TCMB ve BDDK seyrediyor : Kredi faizleri durdurulamıyor!
Ticari kredi faizleri yüzde 46’ya varırken tüketici kredilerinde de faiz oranları hızla yükseliyor. Bankalar ihtiyaç kredisine yıllık yüzde 39’a kadar çıkan faiz uygularken konutta oran yüzde 33, taşıtta yüzde 34’ü buluyor.
Merkez Bankası’nın eylül ayından beri politika faizinde yaptığı 500 baz puanlık indirim piyasa faizlerine etki yapmadı. Ticari kredi faizlerinde rotatif kredilerde bankalar yüzde 46’ya kadar faiz uygularken tüketici kredi faizleri de hızla yükseliyor. Bankaların yayımladıkları kredi faiz oranlarına göre ihtiyaç kredisi faizleri yıllık yüzde 39’a kadar varırken konutta en düşük aylık faiz yüzde 1,2’de kaldı. Taşıt kredisi faizleri de yükselişte. Aylık yüzde 2,55’e varan taşıt kredisi faizi oranlarıyla yıllık faiz yüzde 30’u aşmış durumda.
Dünya Gazetesinden Şebnem Turhan’ın haberine göre; Bankaların ihtiyaç kredisi için uyguladıkları aylık faiz oranı yüzde 1,55 ile yüzde 3,25 arasında değişiyor. Bankaların ihtiyaç kredisi için müşterilerine verdiği en düşük faizle yıllık faiz yüzde 18,6’yı en yüksek ise yüzde 39’u buluyor. Bu Merkez Bankası’nın yüzde 14 politika faizinin çok çok üstünde seviyelere işaret ediyor. Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 15’e düşürdüğü Kasım 2021’de ise ihtiyaç kredi faizleri çok daha düşük seviyelerdeydi. Bankalardan edinilen bilgiye göre 22 Kasım 2021 itibariyle bankalar ihtiyaç kredisinde yüzde 1,75 seviyesinde bulunuyordu. Kasım sonunda ihtiyaç kredisi yıllık faiz oranı yüzde 21 seviyelerindeyken şu anda yüzde 60’ı aşan bir artışla karşı karşıya kalınmış durumda.
Bu yüksek faiz oranına rağmen yüksek enflasyon azalan alım gücü vatandaşların ihtiyaç kredisine olan talebinde çok büyük bir düşüş yaşanmasının önüne geçiyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) haftalık verilerine göre Merkez Bankası’nın politika faizinde indirim sinyallerinin başladığı Eylül 2021 başına göre yüzde 7,5’e yakın yükseldi. Haftalık düşüş ise yüzde 0,25 seviyesinde. BDDK verilerine göre yılın ilk haftasında yani 7 Ocak ile biten haftada bankalardaki ihtiyaç kredisi büyüklüğü 463 milyar 574 milyon lira seviyesinde.
Konutta yıllık yüzde 33 faiz var
Konut kredisi faizi kamu bankalarının Merkez Bankası’nın her politika faizi indirimi sonrasında kampanya yaptıkları bir ürün olarak öne çıkıyor. Kamu bankalarında aylık yüzde 1,2-1,44 arasında değişen oranlarda konut kredisi kullandırımı yapılırken özel bankalarda yüzde 2,5-2,75 arasında kredi faizleri uygulanıyor. Kamu bankalarında en düşük yıllık faiz oranı yüzde 14,4 olurken özel bankalarda yüzde 33’e kadar çıkabiliyor konut kredisi faiz oranları. Yine 22 Kasım 2021 itibariyle konut kredisi faizleri özel bankalarda yüzde 1,75 seviyelerindeydi. 1 puanlık artış yaklaşık yüzde 40’ın üzerinde bir yükselişe işaret ediyor.
BDDK’nın haftalık verilerine göre 7 Ocak 2022 haftası itibariyle konut kredisi hacminde yine Eylül 2021 başına göre yüzde 6,8 seviyesinde bir artış gözlenirken haftalık büyüme yüzde 0,2 seviyesinde kalıyor. Konut fiyatlarındaki hızlı artışlar göz önüne alındığında konut kredisi talebinin oldukça gerilediği söylenebilir. BDDK verilerine göre konut kredisi hacmi 299 milyar 716 milyon lira düzeyinde bulunuyor.
Otomobil fiyatlarındaki olağanüstü yükseliş 2020 ve geçen yıl yaşanan kredi talebinin de önünü kesmiş gibi görünüyor. Öyle ki zaten taşıt kredisi faizleri de yükseliş trendinde. Yine kamu bankalarında taşıt kredisi aylık faizleri yüzde 1,59-1,61 seviyesindeyken özel bankalarda yüzde 2,3 ile yüzde 2,80 arasında değişiyor. Taşıt kredisi faiz oranları yüzde 19 ile yüzde 34 arasında değişim gösteriyor.
BDDK haftalık verileri de taşıt kredisi büyüklüğü yine Merkez Bankası’nın faiz indirim sinyalini ilk verdiği Eylül 2021 başından bu yana yüzde 10 azalmış durumda. Haftalık değişimde de yüzde 1 düşüş yaşandı. Taşıt kredisi hacmi ise 12 milyar 983 milyon lira seviyesine geldi.
Ticaride talep azaldı tüketicide arttı
Merkez Bankası sıkı para politikasının ticari kredi talebinde olumsuz etkisini azaltmak için politika faizi indirimlerinin uygulandığı iletişimini son aylarda sık sık yineliyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerinden yapılan 13 haftalık yıllıklandırılmış ve kur etkisinden arındırılmış verilere göre 7 Ocak itibariyle toplam kredi büyümesi yüzde 19,39 seviyesinde. Tüketici kredilerinde ise büyüme yüzde 22,79 olurken ticari kredilerde yüzde 15,02’de kaldı. Merkez Bankası’nın indirim sinyali verdiği eylül başında 13 haftalık yıllıklandırılmış kur etkisinden arındırılmış ticari kredi büyümesi yüzde 5,6 seviyesindeyken en fazla artışın gözlendiği hafta 26 Kasım 2021 haftasında yüzde 17,42 olmuştu. Ardından politika faizi indirimleri sürse de ticari kredi büyümesinde gerileme yaşanmaya başladı. Yine Merkez Bankası verilerinden yapılan 13 haftalık yıllıklandırılmış kur etkisinden arındırılmış verilere göre kamu bankalarının kredi büyümesi yüzde 19,04 seviyesinde kalırken özel bankalarda bu oran yüzde 19,70 oldu. Hem özel hem kamuda kredi büyümesinde ivme kaybı yaşandı.
Uluslararası net rezervler 7.9 milyar dolara indi
Merkez Bankası net uluslararası rezervleri 7 Ocak 2022 itibarıyla, bir önceki haftaya göre 392 milyon dolar düşüş ile 7 milyar 947 milyon dolar oldu. Böylece TCMB’nin net uluslararası rezervleri Ağustos 2002’den bu yana yeni en düşük seviyelerdeki seyrini sürdürdü. Toplam rezervler ise 7 Ocak haftasında 1 milyar 607 milyon dolar azalarak 109 milyar 445 milyon dolara geriledi. 7 Ocak’ta Merkez Bankası brüt döviz rezervleri 1 milyar 575 milyon dolar azalışla 70 milyar 989 milyon dolara geriledi. Brüt döviz rezervleri, 31 Aralık’ta 72 milyar 564 milyon dolar seviyesindeydi. Söz konusu dönemde altın rezervleri, 33 milyon dolar gerileyerek 38 milyar 489 milyon dolardan 38 milyar 456 milyon dolara düştü. Böylece Merkez Bankası’nın toplam rezervleri, 7 Ocak haftasında bir önceki haftaya kıyasla 1 milyar 607 milyon dolar azalarak 111 milyar 52 milyon dolardan 109 milyar 445 milyon dolara geriledi.
Yabancı hem hissede hem DİBS’te satıcı
Merkez Bankası haftalık menkul kıymet istatistiklerine göre, yabancı yatırımcılar 7 Ocak 2022 haftasında net 142.9 milyon dolarlık hisse senedi ve 71.6 milyon dolarlık Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) satarken, 1.9 milyon dolarlık Şirket Borçlanma Senetleri (ŞBS) aldı. Yurt dışında yerleşik kişilerin 31 Aralık 2021 itibarıyla 18 milyar 434,7 milyon dolar olan hisse senedi stoku, 7 Ocak 2022’de 18 milyar 868,5 milyon dolara çıktı. Aynı dönemde yurt dışında yerleşik kişilerin DİBS stoku 3 milyar 482,6 milyon dolardan 3 milyar 297,5 milyon dolara, ŞBS stokları da 149 milyon dolara geriledi.
Bireylerin döviz mevduatı 1 milyar dolar azaldı
Kur korumalı TL mevduatı ürününün üçüncü haftasında gerçek kişilerin döviz mevduatında gerileme hissedilmeye başlandı. Merkez Bankası haftalık para ve banka istatistiklerine göre gerçek kişilerin döviz mevduatı 7 Ocak haftasında parite etkisinden arındırılmış verilere göre 1 milyar 70 milyon dolar azaldı. Tüzel kişilerin döviz mevduatında ise düşüş 1 milyar 130 milyon dolar oldu. 21 Aralık’ta devreye giren kur korumalı TL mevduatı ile 24 Aralık haftasında gerçek kişilerin döviz mevduatlarında parite etkisinden arındırılmış olarak 136 milyon dolarlık azalma yaşanmışken 31 Aralık haftasında 351 milyon dolarlık artış gerçekleşmişti. 7 Ocak haftasında toplam döviz mevduatında ise parite etkisinden arındırılmış olarak 2 milyar 200 milyon dolar geriledi.
Garanti BBVA belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını yeni hedefinin ise 2029 yılının sonuna kadar 3,5 milyar dolar olarak açıkladı.
Garanti BBVA, 2018–2025 dönemi için belirlediği 400 milyar TL’lik sürdürülebilir finansman hedefini, 2025’in ilk yarısında tamamladığını açıkladı. Bu başarının ardından banka, 2018–2029 yıllarını kapsayan yeni hedefini 3,5 trilyon TL olarak paylaştı.
Garanti BBVA bu taahhütle; iklim değişikliğiyle mücadele, doğal sermayenin korunması, döngüsel ekonomi, sosyal kalkınma ve finansal kapsayıcılık alanlarında güçlü etki yaratmayı amaçlıyor.
Bu rakam, Türkiye’de faaliyet gösteren bankalar arasında en yüksek sürdürülebilir finans taahhüdü oldu.
Garanti BBVA, 2029 yıl sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğini taahhüt ediyor
Garanti BBVA Genel Müdürü Mahmut Akten, bu performansta, sürdürülebilirliği stratejik öncelik haline getirmelerinin önemli bir rol oynadığını vurguladı. Akten, yeşil/sosyal kredilerden çevreci taşıt kredilerine, sürdürülebilir tahvillerden, çevresel ve sosyal yatırımlarda aktif danışmanlık hizmetlerine ve su verimliliğiyle ilgili projelere yönelik “mavi finans” gibi sürdürülebilir finansman ürünü sunduklarını söyledi.
Mahmut Akten, yeni hedefi ise şu sözlerle değerlendirdi: “Şimdi, bu başarıyı daha ileri taşıyarak 2029 yılı sonuna kadar 3,5 trilyon TL’lik sürdürülebilir finansman sağlamayı taahhüt ediyoruz. Bu yeni hedef, yalnızca hacim açısından değil, sürdürülebilir finansman hızımız açısından da çarpıcı bir sıçrama anlamına geliyor. 2025’in ikinci yarısından 2029 sonuna kadar yaklaşık 3,1 trilyon TL’lik yeni kaynağı sürdürülebilir yatırımlara yönlendireceğiz. Bu taahhüdün büyüklüğü, Türkiye’nin düşük karbonlu ve kapsayıcı bir geleceğe geçişinde Garanti BBVA’nın giderek daha da etkin bir rol üstleneceğini gösteriyor.”
BBVA Grubu’nun küresel taahhüdü 1 trilyon euro
Garanti BBVA’nın ana hissedarı BBVA Grubu, 2018-2025 yılları için ilk etapta 100 milyar euro sürdürülebilir finansman hedefi koymuştu. Hedef önce 300 milyar euroya çıkarıldı ve 2024 yılı sonunda tamamlandı. Grup şimdi, 2025–2029 dönemi için 700 milyar euroluk yeni taahhütle toplam hedefini 1 trilyon euroya yükseltti.
BBVA’da Türkiye’nin Payı yüzde 9’a yükseldi
2025’in ilk dört ayında BBVA Grubu’nun sağladığı toplam sürdürülebilir finansmanın yaklaşık 140 milyar TL’si Garanti BBVA tarafından sağlandı. Bu rakamla Türkiye’nin BBVA Grubu içindeki payı sürdürülebilir finansman rakamların raporlanmaya başlandığı 2018 yıllarındaki yüzde 3 seviyesinden bugün yüzde 9’a yükselmiş durumda.
Türkiye’de reel sektörün finansman ihtiyacını karşılamak için en çok başvurduğu yöntem banka kredileridir. Oysa gelişmiş finansal sistemlerde şirketler, uzun vadeli ve daha uygun maliyetli fon sağlamak için sermaye piyasalarında borçlanma araçlarına, özellikle tahvil ihraçlarına yönelmektedir. Peki Türkiye’de reel sektör neden bu imkândan yeterince yararlanamıyor?
Tahvil İhracının Önündeki Ekonomik Engeller
Tahvil piyasasının gelişmesi; makroekonomik istikrar, faiz oranlarının öngörülebilirliği, düşük enflasyon, istikrarlı döviz kuru, düşük kamu borçlanma ihtiyacı ve yüksek kredi notu gibi birçok değişkene bağlıdır. Ancak:
Türkiye’nin ülke kredi notu düşüktür ve bu doğrudan özel sektörün notunu da sınırlamaktadır.
Yüksek enflasyon ve faiz oranları, borçlanma maliyetlerini tahvil piyasasında da yükseltmektedir.
Kamu kesiminin sürekli yüksek borçlanma ihtiyacı, özel sektörün tahvil ihraçlarını piyasadan dışlama etkisi (crowding out) ile sınırlamaktadır.
Hukuki ve Kurumsal Güven Eksikliği
Sadece ekonomik değil, hukuki ve politik güvensizlik de yabancı ve yerli yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgi göstermemesine yol açıyor. Güçlü bir ikinci el tahvil piyasası oluşmadığı için yatırımcılar uzun vadeli bağlayıcı enstrümanlara mesafeli durmaktadır.
Banka Kredilerine Bağımlılığın Sonuçları
Bu nedenlerle reel sektör, finansmana erişimde tek kanal olarak bankaları kullanmak zorunda kalıyor:
Yüksek maliyetli ve kısa vadeli kaynaklara mahkûm olunuyor.
Kredi sınırlamaları, özellikle ekonomik kriz dönemlerinde işletmeleri zorluyor.
Kredi vadelerinin kısalığı ve esneklik eksikliği, uzun vadeli yatırım planlarını zorlaştırıyor.
Finansman Araçlarında Çeşitlilik Şart
Türkiye’de reel sektörün daha güçlü, sağlıklı ve uzun vadeli kaynaklara erişebilmesi için:
Makroekonomik göstergelerin iyileştirilmesi,
Sermaye piyasalarının derinleştirilmesi,
Hukuki güven ortamının sağlanması,
Tahvil piyasası için ikincil piyasa likiditesinin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Bankalar ekonomik sistemin en önemli finansal aktörleri olarak faaliyet gösterir. Her banka özünde kâr amacı güden bir ticari kuruluştur.
Kredi verirken öncelikle kendi risklerini ve menfaatlerini gözetmek zorundadır. Kullandırdıkları kredilerin faiz oranı veya kar payı, komisyon yapısı, vade şartları da bu doğrultuda belirlenmektedir.
Bugün piyasada bileşik faiz oranları TL cinsi kredilerde %60-65, döviz cinsi kredilerde ise %14-16 bandındadır.
Ayrıca bankaların sigorta, dosya masrafı, kredi tahsis ücreti ve banka ürün satışları gibi birçok kalemi kredi paketine dahil ettiği görülüyor.
Yani faiz veya kar payı dışında çok sayıda gizli maliyetle karşı karşıya kalınıyor.
Firmalar bu şartlar altında yalnızca finansmana erişmekle kalmıyor aynı zamanda ağır bir maliyet yükünü de sırtlanıyorlar.
Bankalar, firmalara kredi limitleri oluştururken sektörel karlılık oranlarına azami dikkat ederler. Ancak burada ciddi bir çelişki var. Bankalar kredi tahsisinde sektörün brüt kâr marjlarını esas alırken, mevcut kredi maliyetleri bu oranları çoktan aşmış durumdadır.
Brüt kâr marjı sektörlere göre ortalama %25-30 arasında değişirken, firmalar %65’in üzerinde bileşik faizle TL borçlanıyor.
Bu koşullarda, kâr eden değil borcunu çevirebilen firma başarılı kabul ediliyor. Bu ne finansal sürdürülebilirliğe ne de sağlıklı bir ekonomiye hizmet eder.
Şu an firmalar yalnızca yüksek faizle değil aynı zamanda yüksek enflasyon, düşük iç talep, yüksek maliyetler, düşük kâr, kur baskısı, iç ve dış pazarlardaki daralma, krediye erişim ve jeopolitik risklerle mücadele etmek zorunda kalıyor.
İhracatçı firmalar için döviz kuru reel anlamda destekleyici olmaktan çıkmış, rekabet gücünü zayıflatıcı bir unsura dönüşmüştür.
Bu koşullar altında firmaların ayakta kalması tesadüf değil direnç ve stratejik yönetimin bir sonucudur. Ama bu direncin ne kadar sürdürülebileceği ise meçhuldür.
Bugün konkordato alan, iflas eden şirketlere şaşırmak yerine bu ortamda hâlâ üretmeye, istihdam yaratmaya, ihracat yapmaya devam eden firmalara hayranlık duymalıyız.
Asıl konuşulması gereken, bu firmaların nasıl hayatta kaldığı ve ne tür stratejiler geliştirdiğidir. Zira bu firmalar sadece kendi faaliyetlerini değil aynı zamanda ekonominin can damarlarını da ayakta tutmaktadır.
Enflasyonla mücadele elbette gereklidir.Ancak bunu yaparken reel sektörü göz ardı etmek hastayı tedavi ederken organlarını iflas ettirmek gibidir.
Faiz politikaları ve sıkılaşma adımları kısa vadede enflasyonu aşağı çekebilir ama ardında üretim yapamayan, borç yükü altında ezilen ve finansmana erişemeyen bir özel sektör kalırsa bu başarı neye yarar?
Bugün geldiğimiz noktada reel sektörün sesine daha fazla kulak verilmesi gerekiyor.
Kredi maliyetlerinin düşürülmesi, finansmana erişimin kolaylaştırılması ve firmaların üzerindeki dolaylı maliyetlerin azaltılması şarttır.
Aksi takdirde sadece bugünü değil yarının üretim kapasitesini ve ekonomik bağımsızlığını tehlikeye atmış oluruz.