Connect with us

EKONOMİ

Korkut Boratav Cumhuriyet’in 100 yıllık ekonomik yolculuğunu anlattı

Yayınlanma:

|

Türkiye Cumhuriyeti, 100. yaşına siyasal ve toplumsal alanda olduğu gibi ekonomi alanında da birçok sorunla giriyor.

100 yıl önce dünya için ilham kaynağı olan bir ulusal kurtuluş savaşı sonucunda ve köklü devrimlere imza atılarak kurulan Cumhuriyet’in birçok kazanımı sonraki iktidarlarca geriye götürüldü.

Türkiye’nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Dr. Korkut Boratav, Cumhuriyet’in 100 yıllık yolculuğunun ana hatlarını SÖZCÜ’ye anlattı.

Cumhuriyet’in 88 yılına bizzat tanıklık eden Boratav, sorularımıza verdiği yanıtta, ekonomideki kırılma dönemlerini ve bugün gelinen tabloyu özetledi.

‘CUMHURİYET YARI SÖMÜRGE BİR EKONOMİ DEVRALDI’

Cumhuriyet’in devraldığı Osmanlı ekonomik mirasının temel özelliklerini kısaca anlatabilir misiniz? 

Cumhuriyet 1923’te yarı-sömürge özellikler ve on yıl süren bir dizi savaşın ağır mirasını taşıyan bir ekonomi devraldı.

Osmanlı toplumunun yarı-sömürge kimliğinin hukukî bağlarının temizlenmesi Lozan’da gerçekleştirildi. kapitülasyonlar ve yabancı sermayeye güvence sağlayan düzenlemeler kaldırıldı.

Yeni Türkiye’ye düşen Osmanlı borçları taksitlere bağlandı; bunların tahsilini güvenceye alan Düyunu Umumiye İdaresi kapatıldı; vergi sistemi merkezî devlete intikal etti. Gümrük tarifelerini, dış ticaret kurallarını belirleme yetkisinin zaman içinde Cumhuriyet yönetimine devredilmesi sağlandı.

1923’te Türkiye ekonomisinin bileşenleri arasında organik bağlantılar zayıftı. Demiryolları ağı, tümüyle yabancı sermayenin mülkiyetindeydi; dış piyasaların ihtiyaçlarına göre oluşturulmuştu.

Dünya ekonomisinde Türkiye, bir ham madde ihracatçısı olarak yer alıyordu. Örneğin buğday ihraç ediyor, unu dahi ithal ediyordu.

Modern bir sanayi temelinden yoksundu. 1915’te yapılan bir sanayi sayımının sonuçları azgelişmişliği yansıtıyordu: Bugünkü Türkiye’nin sınırları içinde zanaat özelliği taşımayan 182 sanayi kuruluşunda sadece 14 bin işçi çalışmaktaydı.

Mustafa Kemal Şubat 1923’teki İktisat Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmada, acil ekonomik gündemin hem yeniden inşa, hem de sanayileşme olduğunu ortaya koyacaktı. Yeni Cumhuriyet’in hükümeti bu gündemi zaman geçmeden uygulamaya başladı.

Kitabınızda 1908-1922 ile 1923-1929 dönemleri arasında çarpıcı bir sürekliliğin olduğunu, 1930-1939 döneminin öncesi ile belirgin bir kopmayı temsil ettiği söylüyorsunuz. 30’ların farkları nelerdi ve neden böyle bir kopma yoluna gidildi?

İttihat Terakki hükümetleri Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımlılık ilişkilerini “millî iktisat politikaları” içinde hafifletmeyi tasarlıyordu. Ekonominin yönetimini yabancı sermayenin uzantısı olan gayri-müslim “komprador” çevrelerden arındırmak hedefleniyordu.

Devlet teşviklerinde, ihalelerinde Müslüman ve Türk müteşebbislere öncelik verilecek; yeni ve millî bir Türk burjuvazisi böylece oluşabilecekti. Bu yöntemlerin bir bölümü 1914-1918’in savaş ekonomisi ortamında uygulandı. Kemalist liderler bu uygulamaları biliyordu. 1923 sonrasının koşullarında tekrarladılar. Örneğin bazı tekellerin işletmesini yeni-yetme yerli şirketlere verdiler.

Lozan Antlaşması Osmanlı gümrük tarifelerinin ve serbest dış ticaret ilkelerinin 1928’e kadar sürmesini öngörüyordu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisi, dış ticaret ve uluslararası sermaye hareketleri canlanma konjonktürüne girmişti.

İzmir İktisat Kongresi’nde, siyasi imtiyazlar elde etmeye çalışmadığı sürece yabancı sermayenin teşviki hususunda fikir birliği oluşmuştu. Yabancı sermaye ile ortaklıklar 1923 sonrasında bu çerçeve içinde yaygınlaştı.

Bu etkenler, “dışa açık, serbest ticaret koşullarında özel teşebbüse yaygın devlet desteği” diye özetlenebilecek bir ekonomik strateji anlamına gelir. Cumhuriyet’in ilk yılları, bu anlamda önceki on yıl ile bir paralellik temsil eder.

‘1929’DAKİ KOPUŞ İKİ ETMENDEN KAYNAKLANDI’

1929’daki “kopuş” ise iki farklı etkenden kaynaklandı. Bir kere, Lozan Antlaşması’nın beş yıl boyunca engellediği korumacı dış ticaret politikalarını uygulama fırsatı o yıl doğuyordu.

Hükümet ithalata yüzde 46 oranında bir gümrük tarifesi getirdi. Ayrıca sektörlere göre farklılaşan ithalat kısıtlamaları (kotalar) uygulamaya başladı. Önceki yüzyılın ticaret anlaşmaları ile başlayan serbest ticaret rejimine böylece son verildi.

İkinci etken, Büyük Buhran’ın 1929’da ABD’de patlak vererek sonraki on yıl boyunca tüm dünya ekonomisini sarsmasıdır. Etkileri Türkiye’de de çok sert oldu. Tarımsal fiyatlar çöktü ve Türk lirasının sert devalüasyonuna yol açan bir para krizi gerçekleşti.

Dış ticarete dönük korumacı önlemlerin para ve döviz piyasalarına da taşınma zorunluluğu algılandı. Merkez Bankası’nın kuruluşu, Hazine ve Merkez Bankası tarafından döviz işlemlerinin denetiminin üstlenilmesi ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu kritik adımlar oldu.

Yeni koşulların algılanması bu kurumlaşmalara yol açtı. Tümü, önceki yedi yıllık dönemin açık ekonomi/serbest ticaret stratejisinin son bulması anlamına geliyordu.

Ekonomik bağımsızlık için Cumhuriyet hangi adımları attı? Atılan adımlar yeterli oldu mu?

Büyük Buhran’ın şoku altında, dış ticaret ve para/döviz piyasalarında sözünü ettiğim korumacı önlemler el yordamıyla, adeta deneme-yanılma yöntemleri ile icat edildi.

“Keşfedildi” demiyorum. Çünkü dünya ekonomisinin merkezini oluşturan Avrupa ve ABD’de veya emperyalist sistemin çevresinde yer alan azgelişmiş ekonomilerinin hiçbirinde uygulanmıyordu.

Dış rekabete karşı korunma, Teşvik-i Sanayi Kanunu ve onu tamamlayan düzenlemelerle cömertçe desteklenmeye de başladı. Umulmaktaydı ki, koruma ve devletçe destekleri yerli ve millî sermayenin yeşermesini; Cumhuriyet Türkiye’sini sanayileşmeye taşımasını sağlayacaktı.

Bir anlamda İttihatçıların “Millî İktisat” programının ana hedefleri böylece gerçekleşecekti. 1930-1932 yılları bu doğrultuda üç yıllık bir deneme dönemidir. Kemalist liderler bu dönem içinde keşfettiler ki yerli burjuvazi bu tarihsel görevi ifa edecek özellikler taşımamaktadır.

Korumacı duvarların gerisinde serbest bırakılan piyasa güçleri, kısa dönemli vurgunlar için çok verimli bir ortam oluşturmaktaydı. İstatistiklerde sanayi olarak kayda giren birçok faaliyet, aslında, ithal edilen malzemenin sınırlı değişiminden ibaretti. Tekelci fiyatlarla satılıyor, fırsatçı iş adamlarına büyük sağlıyordu.

Ayrıca devlet destekleri büyük çapta yolsuzluklara yol açmaktaydı. Bu koşulların yarattığı yeni zenginler ise ekonomiye yaratıcı bir dinamizm getirme yeteneğinden, eğiliminden yoksundu.

Devrimci kadrolarda yozlaşma eğilimleri belirdi. Buhran koşullarında gelir dağılımı kalabalık emekçi kitleler aleyhine dönüştü; yoksulluk yaygınlaştı. Halk sınıflarının tedirginliği sokaklara, meydanlara taştı.

Önceki yıllarda yoğunlaşan üstyapı devrimleri, hatta Cumhuriyet’in geleceği tehdit altında mıdır? Bu kritik dönemeçte Mustafa Kemal’in bu sorgulamayı yaptığı anlaşılıyor. 1930-31 yıllarında yakın arkadaşları ile uzun bir yurt gezisine çıktı.

Ekonomik stratejide atılacak ikinci kritik adım bu sorgulamanın sonunda kararlaştırıldı. 1931’de Mustafa Kemal iktisadi alanda, partinin programının devletçilik olduğunu açıkladı. Birkaç ay sonra yapılan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHP) kongresinde devletçilik, Parti programının temel ilkelerinden biri olarak kabul edildi.

Korumacılık-devletçilik sentezi böylece oluştu. 1933-1939 yıllarında olgunlaştırılan bir sentezden söz ediyorum. Bu muhteşem sentezdeki, korumacı öğe, dünya krizine karşı etkili bir savunma mekanizması sağladı; emperyalist sistem buhran içinde debelenirken, sistemden kısmî bir “kopma”yı gerçekleştirdi. Devletçi öğe ise, korumacılıktan türeyen artık (rant) üzerinde merkezî denetim oluşturma ve bu kaynağı sanayileşmeye dönüştürme olanağı sağladı.

‘1930’LAR: DIŞ DENGE İÇİNDE HIZLI BÜYÜME’

Kemalist liderler, böylece, 1930’lu yılların başlarındaki koşulların bir sanayileşme fırsatı yarattığını doğru bir biçimde algıladılar. Sonunda hedeflerine en etkili biçimde hizmet eden iktisat stratejisini ve politikalarını keşfettiler. Devletin üretken, yatırımcı, denetleyici işlevlerini öne çıkardılar. Ekonomik hedeflerini 5 yıllık iki sanayi planı içinde bütünleştirdiler.

Hedef sosyalizm değil, gecikmeden, acilen sanayileşme idi. Özel sektör devletçi sanayileşmenin ivmesi ile gelişti. Başvekil İsmet (İnönü) 1933’te Kadro’da yayımlanan “Fırkamızın Devletçilik Vasfı” başlıklı makalesinde “devlet işletmeleri hangi sektörlerde gereklidir” sorusunu, berrak bir çerçevede açıkladı. Bugünün iktisatçıları için dahi öğreticidir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin farklı dönemleri itibariyle ekonomik göstergelerini gözden geçirelim: Korumacı-devletçi sanayileşmenin olgunlaşmış dönemini temsil eden 1933-1939 yılları, yüzde 8,3’lük millî gelir ve sanayi sektörünün yüzde 10’luk büyüme ortalamaları ile öne çıkıyor.

Daha da önemlisi Dünya Buhranı içinde ve dış denge sağlanarak gerçekleştirilmiştir. Üstelik demiryolları, limanlar, kabotaj, madencilik millîleştirilmiştir.

Dış denge içinde hızlı büyüme, Cumhuriyet tarihinin diğer dönemlerinde gözlenmez. Bu tespit, dönemin özgünlüğünü daha da dikkat çekici kılar.

‘1946: DEVRİMCİ İVMENİN TÜKENDİĞİ DÖNEMEÇ’

1946 sonrasında Türkiye’nin genellikle kronik dış açıklara ve dışa bağımlı yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Bugün de dış açıklar ve dış finansman ihtiyacı en önemli konulardan biri. Türkiye neden bu sorunu çözemiyor?

1946, Cumhuriyet’in devrimci ivmesinin tükendiği, CHP iktidarının sağa kaydığı bir dönemeçtir. Türkiye, önceki yıllarda özenle izlediği büyük güçler arasındaki tarafsızlık ilkesini terk etti.

Savaş yıllarında iktisat kadroları planlama ve devletçi sanayileşme stratejisine dönüşü hedefleyen bir program oluşturmuştu. Hükümet bu tasarıyı askıya aldı.

Marshall Programı ile birlikte Amerikalı uzmanların önerileri benimsendi. Türkiye, savaş sonrasının dünya sistemi içinde ham madde ihracatçısı konumuna rıza gösterdi.

Sonraki dönemlerde kronik dış açıklar, emperyalist sisteme bağımlılığın hem sebebi, hem de sonucudur. 1930’lu yılların korumacılık-devletçilik sentezine dönüş nadiren gündeme geldi.

Devletçi sanayileşme stratejisinin ılımlı bir tekrarını, 1963-1967’yi kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı temsil eder. Bu planlama anlayışında devletçilik değil “karma ekonomi” öne çıkar. İthal ikameci bir sanayileşme programı, teşviklere, kısmî müdahalelere dayandırılır. İlk üç planlama döneminde başarılı sonuçlar da gerçekleşir.

Ne var ki, uluslararası sermayenin sınırsız tahakkümünü hedefleyen neoliberal dalga Türkiye’yi de etkileyecektir. 1980 darbesi ile karma ekonomiye dayalı planlı sanayileşme stratejisi tarihe karışır. Sonraki altmış yıl boyunca Türkiye ekonomisi uluslararası sermaye hareketlerindeki dalgalanmalara bağımlı bir gelişme biçimi izler.

‘2023: TOPLUMSAL BUNALIM VE DIŞ BAĞIMLILIK’

Geçen ay verdiğiniz bir mülakatta “ekonominin çökmesini değil, durgunlaşarak çürümesini yaşıyoruz” demiştiniz? Bunu biraz açabilir misiniz?

Cumhuriyet’in yüzüncü yılına toplumsal bir bunalım ve kronik dış bağımlılık içinde giriyoruz.

AKP’nin son Beş Yıllık Plan belgesindeki hedefleri, öngörüleri ciddiye alamayız. Onun yerine uluslararası sermayenin önde gelen kurumlarından IMF’nin 2028’e kadar Türkiye için yaptığı gerçekçi öngörülere göz atalım: Türkiye ekonomisinin yüzde 3’lük ve “istikrarlı” bir büyüme temposu izleyeceği beklenmektedir.

“İstikrar”, ekonominin durgunlaşması, dış açıkların, enflasyonun, işsizliğin ılımlı veya yüksekçe oranlara yerleşmesi anlamına gelmektedir. 2023’ün toplumsal bunalımını kronikleştiren bu öngörülerin bileşkesini kriz değil, durgunlaşarak çürüme olarak ifade ediyorum.

Türkiye toplumunun bu neoliberal cendereye mahkumiyeti kabul edilemez. Radikal, köktenci, devrimci bir ekonomik, toplumsal dönüşümün mücadelesini vermeliyiz.

sözcü

Okumaya devam et

EKONOMİ

Yılın ilk çeyreğinde kamu tasarruf etti mi?

Yayınlanma:

|

Kamu parasının nasıl harcandığı, o ülkede yaşayanlar için ekonomik, sosyal, siyasi sonuçları belirlemede en önemli faktörlerden biridir. Bu parayı etkin ve verimli bir şekilde kullanmak kamu mali ve yönetim sisteminde şeffaflığı ve hesap verebilirliği gerektirir.

Kamu harcamalarının etkinlik ve verimlilik kazanımları, belirli bir kamu harcaması miktarı için “çıktıları arttırarak” ya da belirli bir çıktı miktarını elde etmek için gereken “girdileri azaltarak” gerçekleştirilebilir. Söz konusu ikinci seçenek, kamu harcamalarının azaltılmasına olanak tanır.

Kamu harcamalarında nelerin, ne kadar azaltılabileceği, oldukça geniş bir yazının konusu. Bu yazıda kamu harcamalarının kamuda tasarruf ile azaltılma seçeneğini ele alıyorum.

Zaten son yıllarda kamu harcamaları üzerindeki baskı giderek artıyor. Bu durumun nedenleri çok fazla, birkaçını sıralayalım:

Nedenlerden biri; iki yıl üst üste ek bütçe çıkarıldı, son iki yılın bütçe harcamaları/GSYH ortalaması yüzde 24,6’ya çıktı. Pandemiden çıkışta dahi bu oran (2021’de) yüzde 22’ydi.

Bir başka neden; seçimler ve ekonomik kriz bütçeyi yıprattı ve mali disiplinin daha fazla bozulmaması gerekli.

Nedenlerden bir diğeri; para politikasındaki sıkı duruşla maliye politikasının eşgüdüm içinde olması, harcamaları azaltarak sıkılaşması.

Bir diğer neden de; toplumca da beklenen, kamuda tasarrufun hayata geçmesi.

Bugün hazırladığım tablo, geçen yıl ve bu yılın ilk çeyreklerinde, tasarruf tedbirleri kapsamında yapılan harcamaları karşılaştırıyor:

İki yıl önce en büyük artışın yaşandığı taşıt alım-kiralama, kırtasiye-baskı, temsil-ağırlama giderleri seçimler sonrasındaki düzeyine dönmeye başlarken, geçen yıla göre de gerileme bütçe rakamları bazında gerileme kaydetmiş görünüyor.

Ancak kamu, taşıt alımlarını özellikle 2023’ün ilk aylarında gerçekleştirmişti. 2023 yılı ilk çeyrekte taşıt alımları için 295,4 milyon TL harcanmıştı. İki yılın enflasyonu ve taşıtların değeri dikkate alındığında bugünkü karşılığı, bu tutarın iki katından fazla olacaktır. 2025 yılı ilk çeyrekte ise kamu taşıtları için harcanan meblağ 56 milyon TL’ye inmiş.

Zaten kamu, bu taşıtları 2023 ilk çeyrekte edinmiş, dolayısıyla bir anlamda alınan alınmış. Bu durumu alınan taşıtlarda devam eden taşıt onarım giderlerindeki artıştan anlayabiliriz.

Geçen yılın ilk üç ayında tasarruf tedbirleri kapsamındaki kalemlere harcanan tutar, ilk üç ay bütçe harcamalarının yüzde 1,63’ü olmuş. 2025 yılı aynı döneminde ise yüzde 1,27’si. Kamunun tasarrufa başlamadığı kabul edilen 2023 yılının tamamında tasarruf edilmesi gereken kalemlere yapılan harcama da, bütçe harcamalarının yüzde 1,96’sıydı.

Bu karşılaştırma bize şunu gösteriyor: Tasarruf genelgesinde yer alan harcama kalemlerinde ne kadar tasarruf edilirse edilsin bütçe açığını kontrol etmede etkisi giderek azalıyor. O nedenle doğru yere bakmak gerek, o da kararlı bir şekilde giderek büyüyen ve büyümeye devam edecek olan borç faiz giderlerine.

Bu yılın ilk çeyreğinde borç faiz giderleri/bütçe harcamaları oranı yüzde 14,6 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 23’e yükselmiş durumda.

Sadece mart ayına ait borç faiz giderleri/bütçe harcamaları oranı yüzde 15,7 ve borç faiz giderleri/vergi gelirleri oranı da yüzde 25’e çıktı.

Çeyrekler itibariyle tasarruf genelgesindeki kalemlere yapılan harcamalara bakınca, burada top yekûn bir tasarruf olmayacağı açık. En basitinden enerji ya da haberleşme giderleri sıfırlanamayacağına göre, kamu harcamaya devam edecek.

Ancak son aylarda kamu harcamasının devamına, siyasi ve hukuki gerilimlerle borcun faiz, vade ve döviz riskindeki artışın bütçeye yansımaları farklı bir boyut kazandırıyor. Bu konuyu “Hazine’nin zor haftası” yazımda da anlatmıştım.

Yazının giriş kısmında bahsettiğim kamu harcamalarının etkinlik ve verimlilik kazanımlarının sağlanmasıyla kamu parası harcanırken de kamuda tasarruf sağlanabilir.

Etkin bir kamu borç yönetimi ile borç faiz giderlerinin bütçedeki payı azaldığında, mevcut tasarruf genelgesinin kapsamı genişletilip denetlendiğinde, belli bir çıktıyı elde etmek daha az girdi ile mümkün olacak.

Prof. Dr. Binhan Elif YILMAZ-T24

Okumaya devam et

EKONOMİ

ASO Başkanı Ardıç: Dayanacak gücümüz kalmadı, yatırımı bırak üretim yapamıyoruz

Ankara Sanayi Odası Başkanı Seyit Ardıç, “Dayanacak gücümüz kalmadı, yüzde 60’ın üstünde faizle yatırımı bırak üretim yapamıyoruz. Sanayiciler yüksek enflasyonun yarattığı çoklu tahribatla ayakta kalmaya çalışıyor. Son 1 ayda yaşanan gelişmeler enflasyon beklentilerini olumsuz etkiledi. Güven algısına zarar verecek gelişmelerin uzağında durmalıyız” dedi.

Yayınlanma:

|

Yazan:

Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) Meslek Komiteleri Ortak Toplantısı, Muğla’nın Sarıgerme ilçesinde yapıldı. Toplantının açılışında konuşan ASO Başkanı Seyit Ardıç, küresel gelişmeler ve ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Trump’ın yarın ne açıklayacağı konusunda kimsenin bir öngörüde bulunamadığını belirten Seyit Ardıç, dünya ticaretinin çoklu belirsizliklerin olduğu yeni bir döneme girdiğini bildirdi.

Küreselleşmenin yerini farklı kutuplaşmaların aldığını belirten Ardıç, dış ticarette yakın ve dost ülkelerin öne çıkacağını aktardı.

Avrupa ve Çin’e uygulanan yüksek tarifelerin yüzde 10 vergiye tabi Türkiye için avantaj teşkil edebileceğini söyleyen Ardıç, bu avantajın kullanılması için yapılması gerekenler olduğuna değindi.

“Yatırımcılar için uygun iklimi tesis etmeliyiz”

Gündemin ilk sırasında dünya ekonomisinden daha fazla pay alınması ve sürdürülebilir büyümeye odaklanılmasını öneren Seyit Ardıç, “Ekonomide güven algısına zarar verecek her türlü gelişmenin uzağında kalmalıyız, yatırımcılar için uygun iklimi tesis etmeliyiz” dedi.

İtalya’dan, Suudi Arabistan’a kadar uzanan coğrafyada en büyük sanayi üssünün Türkiye olduğunu dile getiren Ardıç, gelişen altyapı ile birlikte ülkemizin yeni üretim üslerinden birisi olma potansiyeli bulunduğunu belirtti.

Potansiyelin iyi kullanılabilmesi için reel sektöre daha fazla ağırlık verilmesini isteyen Ardıç, “Yüksek teknoloji ve katma değerli üretime yoğunlaşmalı, beşerî sermayemizi çok daha verimli kullanmalıyız. Küresel üretim üssü olma hedefi doğrultusunda sektörel ve tematik önceliklendirme yapmalıyız” diye konuştu.

Tarifeler sonrası değişen tedarik zincirinde hangi ülkeye ve sektörlerde yoğunlaşılması gerektiğini ortaya koyan planlar yapılması gerektiğini dile getiren Ardıç, Ankara’da; savunma sanayi, makine, müteahhitlik, medikal ve bilişim gibi sektörlerin ön plana çıkabileceğini aktardı.

Enflasyon görünümünün yavaş da olsa iyileşmeye devam ettiğini bildiren Ardıç, son bir ayda yurt içinde yaşanan gelişmelerin beklentileri olumsuz etkilediğini kaydetti.

“Maalesef yine başa döndük”

Nisan’daki 250 baz puanlık indirim ile politika faizinin yüzde 40’lara ineceğini beklediklerini hatırlatan Seyit Ardıç, “Bugün geldiğimiz nokta gecelik borç verme faizinin yüzde 49 çıkmasıyla, aslında faizlerde 9 puanlık bir artışı ile karşı karşıya kaldık” değerlendirmesinde bulundu.

Dezenflasyon programının 22 aydır devam ettiğini söyleyen Ardıç, sanayicilerin hem yüksek enflasyon hem de bunun yarattığı çoklu tahribatla ayakta kalmaya çalıştığını, tüm umutlarının enflasyonda iyileşmeyle birlikte faizin de makul seviyeye gelmesi olduğunu anlattı ve “Maalesef yine başa döndük” diye konuştu.

Enflasyonla mücadelede kontrolün kaybedilmemesi gerektiğinin altını çizen Ardıç, “Ama artık dayanacak gücümüz de kalmadı. Yüzde 60’ların üzerine çıkan bir kredi maliyeti ile sanayicinin, bırakın yatırım yapmayı, üretimine devam edebilmesi bile mümkün değildir” şeklinde konuştu.

Okumaya devam et

EKONOMİ

Türkiye’de enflasyon niçin düşmüyor?

Yayınlanma:

|

Yazan:


Türkiye’de Enflasyonun Düşmemesinin Temel Nedenleri:

  1. Para Politikası Geçişkenliği Gecikiyor

    • 2021-2023 arasında çok gevşek para politikası uygulandı.

    • Faizler aşırı düşük tutuldu.

    • O dönem verilen aşırı kredi genişlemesi ve bütçe harcamaları hâlâ enflasyonu yukarı itiyor.

    • 2024’te faizler artırılsa da etkisi gecikmeli görülüyor (en az 12-18 ay sürer).

  2. Maliyet Enflasyonu Çok Yüksek

    • Döviz kuru arttıkça ithalat maliyetleri artıyor.

    • Enerji (doğalgaz, petrol), gıda (buğday, yağ) ve ara mal fiyatları zaten çok yükseldi.

    • Üretim maliyetleri patlayınca fiyatlara yansıyor.

  3. Enflasyon Beklentileri Bozulmuş

    • Şirketler, vatandaşlar ve piyasalar “zaten fiyatlar artacak” diye düşünüyor.

    • Bu da otomatik zam davranışı oluşturuyor (ücretlere, ürünlere, kiralara).

  4. Kamu Zamları ve Vergi Artışları

    • Elektrik, doğalgaz, akaryakıt gibi temel ürünlerde devlet zam yapıyor.

    • Dolaylı vergiler (KDV, ÖTV) artırılıyor.

    • Bu da direkt mal ve hizmet fiyatlarını artırıyor.

  5. Ücret-Fiyat Sarmalı

    • Asgari ücret, memur maaşı artışları çok yüksek yapıldı.

    • İşverenler bu artışı fiyatlara yansıttı.

    • Bu da yeni bir enflasyon dalgası yarattı.

  6. Kur Korumalı Mevduatın Yan Etkileri

    • KKM sistemi için devlet sürekli bütçeden kaynak aktardı.

    • Bu da piyasaya fazla TL sürülmesine yol açtı, talep canlı kaldı.

  7. Talep Hâlâ Canlı

    • İnsanlar ileride fiyatların daha da artacağını düşündüğü için erken alım yapıyor.

    • Ev, araba, beyaz eşya gibi harcamalar öne çekiliyor.

    • Talep canlı kalınca fiyatlar da düşmüyor.

  8. Güven Sorunu ve Dolarizasyon

    • İnsanlar TL’ye güvenmediği için tasarruflarını döviz, altın ve arsa gibi araçlara kaydırıyor.

    • TL kullanım oranı düştükçe fiyat istikrarı da zorlaşıyor.

Kısaca:

Enflasyon Türkiye’de hem geçmiş politikaların etkisiyle hem de şu anki yapısal kırılganlıklar yüzünden bir türlü düşmüyor.
Para politikasının etkisi çok gecikmeli olduğu için en az 2025 ortalarına kadar ciddi bir düşüş beklenmesi zor.

Okumaya devam et

FARK YARATANLAR

FARK YARATANLAR

KATEGORİ

ALTIN – DÖVİZ

Altın Fiyatları

BORSA

KRIPTO PARA PİYASASI

TANITIM

FACEBOOK

Popüler

www bankavitrini com © "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan, BANKA VİTRİNİ'nde yer alan yazar ve çevirmenlerine ait herhangi bir yazı, çeviri, makale ve haber izin alınmadan basılı olarak ya da internet ortamında kullanılamaz, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar hakkında hukuki yollara başvurulacaktır. "BANKA VİTRİNİ Portal"da yayımlanan tüm özgün yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. www.bankavitrini.com'da yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti, aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler, mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Yer alan yazılarda herhangi bir yatırım aracı; Hisse Senedi, kripto para biriminin veya dijital varlığın alım veya satımını önermiyor. Bu nedenle sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi, beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Lütfen transferlerinizin ve işlemlerinizin kendi sorumluluğunuzda olduğunu ve uğrayabileceğiniz herhangi bir kaybın sizin sorumluluğunuzda olduğunu unutmayın. © www.bankavitrini.com Copyright © 2020 -UŞAK- Tüm hakları saklıdır. Özgün haber ve makaleler 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu korumasındadır.