Connect with us

EKONOMİ

Doç.Dr.Evren Bolgün: Finansal 4.0 Döneminde İnsanoğlu Açgözlülükte Sınır Tanımıyor

2000 yılı Mart ayında ABD’de hisse senedi piyasalarında patlayan internet dot-com balonu öncesinde bugünün çok iyi bilinen Google şirketi henüz…

Yayınlanma:

|

2000 yılı Mart ayında ABD’de hisse senedi piyasalarında patlayan internet dot-com balonu öncesinde bugünün çok iyi bilinen Google şirketi henüz halka arz edilmemişti. (Google IPO: 19/08/2004) Ancak 1994-1999 yılları arasında Yahoo, Expedia…vs. gibi internet tabanlı iş geliştiren şirketlerin birbiri ardından borsaya gelmesi ile birlikte, özellikle birçok teknoloji şirketi o tarihler için yüksek sayılabilecek şirket çarpan değerleri ile halka açılmaya başlamışlardı. Tabii o dönemde söz konusu olan kriz, gelişen bilgisayar ve internet teknolojilerine yatırım yapan risk sermayesi şirketlerinin yatırımlarının geri dönüşünü sağlayamamaları sonucunda bu sektörlerden çekilmeleri sonucunu da beraberinde getirmiştir.

Nasdaq Bileşik Endeksi (1994-2003)

O tarihlerden bugüne kadar geçen yaklaşık 30 yıl sonunda iş dünyasının teknolojik imkanlarında muazzam ilerlemeler ve inovatif akıllı iş çözümlemeleri gibi bir çok alanda oldukça olumlu sayılabilecek gelişmelerin kaydedildiğini görebilme imkanımız oldu. Ancak bu kadar geçen uzun bir zaman dilimi içerisinde aynı zamanda değişmeyen tek bir gerçek de oldu. “İnsanoğlunun Hiç Bitmeyen Açgözlüğü, Hırsı ve Egosu” Geçtiğimiz 2 haftadır kripto para piyasasında en son $32 Milyarlık piyasa değerine sahip olan “FTX” kripto borsa şirketinin 1-2 gün gibi çok kısa bir süre içerisinde şirket değerinin sıfıra inerek yaşadığı iflas hikayesini takip ediyoruz. Şirketin 30 yaşındaki CEO ve kurucusu Sam Bankman-Fried’in MIT Üniversitesi Fizik ve Matematik bölümlerinden lisans diplomasının olduğunu da öğrendik. Aynı zamanda matematiğe olan ilgisi ve sayılarla küçük yaşından itibaren olan yakın birlikteliğinin ona geçmişinde yarışmalarda ödüller kazandırdığını okudum. Anne ve Babasının Stanford Üniversitesinde Hukuk profesörleri olması da kendisine Amerika’nın IVY League adı verilen en iyi okulunda yüksek öğrenim imkanı sağlaması da söz konusu olmuş. Şöyle bir kağıt üzerinde hikayesini okuduğunuzda küçük yaşlarından itibaren Amerika’da çok şanslı bir azınlık grubu içerisinde yer aldığını söylebiliriz. Hikayenin buraya kadar anlattığım kısımı yabancıların ifadesi ile söylecek olursam “Doğru Olabilmesi İçin Çok İyi” şekline gözüken oldukça ışıltılı bir yaşam. Hatta geçtiğimiz günlerde sosyal medya’da gördüğüm “Ne Oldu?” başlıklı kısa video da Sam Bankman-Fried hakkındaki ilk izlenimleri çok iyi bir şekilde veriyor.

What Happened? https://youtu.be/zgoLpOTUeCE

Videoyu izlediğinizde göreceğiniz gibi kripto yatırımcılarından topladığı paralar, yatırımcıların kripto borsa aracılık işlemlerinden elde ettiği komisyonlar ve vatandaşların paralarını kendisine ait bir hedge fon şirketine aktararak nitelikli dolancılık işlemlerine imza atmaya hazırlandığını görüyoruz. Piyasanın güvenini kazanmak için moda dünyasından ünlüler, çeşitli devlet başkanları, NBA spor klüp sponsorluğu, Fortune gibi ekonomi dergilerinde kapak reklamları şeklinde bir çok farklı yönden nitelikli dolandırıcılık çalışmalarına son dönemde epeyce bir hız vermiş. Yatırımcıları kandırmada en çok beğendiğim görseli ise, paraları toplarken eski model bir Toyotta Corolla araca binmeye devam ettiğini ifade eden oldukça mütevazi bir insan izlenimi çabası, diğer taraftan da topladığı paralarının çok ufak bir kısmını ($39 Milyon) aktardığı Bahamalardaki 4.000 m2’lik malikanesinin iç dekorasyonundaki incelikler oldu.

https://www.dirt.com/gallery/moguls/finance/ftx-sam-bankman-fried-penthouse-bahamas-nassau-1203601395/

ABD ve Japonya kripto borsalarındaki çeşitli kriptopara fiyatlama farklılıklarındaki arbitraj işlemleri ile başladığı ticari hayatına kısa süre sonunda 30 yaşın altındaki Dünya’nın en zengin genç iş insanı ünvanı ile taçlandırmış bir kişilikten bahsediyoruz.

The Richest Person Under 30 In The World

https://youtu.be/wo-nJi36biQ

Şirketin iflas başvurusunda Hong Kong’da kayıtlı bulunan kantitatif kriptopara alım/satım şirketi olan Alameda Research’ün 10 ila 50 milyar dolar arasında borcu bulunduğu açıklandı. Ayrıca FTX.com’un yanı sıra FTX US, Alameda Research ve “yaklaşık 130 ek bağlı şirketi” içeren FTX Group, bir basın açıklamasına göre Chapter 11 iflas işlemleri için başvuruda bulunduğu da söyleniyor. Nitekim listedeki şirketler arasında kripto para borsasının Türkiye Şubesi FTX TR ve ABD şubesi FTX US de yer aldığı gözükmektedir.

Sam Bankman Fried’a Bağlı Şirketler Ağı

Özellikle son 2-3 yıl içerisinde çok hızlı bir şekilde yaşanan iflaslar, piyasa manipülasyonları, nitelikli akıllı cüzdan dolandırıcılık operasyonları neticesinde kriptopara borsalarındaki şirketlere, ihraç edilen kriptoparalara, sektör paydaşlarına yönelik olarak güven çok ciddi bir şekilde zedelenmiş durumdadır. Bu kadar sık ve kısa bir süre içerisinde yaşananlar sonrasında kripto borsalarındaki yazılım platformlarının güvenlik seviyelerinin önümüzdeki dönemde yoğun bir şekilde irdeleneceğini düşünüyorum. Piyasada yaşanabilecek ilave zincirleme iflasların bir çok başka büyük ölçekli firmayı da zor durumda bırakacağı açıktır. Örneğin kripto kredi platformu firması “Genesis”, FTX şirketinin iflasını açıklaması sonrasında şirketin para çekme taleplerinin mevcut nakit pozisyon sınırlarını aştığını, dolayısı ile yatırımcılara borç verme ve yeni kredi oluşturma işlemlerini askıya aldıklarını ifade ettiğini görüyoruz. Öte yandan kripto para alım-satım işlemleri yanında müşterilerine faizli mevduat ve kredi hizmetleri de sunan “BlocFi” şirketinin de iflas başvurusunda bulunmaya hazırlandığı yönünde söylentiler piyasada konuşulmaktadır.

Son yıllardaki bir çok konuşmamda “Finans 4.0” şeklinde adlandığım bir “Dijital Çağ” evreni içerisinde yaşamaktayız. Özellike bu dönemde bir çoğumuz geçmişin iş yapma düşüncelerini alıp geleceğin iş yapma kalıplarına doğru hızlıca ve zorlayarak sokuşturuyoruz ancak bir türlü istediğimiz şekilde uyum sağlanmadığını görüyoruz. Bu hızlı dönüşüm döneminde müşteriler, yatırımcılar, şirketler, markalar ve düzenleyici kurumlar için oldukça sıkıntılı bir kabus süreci olsa da avukatlar ve danışmanlar için harika sayılabilecek bir dönem olduğunu düşünebilirsiniz. Zira çok fazla sayıda gerçekleşen ticari, yönetimsel hatalardan önemli tecrübeler elde edilmektedir.

Dolayısı ile yaşadığımız bu döneme “Maksimum Karmaşa Çağı” da diyebiliriz. Adeta dijital ortası bir çağdayız. Yaşanan yıkıcı kuvvetler, değişime dair süren engin arzular, karmaşanın her geçen yıl bir kat daha ivme kazanması, geçmişin kâr marjları için dövüşen şirketlerin stresi şeklinde liste uzayıp gidiyor. İşte içten dışarıya, dışarıdan içeriye doğru hızlanan bu enerji patlaması içerisindeyiz şimdilik. Karmaşa yaşamımızın her safhasında olanca hızıyla sürüp gidiyor, o koşuşturma içerisinde bir çok yeniliği fark etmiyoruz bile çünkü artık hepimiz her gün gelmekte olan yeni’nin olağanüstü mucizesine aşık olmuş bir durumdayız.

Tüm bu deneyimlerimizle, algılanan tüm hataları bir arada tutan, geleceğe giden yolu daha olumlu kılan şey ise, bugüne kadar olan dijital öncesi çağın düşüncelerini doğru yorumlayıp onu rasyonel, objektif dijital bir mercekten geçirerek değerlendirmek olmalıdır. Her davranışı, ürünü veya fiziksel nesneyi alıp hayret verici biçimde az veya çok değiştirdik. Eskiyi yeninin içinden dönüştürdük, eski şeyleri yeni kalıplarla çok az geliştiriyoruz ve asla neyin mümkün olabileceğini düşünmüyoruz.

Boston Dynamics şirketinin geliştirdiği atlayan, zıplayan, insan hareketlerini birebir taklit edebilen robotlar yapabiliyoruz ama tümüyle yeni iş yapma modellerini de aynı şekilde düşünmemiz gerekmiyor mu? Bunların hepsi zor olanın süreci yeniden düşünmek olduğunu bizlere gösteriyor. Değişmesi gereken şey ise, altta yer alan ana sistem aslında.

Artık bu dijital sonrası çağda teknoloji çağındaki insanı düşüneceğiz, teknolojinin kendisini değil. Fiziksel perakendeyi yeniden icat edeceğiz çünkü çevrimiçi davranışlar aradığımızı hızla bulmayı, alacağımızın yanında gidecek şeyleri görmeyi, ödeme için asla sırada durmamayı beklediğimiz anlamına geliyor. İşin doğrusu eleştirel bir yönden bakınca esasında modern dünyanın çoğu, inanılmaz biçimde çok az değişmiş görünüyor. Bugün gördüğümüz her şey geçmişin bir tekrarından, ek teknoloji ile eskiye getirilmiş kademeli iyileştirmelerden ibaret durumda olduğunu rahatlıkla düşünebilirsiniz. Dijital sonrası çağda dijital teknoloji yaşamın kusursuz omurgasını oluşturan muazzam, sessiz bir unsur olacaktır. İnternet yalnızca ara alandaki bir araç görevinde olacak; ancak yokluğu ile fark edilecek. Akıllı evler tıkır tıkır işleyecek. Dijital yayın izleme sistemleri bizi yakından takip edecek. Dijital içerikler için düzenli paralar ödenecek ve hepsi oldukça kusursuz ve zahmetsiz bir şekilde gerçekleşecektir.

Digital Döneme Geçiş (2020-2080)

Teknoloji ve Finans alanındaki bu işbirliklerinin önümüzdeki 10 yıllarda da hızlı bir şekilde devam edeceğini göz önüne almamız gerekiyor. Bu noktada sizlere ABD’li fizikçi, tarihçi ve bilim felsefecisi Thomas Kuhn’dan kısaca bahsetmek istiyorum. Kuhn, 1962 yılında “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” adlı bir kitap yazdı ve “Paradigma Kayması” adı verilen bir terimi gündeme getirdi.

Kuhn’un kitabı bilimsel bilginin gelişme biçimine odaklanıyor. Kitap, herkesin bir araya gelerek dünyayı belli bir taraftan görecek şekilde aynı yerde durduğunu ve bu görüş biçiminin de sabitlendiği fikrini tartışıyor. Genelde, insanların dünyayı anlamlandırmasını sağlayan inanç sistemleri veya bakış açıları veya evrensel doğrular şeklinde oluyor. Herhangi bir zamanda bu inançlar, insanların çoğunluğunun sabit oldukça mutlu olduğu şeklinde varsayımlara dayalıdır.

Bu bakış açısı ve zihinsel çerçeve diğer deneylerin ve usullerin temelini oluşturur, idealde bunlar bu yaklaşım veya paradigma üzerine güven inşa etmeye devam edeceklerdir. Ancak bazen öyle bir ilerleme gerçekleşir ki daha önce düşündüğümüz her şeye meydan okur. Bu noktada malum addettiğimiz her şey, sabit saydığımız her özellik veya değişken artık öyle olmayabilir. Bu bakış açısından bu devasa kaymaya da “Paradigma Kayması” adı verilir.

Paradigmanın tehlikesi şudur; “Paradigmayı yıkmaktan çok, paradigmayı anlamaya çalışıyoruz.” İnsanlık basitleştirmede huzur buluyor, haklı olmaktan, her şeyin anlamlı olmasından keyif alıyoruz. Hatalı olabileceğimizi, daha iyi bir yol olabileceğini kabullenmekse huzurumuzu kaçırıyor. Hayatta çoğu kez hatalı olup diğer herkesin de hatalı olması, iyiye ulaşmaya gayret edip haklılığında yalnız olmaktan daha iyidir. Çoğu şirket bu hissi isterse rahatlıkla anlayabilir.

Kuhn’un paradigma kuramı genelde yalnızca bilimsel inançlara veya dünya görüşüne uygulanıyor. Ancak zamanı gelince, başkalarını ezip geçmeden varsayımları düzelten insan grupları arasındaki gerilim fikrinde de “Erdem” var ve bu şekilde devasa ilerleme sağlandığını göreceğimizi umut ediyorum.

İnsanlar yaşamda doğaları gereği genellikle riskten kaçınırlar. İnsanoğlu bir tür olarak kayıpları azaltıp, kazançları azami kılacak biçimde evrimleşmiştir. Bizi en çok, aşağılanmadan kaçınma ihtiyacı güdülüyor, açık ara galip olma ihtiyacı değil. Hem insanların hem de şirketlerin en çok nefret ettiği iki şey var: “Bir Şeylerin Değişmemesi” ve “Bir Şeylerin Değişmesi.” Bu yüzden oldukça karmaşa içinde, yoğun bir hızla ve inanılmaz belirsizlikler dolu bir şekilde değişen bir çağda daha en baştan kişisel risk düzeyinizin ne olduğunu iyi belirlemeliyiz? Malum hayatta değişim ve dönüşüm bir zaman alır ve oldukça yoğun kişisel bir çaba ve efor ister. Bir çok alınan zor kararlar neticesinde ise, başarıya ulaşabilen dönüşümler oldukça sınırlı sayıdadır.

Yazımın son bölümünde sizlere önümüzdeki dönemde yaşanacakları kısaca özetlemek istiyorum.

Küresel ölçekte son yıllarda bir yatırım seçeneği olarak popüler hale gelen dijital paralar ve bunun özel bir türü olan kripto paraların ortaya çıkmasının önemli nedenlerinden birisi, özellikle 2008 krizi ile borsaların çökmesi ve 2010/14 arasında yaşanan Avrupa kamu borç sorunun ardından hükümetlerin ve Merkez bankalarının ekonomileri kontrol etmekteki başarısızlıkları olmuştur.

Ancak, kripto varlıkların ortaya çıkışı bu varlıkların makro ekonomi ile para politikasının yönetimi, finansal istikrar, ödemeler sistemi, finansal piyasalar ve yatırımcıların hakları ve güveni ile kayıt dışı ekonomi-kara para trafiği üzerinde olası etkileri ulusüstü ve uluslararası kurumların ilgisini çekmiş ve konuyu gündemlerine almalarına neden olmuştur.

Son yıllarda yaşanan olumsuz gelişmeler neticesinde kripto piyasasasının ruhuna uygun olabilecek düzeyde, blokzinciri teknolojisinin getirdiği merkezi olmayan yapının nüvesini fazla bozmadan, yatırımcıların tasarruflarını güvenceye alabilecek bir çerçevede IT güvenlik açıklarının giderileceği, piyasada yer alan tarafların taşıdıkları risk düzeylerine bağlı olarak gerekli minimum sermaye gereksinimlerinin sağlandığı ve denetlendiği bir küresel yapıya doğru evrilmekte olacağımızı düşünüyorum.

Düzenleyici otoritelerin kripto varlıklar konusunda genelde odaklandıkları altı ana faktör olduğu ileriye sürülebilir:

  • Bir düzenleyicinin tanıyacağı/kabul edeceği dijital varlık çeşitleri
  • Düzenleyicinin token ihraç edenlere ve ICO’lara karşı yaklaşımı
  • Kripto para borsalarının düzenlenmesi
  • Madencilikle ilgili düzenlemeler
  • Para transferi hizmeti verenlerin düzenlenmesi
  • Kripto para birimlerinin vergilendirilmesi

Son Söz: Hayat biter, insanın şehvet, şöhret ve servet arzusu hiç bitmez….

Doç.Dr.Evren Bolgün | Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi – paraanaliz.com

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi’ye göre enflasyonla mücadelede başarı kriterleri: “Kalıcı olmalı ve istihdam yaratmalı”

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ekonomi yönetimi hem Maliye Bakanı Mehmet Şimşek hem de Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan Amerika’da temaslarda bulunuyor. MB Başkanı, enflasyonun hem aylık hem de yıllık bazda 2024’ün 2. yarısından itibaren düşmesinin beklendiğini belirtti. Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Işın Çelebi yaptığı değerlendirmede enflasyonla mücadelenin başarılı olmasını temenni ettiğini belirterek, başarı kriterlerini açıkladı. Çelebi’ye göre başarı öncelikle kalıcı olmaktan geçiyor. İkincisi de istihdam yaratan bir başarı olmalı. FED’in enflasyonla mücadele programında en önemli göstergelerden birinin, istihdam yaratma olduğuna değinen Işın Çelebi, “Türkiye’de de istihdam yaratma kriterini enflasyonla mücadele programının yanına koymak gerekiyor. Üretim, istihdam demek zaten. Üretim, üretkenlik ve verimliliği sağlamak gerekiyor. Bu anlamda cari denge, cari açık vermekten ziyade, bu cari açığı nasıl finanse ettiğiniz ve bu finansmanı nerelerde kullandığımız önemli.” açıklamasını yaptı. Büyüme, üretkenlik ve verimliliğin döviz arzıyla ve yabancı sermaye girişiyle takviye edileceğini belirten Çelebi, Türkiye’nin yabancı sermaye girişini hızlandırması gerektiğine dikkat çekti. “Bunun için Türkiye’nin mutlaka hukuk altyapısını, yabancı sermaye ve dünyaya güvence verecek şekilde uluslararası hukuka uygun hale getirmeli. Bunu belirtmek benim vatandaşlık görevim. Bugün bu anayasa değişikliği tartışmaların başladığı bir dönemde bunu söylemeyi bir görev addediyorum.” dedi.

Işın Çelebi, buna ek olarak Türkiye’nin mutlaka gri listeden çıkması gerektiğine değinerek, Avrupa Birliği tam üyelik yolunda ısrarla ve kararlılıkla yürümenin önemine işaret etti. Çelebi, “Şimdi Avrupa Birliği üst yönetimi, Türkiye’yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke konumuna oturtmaya çalışıyor. Bunu aşmak ve tam üyelik yolunda da ısrarcı olmak lazım. 2005 ile 2010 arasında Türkiye’ye yabancı kaynak girişinin en yoğun olduğu dönemde, yıllık 20-25 milyar dolarlık döviz girişi ve yabancı sermayenin girişinin olduğu, direkt yatırımların yapıldığı dönemler de Türkiye’de enflasyonun %10’a düşmesini sağladı. Bundan örnek alarak, yabancı sermaye girişini mutlaka sağlamak zorunda. Bu da ancak Uluslararası hukuka uyumlu ve Avrupa Birliği tam üyelik yolunda adımlar atmakla gerçekleşebilir.” hatırlatmalarında bulundu.

“Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden”

Altınbaş Üniversitesinden Prof. Dr. Işın Çelebi, Türkiye’deki vergi adaletsizliğine değindiği konuşmasında, Türkiye’nin parasal politikalarını maliye politikalarıyla yani bütçe politikalarıyla desteklenmesini tavsiye etti. “Sadece para politikasıyla faizi, kuru sabitleyerek, ücretleri sabitleyerek enflasyonla mücadele programını tek başına yürütemeyiz. Bunu bütçe politikalarıyla ve maliye politikalarıyla bütünleştirmemiz lazım. Vergi konusu çok önemli. Türkiye gördüğüm kadarıyla gelir üzerinden vergi alan bir ülke. Vergi politikamızı, dolaylı vergilerle uyguluyoruz. Toplam vergi gelirlerinin %68’i de dolaylı vergilerden yani akaryakıttan aldığımız vergi, sigaradan aldığımız vergidir. Vergi adaletini bozan ve düşük gelir gruplarının vergi yükü altında ezilmesine yol açan bir sisteme sahibiz. Oysa biz vergiyi hem tabana yaymalıyız hem vergi oranlarını düşürerek geniş kitlelere vergi tabanını yayıp vergi alabilecek hale getirmeliyiz.” önerisinde bulundu.

“Finans sektöründeki muafiyetler ve istisnalar azaltılmalı”

Finans sektöründe büyük muafiyetler ve istisnalara dikkat çeken Çelebi, bunların mutlaka azaltılması gerektiğini kaydetti. “Vergi gelirlerini arttırmanın bir diğer yolu da kayıt dışı ekonomiyi, vergi sisteminin içine almak” diyen Çelebi’ye göre, vergi oranlarını düşürerek, vergide devrim yapılmalı. Tüm vergi sistemini ele alarak, biraz hafifletmeli. İşe düşük gelir gruplarına yük olan dolaylı vergileri azaltarak, %68’den %50’ye indirmeyi hedef alarak başlanmalı. Bu tür bir vergi reformuna Türkiye’nin acil ihtiyacı olduğunu ileri süren Çelebi, “Harcamalar üzerinden değil, gelir üzerinden vergi alacağımız bir sistem olmalı. Tabanı genişletebilmek ve adaleti sağlayabilmek önemli.é diye konuştu.

Işın Çelebi, ilk 3 aylık bütçe açığının 513 milyar liraya ulaşmasını da değerlendirerek, “Bütçe açığının, 2024 yılında 2,2 milyar TL’nin üzerinde olacağı öngörüldü. Şu anda mart sonu itibariyle 513 milyar TL’lik bir açık oluştu. Gördüğüm kadarıyla yıl sonu itibariyle 2 milyar TL’lik bütçe açığı programa uygun halde gidiyor. Bu noktada vergi gelirlerini arttırıcı reformlar yapılırsa, bütçe açığının hedeflenen doğrultuda gerçekleşeceğini düşünüyorum. Bunu da önemli buluyorum.” diye konuştu.

“Büyümeden vazgeçilebilir ama gelir dağılımı adaletli olmalı”

Cari açığın aylık 3,3, yıllık olarak da 31,8 olduğunu hatırlatan Çelebi, “Bu, geçen yıla göre yıllık bazda bir daralmanın sonucu. Ekonomiyi daraltarak, büyümenin %3’ün altına düştüğü bir durum gözüküyor. O bakımdan büyümeden vazgeçebiliriz. Ama gelir dağılımının adaletli olması ön planda olmalı. Yani büyümeden vazgeçtik, daraltıyoruz ekonomiyi. Oysa bir ekonomi, cari açık verdiği zaman dışarıdan kaynak temin etmeli. Çünkü ekonomik büyüme, dış kaynakla sağlanır, iç tasarrufla değil. Bu kadar cari açıktan korkmamak lazım. Eğer ihracatın ithalatı karşılama oranını da yüzde 80’lerin üzerine çıkarabilirseniz, bu cari açık problemini karşılayabilirsiniz.” önerilerinde bulundu. Çelebi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2023 Şubat ile 2024 Şubat dönemine dair açıkladığı listeye baktığınızda, ihracatta yaklaşık 400 milyon dolarlık bir artış olduğuna dikkat çekti. Buna karşılık ithalattaki daralmanın da Türkiye’nin büyümesinin durmasından kaynakladığını işaret etti. Bunun bir tercih meselesi olduğunu belirten Çelebi, sözlerini şöyle tamamladı; “Benim kişisel kanaatim, Türkiye % 3’ün altında bir büyüme çizgisine sahip olmamalı. Türkiye’nin döviz arzını arttıracak politikalardan vazgeçmemeli. Şimdi kurun enflasyona etkisinin, %50 olduğunu söyleyen bir görüş var. Bunun matematiksel modeli yanlış. Buna %100 karşıyayız ve katılmıyoruz. Bir iktisatçı ve matematikçi mantığıyla söylüyorum. Bunun enflasyona etkisi % 50 değil, % 10-15 gibidir. Kuru serbest piyasalara bırakmak lazım. Bu açıdan Merkez Bankası politikalarını gözden geçirmesi gerektiği kanaatindeyim.”

Okumaya devam et

EKONOMİ

Prof. Dr. BORATAV: Yerel seçim sonuçlarını değerlendirdi

Prof. Dr. Korkut BORATAV, BİRGÜN gazetesine 31 Mart yerel seçimlerini değelendiren bri röportaj yaptı: Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi?

Yayınlanma:

|

Yazan:

AKP’nin yenilgisinde yüksek enflasyon nedeniyle toplumdaki yoksullaşma etkili oldu mu? Olduysa uzun süredir artan yoksulluk ve hayat pahalılığı ülkenin gündemindeyken sizce neden 14 Mayıs seçimlerinde değil de şimdi etkili oldu?

Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimlerinin sınıfsal dökümünün karşılaştırılması henüz yapılmadı. Ama, on aylık süre içinde AKP galibiyetinin yenilgiye dönüşmesinde halk sınıflarında yoksullaşmayı sürdüren ekonomik etkenlerin belirleyici olduğu söylenebilir. Temel farkın yoksullaşma olgusunda değil, bu olgunun algılanmasında olduğunu düşünüyorum.

Oyların dağılımındaki değişimlerle ilgili bazı genel tespitler yapmakla başlayalım. Trakya’dan Adana’ya uzanan kıyı şeridinde, Güney-Doğu Anadolu’da, ayrıca Eskişehir ve Ankara’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan azınlıkta kalmıştı. Yerel seçimlerde Saray iktidarının azınlığa düştüğü coğrafyaya Karadeniz’den, İç-Ege’den ve Orta Anadolu’dan iller de eklendi.

On ay içinde yapılan iki seçime katılım oranı 5,7 puan geriledi. Bu gerilemenin partilere yansıması büyük ölçüde Saray’a dönük seçmen desteğinin erimesi biçiminde gerçekleşti. Bu tespit, 2019 ve 2024 yerel seçimleri karşılaştırıldığında somut olarak ortaya çıkıyor. Beş yılda AKP oyları 4,3 milyon azalmıştır. Kısmen 2024 seçimine katılmayarak; dörtte üçü de CHP’ye yönelerek…

Mayıs 2023 seçimi yapıldığında Türkiye’nin tüm emekçi katmanları, son yıllara damgasını vuran, enflasyonun hızlandırdığı ağır bir bölüşüm şokundan geçmekteydi. Bu şok, kentli nüfusun örgütsüz emekçi katmanlarında gelir düzeylerinin de erimesine yol açmış; mutlak yoksullaşma boyutuna ulaşmıştı. Bu vahim olgunun sorumluluğu açıkça iktidara düşmekteydi.

Bu olgu ve iktidarın sorumluluğu algılanmadıkça oylara yansıyamaz. Yoksullaşma ekonomi büyürken, istihdam artarken gerçekleşti; algılanması da bu yüzden güçleşti. Ama, algılanmayı frenleyen temel etken, bence, toplumun en yoksul katmanlarında tutucu-İslamcı ideolojinin hegemonyası olmuştur. Bu hegemonya başta eğitim sistemi olmak üzere devlet aygıtlarının, kamu kaynaklarınca beslenen İslamcı sermayenin, medyanın, cemaat-tarikat, AKP örgütlerinin 20 yıllık birikimli etkileri ile sağlanmıştı.

Mayıs 2023 ile Mart 2024 arasında değişen nedir? Olgular (özellikle enflasyon) ideolojik yanılsamayı aşındıracak boyuta ulaşmış olabilir. Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik yerel liderler önem kazandı; öne çıktı; “sahte, içi boş ideolojik söylemlerin kullanım tarihinin geçtiğini” açığa çıkardılar. CHP’de yönetim kadrosunun yenilenmesi de ayrıca etkili oldu.

4 yıllık seçimsiz dönemde AKP iktidarının ekonomide ve siyasal anlamda atacağı adımlar bekliyor. Anayasa tartışmaları yeniden gündeme gelir mi? Bu anlamda iktidarın alanı daraldı mı?

SHP’yi ilk parti konumuna getiren 1989 yerel seçim sonuçları, Turgut Özal dönemine son veren kritik aşamayı başlatmıştı. 2024 seçim sonuçları, Erdoğan dönemi için de benzer bir dönüm noktası olabilir.

Ekonomide ve siyasette iktidarın hareket alanı daralmıştır. İktidar, kısa vadeli iktisat politikalarında Mehmet Şimşek’in temsil ettiği reçeteye mahkûmdur. Bu yenilgi ortamında Saray’ın (özellikle Erdoğan’ın adaylığını mümkün kılan) bir anayasa değişikliği için siyasal enerji toparlaması mümkün görülmüyor.

Seçimsiz geçireceği dönemde gelir dağılımındaki bozulmaya ilişkin beklentileriniz nedir?

Mehmet Şimşek geleneksel neoliberal reçeteyi uyguluyor; enflasyona daraltıcı politikalarla son vermeyi öngörüyor. Temel araçlardan biri, emek gelirlerinin bastırılmasıdır. Şimşek de ekonomi yönetimini devraldığı günden bugüne “gelirler politikasını” ısrarla vurgulamaktadır.

Bugünkü ekonomik ortam, 1990’lı yılların yüksek enflasyonuna benzemektedir. 1998 sonrasında kapsamlı bir IMF programı o enflasyona son verdi. Ekonomiyi iki yıl (1990 ve 2001’de) küçülterek ve AKP’yi iktidara getiren bir toplumsal bunalım yaratarak…

Şimşek’in programı da benzer bir senaryoyu içeriyor: Ücretler, emekli gelirleri enflasyonun gerisinde seyredecek; parasal daralma ve eşitsizlikleri artıran bir malî disiplin iç talebi çökertecek; ekonomi küçülecektir. Emek payının gerilemesine istihdam kayıplarının yaratacağı ilave yoksullaşma eklenecektir. 2002’de IMF programları içinde iktidar değişikliğine yol açan ekonomik, toplumsal ortamın bir benzeri tekrar oluşacaktır.

Seçim sonrası ekonomi yönetiminden gelen ilk açıklamalarda mevcut ekonomik reçetenin uygulanmasına devam edileceği yönünde. Büyük yenilgi yaşamış iktidar durgunluk ve ekonomide küçülmeyi göze alabilir mi?

Mevcut reçete durgunlaşma ve küçülme içeriyor. Erdoğan’ın temsil ettiği Saray iktidarı, bu reçeteyi içeren dört yıl boyunca sabretmeyi becerebilecek mi? Yerel seçim sonuçlarının yarattığı ortam, yeniden aday olmasına imkân veren bir anayasa değişikliğini gündem-dışına taşımıştır.

2015 sonrasında Saray, “ne pahasına olursa olsun büyümeye” öncelik verdi; şirketlere dönük bir kredi pompalaması ile neoliberal istikrar ilkelerini çiğnedi. Uluslararası finans kapital bu sapkınlığı “cezalandırmadı”; dış kredi akımlarını sürdürdü. Ekonomi bu sayede büyüdü; ama ağır bir bölüşüm şoku yaratarak… Önceki politikalara dönüşe izin verilmeyeceğini uluslararası finans çevreleri bugün açıkça vurgulamaktadır. Dış kaynak akımlarının tıkanması onların elindedir; bir ödemeler dengesi ve dış borç krizi anlamına gelir.

Bu uyarılar nasıl bir gelecek öneriyor? Şimşek programı sonunda enflasyon son bulacaktır; ama 2002’deki Ecevit koalisyonunu iktidardan uzaklaştıran ekonomik ortamın (toplumsal bunalımın) bir benzerini yeniden yaratarak…

En geç 2028’de “yeni”, yani AKP’yi içermeyen bir iktidar, ekonomiyi onarmaya başlayacaktır. Bu tür bir “onarma”nın ekonomik çerçevesi IMF’nin Türkiye için orta dönemli öngörülerinde yer alıyor: “Ilımlı” (yüzde 3 civarına yerleşen) bir büyüme temposunun sağlayacağı istikrar senaryosu tasarlanıyor… İşsizlik, cari işlem açıkları, enflasyon oranları da istikrar içinde (“ılımlı”) seyredecek; dış kaynak girişleri bu ortamın sürdürülmesini mümkün kılacaktır. Şimşek programının bitiminde oluşan toplumsal bunalım ortamını sürekli kılan bir durgunlaşma… Türkiye’nin 2028 ve sonrası için bu ekonomik ortam önerilmektedir…

Büyük bir zafer elde eden muhalefetin en büyük vaadi sosyal yardımlar oldu. Türkiye artık sosyal yardıma bağımlı bir ülke mi oluyor? Bu durumun bir tehlikesi var mıdır?

İktidarın makro-ekonomik politikalarının sistematik olarak emek-karşıtı olduğu bir ortamda muhalif yerel yönetimler telafi edici sosyal yardımlara öncelik vermek zorundadır. Sorudaki tespit, bu zorunluluktan kaynaklanıyor.

Öte yandan, bugünkü ortamı yaratmakta olan neoliberal/Şimşek programına karşı iktidara adaylığı üstlenmiş olan CHP’nin, yerel yönetimlerin dışında tüm Türkiye için tasarlayacağı alternatif önem taşıyor. Yukarıda betimlediğim neoliberal durgunlaşma modeline teslimiyet olasılığı gündemdedir. Bu yönelişin dış siyasette ABD yörüngesine sürüklenmeyi içeren bir seçenekle bütünleşmesi söz konusu olabilir.

Sol, sosyalist, devrimci, Cumhuriyetçi iktisatçılar, sosyal bilimciler, uzmanlar, emekli diplomat ve subaylar Türkiye’nin bu ikili teslimiyet cenderesine sürüklenmesine karşı dinamik alternatifleri tartışmak, oluşturmak durumundadır. İktidara aday olan CHP tabanında, örgütlerinde, bugünkü yönetimi içinde de aynı arayış vardır. Bunların eşgüdümü, mümkünse birleştirilmesi önemlidir.

Türkiye, çeyrek yüzyıla yaklaşan gri/karanlık bir dönemden geçti. Karanlığa kökten itiraz, Haziran 2013’te Gezi kalkışması ile ortaya çıktı; güncel siyasete taşınamadı. Sahipsiz kaldı.

2019 ve Mart 2024 yerel seçimleri, bu itirazın canlı devamıdır; hayatiyetinin sürdüğünü göstermiştir. Bir anlamda “geçici bir adres olarak, adeta kendiliğinden” CHP’ye yönelmiştir. CHP’nin bu yönelişi hak etmesi, özümsemesi büyük önem taşıyor. Sadece CHP’nin değil, tüm Cumhuriyetçi Sol’un sorunudur. Elbirliğiyle katkılar gereklidir.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Mart ayı bütçe görünümü

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı. İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili.

Yayınlanma:

|

Mart ayı merkezi yönetim bütçe gerçekleşmeleri açıklandı. Genel görünüm, bütçe gelir ve giderlerinde uyumdan uzaklaşıldığına, mali disiplinin sağlanabilmesindeki zorluklara işaret ediyor.

Öncelikle mali disiplin açısından iki temel göstergeye bakalım: İlki bütçe açığı. Mart ayı bütçe açığı şubat ayına göre yüzde 36 oranında artarak 209 milyar TL’ye ulaştı. Üç aylık kümülatif bütçe açığı ise 513,5 milyar TL oldu. Oysa 2023’ün aynı ayında bütçe açığı 47,2 milyar TL idi.

Mali disiplinin diğer göstergesi de faiz dışı denge. Bütçe açığından iç ve dış borç faiz giderleri düşüldüğünde denge ya da fazla elde ediliyorsa, borçluluğun yarattığı faiz ödemeleri bütçe üzerinde baskı yaratmıyor demektir. Tersi durumda, yani faiz dışı açık varsa borç düzeyine ve faiz yüküne bakmak gerekir.

En son 2017 yılında faiz dışı fazla elde edilmişti. Faiz dışı açık geçen yıl 1,3 trilyon TL’yi aşmış ve bütçe tahmininin iki katı olarak gerçekleşmişti. 2024 yılı bütçe tahmininde de faiz dışı açık 1,4 trilyon TL.

Ama sadece bir ayda bütçedeki borç faiz giderleri yüzde 37 oranında artış gösterdi. Öte yandan brüt dış borç stoku 500 milyar dolara ulaşırken, iç borç stoku son bir yılda 1 trilyon TL daha artarak 4 trilyon TL’yi aştı.

2024 mart ayından itibaren iç ve dış borç faiz ödeme projeksiyonunu gösteren aşağıdaki grafikleri incelerseniz, bu yılki bütçe tahmininin oldukça üzerinde bir faiz dışı açıkla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır.

Bütçe gelir ve giderlerinin her kalemi incelenmeyi hak ediyor ama gelen son verilerden biri, bir dönem bütçe giderleri arasında yer alan oldukça tartışmalı KKM kur farklarını hatırlattı.

İşte o veri TCMB 2023 zararı ile ilgili. 2021’de 57,5, 2022’de 72 milyar TL kâr açıklayan TCMB, 2023 yılını 818,2 milyar TL zararla kapattı.

2023 ağustos ayına kadar TL’den KKM’ye dönenlerin kur farkları bütçeden ödenirken, dövizden KKM’ye dönenlerinki TCMB tarafından karşılandı. TL’den dönen mevduata 2022 mart-2023 temmuz arasında kur farkları bütçeden ödendi, en son temmuz 2023 itibariyle bütçeden 34,5 milyar TL’lik ödeme yapıldı.

Sonra Ağustos 2023’te TL’den dönen KKM’nin ödemelerini TCMB üstlendi. Çünkü genel seçimler bitmiş ve TL’de değer kaybı başlamıştı. Dolar/TL genel seçimler öncesinde (13 mayıs) 15,5 TL’den, iki ay sonra (13 temmuz) 26 TL’nin üzerine çıkmıştı.

OVP’ye göre bütçe açığının GSYH’ye oranı zaten deprem harcamaları öngörülerek yüzde 6,4 olarak yüksek programlanmıştı. Ancak bütçe bu kur artışı karşısında KKM’nin yükünü daha fazla taşıyamayacaktı.

TCMB de o esnada genel seçimler sonrasında artık sıkı para politikasına geçmişti. Politika faizini kademeli olarak arttırıyor, ardından mevduat faizi de arttıkça TL’ye güven tesis edilmesini bekliyordu. Bu ortamda KKM hesapları hızla çözülecekti. Para ikamesi son bulacaktı.

Ancak 2021 aralık ayı sonunda kur riskine karşı kendisine güvence arayanlar için bir finansal araç olan KKM, ulaştığı hacimle ve çözülme sürecindeki zorluklarla gündemde kaldı. Enflasyon da düşmedi, para ikamesi devam etti. Ekonomiye güven oluşmadıkça döviz KKM’ler varlığını devam ettirdi. Şimdi izlerini en son TCMB zararında görebiliriz. Bu zararda KKM kur farkının kaç milyar TL olduğu kadar, ekonomiye olan güvensizlik ve gelir dağılımında adaletsizliğin boyutu ve izleri de önem taşıyor.

Mart ayı bütçe açığını görünce insanın aklına geliyor. Peki TL’den ya da dövizden dönen KKM kur farkları bütçeden ödenseydi ne olurdu?

MB, Kamu Borç Yönetimi Raporu, Mart, 2024

Prof.Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

KATEGORİ

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

KRIPTO PARA PİYASASI

BORSA

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.paravitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.