✔ Enflasyonun suçluları yargılanırken hakim “Suçlu kalk” dese ayağa ilk fırlayacak döviz olur. Çünkü Türkiye’de her kur artışı, enflasyon getiriyor.
✔ Merkez Bankası perşembe günü kuru zıplatacak bir karar alırsa bizim fahiş fiyat denetimini daha da uzatmamız gerekir.
Bir fahiş fiyat tartışmasıdır gidiyor. Sanki enflasyon bu düzeylere ilk kez gelmiş gibi… Sanki enflasyonun bu düzeylere gelmesi kimler olduğu bir türlü bilinemeyen, belirlenemeyen gizli ellerin işiymiş gibi…
Ama kabul edelim bu sefer bir fark var. En azından sorumluların kimler olduğu daha somut bir şekilde dile getiriliyor.
Aracılar ve fırsatçılar; belli ki fiyatları yükseltenler onlar.
Peki fiyatların böylesine yükselmesine yol açan hükümetin ta kendisi olmasın!
Saçma mı geldi; “Hükümet fiyatların artmasını ister mi” diye bir düşünce mi aldı sizi?
Elbette “Fiyatlar artsın” düşüncesiyle yola çıkılmıyor, hareket edilmiyordur. Ama ya uygulanan yanlış politikalar bu sonucu doğuruyorsa?
Fiyatlar niye artar?
Önce şu basit soruya yanıt arayalım:
“Fiyatlar niye yükselir?”
Temelde iki neden vardır; arzın talebi karşılayamaması durumu, yani talep enflasyonu ve maliyetlerin çok hızlı artması, yani maliyet enflasyonu.
Bu iki nedenin dışında para arzındaki artış ve enflasyon beklentilerinin bozulması da enflasyona yol açar tabii ki.
Son dönemde Türkiye’de fiyat artışlarının hızlanmasına herhalde talep enflasyonunun yol açtığı söylenemez. Geriye kalıyor, maliyet enflasyonu.
Türkiye’de üretim maliyeti üstündeki en büyük baskı kaynağı çok belli değil mi, döviz kuru.
Zurnanın zırt dediği yere geldik işte!
Peki kuru kim artırıyor?
Türkiye’de enflasyonun en önemli nedeni çoğunlukla ama çoğunlukla döviz kurunun artması olmuştur.
Dolayısıyla Türkiye ekonomisine kötülük etmek isteyenin döviz kurunu artırması yeter!
Artır döviz kurunu, yaslan arkana ve seyret olan biteni!
Yönetimde olanlar elbette “Şu döviz kurunu bir artıralım da ekonomi alt üst olsun, fiyatlar tırmanıp gitsin” diye düşünmüyordur.
Niyet kötü değildir tabii de icraat yanlışsa ve sonuçta fiyatların tırmanması durumuyla yüz yüze kalınıyorsa… Son dönemde olduğu gibi…
Söz grafiklerde…
Bugün dolar kuru ile Yİ-ÜFE’nin seyrini gösteren iki grafik hazırladık. Grafiklerin birinde 2018 yılı başından bu yılın ağustos ayına kadar olan üç buçuk yılı aşkın sürede dolar ve Yİ-ÜFE’nin ay ay yıllık değişim oranlarına yer veriyoruz. Diğer grafikte ise 2017 yılının aralık ayını 100 kabul ederek dolar ve Yİ-ÜFE için bir endeks oluşturarak iki büyüklüğün ne ölçüde birlikte hareket ettiğini gözlemeyi amaçladık.
Dolar ve üretici fiyatların yıllık değişimi, aradaki paralelliği somut bir şekilde ortaya koyuyor. Yeri gelmişken belirtelim, üretim maliyetindeki artış kendini öncelikle üretici fiyatlarında gösterdiği için TÜFE’yi değil, Yİ-ÜFE’yi esas aldık.
Doların yıllık değişim anlamında zirveye çıktığı ay 2018’in eylülü. Oran yüzde 84’ü bulmuş. Malum, rahip krizinin tırmandığı dönem. Krizi tırmandıran kim; önce “Rahibi bırakmayacağız” diyen, kur yükselmeye başladığında faizi artırmayan ve kuru bu düzeye getiren, ardından onca laftan sonra rahibi bırakıp faizi bu sefer yüzde 24’e çıkaran ve kur tortusu kaynaklı enflasyona bizi mahkum eden yönetim.
Dolardaki yıllık artışın yüzde 84’e dayandığı eylül ayında yıllık Yİ-ÜFE artışı da yüzde 46’yı geçmiş.
Acaba bir kişi de çıkıp “Kur ve Yİ-ÜFE artışının aynı ay rekor kırması tesadüftür” diyebilir mi?
Rahip binmiş uçağa ülkesinin yolunu tutmuş, faiz yüzde 24, kur düşmeye başlamış, ne tesadüf Yİ-ÜFE de!
2019’un kasımına gelmişiz, dolar bir yıl öncesinin yüzde 10 altında, Yİ-ÜFE’deki yıllık artış da yalnızca yüzde 2.5. Bu oranlar da tesadüf değil mi!
2021 ve 2021’de gidişat niye değişti?
2020 yılıyla birlikte dolardaki yıllık değişim, üretici fiyatların üstüne çıktı ve bu durum yıl boyunca sürdü. Bunun en büyük nedeni hiç kuşku yok ki pandeminin yarattığı sıkıntılardı. Neredeyse tümüyle duran ve üretmeyen bir sanayi vardı, sağlıklı bir fiyat oluşumu bile söz konusu değildi.
Üretici fiyatları 2020’nin ortasından itibaren daha hızlı artmaya başladı. Ne var ki kur artışını dizginlemek mümkün olmuyordu ve Merkez Bankası›nda kasım ayı operasyonu yapıldı. Bu operasyon, çoğu doğru operasyon gibi uzun ömürlü olmadı ve marta geldik. 7 liraya kadar gerileyen doları, yeni bir operasyonla yüzde 20’den fazla artırdık.
Son bir yıldaki değişim anlamında kur ve Yİ-ÜFE giderek ayrışıyor. Nedeni belli; geçen yılki kur yükü fiyatları hala yukarı itiyor. Kurdan başka etkenler de var elbette; bazı emtia fiyatlarında artışlar da yaşanıyor.
Etken kalmazsa biz devreye giriyor, örneğin elektrik ve doğalgaza yüklü zamlar yaparak boşluğu dolduruyoruz!
Kaldı ki kurda son dönemde başlayan artış uzun soluklu olur ve perşembe günü bu yangına yeni odun atarsak, Yİ-ÜFE’de baz etkisi kaynaklı bir yavaşlama belki görürüz ama belirgin bir gerileme görme şansımız olmaz.
PERŞEMBEDEN SONRA BİZİ NE BEKLİYOR?
Merkez Bankası perşembe günü ne karar alır; bunu bilmek pek mümkün değil. Bu konuda Merkez Bankası’nda bile net bir görüş oluştuğunu pek sanmıyoruz.
Bizim tahminimize gelince… Merkez Bankası faizi muhtemelen değiştirmeyecektir. “Manşet enflasyon yerine çekirdek enflasyon gözetilmeli” çıkışından sonra oluşan “Herhalde faiz inecek” tahminleri bu şekilde boşa çıkarılmak istenebilir.
Siyasetin yoğun baskısı altında olduğu tartışma götürmeyecek durumda bulunan Merkez Bankası, faizi sabit tutarak en azından görünürde bağımsızlığını da korumuş olur.
Peki doğru adım nedir? Pek gündeme getirilmeyen faiz artışı olabilir mi? Eski söylemler, yani “Politika faizi enflasyonun altında kalmayacak” söylemi hala savunuluyor olsaydı tabii ki artış beklenebilirdi. Ama sanki “Manşeti değil çekirdeği dikkate almak gerekir” söylemi, biraz da faiz artışı beklentisini törpülemek için ortaya atılmış gibi. Bunda başarılı da olunmadı değil.
Ama Merkez Bankası tutar perşembe günü faizi indirirse, isterse çeyrek puan olsun hiç önemi yok, bir faiz indirimine giderse, mevcut enflasyonla makas daha da açılacaktır. Yıllık enflasyonun eylül ve sonrasında gerileyeceğine dönük bir işaret de bulunmamaktadır. Sanıldığı gibi Yİ-ÜFE’den TÜFE’ye olan etki de öyle büyük ölçüde gerçekleşmiş değildir.
Merkez Bankası faizi indirip piyasada biraz canlılık sağlayabilir. Ama kurun zıplamasıyla birlikte haliyle enflasyon da tırmanışa geçeceği için biz fahiş fiyat denetimlerinin süresini daha da uzatmak zorunda kalabiliriz.
21 Haziran 2025 tarihli Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) basın duyurusu ile makroihtiyati çerçevede yapılan değişiklikleri ve bunların Türk lirasına geçişi destekleme amacı ile değişikliğe gitti:
Düzenlemelerin anlamını madde madde şöyle açıklayabiliriz:
1. TL Mevduat Payı Hedefleri
Gerçek kişi TL mevduat oranı %60’ın altında olan bankalar için hedef artırıldı.
%60-%65 arasında olan bankalara ise aylık %0,4 puan artış hedefi getirildi.
Bu düzenleme, bankaların TL mevduat toplamını artırmalarını teşvik ediyor. TL’ye geçiş hızlandırılmak isteniyor.
2. KKM Zorunlu Karşılık Oranı Arttırıldı
Kur Korumalı Mevduat (KKM) için zorunlu karşılık oranı %33’ten %40’a çıkarıldı.
Yani bankalar artık daha fazla karşılık ayırmak zorunda, bu da KKM’yi daha maliyetli hale getiriyor.
Dolayısıyla KKM’den çıkış teşvik ediliyor, TL vadeli mevduata geçiş isteniyor.
3. KKM Faiz Sınırlaması Gevşetildi
KKM hesaplarında uygulanabilecek asgari faiz oranı, politika faizinin %50’si yerine %40’ı olarak belirlendi.
Bankaların KKM’ye uygulayacağı faiz düşürülebilecek. Yine KKM’nin cazibesi azaltılıyor.
4. KKM’den TL’ye Geçiş
KKM’den TL mevduata geçişi teşvik için hedef korunurken, KKM’nin yenilenmesi sınırlandırılıyor.
Bu, KKM’den TL’ye dönüşü zorunlu ve sürekli hale getirmeye yönelik bir adım.
5. TL Mevduata Geçişi Kolaylaştırıcı Adım
1 aydan uzun vadeli ve değişken faizli TL mevduat açılmasına izin verildi.
Günümüz finans dünyasında yatırımcılar adeta birer kriz savaşçısı haline geldi. Son 30 yılda yaşanan ekonomik, jeopolitik ve finansal sarsıntılar, yatırımcıların reflekslerini keskinleştirdi, risk algılarını yeniden şekillendirdi. Ancak bu “alışma” hali bir bağışıklık mı yoksa rehavet mi, tartışmaya açık.
Şoklara bağışıklık mı kazandık?
Yatırımcılar artık krizleri sadece endişe verici gelişmeler olarak değil, fırsat alanları olarak da görebiliyor. Bunun başlıca nedenleri:
Merkez bankalarının krize müdahale refleksleri güçlendi. “FED put” olarak adlandırılan politika sayesinde yatırımcılar diplerde alım yapma cesaretini artırdı.
Davranışsal finans bilgisi yayıldı; sürü psikolojisi daha bilinçli değerlendiriliyor.
Portföy çeşitliliği arttı: Hisse senetleri, altın, kripto, emtia gibi alternatif yatırım alanlarına yönelim yükseldi.
Ancak bu bağışıklık yanıltıcı olabilir. Tarih defalarca gösterdi ki her yeni kriz kendi doğasını taşır ve eski çözümler her zaman işe yaramaz.
Yakın tarihteki büyük piyasa şokları
Aşağıdaki tablo, son 35 yılda yatırımcıların karşı karşıya kaldığı önemli piyasa şoklarını özetliyor:
Yıl
Olay
Etkisi
1987
Kara Pazartesi
Dow Jones %22 düştü. Panik satışlar algoritmik işlemleri tetikledi.
1997
Asya Krizi
Tayland’dan başlayan kriz Asya borsalarını çökertti.
1998
Rusya Krizi – LTCM
Hedge fonların sistemik riski ortaya çıktı. FED müdahale etti.
2000
Dot-com Balonu
Teknoloji hisseleri %70’ten fazla düştü. Nasdaq çakıldı.
2008
Küresel Finansal Kriz
Lehman Brothers battı, dünya resesyona girdi.
2010–2012
Avrupa Borç Krizi
Yunanistan ve Güney Avrupa ekonomileri sarsıldı.
2016
Brexit
Sterlin tarihi düşüş yaşadı. Avrupa’da birlik tartışıldı.
2020
COVID-19
Piyasalar çöktü. Petrol negatife indi. Genişlemeci politikalar devreye girdi.
2022
Ukrayna-Rusya Savaşı
Enerji ve tarım fiyatları patladı, küresel enflasyon başladı.
2023
Bankacılık Krizi (SVB, Credit Suisse)
Bankacılık sistemine güven sorgulandı. Risk iştahı azaldı.
2024–2025
İran-İsrail Gerginliği
Orta Doğu kaynaklı jeopolitik risk yeniden fiyatlandı.
Yatırımcının yeni refleksleri
Günümüz yatırımcısı geçmişe kıyasla daha stratejik davranıyor:
“Buy the dip” (düşüşte al) mantığı benimsendi.
Hızlı portföy rotasyonu ve likiditeye yönelim arttı.
Algoritmik işlemler sayesinde tepkiler daha hızlı ancak daha volatil.
Tehlike: krizlere alışmak
Yatırımcılar krizlere alıştıkça, bazı tehlikeli eğilimler de doğuyor:
Rehavet: “Nasıl olsa merkez bankaları kurtarır” düşüncesi hâkim olabilir.
Aşırı risk alma: Kriz sonrası sert yükselişler beklentisiyle riskli varlıklara aşırı yönelim.
Gerçek risklerin göz ardı edilmesi: Jeopolitik ya da yapısal riskler yeterince fiyatlanmıyor olabilir.
Bağışıklık mı, körlük mü?
Yatırımcılar şoklara karşı daha hazırlıklı olabilir ancak bu hazırlık, rehavete dönüşmemeli. Finansal sistem her zaman yeni riskler üretmeye devam eder. Bugün yaşanabilecek bir jeopolitik kriz, iklim krizi, siber saldırı veya küresel borç sorunu, piyasaları yeniden sarsabilir.
Bu nedenle yatırımcı için en önemli kural hâlâ geçerli:
“Geçmişteki krizleri hatırla, ama bir sonrakinin farklı olacağını unutma.”
FED Başkanı Powell’ın yüksek belirsizlik ortamında temkinli davranarak, Trump’ın tarifelerinin etkileri netleşmeden faiz indirimi yapmadığı hatta “şu an ne olacağını kimse bilmiyor, biz de bekleyip göreceğiz.” dedi olağan toplantısının ertesi günü, İsviçre Merkez Bankası politika faizini 25 baz indirerek üç yıl önceki %0 seviyesine geri çekti. Norveç Merkez Bankası ise dün sürpriz bir şekilde politika faizini 25 baz puan indirerek %4,00 seviyesine çekti. Bu, bankanın 2020’den bu yana gerçekleştirdiği ilk faiz indirimi oldu. İngiltere Merkez Bankası ise faizini beklendiği üzere %4,25 seviyesinde sabit bırakırken, gevşemeye açık kapı bırakması dikkat çekti.
Akabinde sahneye çıkan TCMB, jeopolitik gelişmeleri ve tarife savaşlarının getirdiği belirsizliğe işaret edere politika faizini %46 seviyesinde sabit bırakırken, beklentimizin aksine faiz koridorunu simetrik bir hâle de getirmedi. Mevcut belirsizlik ortamında, ihtiyaç olması durumunda, borç verme faizi oranını %49 seviyesinde bırakarak aslında 300 baz puan ilave sıkılaşma esnekliğini korudu. Son günlerde AOFM, TCMB’nin politika faizi olan %46 seviyesine gerilerken, dün BIST repo faizi (TLREF) ise %47 seviyesine yükseldi.
Tansiyonun artmadığı günlerde iş gören faizin %46’ya yeniden gerileyeceğini düşünüyoruz. TCMB’nin şahin bir duruş sergilemesine rağmen, eğer işler önümüzdeki 45 gün içerisinde ‘çirkinleşmezse’, Temmuz toplantısında kuvvetli bir faiz indirim ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu düşünüyoruz! Biraz daha büyük resimden bakarsak, Temmuz’da en az 350 baz puan faiz indirimi beklerken, sene sonu politika faizinin %35 seviyesine gerilemesini bekliyoruz.
Dönelim kararın piyasa yansımasına… USDTRY kuru dün gün 39,25 seviyelerinde tamamlaması ardından bu sabah, pazartesi valörlü işlemlerde, gerek üç günlük fonlama maliyet gerekse de hafta sonu riski almak istenmemesi nedeniyle ilk işlemlerin 39,65 seviyelerinden eşleştiğini görüyoruz. Yüksek faiz ortamının şirketler üzerinde baskı kurması, finansman maliyetlerinde artışın yarattığı kârsızlık sorunu, üzerine tuz biber olan jeopolitik gelişmeler ve petrol fiyatlarının yüksek seyri, hisse senedi cephesinde havanın bozulmasına neden oldu: BİST100 endeksi günü %1 düşüle tamamlarken, haftanın genelinde şimdilik %2,25 düşüş sergiledi. Ana endekste aşağıda 9,000 yukarıda ise 9,700 oyun sahasının çizgilerini temsil ediyor. Kırdığı yöne doğru hareketin ivme kazanmasını bekliyoruz. CDS risk primi bebek adımları ile 315 baz puan seviyesine yükselirken, TCMB’nin şahin duruşuna paralel iki yıl vadeli gösterge tahvil basit faizi yeniden %40 seviyesinin altına geriledi.
Türkiye ile ilgili paragrafı kapatmadan, TCMB ve BDDK’nın haftalık verilerine de bakmak isterim. 13 Haziran ile sona eren haftada, yurt içi yerleşiklerin parite etkisinden arındırılmış döviz hesapları (DTH) 2,9 milyar dolar artış kaydetti. Bu rakam bir önceki hafta yine kurumsal müşteriler kaynaklı 2,6 milyar dolar azalmıştı. Bu nedenle çok fazla anlam yüklemek istemedik. BDDK verisine göre, KKM hacmi 5,2 milyar TL azalışla 566 milyar TL seviyesine geriledi. KKM hacmi çok küçüldüğünden azalış hızı da iyice ivme yitirdi. KKM’nin toplam mevduat stokundaki payı %2,5 seviyesine gerilerken, DTH ve KKM’nin toplamdaki payı ise önceki haftaya göre önemli bir değişim göstermeden %41 oldu (TL payı ise ~ %59). TCMB’nin 18 Haziran valörlü işlemlerinde net yabancı para pozisyonu yaklaşık 0,6 milyar dolar artışla manşet rakam 24,3 milyar dolar seviyesine geldi (bakınız grafik). Daha geniş bir açıdan bakarsak, sene sonunu ile siyasi iklimin değiştiği 19 Mart arasında 22 milyar dolar biriktiren TCMB, 19 Mart ile 28 Nisan arasında 50 milyar dolar rezerv kaybetmesi ardından yeniden yavaş yavaş rezerv biriktirmeye çabaladığını görüyoruz. Yabancıların menkul kıymet pozisyonu net anlamda 1,1 milyar dolar iyileşirken, hisse senetlerine ilginin yeniden tırmandığını da not edelim.
ABD piyasalarının Juneteenth tatili nedeniyle kapalı olması, Asya seansına net yön vermedi. Bu sabah ABD vadeli işlemlerinde %0,25 oranında düşüşler göze çarparken, yeni gün başlangıcında Pasifik’in diğer ucunda ise iyimser bir seyrin hâkim olduğunu görüyoruz. Kore ve Hong Kong borsaları %1’in üzerinde yükselirken, gösterge endeks Tokyo borsası, güçlenen YEN nedeniyle yatay bir seyir izliyor. Japonya’da Mayıs ayında çekirdek enflasyon gıda fiyatlarının öncülüğünde yıllık %3,7’ye yükselerek son iki yılın zirvesine çıktığını ve merkez bankasının hedefinin üstünde kalmaya devam ettiği görüyoruz.
İsrail-İran savaşının şiddetlenmesi ve Trump’ın olası ABD müdahâlesine yönelik kararını iki hafta içinde açıklayacak olması, küresel piyasalarda temkinli iyimser bir seyre yol açtı. Petrol fiyatları jeopolitik risklerle desteklense de, Brent bu sabah %2,5 düşüşle 76,80 dolar seviyesine geriledi (son üç haftada yükseliş %19). Benzer bir etkinin kıymetli madenler cephesinde de etkili olduğunu görüyoruz. Altının ons fiyatı hafta genelinde %2,25 düşüşle 3,350 dolar seviyesine gerilerken, gümüşün ons fiyatı ise hafta başı 37,30 dolar seviyesine kadar yükselmesi ardından 35,80 seviyesine geri çekildi. Benzer bir şekilde riskin arttığı son günlerde değer kazanan dolar da (DXY) bu sabah kazanımlarını geri verdi.
Bu arada haftaya yapacağım sunum için çalışırken, Hürmüz Boğazı’nı ve İran’ın ihracatı hakkında derinlemesine araştırma yaptım. ABD ile Çin arasında başlayan jeostratejik rekabetin tetiklediği tarife savaşları tüm haşmetiyle devam ederken, İran’ın ihraç ettiği petrolün %90’ını kim alıyor biliyor musunuz? Evet, Çin! Büyük resimde, daha önce de değindiğim üzere, İsrail’in son dönemde Hamas ve Hizbullah gibi örgütlere yönelik artan operasyonel baskısı, İran’ın askeri ve nükleer altyapısına doğrudan saldırı ile uzun süredir beklenen ancak ertelenen rejimi devirme sürecinin fiilen başlaması, Suriye, Lübnan ve Irak gibi ülkelerdeki güç boşluklarını hep birlikte geniş bir açıdan değerlendirmek gerekiyor. Bu yeni tablonun şimdilik enerji fiyatları ve güvenlik politikaları üzerinden Türkiye’ye olumsuz etkisi ön planda olsa da, İran’ın etkisinin zayıflaması, Türkiye’nin diplomatik ve jeopolitik manevra alanını genişletebilir. Suriye’nin kuzeyindeki terör yapılarının tasfiyesi, PKK’nın silah bırakma sürecinin hızlanması ve belki de Kıbrıs’a kadar uzanacak daha dengeli bir diplomasi ortamının oluşması gibi olumlu gelişmelerin de önünü açabileceğini düşündüğümüzün altını bir kez daha çizmek istiyoruz. Tüm bu gelişmelerin belki de en dikkat çekici sonuçlarından biri ise, Çin’in enerji arz güvenliği açısından daha kırılgan ve dışa bağımlı hâle gelmesidir.
Mali piyasaların gündeminde bugün Türkiye cephesinde tüketici güven endeksi ve merkezi yönetim borç stoku, dışarıda ise İngiltere’de perakende satışlar ve ABD Philadelphia FED endeksi takip edilebilir. Herkese güzel bir hafta sonu dileriz.
TCMB net döviz pozisyonu (tüm swaplar ve hazine dövizleri hâriç)