Connect with us

GÜNCEL

Prof. Dr. BORATAV ile Cumhuriyet üzerine bir söyleşi

Yayınlanma:

|

Cumhuriyet’in 100’ncü yılı üzerinde BirGün gazetesi hocaların hocası Prof. Dr. Korkut BORATAV ile bir söyleşi yaptı.

1- Bugün 100 önce kurulan biçimiyle hem siyasal anlamda hem de iktisadi, toplumsal temelleri bağlamında aynı cumhuriyetten bahsedilemez gibi gözüküyor. Kesintisiz bir cumhuriyet okuması yapılabilir mi?

Kesintisiz bir Cumhuriyet okuması yapılamaz; tasarlanamaz. Radikal bir demokratik devrim olarak başlayan Cumhuriyet, 100’ncü yılında İslamcı bir faşizme dönüşmenin eşiğindedir. Bu dönüşüm yumuşak bir geçişle değil, kritik adımlarla, çalkantılarla gerçekleşti.

Cumhuriyet’in gelişimi devrimci ve tutucu güçlerin mücadelesi içinde gelişti; önemli aşamalardan geçerek bugüne geldi. Siyaset sarkacı, şimdilik “sol” ve “sağ” adlandırabileceğim iki doğrultuda salındı. Yön değiştirme aşamalarına “kesinti” diyebiliriz.

Şimdilik Cumhuriyet’in ilk yarısına odaklanalım. İlk önemli kesinti, İkinci Dünya Savaşı’nın sonundadır. Dünya siyasetindeki kutuplaşmada ABD etkisi öne çıktı. 1946’da kurucu parti CHP, radikal bir adımla sağa kaydı. Cumhuriyet’in son iki devrimci atılımı olan Köy Enstitüleri ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, CHP’nin yükselen sağ kanadınca baltalandı, engellendi. İki sosyalist parti ve sola dönük sendikalar, anti-komünist bir kampanya içinde kapatıldı. Türkiye çok partili demokrasiye Sol’u tasfiye ederek geçti.

Halbuki Cumhuriyet’in üstyapı devrimleri bilim, düşün, sanat ve edebiyat alanlarını zenginleştirmişti. 1946 Türkiye’sinde çoksesli bir demokrasiye dönüşüm potansiyeli oluşmuştu. Demokratik devrimi olgunlaştıracak bu adım, bu ilk kesinti ile engellendi. Demokrat Parti (DP) yönetimindeki sonraki on yıl anti-komünizmin öne çıktığı baskıcı bir dönemdir. Anti-komünizmin toplumu kuşatması Türkiye’de McCarthy Amerika’sından öncedir.

Baskıcı rejime tepki kaçınılmazdı. DP, bir “sivil darbe” ile muhalefetin tasfiyesini hedeflemekteydi. 27 Mayıs’ın karşı darbesi ile önlendi. Daha önce de CHP, bir anlamda “günah çıkarmış”; İlk Hedefler Beyannamesi ile bir demokratikleşme programı önermişti. 1961 Anayasası, siyaset sarkacının “sola” yönelmesini başlattı; Cumhuriyet devrimlerinin birikimlerini içererek genişleten 20 yıllık bir döneme damgasını vurdu. Sol siyaset, sosyalizm yasallaştı, örgütlendi, temsil edildi.

Sonrasında “devran tekrar değişti”. 1970’li yılların ikinci yarısında CHP sola dönük, sınıfsal bir platformla iktidardaydı. Parlamento-dışı devrimci, sosyalist akımlar, emekçi örgütleri ayrıca güçlenmekte; Türkiye bütün olarak sola kaymaktaydı. 1980 darbesi ve 1982 Anayasası bu büyük dönüşümü engelledi. Siyaset sarkacı bir kez daha sağa yöneldi.

Cumhuriyet tarihinin ilk yarısı bu kesintileri içeriyor.

2- 100 yıl önce kurulan cumhuriyetin bugün herhangi bir biçimiyle bir devamından bahsedilebilir mi yoksa yıkıldığını ve yeni bir rejimin kuruluşu içerisinde olduğumuzu söyleyebilir miyiz?

Cumhuriyet’in ikinci yarısına iki türlü bakılabilir: Birincisine göre, 12 Eylül darbesinin başlattığı eğilim kesintisiz süregelmiş İslamcı bir faşizme ulaşmıştır. Bu bakış açısını destekleyen belirleyici etkenleri de sıralayabiliriz: Parlamenter solu temsil eden CHP önce parçalanmış; tekrar bütünleştiğinde 1970’li yılların sınıfsal platformundan ve aydınlanmacı/Kemalist çizgisinden kopmuştur. Sol kanadı olmayan liberal bir partiye dönüşmüştür. Parlamento-dışı, devrimci, sosyalist sol ise 12 Eylül darbesinin öncelikli hedefi olmuş; çökertilmiş, dağıtılmıştır. Bir önceki dönemin yaygın, örgütlü gücüne tekrar ulaşamamış, etkisiz kalmıştır. 1970’li yıllarda CHP’yi sola çekmiş olan “mıknatıs” etkisini de yitirmiştir.

Son yarım yüzyıla alternatif bakış, önceki analizin sonucunu reddetmez; ama ara-aşamalarına dikkat çekerek bu dönüşümün kaçınılmaz olup olmadığını sorgulayarak… İslamcı faşizm ile barışık olmayan demokratik, Cumhuriyetçi ve sosyalist güçlerin hatalarını da vurgular. Bu bakış, elbette geçmişi değiştiremez; ama ilerisi için dersler içerebilir.

Burada tarihçe yapamayız. Tek bir soru ile yetinelim: Siyasal İslam, demokratik bir cephede yer almalı mı? Liberaller “evet” diye yanıtlayarak AKP iktidarını peşinen desteklemişti. Keşke AKP döneminin öncesine yoğunlaşarak Türkiye pratiği içinde sorgulasalardı…

12 Mart darbesini izleyen ilk genel seçim sonrası vurgulanmalıdır. “Demokratik sol CHP” birinci parti olur; Ocak 1974’te Ecevit’in başbakanlığında CHP-MSP koalisyonu kurulur. Koalisyon, sol çevrelerde de 12 Mart faşizminin enkazını temizleme fırsatı olarak görülmektedir.

Koalisyon hükümeti, demokratikleşme adımı olarak 12 Mart döneminin siyasî hükümlülerini, sanıklarını kapsayan bir af yasasında anlaştı: Komünizme karşı TCK’nın 141-142’nci, şeriatçı eylemlere karşı 163’ncü maddeleri kapsanacaktı. Af tasarısı TBMM’nin gündemine 15 Mayıs 1974’te getirildi. Siyasal İslam’ın o tarihlerdeki temsilcisi MSP, bu demokratik uzlaşmaya ihanet etti. Önce TCK madde 163’ü kapsayan af oylandı; kabul edildi. Sıra TCK 141-142’ye gelince “uygun sayıda” MSP milletvekili oylamaya katılmadı. Af, sosyalistleri, devrimcileri dışlayarak yasalaştı.  AYM iki ay sonra bu yanlışlığı düzeltecek; solcu hükümlü ve sanıkların da tahliyelerini, aflarını mümkün kılacaktı. Aralarında Mülkiye’den dekanımız, dostum rahmetli Mümtaz Soysal da yer alıyordu.

MSP-CHP koalisyonu bu nedenle dağıldı. MSP Milliyetçi Cephe hükümetine katıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez iktidara ortak olan siyasal İslam, demokratik bir ittifakın öğesi olamayacağını Mart 1974’te ortaya koymuştu. Ecevit’in bu algılamayı yaptığını düşünüyorum. Sonraları bu hatayı tekrarlamadı.

3-Peki sizce hem içinde bulunduğumuz rejimi, hem de bir asır önceki cumhuriyeti aşabilecek bir yeniden kuruluş nasıl mümkün, ne yapmalı?

“Yeniden Kuruluş”un kitle tabanı on yıl önce, Gezi kalkışması ile kendiliğinden ortaya çıktı. Katılanlar ortak simge olarak Mustafa Kemal’in kalpaklı portrelerini seçtiler. Cumhuriyetçi, kamucu sloganları benimsediler; komünist ilkeleri keşfettiler. İşçi sınıfının nitelikli kesimlerinden, mensuplarından, yakın geleceğin işçileri olan öğrencilerden oluşmaktaydı. Liderlik, öncü örgüt yoktu; ama aranmaktaydı. Sosyalistler altı yıl önceki Cumhuriyet mitinglerinden uzak durmuşlardı. Gezi kalkışmasına katılarak liberal yanılgılardan arındılar; ama kalkışmayı siyasete taşıyamadılar.

Gezi’yi siyasete, öncelikle bir yıl sonraki yerel seçimlere etkili boyutlarda taşımanın doğal adayı, CHP’ydi. Parti yönetimi itinayla uzak durdu. Sonrasında, örneğin 2019 İstanbul seçimlerinin kazanılmasında; hatta Mayıs 2023’te Altılı Masa miting meydanlarının liderleri fazlasıyla aşan coşkusunda Gezi’nin izleri, katkıları hâlâ var. Saray iktidarına karşı çıkan 48 milyon seçmenin önemli kesimleri on yıl önceki Gezi kitlesinin türevleridir.

Yeniden inşa ve kuruluş, bugünkü Türkiye koşullarında sosyalist örgüt, partilerden kaynaklanacaktır. Onlar İslamcı faşizmin niteliğine ve neoliberalizmin ürünü olan sermayenin tahakkümüne doğru teşhis koyanlardır. Ama, bu ağır tarihsel sorumluluğu hak etmeleri gerekecektir. İslamcıların emekçi sınıflar üzerindeki ideolojik tahakkümüne son vermeyi, işyerlerinde, mahallelerde örgütlenerek başarmaları gerekecektir.

Elli yıl öncesi devrimciliğinin, yüz yıl önceki Millî Mücadele’nin mirasını, deneyimlerini, sloganlarını, türkü ve marşlarını hatırlamak, canlandırmak zamanıdır. Başarılmalıdır.

Prof Dr Korkut BORATAV – sol.org.tr

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

DİYARBAKIRDA bir ATM 3. kez saldırıya uğradı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesinde bir bankanın ATM’si son bir ay içerisinde 3 kez tahrip edilerek kullanılamaz hale geldi.

Olay, Yenişehir ilçesi Hintli Baba Caddesi üzerinde meydana geldi. Edinilen bilgilere göre, burada bulunan bir ATM, akli dengesi yerinde olmadığı iddia edilen bir kişi tarafından son bir ay içerisinde üç kez tahrip edildi. ATM’den para çekmek isteyen vatandaşlar mağdur olurken, yetkililer benzer olayların tekrar yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınacağını belirtti.

Okumaya devam et

Erol Taşdelen

Türkiye’de Ekmek Üretimi: Katkı Maddeleri, Genetik Müdahaleler ve Kimyasal İşlemler

Yayınlanma:

|

Ekmek, binlerce yıldır sofraların temel besin kaynağıdır. Ancak günümüzde tüketilen ekmeklerin içeriği, üretim yöntemi ve hammaddeleri geçmişe kıyasla oldukça değişmiştir. Türkiye’de ekmek üretimi Tarım ve Orman Bakanlığı denetiminde yapılsa da, bazı katkı maddeleri ve endüstriyel yöntemler nedeniyle halk sağlığı açısından endişeler gündeme gelmektedir. Bu yazıda, Türkiye’deki ekmeklerde kullanılan katkı maddeleri, buğdayın genetik yapısıyla ilgili gelişmeler ve ekmek üretiminde uygulanan kimyasal işlemler ele alınacaktır.

1. Ekmeklere Katılan Maddeler Nelerdir?

Türkiye’de satılan ekmeklerin büyük bölümü, sadece un, su, maya ve tuzdan ibaret değildir. Özellikle endüstriyel üretimde yaygın şekilde katkı maddelerine başvurulmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

  • Askorbik Asit (E300): Hamurun dayanıklılığını artırmak için kullanılır.

  • Emülgatörler (E471, E472): Hacim artırıcı ve yumuşatıcı etki sağlar.

  • Enzimler: (amilaz, proteaz gibi) Ekmek içi yumuşaklığını ve raf ömrünü artırır.

  • Şeker ve Glikoz Şurubu: Renk ve tat verici olarak kullanılır.

  • Soya Unu ve Süt Tozu: Kıvam ve besin değeri açısından katkı sağlar.

Bu katkılar sayesinde daha hacimli, daha parlak ve uzun süre bayatlamayan ekmekler üretilmektedir. Ancak bunların sürekli tüketimi, özellikle hassas bireylerde sindirim sorunlarına neden olabilir.

2. Buğdayın Genetiği ile Oynandı mı?

Türkiye’de GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) buğday üretimi yasaktır. Ancak bu, buğdayın tamamen doğal olduğu anlamına gelmez. Modern tarımda yaygın olan hibrit ve ıslah edilmiş buğday türleri, genetik müdahale olmaksızın yüksek verimli ve dayanıklı çeşitler oluşturmak amacıyla laboratuvar ortamında seçilmiştir.

Özellikle 1950 sonrası yaygınlaşan “cüce buğday” türleri, geleneksel buğdaylara göre daha kısa boylu, verimli ve glüten oranı yüksek çeşitlerdir. Bu tür buğdaylar, özellikle ekmeklik un üretiminde yaygın olarak kullanılmakta, ancak yüksek glüten içeriği nedeniyle sindirim sorunları ve gluten intoleransı gibi sağlık şikayetlerinde artışa neden olmaktadır.

3. Kimyasal İşlemler ve Endüstriyel Teknikler

Modern ekmek üretimi, geçmişin geleneksel yöntemlerinden oldukça uzaktır. Endüstriyel üretim süreçlerinde uygulanan bazı işlemler şunlardır:

  • Unun Beyazlatılması: Bazı ülkelerde (ve geçmişte Türkiye’de de) benzoil peroksit gibi kimyasallar kullanılmıştır. Günümüzde Türkiye’de bu tür kimyasalların kullanımı kısıtlıdır.

  • Hızlandırılmış Fermantasyon: Geleneksel ekmeklerde maya 6-8 saatlik uzun fermantasyonla çalışırken, fabrikasyon ekmeklerde bu süre 30-60 dakikaya kadar indirilebilmektedir. Bu da sindirimi zorlaştırabilir.

  • Yüksek Isı ve Kısa Süreli Pişirme: Raf ömrünü uzatmak ve üretimi hızlandırmak için yüksek ısıda kısa sürede pişirme yöntemleri tercih edilir. Bu, besin değerini azaltabilir.

  • Yumuşaklık İçin Katkılar: Raf ömrünü uzatmak ve bayatlamayı geciktirmek için kimyasal yumuşatıcılar, enzim karışımları ve katkı maddeleri kullanılır.

4. Halk Sağlığı ve Eleştiriler

  • Halk ekmek gibi kamu kurumlarının ürettiği ekmekler daha güvenli kabul edilse de, katkı maddesiz değildir.

  • Ucuz ekmek üretiminde kalitesiz un, fazla katkı maddesi ve hızlı üretim döngüsü nedeniyle sindirim sorunları ve sağlık riskleri artabilir.

  • Özellikle çocuklar, yaşlılar ve hassas bünyeli bireyler için bu katkıların uzun vadeli etkileri dikkatle incelenmelidir.

5. Daha Sağlıklı Ekmek Tüketimi İçin Öneriler

  • Ekşi mayalı ve uzun süre fermente edilmiş ekmekler tercih edilmelidir.

  • Tam buğday unu veya taş değirmende öğütülmüş un kullanılarak yapılan ürünler besin değeri açısından daha zengindir.

  • Katkı maddesi içermeyen, güvenilir butik fırınlardan ya da köy fırınlarından alışveriş yapılabilir.

  • Etiket okuma alışkanlığı geliştirilmelidir. “Un, su, maya, tuz” dışında çok sayıda içerik varsa uzak durulmalıdır.

Ekmek, basit bir besin gibi görünse de üretim sürecinde kullanılan maddeler ve buğdayın yapısal değişimleri nedeniyle sağlık üzerinde önemli etkiler oluşturabilir. Türkiye’de GDO’lu buğday kullanılmıyor olsa da, modern tarım ve endüstriyel üretim süreçleri buğdayın doğallığını tartışmalı hale getirmiştir. Katkı maddeleriyle raf ömrü uzatılmış, hacim artırılmış, estetik olarak cazip hale getirilmiş ekmekler, besin değerinden ve sindirim kolaylığından uzaklaşabilmektedir. Bu nedenle, bilinçli tüketici tercihi her zamankinden daha önemli hale gelmiştir.

Okumaya devam et

BANKA HABERLERİ

Limonlar Kredi Aldığında: Asimetrik Bilginin Finansal Sistemdeki Yankısı

Yayınlanma:

|

Yazan:

Bankaların kredi sistemlerinde giderek daha sık karşılaştığımız bir tablo var: Gerçek kredi değerliliği taşımayan birey veya işletmelere, sistemsel boşluklar nedeniyle kredi limitleri açılıyor. Kredi puanı iyi görünüyor, limit mevcut—ama geri ödeme kabiliyeti yok. Neye benziyor, biliyor musunuz? George Akerlof’un 1970’te yazdığı kendisine Nobel iktisat ödülü aldıran “limon piyasası”na.

Asimetrik Bilgi Sorunu:

Akerlof’un teorisinde, alıcı ve satıcı arasındaki bilgi dengesizliği nedeniyle kaliteli ürünler (iyi arabalar) piyasadan çekilir, yerine “limonlar” (kötü arabalar) kalır. Bugünün kredi sisteminde ise:

  • Banka, müşterinin gerçek riskini göremiyor (ya da görmek istemiyor).
  • Müşteri, sistemin sunduğu limitlere ulaşıyor, kredi kullanıyor.
  • Böylece finansal piyasada “limon” krediler çoğalıyor: riskli, sürdürülemez, görünürde aktif.

Sonuç Ne Olur?

  • Gerçek değerliliğe sahip kullanıcılar daha pahalı krediye ulaşır.
  • Sistem, kendi içindeki çürüklüğü fark edemez.
  • Uzun vadede bu asimetrik bilgi, toplu bir güven krizine dönüşür. Tıpkı Akerlof’un uyardığı gibi…
  • Finansal sistemler gelişiyor, algoritmalar daha sofistike hale geliyor—ama hâlâ “insanı” göremeyen modellerle çalışıyoruz. Kredi vermek sadece matematik değil; güvenin, bağlamın ve davranışsal içgörünün birleşimidir.
  • “Kredi sadece bir limit değil, bir güven oyudur.”

Kredi sistemleri giderek daha sofistike hale geliyor. Algoritmalar, puanlama sistemleri, dijitalleştirilmiş değerlendirme modelleri… Peki ama hâlâ “insanı” göremeyen bu sistemler gerçekten güvenli mi?

George Akerlof, 1970’te “limon piyasası” teorisini ortaya attığında otomobil piyasasını örnek gösteriyordu. Bugün ise aynı teoriyi bizzat kredi piyasasının içinde yaşıyoruz: asimetrik bilgi, yani tarafların eşit derecede bilgi sahibi olmaması, sistemi yavaş yavaş çürütüyor.

Gözlemlerimden İki Sessiz Hikâye

Firma kârlı göründü, konkordatoya girdi. Bir yıl önce denetimini yaptığım bir firmayla denetim sırasında yaşadığımız bir anlaşmazlık yüzünden yollarımız ayrılmıştı. Geçtiğimiz günlerde konkordato ilan ettiklerini öğrendim. İlginçtir: Banka kredileri denetim sonrası son bir yılda ciddi oranda artmıştı. Bilanço ise temizdi—görünürde. Ama içini bilen biri olarak şunu söylemeliyim: stoklar şişirilmişti. Sayım tutanakları arasındaki fark 3 milyon dolar kadardı.

Stoklar yalansa, bilanço da yalandır. En kolay oynanan kalem de budur çünkü. “Stoklarda 3 milyon dolarlık yapay bir değerleme vardı—bu, bilanço üzerinde kar gibi görünse de gerçekte zarardı.” Bankalar ne yaptı? Kağıt üstündeki görüntüye bakıp kredi verdiler. Mali analizlerin yapamadığı tek şey stok denetimidir, stoklarda ne yazıyorsa kabul edilir. Şu sorularla meşgul olduklarını da hiç zannetmiyorum: Stok sayım tutanak raporu mevcut stoklarla karşılaştırıldı mı? Stok sayım tutanağını kim hazırlamış? Bağımsız denetim mi yoksa şirket personeli mi? Firma son yıllarda matrah artırmış mı? Tedarikçi bakiye hareketleri stok değer hareketleriyle uyumlu mu? Stoklarda dikkat çekici bir durum var mı? Hammadde stoğu mamül stoğundan fazla mı? Şirket ERP sisteminden stok değerleme raporu alındı mı? Sorular çoğaltılabilir.

Çalışanlarına maaşlarını ödemeyen firma, kredi kullanıyor.

Geçenlerde eski bir öğrencim aradı: Çalıştığı firma 3 aydır maaş ödemiyormuş ama aynı zamanda bankalardan kredi kullanmaya devam ediyormuş. Hatta patronunun yeni bir konut satın aldığını duymuş. Bana sorduğu soruya gelirsek: “İş davası açarsam banka hesaplarına bloke konulur mu?

Banka sistemleri SGK kayıtlarını kontrol etse, firmanın 3 aydır sigorta ödemediğini görecekti. Ama görmedi. Çünkü sistem, sadece rakama ve geçmiş skora bakıyor—insan hikâyesine değil.

Sonuç: Algoritmalar Belki Zekidir, Ama Kördür

Bugünün kredi algoritmaları geçmiş veriye dayanır, davranışı anlamaz, öyküyü okumaz. Böylece sistem, Akerlof’un tarif ettiği gibi, limonlarla doluyor: Gerçekte riskli olan ama kâğıt üstünde sorunsuz gözüken kredilerle. Sonuç? Gerçekten sağlıklı, krediye erişimi hak eden işletmeler bu gölgelerin altında kalıyor.

Serhat CAN

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.