Kanser ve kalp krizini atlatanlara bankaların kredi vermemesi, kredi başvurusu bu nedenle geri çevrilen vatandaşların tepkisine neden oluyor. Bankalar, “Hasta olanlar için hayat sigortası yapmayız” derken, BDDK, “Her banka kredi ve risk politikasını kendisi belirler” açıklamasını yaptı
Kovid – 19 salgını döneminde oluşan borçlar ve eğitim gibi masraflarını kredi yoluyla çözme girişimleri artarken, kanser ve kalp krizini atlatan binlerce vatandaş bankalardan kredi alamamalarına isyan ediyor.
Miliyet’in haberine göre, hastalığı atlatsalar da bankalardan ‘kredi veremeyiz’ yanıtını alan vatandaşlar, TBMM Dilekçe Komisyonu’na yoğun şikayet başvurusu yaptı. Hatta bir vatandaş, üniversitede okuyan çocuklarını masraflarını karşılayabilmek amacıyla sadece 10 bin TL kredi için başvurduğunu, ancak bankadan “Veremeyiz, hayat sigortası yapamayız, güvenilir kefil getir” yanıtını aldığını kaydetti. Vatandaş, kanser hastalığını atlatmasına rağmen kredi alamamasının daha yaşarken ölü sayılması anlamına geldiğini söyleyerek, sorunun TBMM tarafından çözülmesini istedi. Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Belma Satır, olayı ilgili banka ve diğer diğer devlet kurum ve kuruluşlarıyla yazışarak aşmaya çalıştı.
CAN YAKAN 5 SORU
Kurumlardan ilginç yanıtlar geldi. İlgili banka, kredilerin geri dönüşünün sağlanmasını teminen istenecek teminatlardan birinin hayat sigortası olduğunu ve bu sigortayı yaparken, “kanser, böbrek yetmezliği ve diyaliz, siroz, kalıcı felç ile kalp” hastalığının olup olmadığına yönelik beş soru yönelttiklerini kaydetti. Bu sorulardan birine ‘evet’ yanıtı alınması halinde hayat sigortası teminatı verilmediğini, kefil gibi başka teminat yöntemlerinin devreye sokulduğunu bildirdi.
Basiretli tacir yaklaşımı
Türkiye Bankalar Birliği; bankaların ‘basiretli bir tacir gibi davranmak zorunda olduğunu’ belirterek, mevzuat gereği bankaların kredi politikaları ve risk yönetimini belirlemede serbest olduklarını dile getirdi. “Bir banka hayat sigortası şartı arayabilir ve bu politika bankanın kendi ticari kararıdır” diyen Bankalar Birliği, kefil istenebileceğini de dile getirdi. Birlik, bankaların kredi politikalarına müdahale edemeyeceklerini, ilgili banka için herhangi bir işlem yapamayacaklarını kaydetti.
Bakanlık: Yetkimiz yok
Ticaret Bakanlığı ise sorunun kredi sözleşmesinin imzalanmasından önceki süreçleri içerdiği için görev ve yetkileri kapsamında olmadığını bildirdi. Ticaret Bakanlığı, bireysel kredilerle ilgili konunun, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu(BDDK) tarafından değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.
BDDK: Kendileri belirler
BDDK ise bankaların kredi verme ve teminatları konusunda herhangi bir aracılık görevinin bulunmadığını, finans kurumlarının banka – müşteri ilişkileri çerçevesinde kredi taleplerini sonuçlandırdıklarını kaydetti. İlgili banka nezdinde bir işlem yapmalarının sözkonusu olmadığına dikkat çeken BDDK, “Bankalar kredi kullandırılması ve/veya kredi kartı tahsis edilmesi hususunda risk politikalarını kendileri belirlemektedir” dedi.
Hazine: Sigorta yapmama hakkı
Hazine ve Maliye Bakanlığı da şikayetlerin araştırıldığını kaydederek, “İnceleme neticesinde; kredi bağlantılı hayat sigortalarında risk değerlendirmesi yapıldığı, kanser, böbrek yetmezliğine bağlı diyaliz, siroz, inme ve kalp (stent ve anjiyo hariç) hastalıklarından en az birine maruz kalan kişiler için sigorta kabulü yapılamadığı tespit edilmiştir” dedi. Bakanlık, ‘kurumların sigorta yapmama hakkı bulunduğuna’ işaret etti.
Birlik: Sigortacılığa ters
Türkiye Sigortalar Birliği, ilgili kurumların, riskin yüksek olduğu durumlarda sigorta poliçesi yapmayı kabul etmeyebileceğini vurguladı.
Sözkonusu hastalıkların TÜİK’in ölüm nedeni istatistiklerinde ilk sıralarda yer aldığına dikkat çeken Birlik, “Sigorta şirketlerinin karşılayamayacaklarını düşündükleri yükümlülüklerin altına girmesi, sigortacılığın temeline ters düşer” açıklamasını yaptı.
Satır: İnsani değil
Dilekçe Komisyonu, gelen yanıtlar doğrultusunda vatandaşlara bu aşamada yapılacak bir şey olmadığını iletirken, Komisyon Başkanı Belma Satır, “Kanserli hastalara tedavisi bitmiş olsa bile bankaların sigorta yapmamasından dolayı kredi verilmiyor. Sadece kanser değil; kalp, birkaç hastalık daha var. Bu çok insani değil, her şey para değil” diye konuştu.
Garanti BBVA belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını yeni hedefinin ise 2029 yılının sonuna kadar 3,5 milyar dolar olarak açıkladı.
Garanti BBVA, 2018–2025 dönemi için belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını açıkladı. Bu başarının ardından banka, 2018–2029 yıllarını kapsayan yeni hedefini 3,5 trilyon TL olarak paylaştı.
Garanti BBVA bu taahhütle; iklim değişikliğiyle mücadele, doğal sermayenin korunması, döngüsel ekonomi, sosyal kalkınma ve finansal kapsayıcılık alanlarında güçlü etki yaratmayı amaçlıyor.
Bu rakam, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar arasında en yüksek sürdürülebilir finans taahhüdü oldu.
Garanti BBVA, 2029 yıl sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğini taahhüt ediyor
Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten, bu performansta, sürdürülebilirliği stratejik öncelik haline getirmelerinin önemli bir rol oynadığını vurguladı. Akten, yeşil/sosyal kredilerden çevreci taşıt kredilerine, sürdürülebilir tahvillerden, çevresel ve sosyal yatırımlarda aktif danışmanlık hizmetlerine ve su verimliliğiyle ilgili projelere yönelik “mavi finans” gibi sürdürülebilir finansman ürünü sunduklarını söyledi.
Mahmut Akten, yeni hedefi ise şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi, bu başarıyı daha ileri taşıyarak 2029 yılı sonuna kadar 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman sağlamayı taahhüt ediyoruz. Bu yeni hedef, yalnızca hacim açısından değil, sürdürülebilir finansman hızımız açısından da çarpıcı bir sıçrama anlamına geliyor. 2025’in ikinci yarısından 2029 sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğiz. Bu taahhüdün büyüklüğü, Türkiye’nin düşük karbonlu ve kapsayıcı bir geleceğe geçişinde Garanti BBVA’nın giderek daha da etkin bir rol üstleneceğini gösteriyor.”
BBVA Grubu’nun küresel taahhüdü 1 trilyon euro
Garanti BBVA’nın ana hissedarı BBVA Grubu, 2018-2025 yılları için ilk etapta 100 milyar euro sürdürülebilir finansman hedefi koymuştu. Hedef önce 300 milyar euroya çıkarıldı ve 2024 yılı sonunda tamamlandı. Grup şimdi, 2025–2029 dönemi için 700 milyar euroluk yeni taahhütle toplam hedefini 1 trilyon euroya yükseltti.
BBVA’da Türkiye’nin Payı yüzde 9’a yükseldi
2025’in ilk dört ayında BBVA Grubu’nun sağladığı toplam sürdürülebilir finansmanın yaklaşık 140 milyar TL’si Garanti BBVA tarafından sağlandı. Bu rakamla Türkiye’nin BBVA Grubu içindeki payı sürdürülebilir finansman rakamların raporlanmaya başlandığı 2018 yıllarındaki yüzde 3 seviyesinden bugün yüzde 9’a yükselmiş durumda.
Türkiye’de reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamak için en çok başvurduğu yöntem banka kredileridir. Oysa gelişmiş finansal sistemlerde şirketler, uzun vadeli ve daha uygun maliyetli fon sağlamak için sermaye piyasalarında borçlanma araçlarına, özellikle tahvil ihraçlarına yönelmektedir. Peki Türkiye’de reel sektör neden bu imkândan yeterince yararlanamıyor?
Tahvil İhracının Önündeki Ekonomik Engeller
Tahvil piyasasının gelişmesi; makroekonomik istikrar, faiz oranlarının öngörülebilirliği, düşük enflasyon, istikrarlı döviz kuru, düşük kamu borçlanma ihtiyacı ve yüksek kredi notu gibi birçok değişkene bağlıdır. Ancak:
Türkiye’nin ülke kredi notu düşüktür ve bu doğrudan özel sektörün notunu da sınırlamaktadır.
Yüksek enflasyon ve faiz oranları, borçlanma maliyetlerini tahvil piyasasında da yükseltmektedir.
Kamu kesiminin sürekli yüksek borçlanma ihtiyacı, özel sektörün tahvil ihraçlarını piyasadan dışlama etkisi (crowding out) ile sınırlamaktadır.
Hukuki ve Kurumsal Güven Eksikliği
Sadece ekonomik değil, hukuki ve politik güvensizlik de yabancı ve yerli yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgi göstermemesine yol açıyor. Güçlü bir ikinci el tahvil piyasası oluşmadığı için yatırımcılar uzun vadeli bağlayıcı enstrümanlara mesafeli durmaktadır.
Banka Kredilerine Bağımlılığın Sonuçları
Bu nedenlerle reel sektör, finansmana erişimde tek kanal olarak bankaları kullanmak zorunda kalıyor:
Yüksek maliyetli ve kısa vadeli kaynaklara mahkûm olunuyor.
Kredi sınırlamaları, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işletmeleri zorluyor.
Kredi vadelerinin kısalığı ve esneklik eksikliği, uzun vadeli yatırım planlarını zorlaştırıyor.
Finansman Araçlarında Çeşitlilik Şart
Türkiye’de reel sektörün daha güçlü, sağlıklı ve uzun vadeli kaynaklara erişebilmesi için:
Makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi,
Sermaye piyasalarının derinleştirilmesi,
Hukuki güven ortamının sağlanması,
Tahvil piyasası için ikincil piyasa likiditesinin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.
Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.
Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.
Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.
Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.
Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.
Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.
Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.
Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.
Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.
Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.
Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.
Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.
Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.
Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?
Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.
Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.
Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.