Connect with us

Erden Armağan Er

Bundan sonra ne olacak?

Yayınlanma:

|

DÜNYA VE TÜRKİYE EKONOMİSİNDE BUNDAN SONRASI
Corona Virüsü ile dünya piyasalarında başlayan satış dalgasının önüne geçebilmek içi başta FED olmak üzere bütün büyük gelişmiş ülke Merkez Bankaları ve Hükümetler şimdiyedek görülmemiş büyüklükte “Ekonomik Paketler” açıklamaya başladılar. ABD İpotekli Konut Sertifikaları, Özel Şirket Tahvili ve Hisse Senedi alımı dahil “ LİMİTSİZ” ve ilk aşamada 4.2 Trilyon USD tutarında(QE4), Almanya 750 Milyar EUR tutarında “VARLIK ALIM PROGRAMI” açıkladılar. Yine Japonya, Kanada, İngiltere, Fransa ve diğer gelişmiş Batılı Ekonomi yönetimleri, “istihdamı destekleyici” önlemlerden tutun, “tüketimi canlandırabilmek” için vatandaşlarının cebine “NAKİT” koymak dahil her türlü tedbiri devreye aldılar. Türkiye’de de Hükümet her ne kadar içeriği ve miktarı tartışılacak dahi olsa, bir önlemler paketini yürürlüğe koymuş durumdadır.
Açıklanan Paketler Yeterli Olabilecek mi?
Baştan söyleyelim tüm önlemlere rağmen “Dünya Ekonomisinde” yaşanan depremin önüne geçilebilmesi uzunca bir süre zor olacak görünmektedir. Nedenlerine geçmeden önce şunu ifade etmeliyiz ki, Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler, bu “BUHRAN”dan daha büyük zararlarla çıkacaklardır.
Gelişmiş Ülkelerde Ne Olacak?
Herkesin malumu olduğu üzere, virüsün en olumsuz seyrettiği ülkeler başta İtalya olmak üzere AB Ülkeleridir. Zira, genel nüfusu oldukça yaşlı olan söz konusu ülkelerde hastalık bulaşan insan sayısı ve ölümlerin devamı beklenebilir. Bu durum, 2008 Krizinden bu yana bir türlü istikrarlı büyümeye geçemeyen AB Ülkelerini ekonomik olarak daha da olumsuz etkileme potansiyeline sahiptir. Ekonomileri, başta turizm olmak üzere ağırlıklı olarak hizmetler sektörüne dayalıdır ve virüs tehlikesinden en olumsuz etkilenecek sektörler de bunlardır. Dolayısıyla zaten büyümekte zorluk çeken AB bölgesi önemli bir daralma riski ile karşı karşıyadır.
ABD ise AB’ye oranla son yıllarda oldukça istikrarlı büyüme rakamları elde etmiş ve “İşsizlik Oranını %3,9’a kadar düşürebilmiştir. Fakat virüsün etkilerini en çok yaşayacak ülkelerin başında geleceği açıklanan son işsizlik maaşı başvurusu verileri ile ortaya çıkmıştır. Şu an için enfekte olmuş vaka sayısı bakımından Çin ve İspanya’yı geçmiş ( 80 bin üzerinde) durumdadır. Başlangıçta virüsü ciddiye almayan Trump hem sağlık hem de ekonomik önlemleri görülmemiş ölçüde arttırmaya ( Ekonomik Destek Paketi toplamda 4,2 Trilyon USD) başlamıştır. Yapılan tahminlere göre ABD’de %3,9 düzeylerinde seyreden işsizlik rakamının %30’lara kadar ulaşabileceği öngörülmektedir. Bu kadar büyük bir işsizliğin yaratacağı sorunların telafi edilebilmesi için açıklanan bu devasa önlemler de gösteriyor ki, FED Bilanço Büyüklüğü yaklaşık 8 Trilyon USD’ye ulaşacaktır.
Gelişmiş Ekonomilerin Avantajı
Başta ABD ve AB Ülkeleri olmak üzere Gelişmiş Ekonomiler, krizin vatandaşlarına etkisini minimuma indirmek için açıkladıkları ekonomik destek paketlerini bu kadar yüksek miktarlarda tutabilmesinin sebebi “Rezerv Para” olarak kullanılan para birimlerine sahip olmaları ya da Bütçe Fazlası ve Dış Ticaret Fazlası veren ülkeler olmalarıdır.
ABD ve AB Rezerv Paraya sahip oldukları için istedikleri kadar para arzını arttırabilmekte ve kendi ülke vatandaşlarına maddi destekte bulunabilmektedirler. Çin, İngiltere, Kanada, Güney Kore gibi üretim gücü yüksek ülkeler ile AB Üyesi olmayan Kuzey Ülkeleri ile Enerji zengini Rusya da sahip oldukları bütçe fazlasını kullanabilme avantajları nedeniyle virüsle mücadelede vatandaşlarına destek olabileceklerdir.
Az Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler ve TÜRKİYE
Ambargo altında olan İran, virüs krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Ülkede var olan rejimin Dini öncelikleri önlem almasında çok vahim gecikmelere sebep olmuştur. Muhtemelen virüsle mücadeleden en büyük zararı görecek gelişmekte olan ülke olacaktır.
Hindistan, Güney Afrika, Meksika ve Arap ülkeleri Güney Yarımkürede kışın başlayacak olması ile olumsuz etkilenmeleri muhtemel ülkelerdir. Ancak Güney Afrika haricinde hemen hepsinin ekonomileri bütçe fazlası üretebilmekte ya da borçluluk düzeyleri kontrol edilebilir düzeydedir. Kendi ulusal paraları ile para arzını arttırmaları durumunda enflasyonist baskı altında kalacak olsalar da, ayakta kalma şansları yüksektir.
Gelelim Ülkemize
Virüs Salgınının seyri bakımından ülkemizde  kritik bir döneme girdiğimiz çeşitli tıp uzmanları tarafından açıklanmaktadır. Önümüzdeki dönemde bulaşıcılığın azaltılabilmesi ve kontrolün sağlanabilmesi için ek önlemler alınması oldukça muhtemeldir. Bu durumda da ekonomik aktivite, beklentilerin de ötesinde azalacaktır. Lakin bu olasılığa mukabil hükümet tarafından açıklanan ekonomik tedbirlerin yeterli olmadığı düşüncesindeyiz. Kayıt dışı çalışan, gündelikçi işçiler ile küçük esnaf ve sanatkarların iş yerlerini kapatmak zorunda kalması, üretimlerini ve hizmetlerini durduran bir çok küçük işletmeden çıkartılan çalışanların da eklenmesiyle katlanarak artacak işsizlerle ekonomik olarak desteklenmesi gereken milyonlarca kişi için alınmış bir destek kararı olmadığı açıktır.
İşsizlik Fonu çözüm mü
İşsizlik Sigortası Fonu daha çok işverenlere destek amaçlı kullanılmaktadır. İşini kaybeden fakat İşsizlik Sigortası’ndan yararlanma koşullarını taşımayanlar için bir düzenleme yapılacak mıdır belirsizdir.  Zira sanıldığının aksine “İşsizlik Fonu”nda kaynak bulunmadığına dair iddialar mevcuttur.
2019 Yılında TCMB Olağanüstü Yedek Akçesi kullanılmıştır. TCMB Temettüsü Bütçeye aktarılmış ve seçim döneminde harcanmıştır. Kamu Harcamalarında tasarruf bir yana Kanal İstanbul Projesi ile ilgili ihalelere devam edilmektedir.
CDS Risk Primler belirsiz
Bilindiği üzere ülkemizin Özel + Kamu dış borç stoku 450 Milyar USD düzeyindedir. Her ne kadar Hazine İç Borç Stoku GSYİH oranı % 36-40 düzeyinde bulunsa dahi, dış borçların USD cinsinden olması çok önemli bir sorun olarak durmaktadır. Merkez Bankamızın USD basması gibi bir durum söz konusu olmadığına göre, mevcut Dünya Ekonomik koşullarında özel sektörün ve dahi Hazine’nin dış borç ödemek için yeni borçlanma olanakları 400-600 arasında oynayan CDS Risk Primleri ile nasıl gerçekleşeceği belirsizdir.
2020 için hükümetin hedefi olan %5’lik büyüme hedefi bir yana, çeşitli rating kuruluşları Türkiye’nin 2020 yılında  %1,5 oranında küçülmesinden söz etmektedir. Küçülme yaşanmasa bile, her yıl çalışma hayatına giren 600-800 bin arasındaki genç nüfus için yeni iş alanları açılması mümkün görünmemektedir.
Petrol Fiyatları düşmesi işe yarar mı?
Her ne kadar %50’ye yakın düşüş kaydeden petrol fiyatlarının, cari açık ve enflasyon üzerinde olumlu katkılar sağlayacağı  varsayılsa da, İhracatımızın %50’ye yakın kısmını gerçekleştirdiğimiz AB pazarının daha da daralacak olması ve küçülen  ekonomik aktivite etkisiyle ağırlıklı olarak dolaylı vergilere dayalı kamu gelirlerindeki kayıp nasıl telafi edilecektir?
Türkiye İçin Çıkış Yolu Nedir?
Anlaşıldığı kadarıyla Hükümetin Ekonomik Destek Paketi için kaynak yaratması iki yol dışında imkansız gibi görünmektedir.
Birincisi; bütçe açığını arttırmak suretiyle (ki mevcut ortamda TCMB dışında alıcı olması zor gibi görünüyor) para arzının arttırılması ve enflasyonist baskılara rağmen ekonominin çarklarının döndürülmesi,
İkincisi; IMF’in Corona Virüsün etkileri ile mücadele için açıklamış olduğu yardım paketinden yararlanılması.
Ancak her iki yolu izlemenin yaratacağı çok büyük siyasi maliyetler söz konusudur. Elbette içinde bulunduğumuz şartlarda siyasi maliyetlerin öneminin olmadığı düşünülebilir. Lakin hükümetin bu maliyetler karşısında takınacağı tavır bizim düşüncelerimizden haliyle çok daha önemlidir. Eğer bu maliyetlere katlanmaktan imtina edecek olursa, virüs salgınının yarattığı hem insani hem de ekonomik kayıpların ülkemiz adına çok daha fazla olacağını tahmin etmek sanırız yanlış olmaz.
Son Söz
Dünyanın içine girmiş olduğu ve bizim tanımımızla “İnsani Buhran” olarak adlandırabileceğimiz bu krizi ülkemizin en az hasarla atlatabilmesinin yolu, acil olarak başta Tarım ve Gıda Sektörü olmak üzere, stratejik olarak belirlenecek sektörleri desteklemekten geçmektedir. İlerleyen süreçte dünyada ortaya çıkabilecek gıda ve tarım ürünlerine olan ihtiyacın dahi karşılanabileceği sektörlere uygulanacak cerrahi titizlikteki destekler sayesinde, son 20 yılda ekiminden vaz geçilen 4 milyon hektara ulaşan tarımsal arazilerin değerlendirilebilmesine, tarımda yaşanacak üretim artışının ortaya çıkaracağı istihdam ihtiyacı ile işsizliğin azaltılabilmesine, büyük kentlerimizde virüs etkisiyle daha da büyüyen sorunların üstesinden gelinebilmesini sağlayabilecek tersine göçle beraber daha yaşanabilir kentlere kavuşabileceğimize inanmaktayız.
Özetlemek gerekirse ,“Doğanın Açtığı Düşünülen Sorunların” üstesinden, doğayla savaşarak değil doğaya dönerek gelebiliriz.
Erden Armağan ER-27.03.2020
[email protected]

Okumaya devam et

ALTIN - DÖVİZ - KRIPTO PARA

DÜNYA EKONOMİSİ TÜRBÜLANSA MI GİRİYOR? YA TÜRKİYE EKONOMİSİ NE DURUMDA?

Yayınlanma:

|

Saygı değer bankavitrini.com okurları, her ne kadar uzun aralıklarla sizlerle buluşuyor olsak da, aslına bakarsanız bu aralarda Dünya ve Türkiye Ekonomisi ana trendlerde çok da fazla bir değişiklik gözlenmediğinden çok fazla da fırsat kaçırıldığını düşünmenizi arzu etmeyiz.

Zira, neredeyse seçimden bu yana 4 aya yakın bir süre geçse de, manşetler değişse de, konu başlıkları pek değişmiyor. Seçim öncesi ve sonrasında da ‘enflasyon, cari açık, Merkez Bankası döviz rezervleri‘ konuşuyorduk; şimdi de ‘Dünyada da FED faizi arttıracak mı, arttıracaksa bu son artış mı değil minin’ ötesine geçmeyen  ve herhangi bir trend değişimine yol açmayan minör tartışmalar etrafında döndük durduk. Esasında Türkiye Ekonomisi için de son yazımızdan bu yana değişen pek bir şey olmadı. Neticede hızla bir Dış Ödemeler Dengesi Krizi ve Dış Borçların Ödenememesi demek olan “Moratoryum”a doğru hızı yavaşlatılmaya çalışılan bir süreç içinde yuvarlanıp duruyoruz.

Dünya Ekonomisi Ne Durumda?

ABD ve AB ülkelerinde faiz arttırımları ile birlikte her ne kadar enflasyonda bir yavaşlama gözlense de, özellikle petrol fiyatlarında yaşanan hızlı yükselişle birlikte enflasyonun yavaşlamasının da bittiği bir sürece girmiş durumdayız. FED’in hedef enflasyonu olan %2’nin oldukça uzağında bir patikada seyrediyoruz. Ha keza FED de bunun farkında ki bir türlü faiz arttırımlarının sonuna yaklaşıldığını ifade edecek cümleler kuramıyor. Çok sert bir resesyonun içine girilmesinin arefesinde olunmasına karşın bunu itiraf etmekten imtina ediyor. AB ve İngiltere Merkez Bankaları da aynı durumda. Her ne kadar Çin’de de bir takım kriz emareleri ortaya çıksa da en azından batı ekonomilerinden farklı sorunlar yaşadığından Çin, kendi sert önlemlerini almaktan çekinmiyor. Dev emlak firmalarının ödeme güçlüğü içine girmesine karşın en azından bu firmaların iç piyasadaki yükümlülüklerini telafi edecek adımlar atmaya muktedir görünüyor. Ancak birbirine entegre olmuş dünya finans piyasalarında iç problemlerine deva önlemleri almaktan kaçınmayan Çin Yönetimi, aynı hassasiyeti sözkonusu firmaların dış yükümlülükleri için göstermekten oldukça uzak. Bu durum, özellikle başta Batı olmak üzere dünyanın geri kalan finans piyasaları için de ekstra bir risk olarak karşımıza çıkıyor.

Başta ABD olmak üzere (her ne kadar iç borçlanma tavanı 45 günlüğüne uzatılmış olsa da), gelişmiş batı ekonomileri hızla sert bir resesyona doğru doludizgin kanat açmış durumda. Olası bu krizlerin bir başka emaresi de dün itibarıyla ortaya çıkan jeopolitik gelişmeler. 30 Yıla yaklaşan ekonomi ve piyasa tecrübemiz, bu ikisinin birbirinden ayrı değerlendirilemeyeceğine ilişkin önemli veri biriktirmiş durumda hafızamızda. Dolayısıyla, popülist ve beceriksiz siyasetçilerin sıkça başvurduğu “bölgesel savaşlar” stratejisinin bir başka ayağı İsrail-Filistin gerilimiyle ortaya çıkmış durumda. Nereye evrileceğini kestiremediğimiz bu gerginliğin, diğer başka bir bacağının neresi olacağı ise meçhul olmakla birlikte, olacağından neredeyse emin gibiyiz. Popülist politikaların gelişmiş batı ülkelerini getirdiği nokta maalesef burası. Beceriksizliklerini perdelemek için de bildikleri tek yol jeopolitik ayak oyunları. Bir sonraki adım da herhalde 3.Dünya Savaşı olsa gerek. Ancak bu savaş topyekün kitlesel ölümlere mi yol açar yoksa başka bir şekle mi evrilir orası muamma. Fakat  bundan sonrasının ABD’nin hegamon güç olduğu “Tek Kutuplu Dünya Düzeni” olmayacağı, Dünya Ticaretinde kullanılan tek rezerv paranın ABD Doları olmayacağı da neredeyse kesin. Bu yargımızın doğruluğu ya da yanlışlığını teyit edebilecek tek somut delil de, aslında kendisi soyut bir kavram olan “ZAMAN”. Hep birlikte izleyip göreceğiz.

Tekrar konumuza dönecek olursak, yukarıda bahsettiğimiz olayların tek bir sebebi var; içinden çıkılmaz devasa ülke ve şirket borçları ve bu borçların alacaklılarının nasıl davranacağı? “BİG RESET” kavramını duymuşsunuzdur. Türkçe’ye “Yeni Bir Beyaz Sayfa Açmak” olarak uyarlayabiliriz sanırım. Dünya ekonomisinde ortaya çıkan bu ödenemeyecek büyüklükteki borçların alacaklıları ile nasıl uzlaşacağı çözümün kilit noktası. ABD GSYİH’nın %100’ünden, Japonya %130’undan, İsviçre %120’sinden fazla borçlu durumda. Diğer devletlerin de az çok bunlardan fakı yok. Şimdi bazı ekonomistlerin “ama Türkiye’nin  Borcu 450 milyar dolar ve GSYİH’nın %50’si düzeyinde” dediğini duyar gibiyim. Ancak şu var ki, bizim borcumuz ABD Doları cinsinden ve bahsettiğimiz ülkelerin borcu kendi para birimleri üzerinden. Bu ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerek. Ayrıca bu uyanık arkadaşlara da sormak lazım madem sizin dediğiniz gibi, neden Türkiye’nin enflasyon rakamları bahis konusu ülkelerinkinden 10-20 kat daha yüksek? Yanıt basit elbette, TCMB’nın basmakla yetkili olduğu para birimi TL, dolar basabilseydi, ülkedeki fiyatların genel düzeyi elbette o zaman adı geçen ülkeler düzeyinde olabilirdi.

Dış Alem Kriz Eşiğindeyken Türk Ekonomisi

Elbette ki berbat durumda. Aksini söyleyenlerin akıl sağlıklarının yerindeliği test edilmelidir. Cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyon rakamlarına ulaşıldığı (TÜİK hariç), TCMB Rezervlerinin, 70 Cent’e muhtaç olunan zamanların da ötesine geçtiği, sığınmacı göçmen sorununun kontrolsüz biçimde genişlediği, eğitimli kalifiye genç nüfusun ülkeyi terk etmeye çalıştığı, insanların bırakın yoksulluk sınırının altında açlık sınırın dahi altında ücretlerle hayatta kalmaya çalıştığı, barınma krizinin gitgide büyüdüğü, eğitim, sağlık, adalet hizmetlerinin aksadığı, gelir dağılımının sermaye lehine hızla değiştiği bir Türkiye Ekonomisi’nin, -hele de Dünya bir durgunluk arefesindeyken- iyi olacağını ummak, zikretmek, varsaymak mümkün müdür? Yaklaşan durgunluğun Türkiye’yi pas geçeceğini, şirketlerin istihdam arttıracağını varsaymak mümkün müdür?

Faizler, Bist-100- Dolar-Altın-Gümüş

Hatırlarsanız Temmuz-Ağustos-Eylül aylarının toplam enflasyonu yaklaşık (TÜİK’E göre) %25 civarında geldi. Peki TCMB bu aylarda % kaç faiz arttırdı? 12,5 puan yani enflasyonun yarısı kadar bir faiz arttırımı oldu. Peki döviz kurları düştü mü? El cevap: hayır! KKM azaldı mı? El cevap:Hayır, Mevduat Faizleri yükseldi mi: Evet, Peki Bist-100? Yükseldi. Halbu ki faizlerin arttığı bir ortamda şirket hisselerinin karlılıkları azalacağı var sayılır ve satış gelmesi beklenirdi değil mi? Ama hayır öyle olmadı, neden ? Çünkü malları yüksek fiyattan devredebilecekleri yeni 7,5-8 milyon yatırımcı geldi.

Hatırlıyoruz 1994, 1998, 2001, 2008 krizlerinde de benzer süreçler yaşanmıştı. Elbette piyasaya yeni giren bir çok yatırımcının yaşı bu krizleri bilmeye yetmez. Ama sadece yaşları değil finansal okur yazarlıkları da yetmez, belli ki onlar da hayata birkaç sıfır yenik başlayacaklar. Biz hiç olmazsa 0-0 berabere başlamıştık. Kimi zaman gol yeyip geriye düştüğümüz de oldu, ama yediğimiz gollerden ders çıkartmayı hep öğendik. Şimdikilerden epey şüpheliyiz.

Özetlemek gerekirse, dünya tek egemen güç ve tek geçerli para biriminden hızla çift kutba ve olası yeni bir rezerv paraya evriliyorken, yaşanan ve yaşanacak belirsizliklerden korunabilmenin en garanti yolu değerli metallerdir. Tarih boyunca bu bu şekilde ola gelmiştir. Buna sadece ilave olarak, teknolojinin de gelişmiş olması sebebiyle “kripto varlıklar”ı ekleyebiliriz. Hala tereddütler taşımakla birlikte sadece sınırlı sayıda üretilmeleri sebebiyle bu varlıkların da “güvenli liman” olarak algılanabileceği bir sürecin kıyısında olduğumuzu ifade etmek isteriz. Elbette altın-gümüş fiziki, kripto varlıklar da “soğuk cüzdan”larda olmak kaydıyla.

Esen Kalın….

Erden Armağan ER, 08.10.2023

[email protected].

Okumaya devam et

Erden Armağan Er

ÖDEMELER DENGESİ KRİZİ VE MORATORYUM YAŞANIR MI?

Yayınlanma:

|

Ödemeler Dengesi Ne Demek?

Bir ülkenin dış alemden almış olduğu mal ve hizmetler karşılığı yaptığı ödemeler (ithalat, turizm, navlun v.s.) ile dış aleme yapılan  mal ve hizmet satışlarından elde edilen gelirlerin muhasebeleştirilmesi sonucu ortaya çıkan dengeye “Ödemeler Dengesi” denir. Bu denge birincisi lehine ( ithalat, turizm giderleri, navlun giderleri) fazla veriyorsa “Cari Açık” (Türkiye de olduğu gibi), ikincisi yani yurtdışından elde edilen gelirlerin yurtdışına yapılan ödemelerden fazla olması durumunda ise “Cari Fazla” olarak tanımlanmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere, Ödemeler Dengesi bir eşitliktir ve eğer bir dengesizlik söz konusuysa ki cari açık bir dengesizlik durumudur; uluslararası muhasebe standartları gereği bu dengesizlik mutlaka giderilmek zorundadır. Söz konusu dengesizliğin giderilebilmesi için cari açık veren ülkenin çeşitli alternatifleri mevcuttur.

1) Dış Borçlanma (Hükümetlerarası ya da IMF DB gibi)

2) Portföy Yatırımları( Uluslararası Finans Piyasalarından borçlanma gibi)

3) Doğrudan Yatırımlar. (Yabancı sermayenin fabrika vb yatırım yapması)

Bir ülkenin Ödemeler Dengesi Krizi yaşaması için ilk şart “Cari Açık” veren bir ülke olması, ikinci şart da cari açığı finanse edememesidir. Bir ülkenin genellikle bir ödemeler dengesi krizi yaşaması olasılığının yükselmesi için cari açık miktarının GSYH’nın %5-5,5 seviyesini aşması beklenir. Bu durumda ilgili ülkenin olası bir ödemeler dengesi krizi riski yükseleceği için borç verenler ya daha yüksek faizle borç verecektir ya da borç vermekten imtina edeceklerdir. Dışardan borçlanma gerçekleştirilemezse finansman (2019 yılından bu yana olduğu gibi), MB rezervlerinden karşılanacaktır. Bu durum, serbest döviz kuru uygulanan ekonomilerde hızla rezerv kaybına neden olacak ve ulusal paranın değer kaybı hızlanacaktır. Cari açık üreten ekonomik yapı değişmediği ve mevcut para politikalarından geri dönüş sağlanmadığı takdirde ödemeler dengesi krizi yaşanma riski hızla yükselecektir. Dolayısıyla Türkiye gibi kronik “cari açık” veren ülkeler için bir ödemeler dengesi krizi yaşanması riski her zaman vardır. Yaşanmaması izlenecek olan doğru  para ve maliye politikalarına bağlıdır.

Temel Dış Ticaret Göstergeleri (Milyon Dolar)

Kaynak: SBB(Strateji ve Bütçe Başkanlığı)

Tablodan da görüleceği üzere son 12 aylık Cari Açık 56,5 milyar USD seviyesindedir. 2023 Yılı GSYH’nın 850 milyar USD olacağı tahmin edilecek olursa, CariAçık/GSYİH oranının %6-6,5 seviyelerinde olması muhtemeldir.

Türkiye’nin Cari Açık Problemi ve Para Politikası

Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizin ekonomik yapısı cari açık üretir ve biz de her yıl bu cari açığı dış finansmanla kapatırız. İşin püf noktası şu ki, dış finansmanı çekmek için doğru para politikası izlemek elzemdir. Son 5 yıldır olduğu gibi epistemolojik kopuşlarla savrulan bir para politikası ile faiz düşük tutulacak olursa, enflasyon patlatılır ,döviz kuru fırlar, döviz kurlarını tutabilmek için rezervler harcanır; o da yetmediğinde ‘makro ihtiyati tedbir‘ adı altında kumanda ekonomilerinde olduğu gibi uygulamalar getirilir. Kısacası bir ekonomide ulusal paranın fiyatını belirleyen “faiz” yanlış yerde belirlendiğinde neler olabilecekse hepsi olur ve ekonomi batar. Aslında bu işin teorisi yaklaşık 300 yıl içerisinde yazılmış olmakla birlikte, nedense bizim”EKONOMİST”lerimiz olacakları bizzat görmek isteyecek kadar ekonomist olduklarından olsa gerek, son 5 yıldır halkımızın %90’ı fakirleşmesine göz yummuştur.

İşin garip tarafı aynı halk, kendisini fakirleştiren partiyi ve yönetimini tekrar iş başına getirmiştir. Sosyo-politik tartışmalar  bir yana, bu tercih dahi göstermektedir ki, Türk Halkı yöneticisinden en fakir bireyine kadar rasyonaliteden kopmuş durumdadır. Hatta durum daha traji-komik bir hal almış, irrasyonel davranan Türk Halkı, yeniden seçtiği iktidar partisinden rasyonaliteye geri dönmesini ekonomide güvenin yeniden tesisini istemiştir.Bu nedenle “piyasa dostu” bir isim olan Sn Mehmet Şimşek “ekonomi” nin başına getirilmiş ve görevi devralırken sarf ettiği cümle ise; “Türkiye’nin artık rasyonel politikalara dönmekten başka çaresi kalmamıştır” olmuştur. Ancak durum o kadar vahimdir ki, seçimin ardından 3 ay geçmesine karşın atılan Heterodoks(!) Politika adımlarından bir türlü geri adım atılamamaktadır. Faizi yükseltmekle başlanacak adımlar bir türlü atılmamakta, zaman geçtikçe önlem alma şansı iyiden iyiye yitirilmektedir.

Belli ki iktidar CB’nın kendisine seçim kazandıran taktiğini yerel seçimlere kadar sürdürmek istemektedir. Lakin bu arzu dışarıdan (Batı Piyasaları ya da Körfez Ülkeleri) döviz girişi olmadıkça (olmadığı gözleniyor ve olmayacak da) ekonominin saplandığı bataktan kurtulma şansını da yok etmektedir. Haydi diyelim ki, bu politikalar ile yerel seçime kadar ulaşıldı. Sonrasında ne olacak dersiniz? “TUFAN”… Kaçınılmaz olarak… Sertleşen iktidar, bireysel tasarrufların kullanımının sınırlandırılmasına kadar varabilecek önlemler alabilir mi dersiniz? Herkesin malumu olduğu üzere “Hissedilen Enflasyon” üç haneli rakamlara ulaşmış durumdadır. Aynı tablo resmi enflasyona da yansıyacaktır. TL’nin değerindeki kaybın da doğal olarak  üç haneli olması muhtemeldir. Kur Korumalı Mevduatta bekleyen bugünkü kurdan yaklaşık 124 milyar doları da yabancı para mevduattan saydığımızda, TL’nin toplam tasarruflar içindeki payı %32’dir. Bu durum ülkenin ulusal parasına güvenin ne kadar düşük olduğunu gösterir. Dolayısıyla hükümete güvenin de. Ama buna rağmen yine de ekonomiyi bu hükümetin düzeltebileceğini ummaktadır.

Sonuç olarak, mevcut Ortodoks politikalardan epistemolojik bir kopuşla heterodoks politikalara yönelen Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisini daha da fakirleştirecek bir süreç bizi bekliyor. Turizmden beklenen gelir de yaz dönemi boyunca TCMB’nın döviz satışı yapmasına mani olamadıysa sonbahar ayları ile dış ticaret açığının ve cari açığın büyümeye devam etmesi ile birlikte yeniden bir döviz kuru kaynaklı olmak kaydıyla ama bu kez  “Ödemeler Dengesi Krizi” yaşanması riskini de oldukça yükselmiş görünmektedir.

Sonu moratoryuma kadar varabilecek gelişmelere hazırlıklı olmak lazım olduğu açıktır.

Türkiye Moratoryum İlan Eder Mi?

Moratoryum demişken, iç ve dış borçlarını ödeyemeyen ülkelerin düştüğü durumu kastediyoruz elbette. Genellikle CDS (Credit Default Swap) Risk Primi 300 Baz puanın üzerinde seyreden ülkelerin moratoryum ilan etmeleri daha olası kabul edilmektedir. Türkiye’nin de uzun zamandır 400 baz puanın üzerinde seyreden CDS’lerinin ülkeyi moratoryumun eşiğine getirdiği aşikardır. Seçimden önce bir ara 700 baz puana kadar çıktığını da hatırlatalım. Peki Türkiye bir borç ödeyememe durumu ile karşılaşır mı? İç borçlarla ilgili bir risk için şimdilik bir öngörüde bulunmak için erken olsa da, dış borçların ödenmesi konusunda aynı şeyi söylemek pek mümkün görünmemektedir. Kısa Vadede 200 milyar dolar, toplamda da 450 milyar doların üzerinde dış borcu olan ülkemizin olası bir ödemeler dengesi krizinin ardından borç ödeyememe krizine girmesi de kaçınılmaz olabilir. Üstelik yakın zamanda Botaş’ın Rusya’ya  yapması gereken 20 milyar dolar civarındaki doğalgaz borcunun, seçim döneminde ötelenmiş olmasını da göz ardı etmemek lazım gelir. Durum o kadar iç karartıcı cinstendir.

Erden Armağan ER– Ekonomist, 21.08.2023

Okumaya devam et

Erden Armağan Er

HESAP VERİLEBİLİRLİK VE ŞEFFAFLIKTA NEREDEN NEREYE GELDİK?

Yayınlanma:

|

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Türk Hava Kurumu’nun (THK) hesapları incelenmektedir. Başbakan İsmet İnönü ve THK yöneticileri denetim toplantısında 40 krş’luk bir eksik tespit ederler. İsmet İnönü ne yapıp edip o 40 krş’luk açığın tespit edilmesini ister ve Çankaya Köşkü’nde davetli olduğu toplantıya katılmak üzere odadan ayrılır. Atatürk, davete geç kalan ve yüzündeki ifadeden canının sıkkın olduğunu anladığı İnönü’ye gecikmesinin sebebini sorar. Başbakan İnönü de durumu izah eder. Toplantıya katılanlardan bir başkası İnönü’ye hitaben “İlahi Sayın İnönü, 40 krş için canınızı bu kadar sıkmaya değer mi?” deyince, Atatürk araya girer ve der ki; “Sıkılmakta haklısın İsmet, o eksik 40 kuruşu mutlaka bulmak lazım gelir. Zira biz bunun hesabını veremez isek, gün gelir millet bizden bunun hesabını sorar.”

Sevgili okurlar, Sunay Akın’dan alıntıladığımız bu hikayeyi hatırlatmamızın sebebi, aslında bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntıların altında yatan nedenlerin en başında gelen “denetimsizlik ve yolsuzluk” konusuna çarpıcı bir örnek verebilmek, 100 yıllık Cumhuriyetimizin kurucu babalarının milletin kör kuruşuna dahi gösterdikleri hassasiyeti hatırlatarak, bugünkü iktidarın hesapsız kitapsız yaptığı harcamaları gözler önüne serebilmek ve bugün yaşadığımız “yoksullaşmanın” gerçek sebeplerini siz okurlara anlatabilmekti amacımız  hiç kuşkusuz.

Aşağıdaki grafikte Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün ülkeler için yayınladığı yolsuzluk sıralaması yer almaktadır. Dünyadaki 180 ülkenin sıralandığı listede, Türkiye özellikle 2018 yılından bu yana sürekli yükselmekte görünüyor. Elbette listedeki yükseliş eğilimi yolsuzluğun arttığını ve şeffaflığın ortadan kalktığını ifade ediyor. Bu arada grafik 2021 yılına ait ve 2023 verilerine göre Türkiye’nin 180 ülke arasında 101.sıraya gerilediğini de belirtelim.

Önceki yazılarımızı takip eden okurlar hatırlayacaktır. Genel olarak Türk ekonomisine dair atılması gereken adımlardan bahsederken sürekli bir “Zihniyet Değişimi”nden “Yapısal Reformlar”dan sıklıkla bahsetmiştik. Bugün yaşadığımız ekonomik sıkıntılar, atmadığımız o değişim ve reform adımlarından kaynaklanmaktadır. Ekonomik büyüklüğümüz (GDP-GSYH) yaklaşık 800 milyar $ kadardır. Bu ölçek her ne kadar büyük sayılabilecek bir tutarı ifade etse de, 85 milyonluk nüfusumuzu ve yaklaşık 10-12 milyon arası sığınmacı-göçmen sayısını da hesaba kattığımızda bundan 20 yıl önce kıyaslanmaktan dahi zul addedeceğimiz Endonezya, Malezya, S.Arabistan gibi ülkelerin gerisinde kaldığını da önemle belirtmek gerekmektedir..

DÜNYA SEFALET ENDEKSİ

Ekonomi profesörü Steve Hanke 2022 yılı için Sefalet Endeksi listesini yayımladı. Euronews Türkçe’nin haberine göre ülkeleri ekonomik koşullarına göre değerlendiren Hanke’nin endeksine göre, 2022’de dünyanın ‘en sefil’ ülkesi 414,7 puanla Zimbabve oldu.

157 ülkenin yer aldığı bu listede Türkiye, 2022’de sefaletin en yüksek olduğu 10’uncu ülke olarak sıralandı. Türkiye’nin sefalet endeksi 101,601 olarak hesaplandı.”

Görüldüğü üzere, ülkelerin enflasyon oranları ve işsizlik rakamları baz alınarak hesaplanan “Sefalet Endeksi”nde de Türkiye’nin konumu pek iftihar edilecek seviyelerde değil. Üstelik bu hesaplamaların, istatistiklerine güven duyulmayan TÜİK’in  verileri esas alınarak yapıldığı dikkate alınacak olursa, her ne kadar dünyanın en “SEFİL” ülke insanları olmasak da, “EN HIZLI FAKİRLEŞEN” ülke vatandaşları olduğumuz söylenebilir. Dikkatinizi çekmek isteriz ki bu durum 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizde yaşanan en geniş çaplı ve hızlı fakirleşme dönemidir.

Bir Ulus Kendi Sonunu Nasıl Getirebilir?

Hepiniz duymuşuzdur ya da biliyoruzdur, “Benim memurum işini bilir.”,”Bal tutan parmağını yalar”, “Devletin Malı deniz yemeyen domuz”,”Çalıyor ama Çalışıyorlar” gibi veciz ya da “atasözleri”miz oldukça meşhurdur. Şark Kurnazı açıkgözlüğü ile söylenegeldiğini tahmin ettiğimiz bu sözler, bir toplumda yaygınlaşmış ise, mutlaka o toplumda “yozlaşma, rüşvet, kayırmacılık, gelir adaletsizliği, yolsuzluk, ihaleye fesat karıştırma” gibi kavramlardan sıkça söz etmek mümkün hale gelmiş demektir. Nitekim ülkemiz Kara Para ile Mücadele ve Terörün Finansmanı çerçevesinde oluşturulan Uluslararası Mali Eylem Gücü tarafından, “GRİ LİSTE”ye alınmış durumdadır. Aklınıza “Kara Para” nedir gibi bir soru gelmiş olabilir, hemen belirtelim ki, Kara Para, konusu suç teşkil eden faaliyetler sonucu elde edilmiş olan tüm gelirlerdir. Tek tek saymaya gerek olmadan, bu gelir türlerinde Türkiye, yakın izlemeye alınmış ve devamı halinde her an “KARA LİSTE”de yer alabilecek ülkelerden olarak sayılmıştır.

Bağımsız ve Tarafsız Yargıya Duyulan İhtiyaç

Bağımsız olması gereken Yargı’nın denetim altına alınması ile görevini yapması engellendiği takdirde, “GÜCÜ” yani iktidarı elinde bulunduranlar, aldıkları her türlü kararın denetlenmesine mani olarak kendilerine ya da yandaşlarına menfaat sağlamaya başlamışlar ise  ve bu yaklaşımı 20 yıldan fazla bir süredir sistematik hale getirmişlerse, bu takdirde literatürde “GÜÇ ZEHİRLENMESİ” olarak adlandırılan ve sonuçları toplumun genelinin aleyhine olan sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlardan en önemlileri de başta gelir eşitsizliği ve fakirliktir.

2002 Yılından bu yana gerçekleşen süreçte ve özellikle de 2018 yılındaki rejim değişikliğinin ardından çok hızlı bir “SERVET TRANSFERİ” hepinizin bildiği yaşadığı bir gerçekliktir. Sandıktan çıkan “çoğunluk” oylarına indirgenen demokratik hayatımız, anayasanın,yasaların, her ne kadar denetim altına alındığını söylediğimiz yargının istisnai de olsa toplum yararına olan kararlarının uygulanmaması, devletin bürokrat ve kolluk güçlerinin yaşanan hukuksuzluklara eylemleri ile iştirak etmesi, yaşadığımız hızlı fakirleşme ve gelir eşitsizliğine hizmet etmektedir. Başta TÜİK olmak üzere TCMB, Kamu Bankaları, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve daha bir çok kurumumuz bahis konusu servet transferi doğrultusunda hareket etmekte ve toplumda birkaç cılız tepki dışında ses çıkmamaktadır. İtiraz etmeye cüret edenler devlet gücü kullanılarak sindirilmeye ve susturulmaya çalışılmaktadır.

Yaşadığımız süreci ve olayları iki futbol takımı arasındaki mücadele gibi tasavvur edecek olursak eğer; bir takım sahaya her ne olursa olsun kazandırılmak üzere çıkmış ve maçın sonucunda galip ilan edileceği garantisi kendisine verilmiş gibi düşünebilirsiniz. Kaybetme olasılığının “sıfır” olduğunu bilen, ama yetenekleri, takım disiplini olmayan toplama bir kadro, karşısında mükemmel futbol oynayan, oyuncuları tek tek ve takım halinde pırıl pırıl parlayan bir kadroya karşı, her türlü faulü, çirkefliği, hatalı hakem kararlarını da arkasına alarak oynuyor ve 90 dk sonunda galip ilan edilerek Avrupa’ya gitmeye hak kazanıyor.

Velhasıl-ı Kelam, uzun uzadıya bahsettiğimiz nedenlerle, Türkiye Cumhuriyeti Ekonomisi ve toplum yapısı göz göre göre, yapılan bariz hatalara, yanlışlara rağmen seçimi kazanan “TEK ADAM” tarafından atanan hükümet eliyle hızla bir “Ödemeler Dengesi Krizi”ne doğru sürüklenmektedir. Üstelik, bu kriz yaklaşırken öncekilerden çok farklı olarak, demografik yapımız, ahlak anlayışımız gibi bir çok değerlerimiz erozyona uğratılarak gerçekleşiyor. Kimi ismi bilindik yandaş grupların vergileri siliniyor, rekabete dayanmayan maliyetinin çok çok üzerinde ballı ihaleler onlara adeta hediye ediliyor, TÜİK eliyle açıkça ve kasıtlı olarak yanlış ölçüldüğü belli fiyat artış rakamları baz alınarak, işçi, memur, emekli, dul-yetim gibi dar gelirli kesimlerin gelirleri gerçek enflasyonun altında bırakılarak bırakın yoksulluk sınırını açlık sınırının dahi altına itiliyor. Buna mukabil, kamuda tasarrufun esamesi okunmazken, başta Diyanet olmak üzere, CB’na neredeyse sonsuz denilebilecek harcama yetkisi tanınıyor, görevi itiraz etmek olan muhalefet ise kendi arasında tutuştuğu koltuk kavgaları ile meşgul vaziyette, toplumun umutsuzluğu ve çaresizliğine adeta benzin döküyor.

Toplumumuz, milletimiz, siyasetçilerin elbirliği ile bize biçtikleri “fakirlik” elbisesini mutlaka yırtıp bir kenara atmak zorundadır. Bu mesuliyet bize geleceği emanet edeceğimiz çocuklarımızdan aldığımız emanettir.

İsterseniz sözlerimize Kenya’nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyetta’nın sözleri ile bitirelim: “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde ise bizim topraklarımız vardı”. Sanırız kast ettiğimiz ironik teşbihi açıklamamıza gerek yoktur. Kalın Sağlıcakla…

Erden Armağan ER – Ekonomist  08.08.2023

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.