Enflasyondaki artış eğilimi dünyada bir çok kişinin canını yakarken, bu yeni dünyaya uygun terimler de hayatımıza girmeye başladı.
Bunlardan biri “shrinkflation”. Bunun birebir Türkçe karşılığı yok, ancak en basit haliyle bir malın fiyatını sabit tutarken gramajını azaltmak diye çevirebiliriz. Bu yakın zamanda marketlerde bazı ürünlerde görmeye başladığımız ve tüm dünyada da yaygın olan bir yöntem. Örneğin daha önce kilosunu 10 TL’ye aldığınız bir şeyin şimdi 900 gramını 10 TL’ye alıyorsanız alım gücünüz düşmüştür, aynı paraya daha az mal alıyorsunuz demektir ve bu da enflasyondur.
Yaşamlarımıza yeni giren bir başka terim de “skimpflation”.
Yine tam Türkçe karşılığını bulmakta zorlandığımız bu terim de aynı malı bu kez hizmet kalitesini düşürerek sunmak anlamına geliyor. Mesela her zaman gittiğiniz lokantada garsonu yakalamak için daha çok beklemek zorunda kalıyorsanız, uçuşlarınızda sürekli rötarlar oluyorsa, çoluk çocuk eğlenmek için gittiğiniz lunaparkta çarpışan arabalar bölümü sebepsiz yere kapalıysa, otelinizde
kat hizmetleri günde iki değil bire düşmüşse işte bunlar hep “skimpflation”. Aslına bakarsanız bunu daha çok küçük işletmelerde görüyoruz, zira pandemi nedeniyle artan maliyetler, eleman bulma zorluğu bu işletmeleri ayakta kalmak için buna zorluyor. Öyle ya da böyle bu da bir çeşit enflasyon, zira aynı paraya daha az hizmet alıyoruz.
Daha önce defalarca paylaştığım üzere dünya ekonomisi geçmiş 20-30 yıla göre çok daha farklı bir durumda, o yüzden klasik enflasyon analizleri ve hatta klasik enflasyonla mücadele yöntemleri faydasız. Bunun doğrusu nedir, ne yapmak lazım gibi tartışmalar çok daha uzun bir süre bizimle olacak ve belki de ekonomi bilimine yeni bir peygamber* gelene dek de net bir çözüm bulamayacağız. Ancak içinde bulunduğumuz ortam düşündüğümüzden çok daha uzun bir süre, daha zayıf bir alım gücüne ve daha düşük bir hizmet kalitesine yol açacak. Bunun doğal bir sonucu olarak da buna uygun yeni ekonomik terimler öğrenmeye devam edeceğiz.
Akademik tartışmaları bir yana bırakıp daha dünyevi, daha kısa vadeli olaylara dönersek ana konu yine enflasyon, zira enflasyon konusu dünyada can sıkıcı bir hal almaya başladı. Geçen hafta dünyanın en büyük 3 ekonomisi (ABD, Çin, Japonya) enflasyon verilerini yayınladılar. Her üç ülkede de enflasyon beklentileri aştı ve fiyatların 1990’ların başından bu yana en hızlı şekilde arttığını ortaya koydu. Dünyanın 4. büyük ekonomisi olan Almanya’da da aslında enflasyon son 30 yılın en yükseğinde, ama iyi yanından bakarsak buradaki tahminler daha isabetli olduğu için şaşırtıcı olmadı. Gerçi ÜFE hesaplanmaya başladığı 1977’den bu yana en yüksek seviyesinde, yani Almanya’da daha tatsız rakamlar büyük olasılıkla yolda. İşin ilginç yanı II. Dünya Savaşı öncesinde yaşanan hiperenflasyonun bugün bile ciddi travmalar yaşattığı bir ülkede oluyor bu!
Peki, bu can sıkıcı enflasyon verileri sonrası piyasalarda ne oldu?
Tamam dolar bir miktar değerlendi, ABD tahvil faizleri yükseldi, borsalar tökezledi, ama bu acayip rakamlara rağmen hiçbir yerde panik havası yok. Bu noktada yavaş yavaş ısınan sudaki kurbağa benzetmesi sanırım durumu açıklayabilir. Pandeminin başlarında bir yatırımcıya bugün gördüğümüz enflasyon rakamlarını söylesek pek ciddiye alınmazdık muhtemelen. Hatırlayalım: Pandemi başında 2021 sonu için yapılan enflasyon tahmini %2 civarındaydı, şimdi ise (hala geriden gelmekle birlikte) %4.5. Ama işte yanda gördüğünüz üzere tahminler bir şok neticesinde değil de parça parça yukarı çekildikçe piyasalar artık sert tepkiler vermiyorlar. Çünkü alışıyoruz…
İstediğimiz kadar alışalım yine de bu yaşadıklarımızın elbette bir sonucu olacak: İlk olarak ekonomik gerçekler ile içinde bulunduğumuz ekonomi politikaları arasındaki fark açıldıkça oynaklık artıyor. Yani bu rakamlara rağmen Fed enflasyonun geçici olduğu söylemini korudukça piyasaların sorgulaması artacak ve fiyatlamalar farklı yerlere gidecek. Bu da bir anda sert satışlar, akabinde sert düzeltmeler görmemize yol açabilir. Hisse piyasası için de daha önce dikkatinizi çektiğim konudaki uyarıyı yinelemek isterim: Daha yüksek bir faiz seviyesi daha düşük şirket değerlemeleri demek, bu da nereye gittiğini artık kimsenin bilmediği şirket piyasa değerlerinin (üstteki grafik) sorgulanmasına yol açacak.
Enflasyonun küresel bir olgu olduğu bu dönemde ülkemiz de bundan ve etrafında dönen tartışmalardan muaf değil…
Bu haftanın yurtiçinde en önemli gündem maddesi TCMB faiz kararı olacak. Çeşitli kurumlar tarafından yayınlanan anketlere göre TCMB’nin politika faizini 100 baz puan daha indirerek %15’e çekmesi bekleniyor. Öte yandan $/TL’de psikolojik bir seviye olmasının ötesinde bir anlam taşımayan 10 seviyesinin aşılması sonrasında bu ay faiz
indirimi gelmeyeceği beklentisi de dillendirilmeye başlandı. Bu noktada TCMB’nin yönlendirmesine başvurmakta fayda var: Ekim ayı sonunda yayınlanan enflasyon raporu sunumunda belirtildiği üzere, TCMB’nin ana konsantrasyonunun cari denge olmasından hareketle, kurun seviyesi faiz kararı üzerinde bu aşamada piyasanın düşündüğü kadar etkili
olmayabilir. Bu faiz indirimi fiyatlandı mı diye bakarsak, son hafta içinde TL’de gördüğümüz fiyat hareketinin benzer ülke para birimlerine göre daha sert olması bu olasılığın güçlü olduğunu işaret ediyor. Yine de TCMB’nin bu ay pas geçmesi ya da beklentilerin altında bir faiz indirimi yapması bu farkın TL lehine kapanmasına yol açabilir.
Dünyada enflasyon, bizde faiz-kur tartışmaları devam ederken bu gürültü arasında kaynamaması umuduyla bir süredir Borsa İstanbul hakkında yazıyorum.
Açıklanan şirket bilançoları, önde gelen borsaların rekor seviyelerden işlem görmesi, hafiften de olsa yeniden yabancı girişlerinin görülmesi derken Cuma kapanış itibarı ile Borsa İstanbul da rekor seviyeden kapandı. Ancak burada bundan sonrası için de iyimser olmamızdaki temel sebebi gözden kaçırmayalım: Her ne kadar dünyada olduğu gibi enflasyon görünümü bizde de tatsız olsa da bu ortamın belli piyasa ve ürünlere olumlu yansıması olacak. Enflasyonun arttığı dönemlerde yatırımcılar reel getiri elde etmek amacıyla sabit getirili ürünler yerine başta altın olmak üzere kıymetli madenlere, gayrimenkul alımına ve daha yüksek getiri vaat eden hisse
piyasasına yönelirler. Bizde bunlara ek olarak faizlerin düşmesi mevduatın cazibesini ekstra azaltan bir etken olarak öne çıkıyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde kurumsal yatırımcılar üzerinden, belki biraz daha uzun vadeli olarak, borsaya olan ilginin artacağını tahmin ediyoruz. Yine bu dönemde giderek daha fazla görmeye başladığımız hisse geri alım programları da Borsa İstanbul’u destekleyecek. Hepsini bir araya getirdiğimizde, ara ara düzeltmeler görsek de, Borsa İstanbul’da hala daha prim potansiyeli yüksek. Evet enflasyon, kurlar vs dikkatimizi dağıtıyor, ama işte bir şeye bakarken diğer fırsatları gözden kaçırmamak gerek.
*John Maynard Keynes 1936 yılında kaleme aldığı “İstihdamın, Faizin ve Paranın Genel Teorisi” kitabında, faiz oranlarının ekonomideki ısınmayı önlemede faydalı olabileceğini, ancak buhran dönemlerinde işe yaramadığını söyler. Keynes, böylesi bir durumda büyümeyi uyarmak için kamu harcamalarının artırılması gerektiğini savunur. Bu dönemde ortaya çıkan “Büyük Bunalım” döneminde ABD, İngiltere ve Batı Avrupa ülkelerinde yaygın ve devamlı bir işsizlik ortaya çıkmıştır. Bu durum, ekonominin kendi kendine düzeleceğini öne süren görüşlere güveni zayıflatmıştır. Keynes’in görüşleri işte böyle bir ekonomik bunalım döneminde ortaya çıkmış ve ücretlerle fiyatların esnek olduğu bir ekonomide tam istihdamın kendiliğinden sağlanacağını öne süren Neoklasik Teoriyi reddetmiştir. O dönemde ve II. Dünya Savaşı öncesinde yaygın kullanım alanı bulunan ve çığır açan bu görüşler sebebiyle Keynes uzunca bir süre ekonomi çevrelerinde “peygamber” olarak anıldı.
Garanti BBVA Yatırım