartman dikdörtgenler prizması şeklinde olup yapı doğu batı yönünde konumlandırılmış. Böylece, dairlerdeki bir oda ve mutfak sabah güneşini; öbür iki yatak odası ve salon da akşam güneşini alıyor. Batı yönündeki salon ile bir yatak odasının hizalarına gelecek şekilde iki geniş balkon var. Derinliği bir buçuk metre yakın ve korkulukları insana güven veren balkonlar. İstanbul’da yaşadığım apartmanın korkulukları dayanırsan kendini aşağıda bulacağın cinsten.

Evin iç mekan kullanımında asıl ilginç olansa şu: evin girişi(antre) küçük tutulmuş. Eve girer girmez solunuzda bir kapı var ki bu, banyonun kapısı. Dışarıdan, yağmurdan kaçıp eve girdiniz, ıslak halinizle, şemsiyenizle banyoya atabilirsiniz kendinizi. Banyonun içinden geçip mutfağa giriyorsunuz. Yani banyo antre ve mutfak arasında. Banyoya hem mutfaktan hem de girişten hemen sonra, yani koridordan erişim var. Mutfakta bir şey döküldü, kırıldı, temizlik malzemesine ihtiyacınız var, süratle banyoya erişip müdahale edebilirsiniz. Ayrıca, diyelim misafiriniz var, salonda yatırıyorsunuz, ama mutfakta işiniz var. Salondakiler rahatsız etmeden banyoya, oradan mutfağa geçebiliyorsunuz. Küçük tutulmuş giriş alanından içeriye, koridora devam ederken/geçerken bir kapı var ki bu da evdeki ısı yalıtımına destekliyor. Tahmin edebileceğiniz gibi banyonun içinde tuvalet yok. Tuvalet antreyi sınırlayan kapıyı geçtikten sonra sol tarafa düşüyor. Evin toplam üç odası ve salona da en yakın mesafede. Ayrıca, temiz ve atık su borularının geçtiği alanlar (banyo, mutfak, tuvalet) birbirlerine asgari mesafede tutulmuşlar.

EV TASARIMINDAKİ AYRINTILAR

Dokuz gün kaldığımız dairede bazı ayrıntılar var ki onlara da değinmek isterim. Daire kapısının eşiğinde mini bir rampa var ki bu eve tekerlekli sandalyeyle rahatça girmeyi sağlıyor. Mutfağın salona açılan kapısı ve antredeki bitişindeki kapının bir kısmı boylamasına, eni otuz santimlik şeffaf cam. Cam kısımdan içeriyi, kapıyı açmadan görebilmeyi sağlıyor bu cam kuşak. Evde üç duvarda, farklı derinliklerde gömme dolap var. Biri mutfak malzemeleri için. Pencereler geniş tutulmuş ve pencerelerin altında kaloriferlerin üstüne gelecek biçimde 25-30 cm genişliğinde raflar monte edilmiş. Yer kazandıran küçük ama etkili bir çözüm. Banyo ve tuvaletin kapı eşiklerinde hafif bir yükselti var ki bu, su basması halinde evin geri kalanına su yayılmasın diye. Tuvalet ve banyonun elektrik düğmeleri dışarıda değil, içerde.

Evleri daha kullanışlı ve güvenli hale getiren bu küçük dokunuşlardan bazılarına Anadolu’daki gezilerimde rastlamıştım. Mesela, Safranbolu’da, Mardin’de gezdiğim evlerde gömme dolap, pencere önlerine eşya konulacak raflar görmüştüm. Ancak şimdi yaşadığımız evlerde, yeni yapılan konut inşaatlarında neden böyle kullanışlı ayrıntılara yer verilmiyor? Bu soruya birçok açıdan cevaplar verilebilir. Herhalde bu denli kötü bir şehirlere ve kullanışsız ve güvenliksiz konutlara mahkum edilişimizin sebeplerinden biri de şehircilik, mimarlık alanlarında geleneğin kesintiye uğratılmasıdır. Tarihsel olarak bu alanlarda bilgi, birikim, tecrübeyi taşıyan insanları yok eder ya da ülkeden sürerseniz böylesi durumlara düşmek şaşırtıcı olmasa gerektir. Şimdi, bilgimiz de birikimimiz de yeterli seviyede, yurtdışında da o kadar inşaat yapıyoruz savunması yapılabilir, ama yurtdışında yapılan inşaatlarla, ülkede yapılanlar acaba aynı kalitedeler mi? Ya da kendi yurttaşına neden bu kadar kötü, kalitesiz, kullanışsız konutlar (mesela TOKİ konutları) yapıyorsunuz sorusu yanlış bir soru mu?

EMSAL BİR SOSYAL DEVLET

Buraya kadar anlattıklarım hemen hemen her gözün görebileceği şeyler. Şimdi de Hollanda’da yarım asrı devirmiş, orada emekliliğe hak kazanmış, evinde kaldığımız arkadaşımızdan duyduklarımıza kulak verelim. Türkiye’nin tersine, Hollanda sadece kağıt üstünde değil, uygulamalarıyla da gerçek manada bir sosyal devlet. Evinde kaldığımız arkadaş, sosyal devlet uygulamalarının zenginliği bakımından Hollanda’nın dünyadaki ilk üç ülkeden biri olduğunu söyledi. Örnekler verdi. Mesela, başka bir işte çalışıp emekli olsanız da olmasanız da 65 yaşına gelen herkese devlet emekli maaşı bağlıyor. İki emekli insan sadece devletten aldıkları emekli aylıklarıyla yaşayabiliyor. Ev kirası maaştan fazla değil. Arkadaşımızın kaldığı daire belediyenin. Mülkiyeti onun değil, ama ölene kadar evi kullanma hakkı var. Belediye evdeki onarım, düzenli bakım işlerini de üstleniyor. Tuvalet taşı, lavabo, bataryalar, mutfak tezgahı gibi parçalar, donatılar aralıklarla yenileniyor. Emekli insanlara belediye özellikle yardımcı olup ihtimam gösteriyor. Evlerine temizlik personeli gönderiyor düzenli aralıklarla. Diyelim evde büyük bir tamirat çıktı, evin boşaltılıp tamir edilmesi gerekiyor. Oturduğunuz ev tamir edilene kadar, belediye size yeni bir ev temin ediyor.

Ne yazık ki ve de pek de şaşırmayacağımız şekilde ne yazık ki oradaki bazı Türkiyeliler bu sosyal uygulamaları kötüye kullanıyor. Mesela, Hollanda’da oturmadığı halde sosyal yardım almayı başaranlar! Ya da Fethullahçılar adlı cemaatin Hollanda’daki ‘Siyah Okul’ projesi yoluyla Hollanda devletinden milyonlarca Euro teşvik alıp bu parayı eğitim ya da okula harcamak yerine ceplerine indirmeleri gibi. ABD’de ‘charter okullarında’ yaptıkları gibi.

GEZİP GÖRDÜĞÜMÜZ YERLER

Hollanda’da dokuz gün içinde ‘gördüklerim’ ve ‘dinlediklerimin’ böyle. Şimdi, yazımı biraz daha alışıldık bir gezi yazısına benzetmek istersem, gezdiğimiz yerlere kısaca değineyim. Gezip gördüğümüz yerler tahminim o ki bilinen, turistlerce de ziyaret edilen yerler. Bu yerler hakkında değişik mecralarda benzer bilgiler bulabilirsiniz. Bu yüzden, uzatmadan bir şeyler yazarsam, sırasıyla aşağıdaki yerleri gördük:

  1. Malieveld parkı: İlk gün Lahey’deki protestolara katıldık. Hollanda’da okuyan/yaşayan çoğu genç, büyük bir grup Erdoğan’ı Malieveld parkında protesto etti. Aynı gün Mini-Hollanda (Madurodam) denilen alanı ziyaret ettik. Hollanda’daki denizcilik, kanal yapımı ve tren taşımacılığına vurgu yapılmış. Zemini kumdan, içinde ahşap bir gemi de olan güzel bir oyun sahası var çocuklar için.
  2. Keukenhof lale bahçesi: On yedinci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndan götürülmüş lale çiçeğinin yurdu artık Hollanda. İçinde seyirlik bir yel değirmeni de olan, kanal gezintisi yapılabilen büyük bir lale bahçesini gezdik. Hem kapalı hem açık mekanlarda onlarca çeşit lale ve başka çiçekler gördük. Lale bahçesi üzerinden muazzam bir ekonomi yaratılmış. Mart’ın son haftasından Mayıs’ın ortasına kadar süren lale mevsiminde dünyanın dört yanından insan akıyor buraya. Biletler de ucuz değil.
  3. Rotterdam’da Euromast adındaki kuleye çıktık. Kanallar kentini bir de yükseklerden izledik. Ren nehri ve kanallar üzerine kurulu Avrupa’nın en büyük limanlarından biri Rotterdam’da. Nehir ve kanallar üzerinde yürüyen büyüklü küçüklü tekneler saat gibi çalışıyor. Kuleden sonra, Akdeniz ürünlerinin satıldığı bir semtte bir balıkçı dükkanında balık yedik. Buradaki düzen de dikkat çekici.
  4. Amesterdam’a da uğradık. Büyük kentlerde otopark hem büyük bir sorun hem pahalı. 3-4 saat kaldık, ayrılırken 32 Euro park parası ödedik. Büyük İstasyon (Amsterdam Central) çok güzel bir yapı. İstasyonun olduğu yer şehrin merkezi gibi. Feribotlardan çıkanlar, binenler, otobüs durakları, metrolardan inenler, binenler, bisikletliler; sanki herkes orada. Ancak bu kalabalığa, yaya, otobüs, taksi vs. trafiğine rağmen kaos ve karışıklık yok. Aynen yuvalarına yiyecek taşıtan karıncalarda olduğu gibi. Bir saate yakın süren dolmuş-tekneyle kanallar gezintisine katıldık. Kanal boylarındaki tarihi yapıların korunmuş olması ve bakımlı olmaları dikkat çekici.
  5. Kinderdijk adlı kasabaya gittik. UNESCO’nun 1994 yılında Dünya Kültürel Mirası olarak tescillediği yel değirmenlerin olduğu kasaba. Kanaldaki teknelerle ya da yürüyerek değirmenleri ziyaret ediyorsunuz. Değirmenler denizde su yükseldiğinde kabaran suyu denize doğru gönderiyor ve karanın sular altında kalmasını engelliyor. Bu işi yapan ve şimdi elektrikle çalıştırılan devasa pompalar var ama sitim ve elektrikli makineler bulunmadan önce farklı yönlere yerleştirilmiş değirmenler bu işi görüyormuş. Değirmenlerin gövdelerinin değirmenleri çalıştıran, bakımını yapan ailelerin evleri olduğunu öğrenmek ilginçti. Don Kişot’un değirmenlere açtığı savaşın hiç de kolay bir savaş olmadığını düşündüm gezerken. Değirmen kanatlarının biri çarpsa acillik olursunuz.
  6. Delft şehri de güzeldi. Burada da kanal gezisi yaptık. Üniversiteden mezun olan gençlerin bisikletlerini kanallara atmak gibi bir gelenekleri varmış. Teknede kaptanlık yapan 21 yaşındaki kadın her yıl kanaldan 500-600 bisiklet çıkardıklarını söyledi. Mahalle arasındaki bir parkı çok beğendik.
  7. Kaldığımız Rozenburg kasabasına yakın bir pazara da uğradık. Pazar Türkiye’de kurulan pazarlara benziyor. Nerdeyse her türlü ihtiyaç (yiyecek, giyecek, mutfak eşyaları vs.) var. Bir de fazlası var: çocuk kitapları satan bir tezgah gördüm pazarda. Pazarda kızarmış yağ kokusu eksik değildi. Ve iki şeyden geliyordu bu koku. Bizim sokaklarda en kolay, en yaygın bulduğumuz atıştırmalık simitse Hollandalıların Frits adını verdikleri patates kızartması. Pazardaki kokunun birinci kaynağı buydu. Sadece pazarda değil, kentin başka yerlerinde de patatesçiler önünde uzun kuyruklar gördük. Yağ kokusunun ikinci kaynağı ise kızartılmış nehir/deniz balıkları ve deniz ürünleriydi. Pazarcıların arasında Hollandalılar kadar, yabancılar da vardı. Türkiyelilerin satış yaptığı balık tezgahında levrek aldık. Çok lezzetli ve tazeydi. Levreğin lezzeti büyük olasılıkla deniz levreği olmasındandı. İnşallah bu yazımı okur ve onlara da teşekkür ettiğimi okurlar.
  8. Ev sahibimiz tam bir yemek ustasıydı. Yaşadığı yer Rozenberg yerel televizyonu için zamanında yemek programları yapacak denli usta bir aşçı. Sekiz gün boyunca hem gözümüzü hem midemizi doyurdu. Bir kez de buradan teşekkür ederiz. Yazımın ana temalarını da kendisi ve kıymetli hayat arkadaşıyla konuşmalarımızdan süzdüm. Ona da daveti, ev sahipliği için teşekkür ederiz ailecek.

Bitirirken….

Evinde kaldığımız arkadaşıma bodoslama bir soru da sordum: Hiç kötü şey yok mu bu ülkede? Soruma yalnızlık var, bir sürü insanın evinde kimsesiz, bir başına ölüsü bulunuyor, insanların çok bireyci, dedi. Ayrıca, ben de kasabayla şehirler arasında toplu taşımacılığın olmadığını, insanların arabaya bağımlı olduğu gözlemledim. Ancak yazımın başında da söylediğim gibi şehircilik pratikleri bakımından iki ülke arasında birçok şey kıyas bile kabul etmez. Bir de belediyenin bütçesini nerelere harcadığı konusu var, gerçek sosyal belediyeciliğin güzel örneklerini hala veriyor Hollanda.

İyi gezmeler, görmeler, düşünmeler…

Okumaya devam et

Dr. Abbas Karakaya

ŞAİR HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL ÇEKMEKÖY’DE ANILDI

Yayınlanma:

|

Çekmeköy merkezli Şiirle Karşılaşmalar ekibi olarak 22 Şubat Cumartesi akşamı şair Hasan Hüseyin Korkmazgil‘i andık. Karlı, kışlı bir İstanbul akşamında bizi yalnız bırakmadı insanlar. Yerler kar, buz; insanlar gelemez sanıyorduk. Geldiler, dışarının soğuğuna aldırmadan. Çok mutluydu insanlar. Ülkenin şu halinde herkes kendi gibi düşünenlerle beraber olmak, içini dökmek istiyor. Müzik vardı, şiir vardı, söz vardı. Sanki 1984’te aramızdan ayrılmış şairin tabutunu taşıdık, elden ele geçirdik kolayca. Azime Korkmazgil‘i de unutmadık. Seyirciler de söz aldı, şiir okudu. Şiirle Karşılaşmalara ilk kez katılıp sahnede şiir okuyanlara kitap hediye ettik.

Salondaki en büyük şair (72 yaşında) ile en küçük şiir okuru/şair adayı (9 yaşında) yan yana çıktılar sahneye. Herhalde en çok buna sevinirdi görseydi Hasan Hüseyin. Ama duydu o bizi. Evet, biz de onun şiirden anladığı gibi, umudu diri tutmaya çalışıyoruz. Ben de bu yüzden Karagün Dostu adlı şiirini okudum. Acıyı Bal Eyledik adlı programımız başladığında saat 19.00 idi, bittiğindeyse saat 21.45’di. Daha ne olsun? Eksiğiyle fazlasıyla yaşıyor Hasan Hüseyin Korkmazgil. Yaşıyor Acıyı Bal Eyleyenler. Yaraları sarılmış bir ülke bırakacağız çocuklarımıza. And olsun, sözümüz olsun Hasan Hüseyin’e.

Şiirle Karşılaşmalar Ekibi adına

Abbas Karakaya

 

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.