Connect with us

Prof. Dr. Binhan Elif Yılmaz

Bütçe Giderlerinden ”Sermaye Transferleri” Hangi Kurumlara Gidiyor?

Hazine ve Maliye Bakanlığı, Mayıs 2021 Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri Raporu’nu yayımladı. Bu raporda bütçe gider ve gelirlerinin Mayıs ayı gerçekleşmeleri, hem cari yıl hem de bir önceki yıl bütçeleri içindeki paya göre karşılaştırılıyor. Bütçe giderleri, uluslararası standartlara (GFS) uygun olarak hazırlanan Analitik Bütçe Sınıflandırmasındaki “Ekonomik Sınıflandırma” baz alınarak gözlemlenebiliyor.

Yayınlanma:

|

Bu yıl 1,3 trilyon TL’lik bütçe giderlerinin öne çıkan kalemleri hemen hemen her yıl olduğu gibi cari transferler, personel giderleri ve borç faiz giderleridir. En dar kapsamlı gider kalemi, bütçe giderleri içindeki payı ortalama %1-3 aralığında olan sermaye transferleridir. Ancak Mayıs ayında daha önce rastlanmayan şekilde bu kalemde bir hareketlenme var.

Sermaye transferleri 2021 yılı ilk çeyrekte 2020 yılı ilk çeyreğe göre %46 artmıştı. Mayıs 2021’de ise 2020 Mayıs ayına göre %151 artış gerçekleşti. Bütçe ödeneklerine göre gerçekleşme oranı 2020 yılında %8,3 iken 2021 yılında %16 oldu.

Sermaye transferleri, karşılıksız olarak yapılan bir bütçe gideridir. Kişi veya kurumların bina vb inşaat işi, ulaşım aracı, makine-demirbaş gibi sermaye niteliğindeki harcamalarını karşılamak için yapılan ve vergi gelirlerimizle finanse edilen bütçemizden yapılan kaynak aktarımlarıdır.

Tanımdan da görüldüğü gibi bu transferler karşılıksızdır ve bu ay acaba hangi kurumlara aktarım gerçekleşti? Kamu hesaplarındaki şeffaflık ile ulaşılabilen belgeler sayesinde bazı tespitlerde bulunabilirim: 

Bu transferler yurtiçine ve yurtdışına gerçekleştirilir. Yurtiçi sermaye transferleri; öncelikle kamu ekonomik birimlerine (Genel/Özel Bütçeli İdareler, Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar, Yerel Yönetimler, SGK, KİT, Döner Sermaye, Fonlar, kamu bankaları) yöneliktir. Bu kamu ekonomik birimlerinin dışında kalan diğer kamu kurumlarına, özel teşebbüslere, STK’lara, vakıf üniversitelerine, hane halklarına vb. yapılan sermaye transferleri de vardır. Ayrıca Türk Kültür Varlığının Korunması ve tanıtımına, siyasi tanıtıma, Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüklerine, Kalkınma Ajanslarına, üniversite ve kamu kurumu ile savunma ve uzay sanayii Ar-Ge projeleri dahil çeşitli proje giderlerine transfer yapılır.

Yurtdışı sermaye transferleri de dış ülkelere (KKTC ve diğer ülkeler), uluslararası kurum ve kuruluşlara veya yurtdışında bulunan eğitim kurumlarına (Türki devletlerdeki üniversiteler gibi) sermaye birikimi amacıyla veya sermaye nitelikli mal ve hizmetlerin finansmanı amacıyla karşılıksız olarak aktarılır.

Dolayısıyla bir mali yılda sermaye transferi alabilecek kurum sayısı 253 adettir. Yurtiçi transferler, yurtdışı transferlerden birkaç kat daha fazladır. Transferler tüm bu kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilir ve bu kurumların detay hesap planlarında görülür.

2021 yılının ilk dört ayında geçen yıla göre TÜBİTAK’ın desteklediği Ar-Ge projelerinin yürütülmesiyle gerçekleştirilen sermaye transferleri ön planda iken, Mayıs ayında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın KÖYDES projeleri için sermaye transferleri ön plana çıkmış durumda. Bu transfer ilgili bakanlığın sermaye transferi detay kodundan izlenebiliyor. Ayrıca pandemi nedeniyle Mayıs ayı içinde verilen hibeler de yine ilgili bakanlığın detay kodlarında mevcut.

Ancak yurtiçi sermaye transferleri bu kadarla kalmıyor. Son dönemde TCDD yatırımlarının yarattığı finansman açığı yanında bu kuruma yapılan sermaye transferleri gündeme gelmişti. Pandemi ile mücadelede Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’na ve uzay çalışmalarına önem verilmesiyle Savunma ve Uzay Sanayi Ar-Ge projelerine yapılacak transferler de kurum bütçelerinde yerini alıyor. Haliyle önümüzdeki aylarda sermaye transferlerinin bütçedeki payı artma eğilimi taşıyor.  

Sermaye transferleri her ne kadar küçük bir gider kalemi olsa da, vergi gelirlerimizle finanse ediliyor. Vergi gelirleri de kolay toplanmıyor. Örneğin Mayıs ayında gerçekleştirilen sermaye transferi tutarı, Mayıs ayı BSMV hasılatına yakın. O nedenle her bir bütçe giderini finanse eden her kuruş vergi geliri, hepimiz için çok kıymetli. Nereye harcandığını takip etmek gerek.

Prof. Dr. Elif Binhan YILMAZ

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. YILMAZ: Serveti vergile(yeme)mek

Dev çok uluslu şirketlerin vergilendirilmesiyle ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştım. Uluslararası sermayenin daha fazla vergi dışı kalmasına göz yumulmaması için küresel asgari kurumlar vergisi çalışmaları hızlanmış durumda. Bir yandan da toplum vicdanında sermayenin vergilendirilerek aklanması gerek.

Yayınlanma:

|

Tüm dünyada mali, ekonomik ve çevresel adaletsizlikler artarak devam ediyor. Küreselde pandemi sonrasındaki yeni servetin yaklaşık üçte ikisini en zengin yüzde 1’lik kesim elinde tutmaya başladı. Yoksulluk sona ermiyor, artıyor. Emek enflasyon altında ezilirken büyümeden aldığı pay sınırlı. Oxfam’ın araştırmasına göre dünyadaki en büyük şirketlerin sadece yüzde 1’inden daha azı çalışanlarına “yaşanabilir” bir ücret ödüyor. Diğer yüzde 99’unun böyle bir kaygısı var mı acaba?

Ama küreselde vergi reformları sermayeyle, dev çok uluslu şirketlerle ilgili yapılmaya çalışılıyor. Madem süreç başladı, bundan sonra zenginler için de devamı gelse iyi olur. Zaten en zenginlerin arkasında, kârın ortaklarına aktarıldığı ve genellikle beklenti üstü (!) kâr elde eden bu dev şirketler var. Üstüne vergi teşvikleri, indirimleri ile önemli bir kazanç alanına sahipler.

Sonra bu zenginler çeşitli yollarla nüfuz da elde edebiliyor. Bu nüfuz arttıkça ihalelerden medyaya kadar pek çok köşe başı tutulabiliyor.

Çünkü sadece servet değil, nüfuz da birikir. Servet, sahibine gelir sağlarken ve gelecekteki işsizlik, hastalık risklerine karşı güven verirken, sosyal mevki, ün, kudret, ekonomik bağımsızlık sağlayarak özel bir ödeme gücünü temsil eder.

Vergide adaleti sağlamak için ödeme gücüne göre vergileme gerekli, servet de ödeme gücünün göstergesi olduğuna göre vergilendirilmesi doğal bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.

Zaten servet vergilerinin amacı, fırsat eşitsizlikleri dolayısıyla toplumdaki bireyler arasında oluşan gelir ve servet dağılımındaki dengesizlikleri en aza indirmek değil mi? O nedenle serveti olan ile olmayanı bu vergiyle birbirinden ayırmak gerekiyor. Emlak vergisi bir emlaka sahip olan ile olmayanı, ya da motorlu taşıtlar vergisi ona sahip olan (sahip olabilme gücüne sahip olan) ile olmayanı birbirinden ayırabiliyor örneğin. Ancak gelir ve servet dağılımında adaletsizliği en az indirecek servet vergisinde servetin tanımında sorun yaşıyoruz. Çünkü ülkemizde devlet hâlâ somut, gözle görülen servet unsurlarını vergilemeye çalışıyor.

Türkiye’de servet vergileri dört adet; Emlak Vergisi (EV), Değerli Konut Vergisi (DKV), Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) ve Veraset ve İntikal Vergisi (VİV). Bu vergilerin konuları gayrimenkul (EV ve DKV), motorlu taşıt (MTV) ve servetin ölüm ya da yaşayanlar arası karşılıksız intikaline (VİV) dayanıyor.

Oysa servet tanımına, her türlü taşınır taşınmaz mallar ile para ve alacaklar dahildir ve zaten servet kişinin beli bir anda sahip olduğu ekonomik değerlerin tümüdür. Her birinin fiyatı vardır ve mübadeleye de elverişlidir.

Ancak Türkiye’de servetin tanımı oldukça dar. Bir çok ülkede mevduat vb de servet olarak tanımlanıyor. Bizdeki tanım eksikliği vergide adalet arayışını tetikleyen ana unsurlardan biri. Servet vergilerinin sık sık gündeme gelmesi, yeni bir servet vergisine umut bağlanması hem mevcut kamu giderlerinin dağılımından ve israfından, hem de vergilerin gelir/servetin adil dağılımındaki rolünden hoşnut olunmadığını gösteriyor.

Uygulamadaki servet vergilerinin gelir ve servet dağılımı üzerindeki etkisi, tüm servet unsurlarının hangi gelir grupları arasında dağıldığı ile ilgili. İşte aslında toplum vicdanını rahatsız eden nokta da burası.

Servet edinimiyle artan nüfuz, üretim faktörü sahipliklerinde giderek derinleşen adaletsizlikler ekonomi politikalarının etkisiyle de büyüdü. Düşük faiz politikasıyla uygulanırken kredi çekerek döviz ve altına yönelenler tasarruf ve servet sahibi oldular. Aynı dönemde düşük gelir düzeyindekiler, yoksullar bu politikanın sonucunda ortaya çıkan enflasyonun altında ezildi. Üstelik yaşanan dolarizasyon sonucu kur yükselişinin önüne geçilmesi için yaratılan KKM’nin getirisinden bile gelir vergisi alınmadı. O nedenle hem vergide adaletsizliğin göstergesi dolaylı vergilerin vergi sistemindeki hakimiyeti, hem de böyle bir zenginleşme ve kâr akımının da tetiklediği enflasyonla devam ediyoruz.

Mevcut servet vergilerine ek yeni bir servet vergisi ihdas edilmesi kıymetli meslektaşım Prof.Dr. Murat Batı’nın dünkü yazısında açıkladığı gibi Anayasa’nın 2. (sosyal hukuk devleti), 10. (eşitlik), 13. (ölçülülük) ve 35. (mülkiyet hakkının ihlali) maddelerine aykırılık teşkil edecek. Ayrıca yeni servet vergisi vergi sistemine dahil olsa da bu vergilerin gelirlerinin örneğin deprem harcamalarına, sosyal transferlere vb tahsis edilmesi 5018 sayılı KMYKK m.13/g’ye göre mümkün değil. Bu durumda gerçekleşmeyecek olan; bir Robin Hood vergisi gibi zenginden alıp yoksula vermek.

Yeni servet vergisine kadar öncelikle gelir ve kurumlar vergisinde reform ile işe başlanmalı. Gelir-Kurumlar Vergisi beyannamelerinde görülmeyen ve servetin oluşumuna katkı sağlayan gelir kayıt ve kontrol altına alınabilir. Servet vergisi ile gelir getirmediğinden dolayı Gelir-Kurumlar vergisiyle kavranamayan servet unsurları kavranabilir.

Aslında Veraset ve İntikal Vergisi uygulaması, karar alıcılara yol gösterici niteliğe sahip. Bu vergiler “birbirini telafi eden”, “takip ve kontrol eden vergiler“dir. Şöyle ki Veraset ve İntikal Vergisi, içinde iki vergiyi barındırıyor. İlki veraset sonucu ortaya çıkan ikincisi yaşayanlar arası gerçekleştirilen servetin karşılıksız intikali, vergilendirmeye yönelik. Veraset vergileri yalnız başına uygulandığı durumda servetin intikali yaşayanlar arasında bağış yoluyla gerçekleştirilebilir. Bunun için yaşayanlar arası bağış yoluyla gerçekleştirilen karşılıksız intikaller de bu vergi kapsamındadır.

Türkiye de servet vergileri, servet üzerinden ve servet transferinden alınıyor. Ayrıca servet vergileri servet artışından da alınır. Serveti oluşturan unsurda sahibinin hiçbir kişisel emeği olmadan meydana gelen artışlar vergilendirilir. Almanya’da Birinci Dünya Savaşı’ndaki servet artış vergisi uygulaması var, hatta olağanüstü servet vergisi olarak da bilinir. Oysa Türkiye’de bu kapsamda Gayrimenkul Kıymet Artışı Vergisi uygunladı. Servet unsurlarından sadece biri olan gayrimenkulün değerindeki artışı vergilemek için yürürlükteydi. Hatta uygulanırken olağanüstü bir durum da yoktu. Ancak o vergi neoklasik ekonomi politikalarının vergi sistemini değiştiren, sermayeyi daha hafif vergileyen özelliği sonucu 1985 yılında kaldırıldı.

Dostoyevski’nin dediği gibi; “parasız düşünür, ama paralı iki misli düşünür”.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

GÜNCEL

Prof. Dr. YILMAZ : TÜRKİYE’DE KADININ UMUDU VE MUTLULUĞU

Yayınlanma:

|

Geçmişi işçi hareketlerine dayanan “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”, 1910 yılından bu yana dünyada, 1921 yılından bu yana da Türkiye’de takvimlere girmişti. O yıllarda sadece  takvim yaprağında “geçmişte bugün”ü hatırlatan bir özel gün olmuştu. Emekçi Kadınlar Gününün varlık gerekçeleri, bugün bizlere çok makul gelen insana yaraşır çalışma şartlarına (eşit işe eşit ücret, cinsiyet farklılığının ücret ve çalışma koşullarına yansımaması, süre ve ortam olarak sağlıklı koşullar), oy kullanma ve seçme/seçilme haklarına sahip olmaktı.

Bu yazıda, hayatın her alanına emek veren kadınların yaşamlarından bir kesitin, Türkiye’de resmi istatistiklere nasıl yansıdığını kısaca değerlendirdim. Öncelikle kadınların emeklerini sundukları işgücü piyasasındaki yerini, ardından yaşamlarına dair umut, mutluluk ve güven göstergelerini inceledim. Bulgularım şöyle:

Kadına Dair Demografik İstatistikler

Türkiye’de kadın ve erkek nüfusu hemen hemen birbirine eşit olsa da doğuşta beklenen yaşam süresi kadınlarda erkeklerden ortalama 5 yıl fazla. 2000-2010 yılları arası hızlı, izleyen yıllarda daha yavaş olmakla beraber kadının doğuşta beklenen yaşam süresi arttı ve 2000 yılında 73,1’den günümüzde 82,2’ye ulaştı.

Türkiye’de kadın başına doğurganlık hızı gitgide düşüyor. Bu oran 2000’de %2,53’den yıllar içinde azalarak 2021’de %2,10’a geriledi. Doğurganlık hızının bu seyrine göre ve bu bilgilerin yanına nüfus artış hızının da 2000’de %14,3’den 2021’de %11,9’a kadar düştüğünü ve düşmeye de devam edeceğini ekleyelim.

Kadına Dair İşgücü Piyasası İstatistikleri

Kadınlar hayatın her alanına emek veriyor. Ancak işgücü piyasasında sunduğu emek ve aldığı karşılık, hala tam arzu edilen düzeyde değil.

TÜİK tarafından Türkiye’de 2021 yılı işsizlik oranı %11,2 ve atıl işsizlik oranı da %22,9 olarak açıklandı. Ancak kadınlar, hem işsizlik oranının yüksekliği hem de eşitsiz işgücü piyasası olanakları ile karşı karşıya kalmaya devam ediyor. Çünkü erkeklerde işsizlik oranı %9,5 iken kadınlarda bu oran %14,1 ve kadınlarda atıl işsizlik oranı da %30’a yaklaştı. Dolayısıyla kadınlarda işsiz sayısı azalmıyor, tam tersine bir yıl içinde 137.000 kadın daha işsiz kalmış durumda. 2021 yılında işsiz kadın sayısı 1,5 milyona ulaştı.

Kadının eğitim düzeyine göre işsizlik verileri de oldukça yaralayıcı. 2021 yılında üniversite mezunu kadınlarda işsizlik oranı %16,1 ve lise mezunlarında ise %21. Oysa lise ve üniversite mezunu erkeklerde işsizlik oranı 2021’de %8 olarak gerçekleşti.

Kadına Dair Yaşam Memnuniyeti İstatistikleri

TÜİK’in 2021 Yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre kadınlar erkeklere göre daha mutlu. 2020 yılında erkeklerin %43,2’si, kadınların %53,1’i mutlu olduğunu ifade etti. 2021 yılında ise kadınların %54,6’sı mutlu.

Kendini mutlu hisseden kadınların oranı 2000-2010 yılları arasında %65’e kadar çıkmışken, ancak son on yıl içinde %54,6’ya inmiş durumda 

Kadınlar Mutlu Mu?

Ayrıca 2010-2020 yılları arasında kendini mutsuz hisseden kadınların oranı ortalama %10 iken bu oran 2021’de %13,5’e yükseldi. Ne mutlu ne de mutsuz hissedenlerin oranı da %32 olarak gerçekleşti 

Yukarıda da belirttiğim gibi, TÜİK’in 2021 Yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre kadınlar erkeklere göre daha mutlu olmakla beraber geleceklerinden umutlu değiller 

Grafik 2. Kadınlar Geleceklerinden Umutlu mu?

Kadınlar artık son yıllarda gelecekten daha umutsuzlar. Geleceğinden umutlu olmayan kadınların oranı 2016-2017 yıllarında %24 düzeyine kadar gerilemişken, 2020 yılında %29,3’e ve 2021 yılında da %37,6’ya kadar yükseldi. Dolayısıyla günümüzde her on kadından hemen hemen dördü geleceğe ilişkin umut taşımıyor.

Kadına Dair Güven Duygusu İstatistikleri

Kadınların umudunu ve mutluluğunu etkileyen faktörler çok çeşitli. En başta yaşamını korumada hala risklerle karşı karşıya olduğu için suiistimal, şiddet vb. nedenlerle yaşamdan kopma ya da sakat kalma olasılığı, emeklerini sunma ve karşılığını almada yaşanan sorunlar, kendilerini bazı ortamlarda güven içinde hissetmemeleri umudu ve mutluluğu gölgeliyor.

TÜİK’in 2021 Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre yaşadığı çevrede gece yalnız yürürken kendini güvende hisseden kadınların oranı 2019’da %50’den 2021’de %48’e geriledi. Kendilerini güvende hissetmeyenlerin oranı ise 2020 yılında %27,3 iken 2021 yılında %35,5’e kadar çıktı. Bu oran erkeklerde %10,7’dir. Ne güvende ne de güvensiz hisseden kadınların oranı ise 2020 yılında %24’ten %16,3’e düştü (Grafik 3).

Kadınlar Yaşadıkları Çevrede Gece Yalnız Yürürken Güvende Mi?

Kadınlar evde yalnızken de kendilerini tamamen güvende hissetmiyorlar. Kendini evde yalnızken güvende hissetmeyenlerin oranı 2020 yılında %6,2 iken 2021 yılında %9’un üzerine çıkmış durumda (%7,61+%1,45 ). Ne güvende ne de güvensiz hissedenler ise 2020’de %15,3’den 2021’de %12,8’e inmiş durumda.

Kadınlar Evde Yalnızken Güvende Mi? (2021)

Kadına dair resmi kurumların sunduğu verilere ulaşmak oldukça kolay. Peki nihai değerlendirmeyi bu verilere göre yapmamız mümkün mü? Pek değil. Çünkü her birimiz toplumun bir üyesi olarak kadının toplumdaki yerini farklı bölgelerde, farklı zaman dilimlerinde, farklı ekonomik sistemlerde gözlemleyebiliyoruz. Emeğinin değerini, ona duyulan saygıyı, umutlarını, korkularını görüp empati kurabiliyoruz, kurmalıyız.

Hakim ekonomik sistem olan kapitalizmin kusursuz işlemesi için en temel üretim faktörü olan emeğe ihtiyacı olduğu apaçık ortada. Kadın ise kayıt içinde kalarak emeğini arzederken, genellikle birden fazla kadının kayıt dışı emek arzetmesine yol açabiliyor. Özellikle çocuk bakımı, ev işleri için. Kadının bir başka kadının emeğini talep etmesi, hem de kayıt dışılığın bir versiyonunun ortaya çıkması, Dünya Emekçi Kadınlar Gününde tartışılması elzem bir konuyu karşımıza çıkartıyor. Üstelik kapitalist sistemin tatmin edici ücret ve haklarla emeği ne kadar memnun ettiği sorgulanırken. Ayrıca kadına dair kaza/hastalık kadar erkek şiddeti sonucunda suiistimale uğrama/vefat/sakatlık istatistikleri de hiç ümit vermiyor. Yitirilen her can sadece bir rakamdan ibaret değil. Her biri bir evlat, bir anne, bir eş. Böyle bir ortamda hissedilen güvensizlik de umuttan ve mutluluktan uzaklaşılmasına yol açabiliyor.

Bu yıl, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü Ulu Öndermiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle kutlayalım: “Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürüklenmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın”.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ 08.03.2022

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Prof. Dr. YILMAZ: KREDİ KART DÜZENLEMESİ ENFLASYONA FREN OLABİLİR Mİ?

Kredi kartı harcamaları ve limitlerde izlenmeyi gerektirecek ne tür gelişmeler oldu? Acaba güçlü tüketim mi kredi kartları kullanımını arttırıyor yoksa en önemli neden enflasyon beklentilerinin çıpalanamaması mı?

Yayınlanma:

|

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) yeni Başkanı Fatih Karahan, dün yılın ilk Enflasyon Raporu Bilgilendirme Toplantısında kredi kartı konusundaki gelişmeleri izlediklerini söyledi. Geçtiğimiz haftalarda Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile banka üst düzey yöneticilerinden de kredi kartlarında düzenleme sinyalleri geliyordu.

Kredi kartı harcamaları ve limitlerde izlenmeyi gerektirecek ne tür gelişmeler oldu? Acaba güçlü tüketim mi kredi kartları kullanımını arttırıyor yoksa en önemli neden enflasyon beklentilerinin çıpalanamaması mı?

Tüketimin güçlü, talebin sıkı para politikasına rağmen hâlâ canlı olduğu, makroekonomik göstergelere de yansıyor. Çeyreklik büyüme verilerinde büyümenin itici gücü özel kesim tüketim harcamaları olmaya devam ediyor. Enflasyonist beklentilerin ve fiyatlamaların bozulduğu ortamda fiyatların daha da artacağı endişesi güçlü tüketimi beslerken, kredi kartı kullanımını da beraberinde getiriyor. Bir anlamda kısır döngü var.

İçinde bulunduğumuz enflasyonist ortamda pek çok ürünün fiyat artışları ve nominal ücret artışlarının kart limitlerinden daha hızlı artmasından kaynaklı bir durum yaşıyoruz. Aslında kredi kartı harcamalarındaki ve kart limitlerindeki artıştan enflasyonu ve onu takip eden ücret artışlarını arındırmamız gerekiyor. O nedenle kart limitleri doluyor ve bu durum limit kullanım oranının artışı şeklinde istatistiklere yansıyor.

İhtiyaç, destek kredilerinin faiz oranlarındaki yükselişin ardından hanehalkı, kredi kartı kullanımına yöneliyor. Kredi faizleri hem artıyor hem de krediye erişim çok zor. Dolayısıyla kredi kartı kullanımı bu nedenle de arttı.

Kredi kartının taksitli alışveriş ve nakit çekim amacıyla kullanımı yaygın.

BDDK verilerine göre bir yıl içinde kredi kartı hacmi yüzde 155 arttı. Oysa ihtiyaç, konut, taşıt kredileri hacmindeki artış yüzde 40 olarak gerçekleşti.

Kredi kartı ekstresinde asgari ödeme tutarı yüzde 40 ise kart borcunu ödemek zorlaşıyor. Borç arttıkça, aylık taksit miktarı da artıyor. Ayrıca taksitli satışlara gelen sınırlama, kart sahiplerini kısa vadeli borç sarmalına sokmuş durumda.

Kredi kartları ödenmedikçe faiz yükü artıyor, ardından yasal takip başlıyor. BDDK verilerine göre 19-26 Ocak haftasında takipteki bireysel kredi toplamı 48 milyar TL, bu tutarın yüzde 35,5’i olan 17 milyar TL’si kredi kartı takiplerinden oluşuyor.

Kredi kartı düzenlemeleri bekleyebilir. Nedeni; bir anlamda kart kullanımı yaygın olmak zorunda, artık nakite dönülmesi zor. Çünkü 200 TL’lik banknotlar, günümüzün en büyük kupürlü banknotu. Oysa bu banknotlar 1.1.2009’da tedavüle çıktı. 2009 yılında enflasyon yüzde 6,5’di, Dolar/TL 1,52 idi. Bugün enflasyon yüzde 64,8 ve Dolar/TL 30 TL’yi aşmış durumda. Alım gücü düşen banknotlar, piyasada 500, 1.000 TL’lik banknot ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Nakit taşıyarak günlük ihtiyaçları karşılamak bile neredeyse imkansız.

Gelelim kart limitlerine… Hem kredi kartı limitleri geçen yıla göre daha yüksek, hem de yüksek limitli kart sahiplerinin toplam kredi kartı sahiplerine oranı yüksek.

Kredi kartı limiti 100.000 TL üstü olan kart sahiplerinin sayısı, toplam kredi kartı sahiplerinin dörtte birini aştı. Bu oran bir yıl önce sadece yüzde 3’tü.

Bu duruma yol açan pek çok neden var. Yüksek enflasyon, nominal olarak ücretleri arttırdı. Dolayısıyla bankalar beyan edilen gelirin artışı karşısında müşterilerinin kredi kartlarının limitlerini attırmayı teklif ediyor ve bu teklif de karşılık buluyor. Ayrıca taksitli alışveriş, kredi kartı limitinin düşmesine yol açıyor.

Kart limitleri alışveriş ve nakit çekim nedeniyle doluyor. Kredi kartı limiti artsa da kartların limitleri kalmayabiliyor. Şöyle; kredi kartıyla taksitli alışveriş yapılsa bile, alışveriş tutarının tamamı kredi kartının limitinden düşülüyor. Ancak taksitler ödenirse ödeme yapılan tutar kadar kredi kartı limiti açılıyor.

Ödeme zorluğu oluşursa kredi kartları yetersiz bakiye alarmı vermeye başlıyor.

Firmalar açısından da durum farklı değil. Üretim maliyetindeki yükseliş, işletme sermayesi ihtiyacı, krediye erişimin zorluğu, firmaları da kredi kartı kullanımına, nakit çekime doğru yönlendiriyor.

Bankalar, kredi kartlarıyla “tabana yayılan kredi” verme imkanına sahip.

Bankalar açısından kredi kartı diğer kredilere göre çok riskli bir ürün değil. Kredi kartlarının zaten kanuni limit sınırı var, geliri olmayana limit açılması zor. Bankalar kredi kartı limitleri ve kart ödemelerine ilişkin riskleri yakından kontrol ve takip ediyor. Düzenli geliri olan, düzenli ödeme yapanlara limit yükseltme imkanı daha fazla. Sonuçta gelir tespiti bankaların sorumluluğunda. ve bu durum bankalar açısından oldukça sıkı takip edilebiliyor. Bu şekilde bankalar “tabana yayılan” kredi verme imkanına ulaşıyor.

O nedenle zaten yüksek faizli ve sınırlı miktardaki destek, ihtiyaç kredilerine ulaşamayanların varlığında bankaların kredi kartı üzerinden de kazanç sağlamasının yolunu açıyor, bir anlamda teşvik ediyor. Böylece kredi kartı sahibi sayısı arttıkça ve kredi kartı limitleri arttıkça destek kredisi, ihtiyaç kredisi üzerinden değil, kredi kartları üzerinden kredi tabana yayılıyor.

Kredi kartı ve kayıt dışılık bağını unutmamak gerek. 

Kredi kartıyla yapılan alışveriş kayıt dışılığı önleyici işleve sahip. O nedenle kredi kartları üzerinden bankaların kayıt dışılığı önleyici rolü büyük. Kredi kartı kullanımı sınırlaması olursa, kayıt altındaki pek çok ödeme kayıt dışına kolaylıkla çıkar. Geçmiş yıllarda büyük mağazaların “ödeme merkezleri”nde senet, belge üzerinden taksitli alışverişin, kredi kartıyla yapılan alışverişten daha maliyetli bir şekilde yapıldığını hatırlayanlar vardır.

Dijitalleşen dünyada ve en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılında bu şekilde geçmişe dönmenin, tüketimi baskılayarak enflasyonu dizginlemeye faydasının olacağını sanmam.

2023 yılı başından bu yana bankalar, makroihtiyati tebdirler kapsamında onlarca regülasyonlara tabi tutuldular, özellikle menkul kıymet tesisi açısından. Günümüzde destek kredileri, bireysel kredilerin hacmi düşük. Bankalar bu kredileri kullandırmayınca burada krediyi tabana yayma imkanlarından biri olan ve ellerindeki önemli bir enstrüman, işte bu kredi kartı limitleridir.

Limiti güncelleyen banka ve o limite muhtaç müşterilerin buluştuğu ortamda ortaya çıkan sayısal büyüklük Merkez Bankasının ve Hazine ve Maliye Bakanlığının dikkatini çekiyor.

Görünen o ki, kredi kartlarının hacmi, limitleri, yasal takip boyutu, enflasyonun ve enflasyonla mücadelede gelinen noktanın turnusol kağıdı gibi.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ – T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKAVİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKAVİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.